Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 9 Sayı: 1.815

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 22 Eylül 2010 - Fincanın İçindekiler


  • AÇILIM KISKACI ... Bertan Onaran
  • Aşk ve Ölüm - Ahmet Yılmaz Tuncer ... Esen Yel
  • Hayat ... Özgenur Aktan
  • William Crosner'in Günlüğü XXXVII ... Alkım Saygın


  • Dost Meclisi, Tadımlık Şiirler, Biraz Gülümseyin, Kıraathane Panosu, İşe Yarar Kısayollar, Damak Tadınıza Uygun Kahveler

  •  



     Editör'den : Oyunuzun takipçisi olun!..


    Merhabalar,

    Oturmuş yazıya nasıl başlayacağımı düşünüyorum. Ne diyeceğim belli de, neresinden tutayım karar veremiyorum. Hoş tutulacak neresi var onu da bilemiyorum. Aklıma gelenleri ard arda dizsem, sevgili Hulki Aktunç'un argo sözlüğü yanında çocuk kitabı kalır. Velhasıl, elden gideyazmış memleketin ardından ağıt düzmeye çalışıyorum.

    Referandum sarhoşları yerlerini gemi azıya almışlara bırakınca, kepazelikler sıra sıra dizilmiş geçiyorlar bir bir önümüzden. Beş yıldızlı İmralı'dan "Açılım"ı yöneten bir it havlıyor, cevabı Hakkari'nin Geçitli Köy'ünden gelen mayın sesine karışıyor. Mayın, bebe kadın dinlemiyor. Kadına çocuğa pozitif ayrımcılık yapılıyor, en önde onlar patlıyor. Ardından baş it İmralı'daki hamağında sallanırken timsah gözyaşları döküyor, devletle teması sabote ediyor birileri diyor. Açılım diye verecek birşeyleri kalmayanlar pekakayı lanetlemeye bile çekiniyor. Yüzde ellisekizlik ekip, itler eylemsizliğe devam etsin diye yalvar yakar oluyor, karşılığında 1 haftayı koparıyor. Referandumdan istediğini elde ettiklerini söyleyegelen ayrılıkçılar, çocukları okula göndermiyor, bir Allahın kulu ses etmiyor.

    Ey, ellisekizin içinde yer alan yüzde onbeşlikler, huzurlu musunuz? Yedi bölgeyi Güneydoğu'dan başlayarak paylaşmaya hazır mısınız? Demokrasi adına verdiğiniz evetlerin en sıkı baskı rejimlerinde bile az rastlanır sonuçlarına ne diyorsunuz? Din ve etnik köken birleşmesinden doğan neo faşizmin pardayanları olduğunuz için mutlu musunuz?

    Hadi, tukaka ilan ettiğiniz Cumhuriyetin geçmişine bir bakın hele. Geçirdiği onca badireye rağmen, ilk seksen yılda, sıkı sıkıya kenetlenmiş bir memleketin son yedi sekiz yılda parçalanma, bölünme tehlikesini iliklerine kadar hissettiğini biz görüyoruz da siz görmüyor musunuz? Ve tüm bu düzenbazlıkların, din ekseninde demokrasi adına peydahlandığını, biti kanlananların da mal bulmuş mağribi gibi durumdan faydalandığını anlamıyor musunuz?

    Şimdilik size dokunmuyorlar diye üç maymunu oynamayı sürdürüyorsunuz ama merak etmeyin bu saltanat uzun sürmeyecek. Bugün Kırıkkanat'ı, Çoşkun'u, Genç'i susturanlar yarın sıra geldiğinde sizin de nefesinizi kesecek. Kanmayın allanıp pullanan ekonomik göstergelere. Siz cebinize, vicdanınıza kulak verin. Verdiyseniz, verdiğiniz "Evet" oyunun takipçisi olun. Neden verdiğinizi unutmayın, günü geldiğinde pişman olup, diyetini elinizi keserek ödemek zorunda kalmayın. Esenkalın.

    Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

    Cem Özbatur








     


    Bertan Onaran

     Güzelin Ardında : Bertan Onaran


      AÇILIM KISKACI

    Goethe, en zor şeyin gözümüzün önünde duranı görmek olduğunu söylemişti gerçi, ama bu can gözüyle bakmayı unutmamış olanlar için geçerli değil; nitekim, dünyada, ülkemizde çevrilen dolapları açık seçik görenler kitapları birbiri ardına sıralıyor, üstelik kimi zaman birbirine yakın adlarla: Yılmaz Polat'ın CİA Pençesinde Açılım'ından hemen sonra, Kırmızıkedi yayınları da Erol Bilbilik'in Açılım Kıskacı'nı bastı.

    Sevgili Erol Bilbilik kitabında, 1941'de SSCB'nin kendi dizgesini bütün dünyaya yayma girişimi karşısında ABD'nin güdümünde kurulacak NATO'dan başlayarak günümüze dek, küresel anamalcılığın yerküreye egemen olmak, başkaldırmaya yelteneceklere dersini vermek üzere neler yaptığını, yapmakta olduğunu ayrıntılarıyla ortaya koyuyor.

    Bütün bunları yalnız donanmasıyla, uçaklarıyla, elleri Bond çantalı İMF ya da Dünya Bankası görevlileriyle yapmıyor elbet; asıl dayanağı yerli devşirme işbirlikçiler. Bunu yeniden vurgulamak üzere bir bölüm aktarayım size kitaptan:

    "Brookings Enstitüsü'nün dizi toplantılarından biri de 9 Mayız 2009'da düzenlenen 4. Sakıp Sabancı Üniversitesi Konferansı ve ardından yenen akşam yemeğidir. Yemekte AKP'nin kapatılması dâvâsı ile daha pek çok konu tartışılmıştır.

    Yemekte Brookings Enstitüsü'nün Başkanı, Eski Dışişleri Bakan Yardımcısı Strobe Talbott, aynı enstitüden uzman Philipp Gordon, Daniel Benjamin, Ömer Taşpınar, ATC Başkanı James Holmes, TÜSİAD-ABD Başkanı Abdullah Akyüz, TUSKON_ABD Temsilcisi Hakan Taşçı, Türk medyasının Washington temsilcilerinin yanı sıra Hasan Cemal gibi kişiler yer almıştır.

    ABD Dışişleri Bakan yardımcılığı görevinden ayrıldığı hâlde toplantıya katılan Nicolas Burns görüşlerin şu başlıklar altında dile getirmiştir:

    - ABD-Türkiye ortaklığı yeniden: Yeni dönemde ABD Başkanı kim olursa olsun ( ister Barack Obama ister Hillary Clinton, ister John McCain ) Türkiye ile müttefiklik ilişkilerine öncelik tanımalı. Türkiye, terörizm sorununu Irak hükümetini ve bölgesel Kürt yönetimini de işin içine katarak ortadan kaldırmaya çalışmalı, böylece fiili bir durum yaratılmamalıdır.

    - Türkiye, Yunanistan, Kıbrıs ve Ermenistan konusunda yeni bir açılım yapabilir. Fener Rum Patrikhanesi ve Ekümeniklik sorununa çözüm yolu bulunmalı; Heybeliada Ruhban Okulu'nun açılması sağlanmalıdır. 2009'un Kıbrıs'ta çözüm yılı olması kimseyi şaşırtmamalıdır.

    - İran ve Suriye'ye baskı: Türkiye, İran ile bir 28 yıl daha görüşmeme politikası sürdüremez.

    - NATO amacına daha fazla destek: Türkiye'nin Afganistan'da büyük katkısı oldu. NATO'nun amacına da katkıda bulunmalıdır.

    - Siviller tarafından idare edilen hükümet yapısı Türkiye'nin geleceği açısından çok önemlidir. Bu şehirde Gül ve Erdoğan'a büyük saygı var. Türkiye dünya sahnesinde iyi oynuyor, bu iki lider de güvenilir ortaklar.

    - Dışişleri Bakanı Hillary Clinton'ın 1 numaralı yardımcılığına getirilen Philip Gordon, 'dâvâ sonunda AKP için kapatılma kararı verilmesi, askeri darbeden farklı olmayacaktır' demiştir.

    - Brookings Entitüsü'nün Türkiye Masası Direktörü Dr. Ömer Taşpınar da 'ABD, Türkiye'nin AB'ne üyeliğini daha güçlü biçimde desteklemelidir' demiştir.

    - Brookings Enstitüsü'nde Küresel Ekonomi ve Gelişim Programı Başkan Yardımcılığı'na yeni atanan, aynı zamanda Sabancı Üniversitesi Danışma Kurulu üyesi Kemâl Derviş'se 'Türkiye artık on yıl önceki Türkiye değil, daha güçlü. Paradigmalar değişti. Üyelik süreci tek tarafın yöneteceği bir şey olmayacak artık. Türkiye daha aktif olacağı bir aşamaya geçmek zorunda' demiştir.

    - 20 Ekim 2009 tarihinde Conrad Oteli'nde Brookings Enstitüsü ile TÜSİAD ortak toplantısında Enstitü Başkanı Strobe Talbott, Başkan Yardımcısı Martin İnydik de Afganistan ve Pakistan konusunda birer konuşma yapmışlardır.

    Projenin hayata geçirilmesi amacıyla, Bahçeşehir Rektörü Prof. Dr. Süheyl Batum ve George Washington Üniversitesi Rektörü arasında 'Amerikan Araştırmaları Programı' adlı bir yapılanma için Haziran 2006'da bir işbirliği antlaşması imzalanmıştır. Anlaşmanın ardından Bahçeşehir Üniversite'ndeki 'Küresel Liderlik Forumu'na katılmak üzere Morton Abramowitz, Marc Grossman, Marc Paris ve Alan Makovsky İstanbul'a gelmiştir.

    Toplantıya Prof. Dr. Süheyl Batum, Prof. Dr. Hasan Köni, Prof. Dr. İlber Ortaylı, Prof. Dr. Nilüfer Narlı, Burak Kuntay, Koç Holding'ten Can Kıraç, Alarko Holding'ten İshak Alaton, Doğan Medya Grubu'ndan Arzuhan Doğan Yalçındağ, Mehmet Acar ve Mehmet Ali Bayar katılmıştır. Daha sonra Amerikalı heyet, TÜSİAD eski başkanı Halis Komili'yle; Koç Holding'ten Rüşdü Saraçoğlu'yla; ertesi gün de İlhan Kesici'yle baş başa görüşmüştür. Bu hazırlık görüşmelerinin sonunda, Brookings Enstitüsü Başkanlığı ile TÜSİAD arasında bir anlaşma imzalanması aşamasına gelinmiştir."

    1939 Nisan'ında, sevgili Atatürk'ün ölümünden topu topu beş ay sonra, Lozan Kahramanı (!) İsmet Paşa'nın Amerikalılarla imzaladığı ilk ayrıcalık tanıma anlaşmasından bu yana, ABD'ye, doymak bilmez küresel sülüklere verdiğimiz ödünlerin sonu gelmiyor.

    Doğanın, evrenin mantığına yüzde yüz aykırı bu gidiş bakalım ne zaman, hangi bedelle sona erecek?

    Bertan Onaran
    bertan37@hotmail.com


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    1 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


     Misafir Kahveci : Esen Yel


    Aşk ve Ölüm - Ahmet Yılmaz Tuncer

    Aşk ve Ölüm - Ahmet Yılmaz Tuncer Bir sanat insanı için, bir sanat ürünü için 'güzel' şeyler yazmanın kolay olduğu sanılır. Bir genel yanılgıdır bu. Tam aksine olumsuz şeyler yazmak daha kolaydır… En azından benim deneyimlerim böyle bir sonucu doğruluyor. Bu türden yazdığım yazıların tümünde de böyle oldu… Ben güzel şeyler yazmak istiyorum bu yazımda… Bana hoş gelenleri sizlerle paylaşmak istiyorum…
    Aşk ve Ölüm için söyleyebileceğim olumsuzluk… Karamsarlık… Ama Ahmet Yılmaz şiirinin değişmez özelliği gibi görünüyorsa karamsarlık… Söylenecek bir şey de kalmıyor bu konuda…

    Aşk ve Ölüm şiirleri, şiir genelde öyledir, yeniden yeniden okunmalı bence. Her okunuşta hoş bir imge çıkıp geliyor o karamsar dizelerin arasından… Sevimli… Işıltılı… Örneğin, 'Dağlara' şiiri ilk okunduğunda sıradan bir şiir gibi… Ama ikinci üçüncü okunuşlarda 'yolunu kesiyor' okurun…

    "Gün akşama dönerken
    Gideceğim dağlara
    Sevdanın yolunu kesmeye
    Gideceğim dağlara"

    Ahmet Yılmaz'la 'Alkımsanat'tan beri' tanışıyoruz, haberleşiyoruz, görüşüyoruz… Edebiyatı yoğun olarak yaşadığını çok iyi algılıyorum onun. Bir de 'yüz dolayında' dergiye şiir ulaştırma serüveni vardı ki… Anlatılır gibi değil. Şimdilerde çok daha seçici olduğunu görüyorum, bu bir ileriye gidiş değil mi… O kendini, edebiyatla ilgisini şöyle anlatıyor:

    "Edebiyat, bence bir yaşam biçimi olmalı. Sabah edebiyatı düşünüp, gece başka bir düşünce içindeysen, kanımca sende bir eksiklik var. Bu yüzden ben, yirmi dört saat edebiyatı yaşıyorum sonuç olarak da edebiyat içinde yarına kalmak için kaybolmamak için çalışıyorum."

    Aşk ve Ölüm ince, 'iddiasız' ama kalıcı imgelerin kendini gösterdiği şiirlerden oluşuyor. Kitaptaki imgeler toplamının şairin yaşam özellikleriyle örtüştüğünü söylemek abartılı olmaz… Kimi şairlerin şiirleri gürültülüdür. Okunduğu zaman bu sesli iletiyi gümbür gümbür algılarsınız. Attila İlhan'ın çoğu şiirleri böyledir.. Sözgelimi şu dizelerde olduğu gibi…

    "büyük şehirler büyük aşklar
    çığlık çığlığa terk edilir"

    Ahmet Yılmaz şiirinde farklı bir etkileme görüyorsunuz… Şiir salına salına yanınızdan geçip giderken hafif bir 'imbat' hissettiriyor. Doğal hafif bir hoş koku bırakıyor geçtiği yerlere. Bunları hissettikten sonra dönüp şiirin arkasından bakıyorsunuz…

    "Ne senin için giydim
    Ne bayramın hatırına
    Sözüm vardı o pencereye
    Giydim geçtim önünden
    Nereden bileyim
    Senin orada olduğunu
    Sözüm vardı pencereye
    Geçtim işte"

    Şaire göre yaşamın, yaşam kesitlerinin şiirlerine yansıması da şöyle… Kendi anlatımıyla…

    "Yaşam / yaşam kesitleri bende, sevgi olarak beden buluyor. Yaşam, aşk bende, her şey aşkın bir yansıması birde bunun getirdiği, sonsuz bir sessizlik var. İnsanın içinde, bu sessizliğe zaman zaman, ilâhi bir yalnızlık da eşlik ediyor. Bendekiler bu işte." Şiiri seviyorum… Mizahta karar kılışım şair olamayacağımı anladıktan sonradır… Ama şiiri seviyorum… Şiiri hep sevdim… Yaşamın güzelliğe dönüşmesinde şiirin de özel bir yeri olduğunu düşünürüm… Şiir okurken beni kendine çekiveren dizeler vardır… Bunları yakaladığımda yaşamın güzel bir renge dönüştüğünü duyumsarım… Şairin yaşamı 'saçlarından' yakaladığını düşlerim… Kitaptaki Gelin şiirinde de bu tür dizeleri görüyorum… Yine karamsar bir şiir gibi de… Bu dizeler şiiri aydınlatıyor gibi…

    "Gece yanıyor
    Yıldızlar çiçek açmış gecede
    Gökyüzü soluksuz bir şenlik içinde"

    Şiir bu dizelerle bitseydi daha mı çarpıcı olurdu diye düşünüyorum…
    Kimi dizeler çok boyutlu olarak duyumsatır kendini… Düşlerde uçar gibi izlersiniz dizelerin ağır ağır havalanışını… Sizi alıp alıp uzaklara taşıdığını… Ağır çekim yaşam görsellerinize belli belirsiz ışıklar yansıttığını… Ve işte Ayrılık Saatleri'nden bu tür dizeler…

    "Ayrılık saatleri yakalamıştı yüreğimizi
    İzdüşümlerimiz vardı
    Aynı payda altında toplanmaz
    İsyancı yılların inancı"

    Ben yalnızca duyumsadıklarımı paylaştım sizlerle… Aşk ve Ölüm'ü okurken kim bilir siz nelere rastlayacaksınız bu güzel imgeler akarsuyunda… Sevgili Ahmet Yılmaz Tuncer'in yeni kitaplarında buluşmak üzere…

    Aşk ve Ölüm, Ahmet Yılmaz Tuncer, şiirler, birinci basım
    İletişim: aytuncer@gmail.com


    Esen Yel


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    9,009,009,009,009,009,009,009,009,00
    2 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


     Kahveci : Özgenur Aktan


    Hayat

    Dünya güzel bir yerdir aslında. Tüm kavgasıyla, acısıyla, iyiliğiyle, kötülüğüyle her gün bir şeyler keşfettirir sana. Sen de yoluna keşfettiklerinle, onların verdiği güçle devam edersin. Ama yolun her zaman düz olmaz. Bazen çıkmak zorundasındır yokuşlardan. Taşlara basa basa... Böylece öğrenirsin yaşamayı. Çünkü yaşamak sadece iyiliğiyle değildir. Bazen kötülük öğretir sana iyi olmayı. Yaptığın hatalarla yeni bir insan olursun. Yaptığın hatalardan çıkardığın derslerle onları tekrarlamazsın. Hata yapmamak için önce hata yapmak zorundasındır çünkü. Eğer mutsuzsan mutlu olmanın değerini anlarsın ve görürsün ki aslında yaşamak için çok sebebimiz var; fakat öyle körüz ki göremiyoruz ya da görmek istemiyoruz. Dünya sadece iyilik ve kötülükten ibaret değil!Sadece siyah ve beyaz yok hayatta. Tüm karmaşasıyla hayat aslında, her gün gökyüzüne bakarken, güneşin doğuşunu seyrederken çektiğin havadır. Bir küçük bebeğin elini sıkarken hissettirdikleridir sana. Yağmur yağarken kollarını aça aça yürümektir belkide. Muhteşem bir manzara karşısında içtiğin sıcacık bir çayın yaşattıklarıdır. Hayat her şeyiyle güzel. Ve aynı şekilde her şeyiyle de yaşadığın bir yer. Yaşayarak öğrendiklerinle, tecrübelerinle... İyi ya da kötü... Dedim ya bazen çıkmak zorundasındır yokuşlardan. Çünkü yokuşlardan çıktıkça öğrenirsin: Hala umutlu olabilmeyi , hala güneş doğduğu müddetçe yaşamın devam edeceğini. Bazen uzaklaşmak ister insan. Ama sonuçta nereye giderse gitsin hayat her yerde aynı değil midir?Dünyanın diğer bir ucunda farklı bir güneş mi doğuyor? Hayır, hayat nereye gidersen git hep aynıdır onu farklı yapan sensin. Yaptığın şeyler... Ve hayatta her zaman seçimler yaparız. Bizim aslında kim olduğumuzu belirleyen seçimler. Çok güzel bir söz duymuştum: '' Hayatta ne yaparsan yap ama kendin yap''. Ne kadar doğru!Seçimlerimizde bizim seçimlerimiz olmalı çünkü. Mecbur olduğun bir şey yok, hayat sana istediğin her şeyi ama her şeyi yapabilme olanağı tanıyor. Mesele onu nasıl ve ne şekilde kullandığında yani yaptığın seçimlerdedir. Her şeyiyle hayat sadece gündüzden ibaret değildir. Gece de vardır. Ama her zaman gecenin de bir sonu vardır. Biz gibi. Bizim de bir sonumuz var. Hayat yaşam ve ölümle geçen bir zaman ve eğer biz güneşsek güneş de batar, geceysek güneş de doğar. Böyledir işte hayat. Sonsuz değil. Ama zaten ne kadar yaşadığın da önemli değil. Önemli olan yaşadığın süre zarfında kim olduğunu gerek düz yolda, gerek taşlı yokuşlarda, gerek gecenin sessiz karanlığında bulabilmektir. Bu bir arayıştır aslında. Ama bulduğun anda ölümden daha kötü şeyler olduğu gerçeğine de ulaşırsın. Sevgisiz yaşamak gibi. Kendi seçimlerini yapamamak gibi. Özgür olamamak gibi. Eğer bunlar oluyorsa hayatında, zaten yaşamıyorsundur ki. Her şey bir hayalden ibaret. Hayat kurduğun hayallerin aynasıdır... Düşlediğin her şeyi yansıtır sana. İmkansız diye bir şey yoktur o senin bunları yapamadığın için ortaya attığın bir bahanedir. Bir şeyin mümkünlüğü yada imkansızlığı sana bağlıdır...

    İşte her gün, her saat, her dakika hatta her saniye bunları öğrenerek yaşıyoruz. Hayat sadece bir sınav değil aslında. Çünkü öğretiyor sana bu sınavlardan nasıl geçebileceğini. Tüm doğru ve tüm yanlışlarınla kendini bulabilmeyi... Hayatın bir pusulası yoktur. Sana sadece tek bir yol gösteremez yani. Her zaman daha, daha fazla bir şeyler vardır. Ve senden onları seçmen beklenir. Ve işte o sen olursun. Gerçek sen. Ve o zaman anlarsın ki hayallerin için bir aynaya ihtiyacın yok. Hayat onu sana göstermek zorunda değil. Onlar zaten senin içinde. Sen nefes aldıkça da olacaktır. Sadece kapatma onları, aç!Hayallerini gerçekleştir. Dene. Tüm bu her şey tek bir seferde mi ortaya çıktı ki bir kere deneyip başarısızlığa uğradıktan sonra ; ''Benden bu kadar'' diyebiliyorsun. Denemek sonsuz. Kendinizi eksiltmeyin yeter ki, düşşünceleriniz sınırsız olsun. Çünkü ilerde eğer başarısızlığa uğrarsan sorarlar sana: Gerçekten de her şeyi denedin mi?Elinden geleni yaptığından emin misin?İşte bu sorunun cevabı:''Hayır''dır. Çünkü cevap evet olsaydı yani elinden gelen her şeyi yapsaydın o zaman başarısızlığa uğrayamazdın ve böyle bir soru da sorulmazdı belki de...

    Karla kaplı bir günde, yere uzanıp kol ve bacaklarını açıp kapamak, soğutuyor mu sıcacık kalbimizi, içimizdeki iyilikleri?Hayır, iyilik her zaman var... Peki yağan kar gizliyor mu tüm kötülükleri ya da güneş eritebiliyor mu tüm kötülüğü? İyiliğin olduğu her yerde kötülük var. Tıpkı kötülüğün olduğu her yerde iyiliğin de olması gibi... Ve hayat biraz da bu ikisi arasındaki denge belki de...

    Özgenur Aktan


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    9,009,009,009,009,009,009,009,009,00
    4 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


    Alkım Saygın

     Romancı : Alkım Saygın


      William Crosner'in Günlüğü XXXVII

    Görebildiğim kadarıyla Miletos ve "Felsefe'nin doğuşu" meselesi hakkında şöyle çok önemli bir sorun var. Ne Thales'i, ne Anaksimandros'u, ne de Anaksimenes'i… Bence bunların hiçbirisi, aslında gerçek anlamda bir "filozof" değildir. Bu kişiler, Homeros'un şiirlerini daha akılcı kılmaya çalışan ve bunu yaparken de o zamanlar bölük pörçük bir biçimde elden ele dolaştırılan Talmud metinlerini kendilerine hareket noktası alan sözde düşünürlerdi.

    Bu o kadar öyleydi ki, yazdıkları her satırda onlarca çelişkiye düşerlerdi. Ve onlara karşı Kolophonlu Xenophanes, çok ciddî bir karşı çıkışta bulunmuş; Tanrı'nın insanlaştırılmasına ve bunun ardında da Yahova kültüne karşı çok büyük bir savaşım vermişti. Dolayısıyla Miletos'u, Felsefe'nin doğduğu topraklar olarak değil, felsefî faaliyetlerin başladığı topraklar olarak görmek daha doğru olur.

    Ben şahsen, Felsefe'nin kurucusu olarak Sokrates'i görürüm. Ve tam da bu noktada, gerek Avrupalı oryantalistlerin ve aydınların, gerek Asyalı ve Afrikalı aydınların, gerekse de içe dönük bir oryantalizm yapmakta olan Osmanlı aydınlarının göremediği, görmek istemediği veya kasıtlı olarak üzerini örtmeye çalıştığı çok önemli bir sorun var.

    Nitekim, Felsefe'nin başlatıcısı olmakla övünen Yunanlılar, Felsefe'nin kurucusu olarak görülmesi gereken Sokrates'i, gençlerin aklını bozarak onları yanlış yerlere doğru sürüklediği gerekçesiyle baldıran zehriyle öldürdüler. İşte, Greklerin Felsefe'ye, Sokrates'e olan asıl bakış açısı buydu. Bu o kadar öyleydi ki, Sokrates'ten sonraki filozoflar da Greklerin bu zulmüne mazhar olmamak için türlü yollara başvurmuştu.

    Örneğin Aristoteles, ömrünün son yıllarını Atinalılardan kaçmakla geçirdi, sonunda da Karpatos'a kaçarken yolda öldü. Yâni, Batı medeniyeti ve bunun temellerini atan Grekler, kendileri gibi düşünmeyenleri, geleneklerin önlerine koyduğuyla yetinmeyip kendi akıllarını kullanma cesâreti gösterenleri ya yok ediyor ya da aforoz ediyordu. Şu hâlde hani, nerede üstünlük!

    Bu, dün ne kadar böyle idiyse, bugün de o kadar böyledir. Sokrates'e, Ockhamlı William'a, Jan Dark'a, Thomas More'a ve hattâ Tizard'a yapılanlar ne oldu! Hani, nerede ilerleme? Tanrım… Bu nasıl bir iğrençliktir ki, apaçık gerçeklerin üzeri saçma sapan, tutarsız, insanlık dışı yalanlarla örtülüyor. Ve hattâ, bu gerçekleri anlatanlar da "gericilik" yapmakla ithâm ediliyor.

    Yakında Vatikan, Sokrates'e idâm cezâsı veren mahkeme üyelerini de "aziz"(!) ilân ederse hiç şaşırmam! Dahası, Avrupa'da yaklaşık son yarım yüzyıldır bir "felsefe târihçiliği" modası başladı ve bu moda, Grekleri yücelttikçe yüceltiyor. Bunun en önemli sorumluları ise Romantikler. Yalan yanlış, bir sürü zırvalığı bu çevreler, "felsefe târihinin keşfi" adıyla yayıp duruyorlar.

    Özellikle de Alman felsefe târihçileri, Eski Yunan felsefesiyle çok ilgililer ve Greklerin şu "barbarlar" hakkındaki görüşlerine de kitaplarında yer veriyorlar. Diğer taraftan, şu son dönemlerde Osmanlı Devleti'nde müthiş bir çeviri furyası başlamış ve bu târihçilerin kitaplarını da Osmanlıcaya çeviriyorlarmış. Fakat, bu çevirilerde şu "barbar" kelimesi hakkında Osmanlı çevirmenleri ne büyük bir gafletin içinde olduklarını bir türlü göremiyor.

    Grekler, dillerini anlayamadıkları ve kendilerine yabancı Avrasyalı kavimlere "barbar" derlerdi; çünkü, Grekler için bu kavimler, "bar-bar-bar" konuşuyordu. İşte, şu "barbar kavimler" meselesi, Avrupalı oryantalistlerin öncülüğünde, bu felsefe târihçileri tarafından evrildi çevrildi ve ilk olarak, kökeninde Grek medeniyetinden unsurlar taşımayan kavimlerin "barbar kavimler" olduğu düşüncesine geldi dayandı, sonra da başta Türkler olmak üzere savaşçı kavimlerin daha "aşağılık kavimler" olduğu yollu sapıtık bir düşünceyi ifâde etmede kullanılmaya başlandı. Tanrım…

    Türkler bu kitapları çevirdikçe, giderek artan bir aşağılık kompleksine kapılıyor ki, zâten onların isteği de bu. Ve öyle sanıyorum ki, okullarında bu kitapları okutursalar, bu okullarda zihinleri bu şekilde formatlanan gençler yönetimde söz sâhibi olmaya başladığında Osmanlı Devleti de târihe karışacak. Tıpkı, Gotlara ve Vandallara özendikleri için Avrupa Hun Devleti'nin yok olup gitmesi gibi.

    İşte, ne kadar acıdır ki bu aydınlar, oryantalistlerin bu aptallık hipnozundan kurtulamadıkları için, kendilerinin olduğu kadar devletlerinin de sonunu hazırlıyorlar. Bu aydınlar, kendilerinden utanan, kendilerini aşağılayan, başkalarına özenen ve taklit eden bir millet yaratmaya çalışmada Avrupalı oryantalistlere taş çıkartıyor. Yok mu şu Osmanlı ülkesinde aklı başında bir aydın, Ulu Tanrım!

    Biz Avrupalılar, Aydınlanma'yla birlikte gerçekten de çok büyük bir toplumsal projeyi tamamlamaya çalıştık. Fransız Devrimi, bu yolda en önemli kilometre taşlarından biriydi. Gerçi, aradan neredeyse bir asır geçmiş olmasına karşın Pâris'te hâlâ Cumhuriyetçiler ile Mutlâkıyetçiler arasında ciddî gerginlikler var ve bu devrimin getirdiği kurumlar ve kurumsal ilişkiler, bugün bile tam oturmuş değil.

    Tâkip edebildiğim kadarıyla, bu gerginlikler en çok Sosyalistlere yarıyor; bunları Liberallere karşı kullanıyorlar. Ama, Pâris Komünü'nden beri Liberaller üzerinde tam bir etkinlik gösteremediler. Liberallerin öncülüğünde getirilen seçim sistemiyle, yalnızca belirli bir miktar toprak sâhibi olan ve belirli bir miktar vergi ödeyen yurttaşlara oy hakkı tanındı. Hâl böyle olunca, tamâmı mülksüz olan ve karınlarını bile zor doyuran Sosyalistler, Liberaller karşısında güç yitirdi.

    Öte yandan, başta Kant olmak üzere Alman Aydınlanmacılarının ortaya attığı "yurttaşlar topluluğu modeli", belki Fransa'da bu nedenlerle tam oturtulamadıysa da Bismarck'la birlikte siyasî birliğini kuran Almanlar, bu modeli yerleştirmede daha önde görünüyor. Ama maalesef, onlar da başta Fichte olmak üzere bazı İdealist filozofların öncülüğünde, bu modeli faşizan bir tutumla ele alıyorlar.

    Ve ne kadar acıdır ki, bizde de 1862'de iktidâra gelen Gladstone öncülüğündeki Liberal Parti, benzer işlere soyundu; hattâ, Fransa'dakine oranla daha büyük bir başarı kaydetti. Birleşik Krallık'ta Cumhuriyetçiler ile Mutlâkıyetçiler arasında önemli bir gerilim yok, biz bunları ta 13. yüzyılda Magna Carta'yla aşmıştık. Bizdeki Sosyalistler ile Liberaller arasındaki tartışmalar da Pâris'teki tartışmaların çok ilerisinde.

    Şu sıralar, İşçi Partisi'nin yükselişi de sürüyor olmalı. Aslında bu, çok tabiîdir; Kıta Avrupa'da sanâyi devrimi, ancak yeni yeni oturmaya başlıyor ve onlarda sınıflaşma olgusu da oldukça geç bir dönemde ortaya çıktı. Gerçi, Marx ile Engels, ilk komünist devrimin kapitalist bir toplumda ortaya çıkacağına yürekten inanıyordu; ama, eğer bu doğru olsaydı, bizde çoktan komünist devrim olurdu.

    Bu amaç doğrultusunda en kayda değer gelişme ise 1848 Devrimi'yle; Pâris Komünü'nün kurulmasıyla gerçekleşti; fakat, Fransa o zamanlar henüz kapitalistleşememiş bir devletti. Dolayısıyla, bence Pâris Komünü, Sosyalistlerin sınıfsız toplum modeli düşüne hizmet etmekten çok, Aydınlanma'nın toplum projesine hizmet ediyordu. Bu o kadar öyleydi ki, Pâris Komünü'nün kurulmasına Cumhuriyetçilerin verdiği destek, bunun en somut örneklerinden biri olsa gerek.

    Ada Avrupa'daki Sosyalistler, Kıta Avrupa'daki Sosyalistlerden hep bir adım önde olmuştur. Oysa Sosyalizmin temelleri, başta Saint Simon olmak üzere Kıta Avrupalı filozoflar tarafından atılmış ve Aydınlanma'yla birlikte ortaya çıkan eşitlik-özgürlük-kardeşlik mottosunda önceliğin eşitliğe mi yoksa özgürlüğe mi verilmesi gerektiği tartışmasıyla birlikte Sosyalizm, eşitliği birincil önemde gören bir insan kitlesinin ideolojisi hâline gelmişti.

    Ancak, bu ideoloji uzun yıllar Kıta Avrupa'da tutunamamış, Marx ile Engels çizgisinde Alman Sosyalistlerinin açtığı çığırla geniş halk kitleleriyle kucaklaşmıştı. Bizde gelişen sosyalist harekette ise Robert Owen, sendikâl faaliyetleri başlatmış ve işçiler, bu faaliyetlerle çok ciddî ekonomik ve sosyal haklar elde etmişti. Bizdeki sosyalist hareket, sınıf esaslarına dayalı bir hak mücâdelesi olarak başladı ve gelişti.

    Ne var ki, Kıta Avrupa'daki sosyalist hareket, çok büyük bir toplumsal projeye dönüştü; içine dîni, sanatı, kültürü, siyâseti, vb. hemen tüm insan etkinliklerini alan bir projeye. Ve görebildiğim kadarıyla, başta bazı Alman prenslikleri olmak üzere Kıta Avrupa devletlerinde Aydınlanma'nın tamamlamaya çalıştığı toplum projesi, zamanla komünist toplum projesine evrildi.

    Bence bu da ciddî biçimde kaygı verici bir toplumsal fenomen. Çünkü, sınıflaşma olgusuna sırtlarını dönüyorlar, bu olgunun demokratik hak ve özgürlüklerin sağlanmasında ve korunmasında ne denli önemli olduğunu unutuyorlar. Aslında, en temelde sınıflaşma olgusu ile sınıfsal ayrıcalıklar arasındaki farkı göremedikleri için sınıflaşmaya karşı çıkıyorlar.

    Oysa, Aydınlanma'nın tamamlamaya çalıştığı toplum projesi, en ideal biçimde ancak sınıflaşma sürecini tamamlamış toplumlarda, belirli bir refah ortamı içinde gerçekleştirilebilir. Fakat, tabiî ki bu refah ortamı, Asya ve Afrika'yı sömürerek değil, kendi doğal kaynaklarımızın ve insan gücümüzün en ideal biçimde kullanılmasıyla tesis edilebilir.

    Benim Lord Chodorow'la anlaşamadığım en önemli nokta da budur zâten. Kendisi de Aydınlanma'nın toplum projesini destekliyor; ama, bu refah ortamının sağlanması için Asya ve Afrika'yı sömürgeleştirmeyi normal karşılıyor. Kendisi, çok eski bir aile dostumuzdur ve benim de kendisine saygım büyüktür; ancak, bu konuda ona katılmam imkânsız.

    Zamânında babam, Lord Chodorow'un çocuklarına, kilise korosunda eğitim vermişti. Ben de çocukları Julia, George ve Christopher'le birlikte büyüdüm ve hattâ George, benim en yakın çocukluk arkadaşımdı. Paskalya Bayramlarını halamın çiftliğinde, George'la birlikte geçirirdim. Hem, Julia da kız kardeşim Jane'in en yakın çocukluk arkadaşıydı ve bütün bir genç kızlıkları da hep berâber geçti.

    Ben Lord Chodorow'a, hiçbir zaman en ufak bir saygısızlık etmek istememişimdir. Ancak, onun da şu Darwinci evrim kuramından etkilenmiş olmasını kabul edemiyorum bir türlü… Bu kurama göre, güçlünün güçsüzü yemesi, yok etmesi normaldir(!); doğada yalnızca güçlü olan yaşayabilir; güçsüz, güçlü olmaya çalışmalı, bunu yapamıyorsa yok olup gitmeye katlanmalıdır(!).

    İşte, başta Lord Chodorow olmak üzere emperyalizmi meşrû görenlerin dayandığı temel bu. Ve bu, onlar için o kadar meşrû ki, güçlü bir devletin güçsüz bir devleti yok etmek istemesi, onu sömürmesi, doğal kaynaklarını ve insan gücünü kendi çıkarları doğrultusunda kullanması çok tabiîdir. Bu o kadar öyledir ki, 1839'da Çin'de, İmparator'un emriyle afyon satışı yasaklanması nedeniyle bu ülkeye savaş açmak çok normaldir(!).

    Bu o kadar öyledir ki, Hong Konglulara İngiliz askerlerinin yanında yer almaları karşılığında dağıtılacak afyonla boylarının uzayacağı yalanına karşı çıkmanın hiçbir haklı tarafı yoktur(!). Tanrım… Ne yazık ki bu kimseler, doğa ile insan dünyâsı arasında bir ayrım yapamıyor; insan dünyâsını, doğanın basit bir uzantısı olarak kabul edince hayvânî güdüleri meşrû görüyorlar. Tanrım…

    Bu ne iğrenç bir bakış açısıdır böyle! Hem, atalarının maymun olduğuna inanan bir insan kitlesinden başka ne beklenebilir ki! İşin en tuhaf kısmı ise birbirlerine karşıt çevrelerin, görüşlerini aynı kurama dayandırmaya çalışmaları. Demek ki asıl sorun, olguların kendisi değil, bunların nasıl yorumlandığı. Ve bunu anladığımız zaman, pek çok tartışma bir anda tepe taklak hâle gelebiliyor.

    Tanrım, Çarlık ve Osmanlı Devleti'nde sürdürülmekte olan batılılaşma hareketlerinin sona erdirilmesi gerektiğini bu ülkelerin aydınlarının anlaması için ne zaman bir mucize yapacaksın! Böyle bir mucize yapmadan, bu aydınların akıllanacağı yok gibi. Ve eğer böyle bir mucize yapmaya karar verirsen, işe öncelikle Osmanlı aydınlarından başla…

    Kutsal Topraklar'da Osmanlı Devleti'nin siyasî egemenliği sona ererse, şu modern paganlar burada ilk modern paganların Armagedon Savaşı hakkında uydurdukları zırvalıkları gerçekleştirmek isteyecektir. Başta Birleşik Krallık olmak üzere Batı emperyalizmi, bu topraklarda çok dehşet boyutlarda kan akıtacaktır. Tanrım, Osmanlı aydınlarını oryantalizmin aptallık hipnozundan uyandırmak için âcil olarak mucize yap…

    - Devam edecek -

    Alkım Saygın


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    5 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


     Dost Meclisi


    YORUMLARINIZI GALERiMiZDEKi iLGiLi BÖLÜME BIRAKABiLiRSiNiZ.
    Yorumlarınız için bekleriz.

    Fotograf : Mehmet Hamurkaroğlu


    <#><#><#><#><#><#><#>

    Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
    dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

    <#><#><#><#><#><#><#>

    Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
    Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
    Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
    Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
    Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.

    Yukarı


     


     Tadımlık Şiirler


    ÇIKTIM

    Beyaza sarıldım
    Çıktım
    Karanlık gecelerden
    Biliyorum
    Unutmam lâzım
    Mor akşamlarını
    Menekşe kokularını
    Unutmam lâzım
    Terk edişini

    Ahmet Yılmaz Tuncer

    Yazdırmak için tıklayınız.

    Yukarı


     


     Biraz Gülümseyin



    KMTV Sunar...

     


     Kıraathane Panosu



    Polygon Web Studio


    Yazarlarımızın Kitapları


    Merih Günay
    "Martıların Düğünü"

    Nesrin Özyaycı
    "Işık -II-"


    Temirağa Demir
    "Her kardan Adam Olmaz"


    Şadıman Şenbalkan
    "Şehit Analarımızın Çığlıkları"

    Hatice Bediroğlu
    "Düş Kuruyor Gece"

    Cüneyt GÖKSU
    Serpil YILDIZ

    "KÜBA - SARI SICAK BİR PENCERE"

    Merih Günay
    "HİÇ"

    Feride Özmat
    "Yanlış Zaman Hikayeleri "

    C.Eray Eldemir
    "Uzak İklimler"

    Temirağa Demir
    "Edepli Fahişeler"

    Ellerin Söylüyor Sonsuzluğu
    Feride Özmat
    "Ellerin Söylüyor Sonsuzluğu"

    Nesrin Özyaycı
    "ÖLMESEYDİ"

    Yitik Ada Günceleri
    Feride Özmat
    "Yitik Ada Günceleri"

    Hazırlayan: Kadir Aydemir
    "Olimpos Öyküleri
    Mavi Mağara - Sedef Özkan"
    İyi Kalpli Seri Katil
    Semih Bulgur
    "İyi Kalpli Seri Katil"


    İstanbul için Son Hava Durumu
    ISTANBUL ISTANBUL
    Ankara için Son Hava Durumu
    ANKARA ANKARA
    İzmir için Son Hava Durumu
    IZMIR IZMIR
    Kaynak: http://www.meteor.gov.tr

    Yukarı


     


    Akın Ceylan

     İşe Yarar Kısayollar


      Şef Garson : Akın Ceylan

    Biraz eğlence biraz pratiklik ve zeka için http://zekaolcer.tr.msn.com/ Hata yaptığınız anda en başından başlamak ilk başlarda gerginlik yaratsa bile sonralarda hırs yaparak sonuna kadar kendinizi zorluyorsunuz. Hadi canım bunu görmemiş olamam dedirtecek kadar heyecanla test amaçlı oyunlara devam ediyorsunuz. Şimdiden iyi eğlenceler.

    İstediğiniz birinin ya da kendinizin yüz resminizle, fazla uğraşmadan eğlenceli montajlamalar yapmak isterseniz http://www.photofunia.com/ web sayfasını tavsiye ediyorum. Daha önceden yapılmış örnekler içinden seçiminizi yapıp, kendi resminizi de yüklediğiniz zaman işin çoğu bitmiş oluyor. Resminizi nasıl yerleştireceğiniz ve nasıl düzenleme yapacağınız size detaylı olarak anlatılıyor zaten. Son işlem oluşan resmi istediğiniz yerde kullanabilmek için kaydetmek.

    "bir bir sayıyorum sokak lambalarını, yıldızları birbirine katarak. dünyanın sabırsız dönüşleriyle, akşamı sabah ediyorum. üşüyorum! mevsim şeritlerinden her kış geçtiğinde. yalnız, kir tutmuş gözlerimdeki hayalindi, içimi sıcak tutan..." Şiir severlere hem paylaşım hem de kaynak http://www.siirevim.com

    İşinize biraz mola verip kafanızı dağıtmak isterseniz http://www.flash.gen.tr/ Sanırım ne olduğunu açıklamaya gerek yok.

    Yukarı


     


     Damak tadınıza uygun kahveler






    http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
    Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.

    GOM Player 2.1.21.4846 Released [2009 11/05] / Windows / 5.77 MB
    http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE
    Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.

    VLC media player for Windows / V.1.1.4 / 18 MB
    http://www.videolan.org/
    İçinde tüm codec kütüphanesini barındıran açık kaynak bir oynatıcı. Bilgisayarınızın olmazsa olmazlarından biri. mp4, mov, mkv dahil hemen her formatta filmi izlemenize olanak sağlıyor. İndirin seveceksiniz.

    7-Zip 4.65 (2009-02-03) for Windows / 913 KB
    http://www.7-zip.org/
    Winzip, Winrar gibi sıkıştırma programlarının tek alternatifi. Sadece zip ve rar formatlı dosyaları değil, hemen her çeşit sıkıştırılmış dosyayı açan, minik ama süper bir "Open Source" programı. Kendi formatında yaptığı sıkıştırmanın üzerine yok. İsterseniz zip olarak ta sıkıştırma şansınız var. Hemen indirip kurun, sonra da bana şükredin.

    Yukarı


     


    KAHVE MOLASI ABONELERi Google Grubuna üyesiniz. İlginize teşekkür ederiz.

    ABONELiKTEN AYRILMAK İÇİN :
    KM-abone+unsubscribe@googlegroups.com
    (Gönderdiğiniz mesajın abone olduğunuz adresten gittiğine emin olunuz.)

    ÜCRETSİZ ABONE OLMAK İÇİN :
    Google Gruplar KAHVE MOLASI ABONELERi grubuna kayıt ol
    E-posta:


    Arkadaşlarınıza önermek ister misiniz?


    Uygulama : Cem Özbatur
    2002-23©KAHVE MOLASI - Her hakkı saklıdır. Yayın İlkeleri

     






    Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

    Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



    SON BASKI (HTML)

    KAHVE YANINDA DERGi

    Hoşgeldiniz
    Arşivimiz
    Yazarlarımız
    Manilerimiz
    E-Kart Servisi
    Sizden Yorumlar
    KÜTÜPHANE
    SANAT GALERiSi
    Medya
    İletişim
    Reklam
    Gizlilik İlkeleri
    Kim Bu Editör?
    SON BASKI (HTML)
    YILDIZ FALI
    DÜNÜN
    ŞARKILARI





    ÖZEL DOSYALAR

    ATA'MA MEKTUBUM VAR
    Milenyumun Mandalı
    Café d'Istanbul
    KIRKYAMA
    KIRK1YAMA
    KIRK2YAMA
    KIRK3YAMA
    ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
    11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
    Teröre Lanet!
    Kek Tarifleri
    Gezi Yazıları
    Google
    Web KM




    Ti Amo - Umberto Tozzi









    Fincan almak ister misiniz?
    http://kmarsiv.com/sayilar/20100922.asp
    ISSN: 1303-8923
    22 Eylül 2010 - ©2002/23-kmarsiv.com