Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 9 Sayı: 1.790

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 5 Temmuz 2010 - Fincanın İçindekiler


  • Kumaş, makas, aşk… ... Temirağa Demir
  • SOL YANIM UYANDI ... Gülten Alagöz
  • Kontrollü Çay Kıraathanesi Muhabbetleri -3 ... Ömer Faruk Hüsmüllü
  • Ölüm. Çiçek. Siz. ... Deniz Marmasan
  • William Crosner'in Günlüğü XII ... Alkım Saygın


  • Dost Meclisi, Tadımlık Şiirler, Biraz Gülümseyin, Kıraathane Panosu, Damak Tadınıza Uygun Kahveler

  •  



     Editör'den : Keşke ona hep tatil olsa!..


    İyi haftalar,

    Tatile gitti memlekete huzur geldi. Bu kaçamakları sıkça yapar inşallah. Nerede olduğu da hiç önemli değil. Gitsin yeter. Üç beş gündür siyasilerin bile yüzü gülüyor, ben gülmüşüm çok mu?

    "Çömelip mi dursak çömelmeden mi?" polemiğine ilginç atıflar yapılsa da, genel olarak yorumlar gülümsetici. Bu konuda Başbuğ Paşa'nın çözümünü yabana atmamalı. Bize göre idrar yarışına hiç gerek yoktu ama oldu bir kere, neyse...

    ...

    Topun yuvarlak olduğunu bir kez daha anladık şu son Dünya kupasında. Çeyrek finaller futbol zevkimize adeta kaymak oldu. Bir Brezilya-Almanya finalini arzu ediyordum ama Hollanda bal gibi haketti. İspanya yatsın kalksın o yuvarlak topa dua etsin. Millet Messi Messi derken bir Mesut çıktı Almanya'dan, hepimizi kendine hayran bıraktı. Dedik ya, bu top yuvarlak. Ne tahmine ne de kağıt üstü favorilerine yer var. Daha çok isteyen, takım olan kazanıyor. "Tanrının Eli" falan da hava civa.

    ...

    "Ah şunu keşke ben yazabilseydim." dediğim yazılardandı sevgili Mustafa Mutlu'nun dün yayınlanan Sivas'ı anma yazısı. Hissettiklerimi tüm yalınlığıyla yazıya döken Mutlu'nun bu yazısını Kahve Molası kayıtlarında da bulunsun diyerek aşağıya alıyorum. Okumanız diileğiyle tabi.

    " Yanmasını bilen bakır yüzük yapan adamlar!

    Bir yüzük yaptım sana güvercin teleğinden,
    Bir yüzük bükerek hoşçakal sözcüğünden.
    Bir yüzük yaptım belli belirsiz,
    Eski bir gramofon sesinden.
    Bir yüzük serçe parmağın için,
    Bulutsuz bir gecede kayan yıldız izinden.
    Bir yüzük yaptım terli bir yüzük,
    Avucumdan geçen ince hayat çizgisinden.
    Yanmasını bilen bakır bir yüzük,
    Evime akım taşıyan elektrik telinden.
    Bir yüzük yaptım, bir yüzük ki;
    Yıllardır dinmeyen ormanların gümbürtüsünden.”

    Bu şiir, on yedi yıl önce Sivas’ta yakılarak katledilen 37 aydından biri olan şair Metin Altıok’a ait...
    Yaşı 25’in altında olanlar artık hatırlamıyor ama işte böylesine sevdalı bir yüreği yaktı alçaklar!
    Gördüğü her şeyden yüzük yapmayı hayal eden o sevgi dolu adamı katlettiler.
    Sonra da bunca yıldır ellerine geçirdiler hayat çizgimizi; ama...
    Değil “hoşçakal sözcüğünden yüzük yapmak”, hiçbir halt yiyemediler!

    Gözleri dönmüştü o gün... Ağızlarından salyalar fışkırıyordu... Yaktıkları otelin önünde; canların tek tek önce kor ateşe, sonra küle dönüşmesini seyrederken o kadar iğrençtiler ki!
    Allah’ın adını ağızlarından düşürmeden ve durmaksızın tekbir getirerek; yakıyor, yıkıyor, öldürüyorlardı...
    Ve o kadar cahildi ki hepsi; günahın en büyüğüne giriyorlardı...

    Hiçbiri farkında değildi elbette; avuçlarından geçen ince hayat çizgisinden bir yüzük yapabileceklerinin...
    Zaten yüzükle falan işi yoktu hiçbirinin...
    Elektrik telinden, yanmasını bilen bakır bir yüzük olmayı ancak karanlığı yok etmek için yanmayı göze alanlar bilirdi!

    Metin Altıok, bu ülkenin 36 gerçek aydını ve yurtseveriyle birlikte, “yanmasını bilen bir bakır yüzük” gibi gitti ölüme...
    Oysa ateşle işleri yoktu onların; tankla, topla da...
    Askerlik dışında hayatları boyunca silah görmemişti hiçbiri...
    Kiminin derdi kalemiydi, kiminin dili, kiminin de sazının teli...
    Ama hepsinin tek ortak derdi vardı:
    Gerekirse yanarak aydınlatmak...
    Dediklerini yaptılar...
    Yandılar!

    Peki; aydınlatabildiler mi?
    On yedi yıl sonra bu soruya “Evet” diyebilmeyi o kadar çok isterdim ki...
    Ama... Bizdeki bu karanlık o kadar koyu ki; bu 17 yılda bırakın aydınlanmayı idam cezasına çarptırılan o canavarları yakalamayı bile başaramadık!
    Mustafa Mutlu "


    Hepimize güzel bir çalışma haftası diliyorum. Esenkalın.

    Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

    Cem Özbatur








     


    Temirağa Demir

     Kahveci : Temirağa Demir


      Kumaş, makas, aşk…

    Yaz içindeki yağmurların tadı yok sonbaharda ya da nisan da…
    Bu aylarda daha tatlı yağıyor bu damlalar yeryüzüne…
    Bakıyoruz işte hep birlikte, kimimiz sadece bakıyor öylesine…
    Kimisi gerçekten görüyor ölesiye…
    Geç kalıyoruz bazen birbirimize…
    Ya da erken yol alıyoruz…
    Bazen ikisi birden olmuyor yerimizde sayıyoruz…
    Hem de hiçbir rakamsal sistemi gözetmeden…
    Neredesiniz şimdi…?
    Baktığınız evin penceresi mutlu kılıyor mu yüreklerinizi…?
    Çocukluğunuzu düşleyerek mi tatmin ediyorsunuz yoksa kendinizi…
    Daha yaşlanmadınız meraklanmayın…
    Ölmenize zaman var…
    Her sohbetin ortasında en gereksiz zamanlarda sordunuz mu hiç en sevdiğinize, alacağınız cevaptan emin olduğunuz halde "Ben ölürsem ağlar mısın" dediniz mi?
    Demişsinizdir…
    Dedik hepimiz birkaç kere…
    O anda daha sıkı tutulur eliniz ve kaybetme korkusu kaplar karşınızdakinin gözbebeklerini…
    Cinsiyetinin bir önemi olmasa da genelde erkekler kullanır bu faydasız cümleyi…
    Garanti istiyorsunuz değil mi?
    Hatta yorgunsunuz alabildiğine…
    Yaşadıklarınız kesinlikle hak ettikleriniz değil diye çok sabit hatta biraz isyankar düşünceleriniz var alt bilinçlerinizde…
    Önce anne babanızı suçluyorsunuz…
    Sonra eşinizi belki…
    Ama küçük bir kulübede de olsanız bir yalıda da yaşasanız eminim ki geçiyor kafanızdan…
    Memnuniyetsizliğiniz…
    Biçilmedi bu hayat…
    Elinize bir kumaş verildi…
    Yanlış kestiklerinizi de giymek zorundasınız…
    Birde batik boyanız var, kumaşı siz boyamalısınız…
    Pervasız makas darbeleri ile yanlış biçerseniz hayatınızı…
    Sonra üstüme yakışmıyor deme lüksünüz yok maalesef…
    Herkese eşit verildi kumaş…
    Evet, bazıları şanslı doğru haklısınız…
    Ama inanın bu "şanslı" dediklerinizde çoğu kez daha iyilerini düşlüyor ve mutsuzluk hissediyor…
    Garanti istiyor insanlar…
    Üç yıl sonra, beş yıl sonra her şey daha iyi olsun istiyor kendisi aynı kalarak…
    Fakat yaşamsal döngüde böyle bir şeye yer yok…
    Sen daha iyi olmalısın…
    Yanındaki adam ya da kadın daha iyi olmalı…
    Hayat durağan bir varlık…
    Hatta soyut…
    Sen somutlaştırıyorsun ve hareket katıyorsun…
    Nereye götürürsen…
    Adını, yaşını, ne koyarsan gelir seninle…
    Bir yaşamın var bu hayat içinde…
    Duygularını önemse…
    Korkma…
    Sonu yok korkuların…
    Sevgininde öyle…
    Aşkında…
    Baharında…
    En bitmemesi gereken zamanlarda da bitecek bitmesi gerekenler…
    Başlamaması gerekenler hiç ummadığın anda başlayacak…
    Sana verecekleri her kumaşı iyi işle…
    Ve yalnızca kendi makasını önemse…
    Altın makaslar bile olsa elalemin elinde değdirme…
    İncinir kumaş, sırma altından da olsa,
    Hatta pazar malı olsa bile…
    Kumaşın var elinde…
    İyi kes biç dik ve kendi kalitesini ustalığınla kendin belirle…

    Temirağa Demir
    temiragademir@temiragademir.com


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    4 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


     Kahveci : Gülten Alagöz


    SOL YANIM UYANDI

    Yazmam gerek, yazmam, bir türlü rahatlamam lazım. Konuştuğum insanlar da rahatlatamadı beni. Bazen bir rüya gördün varsay diyorum ama, o kadar gerçek yaşanan bir şeyi rüya saymak ta abes bir durum. Gerçek derken tek açılı. Benim için gerçek, gerçekten gerçek, karşı taraf için yaşanılan çok sıradan bir gerçek. Çoktan o meşhur cümlelerinde geçen ‘bir sevgilim vardı’ larda yerini alan bir kaçamak, ya da ismi herneyse işte.. Paylaştığım insanlar boşver diyorlar, boşver be, değmezmiş diye düşün, bunu yapmak çok zor değil , birkaç gün ağlar zırlarsın geçer gider, bu kadar şey atlatmış, onca şeye göğüs germiş, bunları yaşarken hep dimdik durmayı başarabilmiş bir kadın için bu çok zor olmasa gerek . Evet zor değil, hep güçlü olan yanım için. Bir de kadın olan, hisseden yanım, hayatında hep gerçek hikayeler yazan, bunu seven, normal arkadaşlıklarını bile içten, samimi yaşayan bir kadın, içimde olan, ben olan , güçlü ve kendinden emin yanımın yanında yıllardır suskun kalan, daha doğrusu susmak zorunda kalan, kendini kilitlemek zorunda kalan. Uzun yıllar unutulan, yok sayılan, küsen yanım…..

    Hep küs kalacak, bir daha uyanmayacak derken, bu kadın bir gün, sol yanında hapsettiği kadından ufak sinyaller almaya başlar. Duymak istemez önce, sus der, yıllardır duymadım seni hiç, tanımıyorum bu sesi,.. sus dedim sana lütfen, bunu kaldıramayabilirim. O kadar alıştım ki başımı dik tutmaya, kadın olduğumu o kadar unutmuşum ki, ne olur sus, üzersin sen beni,..yok laf dinleyen kim, başladı mı ufaktan şarkı söylemeye. Aklıma Nazım'ın şiiri geldi, ben artık şarkı dinlemek değil, şarkı söylemek istiyorum. Bu şiiri hep duyarım da, ben şarkı bile dinlemiyordum ki uzun zamandır, söylemek mi, o nasıl bişey ya… Lisede okurken Türk sanat müziği korosundaydım, fena da söylemezdim, ama, bu başka bişey .. Öyle olsa unutmuş değilim söylemeyi, güzel de söylerdim o zamanlar…. Haa, hatırladım, ilk işe başladığımda söylemiştim ufak ufak, ilk heyecanla, tamamiyle masum, artniyetsiz, hani çocuklar ilk okula başladıklarında ‘ daha dün annemizin' diye başlarlar ya… çiçekli bahçesi vardı gerçekten çalıştığım kurumun, o yollarda koştuk beraber, şarkı da söyledik. Ama bir süre sonra sanki makam da bir terslik var gibi geldi bana… ya yok biz beraber şarkı söyleyemedik, olmadı… zaten kazara yarışmaya falan katılsak direkt elenirdik…?.

    Sonraaa İlhan la tanıştık. Oofffffff bu ne be. Bu adam değil şarkı söyletmek, insana arya bile söyletir. Evet biz bu adamla acayip bi ikili oluruz, şarkı da söyleriz, hatta beste bile yaparız, hayırrrrrr olmaz şimdi değil, tam havasına girmişken, tam da en sevdiğim şarkının ortalık yerinde yapmayın lütfen böyle olmaz… Bir daha şarkı söyler misin diye sordular o zamanlar kadına. Hayır dedi, hayır, sustururum dilimi, kapatırım gönlümü, unuturum bildiğim tüm notaları...

    Unuttu da uzun süre. Karşısına çıkan başka başka insanlar, sol yanını uyandıramadı, kilit aynen kaldı. Tam artık paslandı, bir nota bile duyulmaz artık derken, hiç aklında yokken aniden sinyaller almaya başladı kadın. Hani gemiler denizde kaybolunca telsiz sinyalleri gönderirler belli belirsiz, aynen öyle. Başlarda cılız, sonraları sesi daha bir net duyulmaya başlayan. Uzak dursam dedi baştan içindeki ses kadına, üzer seni bu adam, yaklaşma, duyma iç sesini. Boşver görmedin duymadın varsay. Unuttun sen şarkı söylemeyi dedi, şarkı söylemeyi çok özleyen yanına. Ama yıllarca bastırmaya çalıştığı kadın yanı, kıpırdamaya büyümeye başlamıştı bir kez, büyüdükçe sığmamaya başladı içine, doğması gerekliydi artık, buna engel olmak imkansızdı, vee doğdu. Yeniden dünyaya gelmiş olmaktan o kadar mutluydu ki, nefes almaya, hayatı koklamaya, her şeyden zevk almaya başladı, öyle ki, daha bir erken büyüdü yaşıtlarından, konuşmaya bile erken başladı… konuşmak istedi doğmadan önce içinde birikenleri. O zamanlar doğru geldi ona, bu normal bir süreçti. Doğmuştu artık ve büyümesi engellenemezdi. Peki dedi o zaman kadının güçlü yanı, hadi sana izin, bunca yıl sıktım seni, artık özgürsün, büyü istediğin kadar… Sonu ne olursa olsun, ne kadar yaşarsan, yaşa ve gör, artık sana müdahale etmeyeceğim. Öyle de yaptı, çıkardı devreden mantığını, astı yerine duygularını. Ya, bir terslik var sanki, kendi kendime mi şarkı söylüyorum, ben? Yanımdaki ses duyulmuyor gibi. Ben büyüyünce o sesi bastırdım sanki, ama biz beraber söyliycektik, ilk notayı beraber öğrenmiştik, ya da bana öyle söylenmişti. Sebep ne peki? Daha şarkının başındaydık biz ya. Ne oldu ki, anlamadım,..sıkıldın mı şarkı söylemekten? Yapma ya, daha başındayız… daha önceden çok söylediğin için yoruldun mu, çok mu peki, o zaman ara verelim biraz, çay ve ihtiyaç molası, ama arada bir uğra bana, unutturma şarkıyı olur mu? Hatırlatmak dahi istemiyor musun, ne yaptım ki ben, daha başındaydık, şarkı güzel mi değil mi onu bile merak etmiyor musun? Ben bu şarkıyı seviyorum diye mi? Tamam senin istediğin şarkıyı söyleriz o zaman, o na da hayır, tamam o na da peki.. Sol yanım ağrımaya başladı tekrar, geriye de sokamazsın şimdi doğdu büyüdü o kadar, peki ölümü hak edecek ne yaptı? Düşünüyorum, hiç…. Mutlu olmak istedi, en doğal hakkı, sevdi sevildi sandı, değer verdi, değer görmediğini bilmeden. Doğru insan sandı, öyle hissetmişti çünkü, hislerine güvenirdi çok. Bu yüzden ölümü hakediyor mu? Sanmam, haksızlık bu. Sizce değil mi? Ve kadın ağladı yıllar sonra ilk kez hissettikleri için. Aziz Nesin'in dediği gibi ‘ Bir kadını ağlatmak zor değildir aslında Kadınlar her şeye ağlayabilir Bir filme, bir şarkıya, bir yazıya En az erkekler kadar yani Ama bir kadını yürekten ağlatmak zordur.'

    Eğer bir kadın yürekten ağlıyorsa, ağlatan onun yüreğine ulaşmış demektir.

    Yüreğine ulaşılmış , dokunulmuştu. Ağlıyordu, çünkü sevdiğini tam severdi kadın, karşılık beklemeden. Bilirdi ki, insan severse birini yürekten gerçekten, er geç karşısındaki, eğer birazcık varsa içinde bir şeyler, karşılık verebilirdi. Sevdiğine töleransı çok genişti. Kızsa da, üzülse de… Ama bu kez o kadar kırıldı ki, artık sol yanının sesini duymamaya karar verdi. Çünkü şimdilerde yaşanan duygudan uzak ilişkiler ona göre değildi, o duygu olmadan yaşayamazdı hiçbir ilişkisini,..elini bile tutturamazdı hissetmeden. Hislerinden dolayı yargılanmamalıydı, aksine mutlu olmalıydı karşısındaki sevilmekten, bundan daha güzel ne olabilir di ki? Ama sevdi yaa, bunun için silinmesi gerekliyse herkes silsin onu hayatından, silin beni hepiniz, bütün sevdiklerim. Değer mi diye soranları duyar gibiyim sanki, değse de değmese de severken hesap yapamazsın ki, keşke yapılabilseydi, keşke ben de duygularımı yok sayabilseydim başkalarının yaptığı gibi. Ya da yok ya ben böyle iyiyim ‘Yıllar dokunmuyor sana’ der arkadaşlarım, sanırım ben sebebini biliyorum. Ben sevmeyi seviyorum, yüreğimi temizliyor sürekli sevdalarım, ve yıllar umurumda bile değil… Bu yürek beni çookkk sonralara taşır daha. Birgün biliyorum ki, uzaktan duyduğum tanıdık şarkıyı beraber söyliyeceğim biri olacak, sesi belki tanıdık eskilerden, belki yepyeni bir ses, bakalım. Gün olur...

    Gülten Alagöz


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    6,806,806,806,806,806,806,80
    5 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


     Kahveci : Ömer Faruk Hüsmüllü


    Kontrollü Çay Kıraathanesi Muhabbetleri -3

    - Anuşkamı arıyorum
    - Uçan kuştan soruyorum
    - Amerika'da mı Almanya'da mı bilmiyorum
    - Anuşkamı arıyorum…

    - Fazla bağırmadan söyle be oğlum Kontrollü Mehmet, nam-ı diğer Hamlet! Yıllardır senin yaptığın bu şarkıyı dinleye dinleye hepimiz ezberledik artık, ama bize biraz insaf et n'olur?

    - Elimde değil Rüstem dayım, elimde değil. Ne dilime ne de gönlüme sözüm geçer…

    - Ne aşkmış be kardeşim! Belki de hiç kavuşamayacak Anuşkasına. Sadece şarkı söyleyip, şiir yazacak yıllarca onun için.

    - Farfara Halim, canı acıyan eşek atı geçermiş. Bizim Hamlet bir gün şair olur çıkarsa hiç şaşırmam.

    - Ehh, aşkolsun Dereli, beni eşeğe de benzettin ya.

    - Darılma, teşbihde hata olmazmış. Lafın gelişi işte…

    - Hoş geldin Avcı Osman. Yüzün gülüyor, yoksa doğdu mu senin torun.

    - Çok şükür, gelin kızımız kurtuldu.

    - Gözünüz aydın, Allah analı-babalı büyütmeyi kısmet etsin. Kız mı,oğlan mı?

    - Kız.

    - Zaten senin oğlan torun vardı, kız olunca sevinmişsindir.

    - Kız-erkek fark etmez.Yeter ki eli ayağı düzgün olsun. Hamlet bugün çaylar benden. Çay dediysem illaki çay içmek için zorlama arkadaşları, başka şey arzu eden olursa da ver.

    - Tamam Avcı abim, mesajın anlaşılmıştır.

    - Hamlet şu televizyonu aç da Uğur'un ajansını izleyelim. Memlekette neler olmuş, öğrenelim.

    - Haydar baba, televizyon bir haftadır bozuk. Servise haber verdim, ama gelmediler. Uydu alıcısına bir şey oldu heralde.

    - Bir haftada gelemedi mi adamlar şuncacık yerden?

    - Gelmesine gelirdi de bizim Kontrollünün çağırdığından ben emin değilim Çalık.

    - Valla çağırdım.

    - Niye televizyonu tamir ettirsin ki, son zamanlarda Kontrollü Çay Kıraathanesinin müşteri sayısı azaldı mı, arttı mı, bir düşünün! Tabii ki arttı. Niye? Çünkü insanlar birbiriyle muhabbete hasret kalmışlardı bu televizyon illeti yüzünden.

    - Televizyon isteyen Kosvolu'nun kahveye gitsin. Hem de plazma var orada.

    - Kosvolu'nun çayı da içilir mi? Çay değil, sanki turşu mübarek. Şu odun çayını içen bir daha başka çay içer mi?

    - İyi reklam yaptın be Hamlet. Ama sen de çaya karbonat katarmışın.

    - Gel, ocağı tezgahı ara. Bakalım karbonat bulabilecek misin? Ben hayatımda bir kere bakkaldan karbonat aldım. O da hanım kek yapmak için istemişti de ondan.

    - Dün gece seyretmiş bizim evdekiler. Bizim burayı çekmiş televizyoncular. Hatta Emine teyze çıkmış anlatmış. Uçan daire mi ufo mu ne gördüğünü söylemiş.

    - Desene televizyona bizim burada çıkan sadece Hamlet değil, ama Emine teyze ne bilir ufoyu? 80-90 yaşında bir kadıncağız. Anlamaz ki öyle şeylerden.

    - Evde çocuklar korku içinde, ya bizim eve de gelirse uzaylı adamlar diye.

    - Televizyoncular bu uçan daire konusunu ısıtıp ısıtıp seyircinin önüne koyuyorlar. Verecek haber bulamayınca hemen ufo'larına sarılıyorlar.

    - Benim duyduğuma göre önce Haydar babaya gitmiş televizyoncular. Sayılan, sevilen, sözü dinlenen bir kişi bu olayı anlatırsa daha inandırıcı olur diye düşünmüşler.

    - Doğru mu Haydar baba, geldiler mi sana?

    - Geldiler Marsık, ama ben kovaladım onları. Konuşmam için önce "televizyonda bütün Türkiye'nin beni göreceğini" söyleyip kandırmaya çalıştılar. Olmaz deyince, para teklif ettiler. Sinirlendim ve bunlara çaldım s….i. Paparayı yeyince bir kaçışları var. Sinirin yerini aldı bir gülme bende.

    - Seni kandıramayınca, yaşlı başlı diye düşünüp Emine teyzeyi buldular demek.

    - Duyduğuma göre fıldır fıldır; konuşacak, ama aynı zamanda da inandıracak bir kişi aramışlar. Tabii bunların bizim buralı adamları yani işbirlikçileri de varmış.

    - Ne bilmişler bizim buraya uçan daire indiğini.

    - Aşağıdaki kahveye bir ajansın muhabiri bir arkadaşı ile konuşmaya gitmiş. O sırada televizyonda bir programda ufolardan bahsediliyormuş. Bunların yanındaki masada oturanlar "bizim buraya gelse, ne yaparız acaba? Kaçar mıyız, yoksa hoş geldiniz deyip karşılar mıyız?" biçiminde konuşuyorlarmış. Muhabir bunları yarım yamalak duymuş ve hemen oradan ayrılınca bağlı olduğu ajansa bu konuda haber geçmiş. Ajans da bunu çeşitli yayın organlarına duyurmuş. Ve sonuçta kamerayı, mikrofunu kapan koşturmuş buraya.

    - Desene Emine teyze bu işten üç-beş kuruş kazanmıştır.

    - Kazansın kadıncağız. Zaten hiç kimsesi yok. Onun bunun sadakası ile geçiniyor. Ama o bile önce itiraz etmiş, direnmiş söylemem diye. Sonra ikna etmişler. Ne söyleyeceğini, naslı davranacağını tek tek öğretmişler kadına.

    - Emine teyze, "gökten ışık saçarak yuvarlak bir şey on metre ilerime indi. Sonra o yuvarlak şeyin kapısı açıldı. İçinden kısa boylu üç tane adam çıktı. Bana doğru yürüdüklerini görünce, korkudan bayıldım. Ayıldığımda gittiklerini fark ettim." demiş.

    - Yalan be kardeşim yalan. Hepsi uydurma. Baksana bu günlerde en ciddi kanallar bile birinci haber olarak Çinlilerin Ağrı dağında Nuh'un gemisini buldukları haberini veriyor.

    - Çinlinin işine akıl sır ermez. Adamlar yakında Nuhun gemisinin aynını yapıp turizmin hizmetine verirlerse hiç şaşırmam. Tapon mal deyince, bir de taklit mal deyince aklıma hemen Çinliler geliyor artık.

    - Sözüm ona televizyon bozuk, baksanıza gene televizyondan konuşuyoruz. Yani gitti bir ekranlı televizyon ama, geldi bizim gibi 4-5 canlı televizyon. - Ağzına sağlık Haydar baba. Çok doğru söyledin.

    - Oğlum Hamlet, en iyisini sen yapıyorsun. Bizim bu muhabbetlerle oyalanmayıp şarkını mırıldanıyorsun. Haydi,söyle şu Anuşkamı Arıyorum şarkını da dinleyelim.

    - Yapma be Haydar baba! Bıktık artık bu şarkıdan.

    - Fazla konuşma Dereli! Sen babadan daha mı iyi bileceksin? Emrin olur Haydar Baba:Anuşkamı arıyorum-Uçan kuştan soruyorum…..

    Ömer Faruk Hüsmüllü


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    2 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


    Deniz Marmasan

     Sütlü Kahveci : Deniz Marmasan


       Ölüm. Çiçek. Siz.

    Duvarlar uzanıyor göğe. Acının sur diplerinde sabahlıyorum çoğu zaman. Kaç sene oldu varlığımda erguvanlar bitmeye başlayalı... Kaç savaş verdi soluksuzluğumuz, şehirlerin tozlu yalnızlıkları arasında... Kaç yalana dayanır temmuz yanım benim... Külleniyor gözyaşlarım, dağlanıyor kalbim.. /> Kalbime dokunma. Daha fazla yanaşma şehrine renklerimin. Sessizliğimi kırma gece bitkileriyle, yanaşma dinginleşmek için, bayırları aşan ruhuma.
    Parmaklarının gezindiği tokamın klipsi attığında, dağılıyor; rengini bilmediğim, senin de diğer renkler gibi umurunda olmayan dalgalar, sen dokunma. Şarkılarımı başka vücutlarda gezdirirken, uzak dur cümlesizliğimden. Gideceğim şehirden sürgün et evini, aynı göğün altında bile kapama gözlerini.
    Yargısız infaz gecelerinin sorgu lambası altında, titret utanç duvarlarını, katla gidemediklerimizi, ütüsü daha fazla bozulmadan.
    Hangi rengi çıkarayım mevsimlere iptilâ bozgunumdan. Kan akıtmamı isteyen bakışların kaçak, saçak altlarında. Çocuk olmayı bile beceremediğin sokaklarda, hırsızlık yaptığın ayışığı, kelepçeleri takmadıkça terk ettiğin masalların başrolüne, nefes borunda kök salan kırmızıdan kaç.
    Yaraşmıyor benim atlıkarıncalarıma üfleyen rüzgâra, çocuk düşlere, senden akan iltihaplı acı.
    Harabeler arasında ilerlemiyor gelecek zaman, her yerde aynı keder.
    Mahkumu olduğum inançsızlık, her gün yoklama alıyor sevmeye meyilli yanımdan.
    Gözlerimi kaçırdığım tüm soluklardan, öcünü kelimesiz utangaçlıklarla alıyor, yaran.
    Sıyrılamadığım kâbuslara, tebessümlerden filizlenen gözyaşları kenar süsü oluyor.
    Şehir elinde bıçağıyla, sırtımda soğukluğunu hissettiriyor amacını bilmediğim varlığının, yokluğunun.
    Kırılan oyuncaklarım arasında masal yazmaya çalışıyorum.
    Çelmelerden morarmış dizlerimle, kırlara koşmaya çabalıyorum.
    Çocukluğumun parklarını kirleten geçmiş zaman eklerinden kaçmaya çalıştığım yerde, gideceğim sokaklarda; senin çocuk yaşın.
    Hangi yağmur temizleyecek varlığıma sinen isini, gölgeli adımlarının.
    İçimi yıkayacak baharlara gidemiyorum, bütün duraklar "in" dercesine bağırıyorlar, kilometre başlarında.
    Ellerime sinen gül kokusu yerini mevsim çiçeklerine bırakamadan yıllanıyor. Nicedir güller çok canımı yakıyor. Üstelik papatya mevsimini kaçırmışken...
    Salıncaklarda bekliyorum iyileşmesini, gözlerimin değdiği manzaraların; ağlıyor denizler...
    Beni soracak olursan...;
    "..gözlerimde boğulma diye, ağlamıyorum..."
    ...

    Deniz Marmasan


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    2 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


    Alkım Saygın

     Romancı : Alkım Saygın


      William Crosner'in Günlüğü XII

    Tizard'a göre İznik Konsülü, Meryem Ana İncili'ni paganlığın etkisiyle bozulmuş olarak nitelendirdiği için tanımadı. Konsül, Hıristiyanlık öğretisinin temel esaslarını belirlerken Hıristiyan âyinlerinde paganlığın tüm etkilerini silmeye çalıştı(!).

    Hattâ bir ara, vaftiz töreninin bile yasaklanması, dînî törenlerde çıplaklığa aslâ yer verilmemesi gerektiği görüşü genel kabul görmüş; ancak, sonunda vaftiz törenlerinin doğumdan hemen sonra yapılması, bu şekilde olursa çıplaklığın mâkûl karşılanmasının mümkün olacağı hükme bağlanmıştı.

    Konsül öncesine kadar yılda bir defa düzenli olarak gerçekleştirilen Kutsal Birleşme Âyini de pagan âdetidir(!) denilerek yasaklanmıştı. Oysa, bu âyin de İsa Mesih'in ana rahmine düşmesini sembolik olarak yaşatıyor; âyin sırasında bir bâkire, âyini yöneten râhiple sembolik bir ilişkiye giriyordu.

    Bu tamâmen sembolikti, bu bir unio mysticaydı. Ama, konsül bu âyini de yasakladı. Bizse ilk Kutsal Birleşme Âyini'nin St. Simeon tarafından yapıldığına inanıyoruz ve Cebrâil'in Meryem Ana'ya İsa Mesih'in doğumunu müjdelediği 25 Mart'ı Kutsal Birleşme Yortusu olarak kutluyoruz. In majorem dei honorem!

    İznik Konsülü'ndeki tüm tartışmaların temelinde, aslında bâkire bir kadının; Meryem Ana'nın nasıl olup da çocuk doğurabildiği tartışması vardı. İlk bakışta, bâkire bir kadının böyle bir şey yapması imkânsız görünüyor, ona bir koca bulunarak bu sözde çelişki(!) aşılmak isteniyordu. Ancak, Meryem Ana'nın tüm yaşamı boyunca herhangi bir fânîyle ilişkiye girdiği yönünde tek bir kanıt bile yoktu; o hâlde, çocuğun babası bir fânî olamazdı.

    Böylelikle, İsa Mesih'in babasının Tanrı olduğuna, İsa Mesih'in Tanrı'nın Oğlu olduğuna hükmettiler ve bu sözde çelişkiyi(!) aştıklarını sandılar. Ancak, burada asıl çelişki şu ki, niçin Tanrı'nın gücü, bâkire bir kadından çocuk doğurtmaya yetmesin! Tanrı istemesi hâlinde niçin bir bâkire, herhangi bir cinsel ilişkiye girmeden hâmile kalamasın!

    Başka deyişle, İznik Konsülü, Tanrı'nın irâdesine sınır koydu; bu durumu bir "çelişki" olarak nitelendirerek, Tanrı'nın irâdesini "çelişkili" olarak damgaladılar ve bu sözde çelişkiyi(!) Meryem Ana'nın Tanrı'dan hâmile kaldığı uydurmasıyla aşmaya çalıştılar. Böylelikle, Meryem Ana imgesi, Tanrı'yla ilişkiye giren bir kadın imgesine bürünüverdi.

    Ne yazık ki, yüzyıllardır Katolik dünyâsının kavrayamadığı şey şudur ki, tanrıyla ilişkiye giren bir kadın imgesi pagan inançlarına âittir. Örneğin Grek mitolojisi, Zeus'un fânî kadınlarla olan ilişkileriyle ilgili anlatılarla dolup taşar; bunları Vatikan ve Katolik dünyâsı ise hâlâ görmezden geliyor.

    İznik Konsülü'ne katılanlar henüz paganlıktan tam olarak kurtulamadığı için, tanrıyla ilişkiye giren bir kadın imgesi onlara saçma gelmedi. Henüz daha Hıristiyanlığın yayılmaya başladığı ilk yıllarda bile paganlık egemendi. Pavlus ve yol arkadaşı Barnabas bile gittikleri hemen her yerde birer tanrı olarak karşılanmıştı. İncillere eklemlenen Resullerin İşleri bölümünde bunlar ayrıntılı bir biçimde anlatılıyor.

    Görünen o ki, İznik Konsülü'nde ve hattâ bugün bile, hiçbir şey değişmemiş. Daha da kötüsü; arada nikâh var mı? Yok. Demek ki Tanrı, Meryem Ana'yla evlilik dışı bir ilişkiye girmiş ve İsa Mesih de Arapların deyimiyle, veled-î zînâ.

    Hem, bir de Tanrı ile Meryem Ana'nın evlendiği yollu bir şey uydursalar, bu tam anlamıyla eski dünyânın paganlığının modern dünyâya taşındığının resmi olurdu ve o zaman bu konuda düşünmeye, konuşmaya, tartışmaya da hiç gerek kalmazdı.

    İşte, Vatikan Hıristiyanlığının İsa Mesih'e bakışındaki iğrençlik, menfurluk, aptallık, şuursuzluk, küstahlık, nâdanlık! Zînâ yapan bir tanrı imgesinin modern paganlığa geçişi de kuşkusuz Yahudilik üzerinden oldu; Kitâbı Mukaddes'in Yeremya bölümü, bu saçmalıkların geniş bir dökümünü sunuyor ve hattâ, 20. Bapta Yahova'nın Yeremya'ya tecâvüz ettiğini anlatıyor.

    Sözüm ona Yahova, Yeremya'yı baştan çıkarmış, Yeremya ona karşı koyamamış, vs. Görünen o ki Zeus, hem tanrı ve tanrıçalara, hem de insanlara yaptığı tecâvüzlerde Yahova'yı örnek almış! Ve İznik Konsülü'nden beri pagan inançları, modern dünyâyı teslîm almıştır ve korkarım ki almaya da devâm edecektir.

    Vatikan, modern paganlığın yayılmasını sağlamaya çalıştıkça, gerçek Hıristiyanlara yapılan zulümler de yayılıyor ve katlanarak artıyor. Vatikan, bugün bile Tanrı'nın eğer istemesi hâlinde bir bâkireden herhangi bir ilişkiye bağlı olmadan çocuk doğurtmaya gücünün yetmeyeceğine inanıyor, İsa Mesih'in doğumunu pagan mantığıyla "haklı kılmaya"(!) çalışıyor.

    Hâlbuki, bizi pagan geleneklerini sürdürmekle suçlayanlar modern paganlığın içinde boğulduklarını anlasalar, Hıristiyanlığı tüm dünyâda yaygınlaştırabiliriz. İşte, tarikatımızın en büyük misyonu bunu sağlamak, bunun gerçekleştirilmesine katkı sağlamaktır.

    Vatikan ne kadar aksini iddiâ ederse etsin, bizim tarikatımız Hıristiyanlığın özüdür. Tarikatımız, Hıristiyanlığın par excellencesidir, Tizard'ın geliştirdiği öğreti bu dînin propriumudur. Vatikan'ın güneşi balçıkla sıvamaya çalışması boştur. Sol lucet omnibus!

    Ve günün birinde Meryem Ana İncili ortaya çıkınca, Vatikan'ın tüm otoritesi sarsılacaktır. Tizard, henüz doğru zamânın gelmediğine inanıyordu; o zaman ne zaman gelecek, bilmiyorum. Meryem Ana İncili'ni kim, nerede bulacak, onu da bilmiyorum.

    Tizard, Meryem Ana İncili'nin yanlış ellere geçmesinden korktuğu için, yaşamı boyunca bu İncil'i nerede sakladığını kimseye söylememiş ve herhangi bir pusula da bırakmamış olmalı. Ama şundan eminim ki, bir gün Vatikan bize uyguladığı tüm baskı ve zulümlerin hesâbını verecek ve biz Naturalistler, tüm dünyâya hâkim olacağız. Dum spiro spero!
    27 Nîsan 1885

    *

    Bugün Roka Burnu'na vardık. Limandan istavrit ve beyaz şarap aldık. Stuart, balıkçılarla koyu bir pazarlığa tutuştu. Carlo ile Harold da mutfakta aşçılara yardım etti. Miles, bugün biraz rahatsızlandı ve yemeğini kamarasında yedi. Kaptan Plummer ise İrlandalılara özgü bir bitki çayı yapıp ona verdi.

    Şimdi sanırım biraz daha iyidir. O çayı ben de biliyorum; tuhaf bir adı var, dilim dönmüyor. Tadı kötüdür; gerçi, İrlandalıların bütün yemekleri biz İngilizler için kötüdür; ama şifalı otları, adamı kısa zamanda ayağa diker. Tanrı'nın garip bir cömertliği…

    Akşamüzeri bir ara temiz hava almak için güverteye çıktım. Güvertenin arka tarafında Evans ile Nagel harâretli bir tartışma yapıyor, sesleri ta kapıya kadar geliyordu. Tam karşımda ise Anthony vardı, sırtı bana dönük biçimde duruyor, göçmen kuşları seyrediyordu.

    Anthony'nin yanına gittim ve Evans ile Nagel'i böyle tartıştıran şeyin ne olduğunu sordum. Bana dün akşam oynadıkları pokerde yenilen Evans'ın kumar borcu nedeniyle tartıştıklarını söyledi. Ben yanlarına yaklaşmak istemedim, bu gibi konularda taraf olmamak daha iyi.

    Anthony pek durgun görünüyordu, ona kendisini üzen bir şey olup olmadığını sordum. Bana olmadığını söyledi, ama gerçekten de çok durgundu ve o da bunun farkında olmalıydı. Anthony'e, benimle istediği her şeyi paylaşabileceğini söyledim, o da "Sağol dostum." diyerek elini omzuma koydu, "Konuşacak bir şeyim olursa, senle mutlakâ paylaşacağım." diyerek güverteden ayrıldı.

    O sırada güverteye Moses geldi ve akşam için müsâit olup olmadığımızı sordu, müsâitsek eğer Daniel'le birlikte bizi ziyâret etmek istediklerini söyledi. Ben de müsâit olduğumuzu ve yemekten sonra kendilerini bekleyeceğimizi söyledim, sonra da gidip Edward'a bunu bildirdim.

    Az önce Moses ile Daniel bizim kamaradaydılar. Onlarla epeyce sohbet ettik, pek çok konu hakkında tartışma fırsatımız oldu. Moses bize "vaad edilmiş topraklar" hakkında Eski Ahit'ten bazı pasajlar okudu ve Büyük İsrâil Devleti'nin kurulmasına dönük birtakım projelerden bahsetti.

    Kendisi, Daniel'le birlikte Birleşik Krallık'ta bu amaç doğrultusunda kamuoyu oluşturmak için görev yapan bir teşkilâtta çalışıyormuş. Mason olup olmadıklarını sordum, bana net bir cevap vermediler. Ama, ben mason olabileceklerini düşünüyorum.

    Söylediklerine göre, İngiliz bankerler, Osmanlı Devleti'ne yüksek fâizler karşılığı büyük borçlar vererek Osmanlı idâresi üzerinde tahakküm kurmaya çalışıyormuş. Dört yıl kadar önce Duyûn-i Umûmiye konusunda kaydettikleri başarılar da bu bankerler sâyesinde olmuş. Amaçları, bu borçlar karşılığı Filistin topraklarını satın almak ve bölgeden Arapları çıkartarak Büyük İsrâil Devleti'ni kurmak.

    Moses, çok koyu bir Yahudi. Benle konuşurken gözlerini gözlerime öyle bir dikiyor ki, ters bir şey söylersem sanki beni boğacakmış gibi bakıyor. Ve ta öteden beri onların şu "vaad edilmiş topraklar" hakkındaki saplantıları, çok garibime gidiyor doğrusu. Sözde bu topraklar, İbrâhim'in soyuna vaad edilmiş!

    Peki, İbrâhim'in İshak ve İsmâil olmak üzere iki oğlu vardı ve İsrâiloğulları İshak'ın, Araplar da İsmâil'in soyundan geliyorlarsa, o hâlde bu topraklarda İsrâiloğullarının olduğu kadar Arapların da hakkı var! Dolayısıyla, Arapları bu topraklardan çıkartmaya çalışmalarına bir anlam vermek gerçekten de çok güç.

    Hem, bunu yapacak olurlarsa, kendi tanrıları Yahova ile İbrâhim'in kurduğuna inandıkları akdi de bozacaklar. Bunun kendileri de farkında olmalı. Ama sanırım mesele, ilâhî boyutu olan bir mesele olmaktan çıkıp siyasî bir mesele hâline geldiği için bu gerçeğe gözlerini kapıyorlar.

    Ve Yahudiler, târihleri boyunca bir devlet kurmayı başaramamış, hep başka devletlerin siyasî egemenliği altında yaşamış ve çok büyük acılar çekmiş bir millet. Yalnızca kendi insanlarından oluşan bir devlet kurma özlemleri de sanırım buradan kaynaklanıyor. Yoksa, niçin kendi soylarından olan Araplara kin beslesinler!

    Târihleri boyunca başka milletlerin boyunduruğu altında köleleştirilmiş olmak, Yahudiler için aslâ unutulmaması gereken bir şey. Kendi kimliklerine sâhip çıkmadıkları takdirde yine köleleştirileceklerine inanıyorlar. Ve bu nokta, Yahudi dîni ile Yahudi şovenizminin kesiştiği temel nokta. - Devam edecek -

    Alkım Saygın


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    5 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


     Dost Meclisi


    YORUMLARINIZI GALERiMiZDEKi iLGiLi BÖLÜME BIRAKABiLiRSiNiZ.
    Yorumlarınız için bekleriz.

    Fotograf : Mehmet Hamurkaroğlu


    <#><#><#><#><#><#><#>

    Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
    dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

    <#><#><#><#><#><#><#>

    Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
    Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
    Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
    Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
    Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.

    Yukarı


     


     Tadımlık Şiirler


    MÂVERÂDAN BİR SES

    Rûhumu sıkan bir mengene hasret,
    Bulutlar her gece hâlime ağlar!..
    Mâverâdan bir ses:"gel" derken bana,
    Tan vaktinden kefen biçiyor dağlar!..

    Çöpe attım çağın kehanetini,
    Unutmam zamanın ihanetini,
    Çekemem kimsenin muhannetini,
    Bu firak sinemi derinden dağlar!..

    Hızır İrfan ÖNDER

    Yazdırmak için tıklayınız.

    Yukarı


     


     Biraz Gülümseyin



    KMTV Sunar...

     


     Kıraathane Panosu



    Polygon Web Studio


    Yazarlarımızın Kitapları


    Merih Günay
    "Martıların Düğünü"

    Nesrin Özyaycı
    "Işık -II-"


    Temirağa Demir
    "Her kardan Adam Olmaz"


    Şadıman Şenbalkan
    "Şehit Analarımızın Çığlıkları"

    Hatice Bediroğlu
    "Düş Kuruyor Gece"

    Cüneyt GÖKSU
    Serpil YILDIZ

    "KÜBA - SARI SICAK BİR PENCERE"

    Merih Günay
    "HİÇ"

    Feride Özmat
    "Yanlış Zaman Hikayeleri "

    C.Eray Eldemir
    "Uzak İklimler"

    Temirağa Demir
    "Edepli Fahişeler"

    Ellerin Söylüyor Sonsuzluğu
    Feride Özmat
    "Ellerin Söylüyor Sonsuzluğu"

    Nesrin Özyaycı
    "ÖLMESEYDİ"

      Yitik Ada Günceleri
    Feride Özmat
    "Yitik Ada Günceleri"
     


    İstanbul için Son Hava Durumu
    ISTANBUL ISTANBUL
    Ankara için Son Hava Durumu
    ANKARA ANKARA
    İzmir için Son Hava Durumu
    IZMIR IZMIR
    Kaynak: http://www.meteor.gov.tr

    Yukarı


     


     Damak tadınıza uygun kahveler






    http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
    Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.

    GOM Player 2.1.21.4846 Released [2009 11/05] / Windows / 5.77 MB http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE
    Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.

    VLC media player for Windows / V.1.0.5 / 17 MB
    http://www.videolan.org/
    İçinde tüm codec kütüphanesini barındıran açık kaynak bir oynatıcı. Bilgisayarınızın olmazsa olmazlarından biri. mp4, mov, mkv dahil hemen her formatta filmi izlemenize olanak sağlıyor. İndirin seveceksiniz.

    7-Zip 4.65 (2009-02-03) for Windows / 913 KB
    http://www.7-zip.org/
    Winzip, Winrar gibi sıkıştırma programlarının tek alternatifi. Sadece zip ve rar formatlı dosyaları değil, hemen her çeşit sıkıştırılmış dosyayı açan, minik ama süper bir "Open Source" programı. Kendi formatında yaptığı sıkıştırmanın üzerine yok. İsterseniz zip olarak ta sıkıştırma şansınız var. Hemen indirip kurun, sonra da bana şükredin.

    Yukarı


     


    KAHVE MOLASI ABONELERi Google Grubuna üyesiniz. İlginize teşekkür ederiz.

    ABONELiKTEN AYRILMAK İÇİN :
    KM-abone+unsubscribe@googlegroups.com
    (Gönderdiğiniz mesajın abone olduğunuz adresten gittiğine emin olunuz.)

    ÜCRETSİZ ABONE OLMAK İÇİN :
    Google Gruplar KAHVE MOLASI ABONELERi grubuna kayıt ol
    E-posta:


    Arkadaşlarınıza önermek ister misiniz?


    Uygulama : Cem Özbatur
    2002-23©KAHVE MOLASI - Her hakkı saklıdır. Yayın İlkeleri

     






    Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

    Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



    SON BASKI (HTML)

    KAHVE YANINDA DERGi

    Hoşgeldiniz
    Arşivimiz
    Yazarlarımız
    Manilerimiz
    E-Kart Servisi
    Sizden Yorumlar
    KÜTÜPHANE
    SANAT GALERiSi
    Medya
    İletişim
    Reklam
    Gizlilik İlkeleri
    Kim Bu Editör?
    SON BASKI (HTML)
    YILDIZ FALI
    DÜNÜN
    ŞARKILARI





    ÖZEL DOSYALAR

    ATA'MA MEKTUBUM VAR
    Milenyumun Mandalı
    Café d'Istanbul
    KIRKYAMA
    KIRK1YAMA
    KIRK2YAMA
    KIRK3YAMA
    ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
    11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
    Teröre Lanet!
    Kek Tarifleri
    Gezi Yazıları
    Google
    Web KM




    Hotel California - Eagles









    Fincan almak ister misiniz?
    http://kmarsiv.com/sayilar/20100705.asp
    ISSN: 1303-8923
    5 Temmuz 2010 - ©2002/23-kmarsiv.com