Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 9 Sayı: 1.819

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 7 Ekim 2010 - Fincanın İçindekiler


  • BİR EĞİTİM SEVDALISI DR. METE ERSOY ... Hamdi Topçuoğlu
  • ORTAĞIN ÇOCUKLARI ... Bertan Onaran
  • BAŞKALARI İÇİN ... Ömer Akşahan
  • BU YAZININ İÇİNDE SU VAR! ... Hilal Bayram
  • Beyaz kadın ... Ceren Cengiz
  • William Crosner'in Günlüğü XLI ... Alkım Saygın


  • Dost Meclisi, Tadımlık Şiirler, Biraz Gülümseyin, Kıraathane Panosu, İşe Yarar Kısayollar, Damak Tadınıza Uygun Kahveler

  •  



     Editör'den : Taksak mı, çıkarsak mı?!..


    Merhabalar,

    Mecburiyetten ara verip tekrar havaya girmek kolay olmuyor. Hızla farklılaşan gündemi ucundan yakalamaya çalışırken konunun farklı mecralara kaydığını öğrenip irkiliyorsunuz.

    Kılıçdaroğlu'nun samimiyetinden zerre kadar şüphem yok. Sorunu canlı tutup nemalanmayı görev addedenlere iyi bir çıkıştı çözüm önerisi. İyi niyetli olduğu da her halinden belliydi. Sömürücüler "Aman silah elden gidiyor." diye kazan kaldırmasalardı resmi bir çözüm bile bulunabilirdi. Zaten fiilen delinmiş bir yasağı resmi olarak, ama sınırlarını belirleyerek, kaldırmak en doğru çözüm olacaktı kuşkusuz. Ama gelin görün ki, nemacı yağdanlıklar ve ücretli namus bekçisi YÖK'ün yok başkanı ani bir manevrayla herşeyi berbat ettiler. Çıkardığı genelgeyle hocayı fiş memuru, müzevir haline sokan başkan bununla da yetinmedi, şimdi bir de okullara sivil memur konsun istiyor. 80 öncesi ve hemen sonrası alaylara konu olan simitçi, şekerci hatta öğrenci sivil polislerin okullara yerleştirilip sözde güvenliği sağlamasını istemiş hazretleri. YÖK'ün var olması demokrasi adına ayıp ama böyle bir adamın başında olması bin kere ayıp. Hoş balık baştan kokar. Kokmayı bırakın çürüdü o balıklar. Bakın Tayyip Bey ne diyor; "Başörtüsü takmayana niye askılı giydin diye soruyor muyuz?" Destur bismillah! N'olur elinizi vicdanınıza koyun ve şu cümledeki 50 yanlışı tek tek bulun. Boşuna aramayın çünkü, sağdan sola, yukarıdan aşağıya her harfi yanlış. Hasbelkader başbakan tarafından söylenmiş olması yanlışlığını düzeltmiyor aksine kat be kat artırıyor. Hiç lamı cimi yok, kendimizi aldatmayalım. Bunun gizli saklı bir mesajı yoktur, düpedüz "Şimdilik sormuyoruz. Ayağınızı denk alın." diyor son padişah. Şu aşağıdaki resme bir bakın Allah aşkına, kim burası ilim irfan yuvası bir üniversite diyebilir, sorarım size.



    İlginç tesadüf, dün hayat bu palavralarla sürüp giderken memlekette bir aydın kadının yok edilişinin yirminci sene-i devriyesiydi. Bahriye Üçok, 20 yıl önce 6 Ekim'de bir bombalı saldırıyla yok edilmişti. Kimdi o kadın derseniz söyleyeyim; Bahriye Üçok, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde “İslâm’da örtünmenin ve oruç tutmanın zorunlu olmadığını" söyleyebilen ilk kadın öğretim üyesiydi. Yirmi yıl önce onu yok eden inanışın azınlık müridleri, bugün çoğunluk olup YÖK'le elele vermiş, üniversiteleri pasifleştirip yok etmenin peşindeler. Hiç korkmasınlar, istedikleri birer birer oluyor. Ya başını örtenler örtmeyenlere baskın çıkacak ya da örtmeyenler mahkemelerde çözüm arayıp işi daha da içinden çıkılmaz hale sokacaklar. Her halükarda elini ovuşturanlar gene bu saçtan baştan dini sömüren yamyamlar olacaklar.

    Önümüzdeki hafta görüşmek üzere esenkalın.

    Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

    Cem Özbatur








     


    Hamdi Topçuoğlu

     Kahveci : Hamdi Topçuoğlu


      BİR EĞİTİM SEVDALISI DR. METE ERSOY

    Geçen çarşamba günü Milas'ta Dr. Mete Ersoy İlköğretim Okulu'nun ek binasının ve spor salonunun temel atma törenindeydim.

    Dr. Mete Ersoy, Bodrum'da kapı komşum. Zaman zaman bir araya gelerek dünden, bugünden, yarından söz ederiz.

    Dr. Mete Ersoy, üniversiteyi çalışarak okumuş biridir. İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesini dereceyle bitirdikten sonra mikrobiyoloji alanında ihtisasını yapar. Akabinde de Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Çocuk Kliniği mikrobiyoloji laboratuarını 3 yıl başarıyla yönetir. 1966 yılında da "Ersoy Tıbbi Tahliller Laboratuarı"nı kurar.

    Doktor, son derece disiplinli çalışan biridir. Bu, ona kısa zamanda güvenilirlik sağlar, laboratuar alanında önder bir kuruluşa dönüşür. Alanında önder olmak, doktora ekonomik kazanç olarak döner. Ancak o, kazancını asla lükse harcamaz, yatırıma ve yardıma harcamayı tercih eder. O bunu: "Çok kazandım; ama asla bir kuruş vergi kaçırmadım. Çünkü bu halktan kazandığımı, yasaların emrettiği şekilde tekrar devlete, dolaysıyla halka vermek, benim dünya görüşümün bir gereğiydi."sözleriyle açıklar.

    Birçokları gibi Dr. Ersoy da Bodrum'a ilk kez 1962'de gelir. Ama Bodrum'da ilk yatırımını 1974'te içinde evi, 300 mandalina ağacı olan 6000m2'lik Avram Galanti'nin Yahudi bahçesi denilen tarlasını alarak yapar. Amacı gelecekte burada sakin bir hayat sürmektir.

    Doktor eğitime gönül veren biridir 1992'de İstanbul'da sokak çocukları için Dr. Mete Ersoy Umut Çocukları Gençlik ve Eğitim Merkezini kurar.

    Yine o yıllarda yaşadığı önemli sağlık sorun nedeniyle laboratuarını kapatmaya karar verir. Kazancının önemli bir bölümüyle Bodrum'da bir okul yaptırmak dileğindedir. Bir gün Belediye Başkanı Emin Anter'in kapısını çalar. Kendisine uygun bir arsa tahsis edilirse Bodrum'a modern bir okul yaptırmak istediğini, bunun için 1milyon dolar para harcamaya hazır olduğunu söyler. Başkan kendisine "Buyrun, oturun!" bile demez. "Siz filanca arkadaşa gidin; o ilgilensin sizinle" der. Bu kez kaymakama gider. Kaymakam ilgilenir görünür; ama ondan da bir yanıt alamaz. Ancak o arada Milas'tan bir telefon gelir Milas Milli Eğitim müdürü kendisiyle görüşmek istediklerini belirtir. Milli Eğitim Müdürü Mehmet Oğultürk "Milas'ın da vatan toprağı olduğunu, çok güzel bir arsa vereceklerini söyleyerek, doktoru ikna eder. Doktor, kendisine tahsis edilen arsada Dr Mete Ersoy İlköğretim Okulunu yaptırır. Okul, 1994'te hizmete açılır.

    Okul yaptıran birçok hayırseverin aksine doktor, okuluyla maddi ve manevi bağını asla koparmaz. 1996 yılında MEB ile bir lise yaptırmak için protokol imzalar. Çok güzel bir proje hazırlatır. Ancak bakanlık, tahsisat ayıramadığı için okulun yapımı gerçekleşmez. Doktor buna çok üzülür. Çünkü onun en büyük düşü, öğrencilerin anaokulundan üniversiteye dek 15 yıl eğitim alabilecekleri bir komplekstir.

    İşte geçen çarşamba günü temeli atılan okul, bu projenin bir parçasıdır. Yakında bir anaokulu ve Anadolu Lisesinin de temelleri atılarak komkleks bütünlüğü sağlanmış olacaktır.

    Dr. Mete Ersoy, eğitimin salt niceliksel yanıyla ilgilenmez. O, okulun sosyal, kültürel ve sportif etkinlikleri için de yeterli ve uygun mekânları olması gerektiğinin bilincindedir. Bu bakımdan, yeni projede uluslar arası yarışmaların ve maçların da yapılabileceği çok amaçlı bir spor salonu planlanması bundandır.

    Dr. Mete Ersoy, kişiliğiyle Atatürk'le bütünleşmiş biridir. O bu özelliğini: "Beni bir çok öğretmenim fizik olarak da konuşma stili olarak da Atatürk'e benzetirdi. Bu beni çok etkiledi, bana sorumluluk duygusu yükledi" diye açıklar. Diyebiliriz ki onun çalışkanlığı, üretkenliği, kazandığını topluma geri verme anlayışı hep Atatürk düşüncesinin uygulaması gibidir. O, geleceğimizi, Atatürk ilke ve devrimlerine sıkı sıkıya sarılarak kurabileceğimizi düşünür. Yeni kuşakların da bu bilinçle yetişmesini istediği için yaptıracağı okulda bir de Atatürk kitapları kitaplığı kurmayı planlamıştır. Bu amaçla da şu ana dek dünyada yayımlanan 8000'in üstündeki kitaplardan yaklaşık binini satın almıştır.

    Türk şiirinin usta şairi Behçet Necatigil, Dr. Mete Ersoy'un Kabataş Lisesinden öğretmenidir. Doktor, bu usta yazın adamı öğretmeninin kendisine verdiği emekleri unutmaz ve yapılacak okulun bir bölümünde, öğretmeni adına bir kütüphane kurulmasını projeye koydurur. Bu kütüphane için derlediği yedi bin civarındaki kitabın sayısını, on bine çıkararak devletten bir kütüphane görevlisi alabilme derdindedir. Çünkü o, eğitimin dışında bile olsa görevlisi olmayan okul kitaplıklarının öğrencilerin hiçbir işine yaramadığını çok iyi bilmektedir.

    Dr. Mete Ersoy, evinde bir hayvan beslemez; ama her yıl İstanbul'daki hayvan barınaklarına 5 bin lira bağışlar. Bunun gerekçesini: " Biz, onların dünyalarını ellerinden aldık.Onları kendi otoritemize bağımlı kıldık." Bu bakımdan onlara borçlu olduğumuzu düşünüyorum." diye açıklar.

    Bu yazıyı okuyan kimileri, kazanıyor ki veriyor deyip geçebilir. Dr. Mete Ersoy 75 yaşındadır. Eğitime, kültüre katkılarını birikimlerini satarak gerçekleştirmektedir. Şimdi elinde kalan en değerli mülkünün kirasıyla okulu adına kurulacak bir vakıf vasıtasıyla okulundaki yoksul öğrencilerin eğitimlerine nasıl katkı sağlayabileceğini çözmenin peşindedir.

    Ben ne zaman onu, tek başına yaşadığı mütevazi evinde ziyarete gitsem, hep okurken ve bir şeyler karalarken bulurum. Kendi adıyla yaptırdığı sitedeki kiracıların kiralarını vermeden çıkıp gitmelerinden yakınırken bile aklı okulunda okuyan yoksul çocuklardadır: "Ben o paraları yoksul çocuklarıma harcıyorum. Kirasını vermeyen her kiracı, aslında o yoksul çocukların hakkını gasp ediyor."diye söylenir.

    Kim ne derse desin eğer bu ulus geleceğine umutla bakabiliyorsa, bunu Mete Ersoylara borçludur. Çünkü onlar, düşünceleri ve dünya görüşleri gereği bu ülkeye hizmet etmeyi, ibadet etmek gibi görenlerdir.

    Hamdi Topçuoğlu
    egerem@yahoo.com


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    1 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


    Bertan Onaran

     Güzelin Ardında : Bertan Onaran


      ORTAĞIN ÇOCUKLARI

    Çalışkan dostum Mustafa Yıldırım, inanılmaz bir sağlık kazasını atlattıktan sonra, yine bomba gibi bir kitap hazırladı Türk okurlarına: Ortağın Çocukları.

    Kolayca kestirebileceğiniz gibi, bunlar, hani şu stratejik (?!) ortağımızın gönüllü sivil-asker yardakçıları. Kitap aslında daha önceki temel yapıt Sivil Örümceğin Ağında'nın arkası, tamamlayıcısı gibi: ABD'nin kendi buyruğunda kuracağı son dünya imparatorluğuna buradan seve seve katkıda bulunanları tanıyalım ya da anımsayalım diye yazılmış.

    Kitap şöyle bir sahneyle başlıyor:


    "ABD Büyükelçisinin müttefik bir ülkede, yardımı esirgemedikleri bir üniversiteye arka kapılardan girmesi beklenemezdi. Karışıklık çıkacağı kesindi; ama Türkiye emniyetine yardımcı olan ABD'nin Büyükelçisi belki de Türkiye'nin huzurundan çok ülkesinin çıkarların önde tutmayı planlıyordu.
    Rektör Kemâl Kurdaş ve Robert Komer, yemek yerlerken dışarıdan gittikçe yükselen sesleri duyunca pencereye gittiler.

    Öğrenciler, Komer'in makam aracını devirmeye çalışıyorlardı. Komer hiç aldırmadı; yemek masasına döndü.

    'Barış Gönüllüsü' öğretim üyelerinden genç matematik hocası rektörlük binasının önüne inen merdivenlerde telaşlı öğrencisine seslendi: ' Need any help?' Öğrencisi bir an düşündü ve gülümseyerek: 'No, Sir, thanks' demekle yetindi. Bir süre sonra makam aracı alevler içinde kaldı. Matematik hocası, ne denli içten davranır ve özgürlük hareketlerine yakınlık duyarsa duysun, bir ABD görevlisi olarak, Komer'in aracının yakılmasına yardımcı olacak kadar sağ duyudan yoksun olamazdı. Öğrencisi onunla bir kez daha karşılaşabilse, pek çok soru arasında, bu olayı da soracaktı; ama böyle bir soruyu sorabilmesi için, 12 Mart 1971 darbesinden ders alması gerekiyordu. Hocası ise, 1970 baharında ODTÜ'sinden ayrılıp ülkesine dönmüştü. Komer'in arabasını deviren öğrencisi de öteki arkadaşlarıyla birlikte hapse atılmıştı.

    1967'de Saint-John Üniversitesi'ni bitiren Robert Patrick John Finn de o çalkantılı yıllarda 'Barış Gönüllüsü' olarak Türkiye'ye gönderildi.Tokat'ın Turhal ilçesine geldiğinde 22 yaşındaydı. Turhal Lisesi'nde bir yıl İngilizce öğretmenliği yaptıktan sonar Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü'ne geçti; 1969'da ODTÜ'sinde görevlendirildi.!

    Kitabı okurken, bu Robert Finn'in daha sonra hangi olaylarda görev alacağını, hangi Türklerle tanışıp ne işler çevireceğini öğreneceksiniz. Kitap boyunca, özellikle yurdumuzdan çok iyi tanıdığınız yazın, sanat dünyasının ünlülerinin nasıl seve seve Cumhuriyetimizin boğazlanmasına, Anadolu halkının, bütün dünyanın sömürülen halkları gibi, bozuk para gibi harcanmasına yardım ve yataklık yaptıklarını, biliyorsanız bile, bir kez daha okuyacaksınız.
    Yazın, sanat dünyasının işbirlikçilerini kitaptan okuyacaksınız; ben şimdi yalnız devletimizin en tepesinde bulunan insanların gönüllü ortaklık konusunda neler dediklerini, Mustafacım'dan ödünç alıp aktarayım:

    "Bu ülkeler (ABD- Batı Avrupa) ve bu ülkelerle yakın işbirliği içindeki diğer ülkeler dünya üzerinde 'işleyen merkez' olarak adlandırılmakta, geri kalan ülkeler ise 'bütünleşmemiş, boşlukta yüzen' diye gösterilmektedir. Ve ikinciler için gelecek bir kâbustan ibarettir. Her biri kısırlaştırılarak, etkisizleştirilerek dünya kovanının işçi arıları yapılmaktadırlar" Org. Hilmi Özkök.
    " Sayın Genelkurmay Başkanı (Hilmi Özkök)…küresel açıdan çok önemli tespit ve analizlerde bulundular…büyük bir birikime dayalı fevkâlade isabetli değerlendirmeler." Org. Yaşar Büyükanıt.

    "Kâinat kitabı, fiziğin, kimyanın, matematiğin, astrofiziğin kaynağı sayılacak bu besteyi, senfonizmayla seslendirmek meselesi…inanmış bir insanın… Batı'yla entegrasyon karşısında, Amerika ile entegrasyon karşısında olması düşünülemez." Fethullah Gülen.

    "Türkiye'nin ABD ile olan ilişkileri, belirli bir konuya bağlanamayacak kadar geniş ve kapsamlıdır.. Türk_Amerikan ilişkileri iki ülkenin ortak değerleri üzerine inşa edilmiştir, köklüdür, tarihidir…demokrasi ve hukuk dışına çıkan hiçbir personel TSK'de barınamaz." Org. İlker Başbuğ.

    "İstanbul'da üniversite öğrencisiydim, konvoyunuz geçerken size el salladım. Yakınlarıma, 'Bugün İngiltere Kraliçesi'ni gördüm' diyerek duyduğum heyecanı anlaktım. Majesteleri (II.Elisabeth), kaderin cilvesine bakın ki, o tarihten tam 37 yıl sonra şimdi sizi Türkiye Cumhuriyeti'nin Cumhurbaşkanı olarak ağırlıyorum. Bundan da büyük şeref duyuyorum." Abdullah C.Gül.

    Görüyorsunuz ya sevgili okurlar, uyutulan, yapay besinlerle patlayacak kadar şişirilen Amerikan halkını bile kurtarmak üzere, 50 yıl önce Küba'da başlayıp yavaş yavaş bütün Güney Amerika ülkelerine yayılan toplumcu Devrim'in yerküreye egemen olması gerekiyor.

    Bize düşense, sülüklere uşaklık etmek değil, bu sürece katkıda bulunmaktır.

    Bertan Onaran
    bertan37@hotmail.com


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    2 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


    Ömer Akşahan

     KIRIK TEBEŞİR : Ömer Akşahan


      BAŞKALARI İÇİN

    Şu anda en popüler sosyal paylaşım sitesi olan facebook medyada haber değeri olmayı sürdürüyor. Nedeni çok açık; sayıları her geçen gün çığ gibi büyüyen üyeleriyle ve yaygın birçok dilde yayın yapmasının yanı sıra kamuoyunu yakından ilgilendiren konuların bir anda binlerce kişiye ulaşabilme özelliği. İlk başlarda soğuk baktığım siteyi tanıdıkça, sosyal alanda ürettiğim görüş ve düşüncelerimin bu yoldan arkadaşlarıma kolayca ulaşabileceğini gördüm. Ancak bu yararının yanında bir de insanı sürekli ekran başına çivileyen özelliği yok mu, doğrusu bu da zaman hırsızlığına çok açık bir kapı. O kapıdan giren gelişmeleri, mesajları, yorumları gördükçe insan kolay kolay çıkamadığını anlıyor. Bu durumda her gün yazı yazmak zorunda olan biri için facebook aynı zamanda büyük bir tuzak oluveriyor.

    Zaman-yiyiciliğine avukatlar kendi aralarında blokaj olarak adlandırıyor. Bunu alışkanlık yapanlar teklifsizce avukat bürosuna gelir, müşteri koltuğuna kurulurlar ki, bunlar daha önce bir şekilde o avukatla iş yapmış olanlardır.
    Blokajcının geldiği sırada oysa orada bir başka kişi avukata bir şey danışmaya gelmiştir. Bir sorunu vardır; hatta o sorun çok da mahrem olabilir. Ancak blokajcı, karşısındaki kişinin ne diyeceğine aldırış etmez bir havada sanki orada kendisinden başka kimse yokmuşçasına çayını söyler, höpürdete höpürdete yudumlar ve konuşulanları can kulağıyla dinlemeye koyulur!

    Kimi zaman-yiyiciler de derler ki: "Bu kadar çok gezmekle yanlış hareket ediyorsunuz; işinizi boşluyorsunuz. Yarın akşam yemeğe bize gelin." (*) Avukatları biraz olsun anlamaya çalışıyorum; ne de olsa orası bir işyeri, gelen kişi o an müşteri olmasa bile günün birinde işi düşebilir. Onu kırıp dökmeye ne gerek var. Azıcık sabırla onun kendiliğinden büroyu terk etmesini beklemenin hiç de zararı olmaz, diye, düşünebilirler.
    Ancak gerçekten bir işi olan insanı gereksiz yere meşgul etmekle zamanın boş yere akıp gitmesine yol açan bu tiplerden nasıl sakınabiliriz?
    Goethe, böyle münasebetsiz kişiler kendisinden izin almaksızın yanına vardıklarında, ellerini arkasına kavuşturur ve susarmış. Gelen soylu biriyse, hafifçe öksürür ve "Hımm! Hımm!" der, ağzından tek tük sözcükler çıkar ve aralarındaki konuşma da kısa sürede bitermiş.
    Bu duruma düşenlere tavsiyesi ise Goethe'nin:"Başkaları için bir şeyler yapmak isteyen, kendini başkalarına kaptırmamaya bakmalı," şeklindedir.
    Ülkemizde zaman-yiyiciliğin meslek olduğu alansa kahvehaneler. Eskiden kıraathane olarak adlandırılan bu yerler, okumanın gereksiz bir iş olduğu fikrinin yaygınlaşmasıyla kumarhane durumuna geldi. Sayıları işsizlerin barometresine bağlı olarak artan ve azalan kahvehanelerin bu acınası durumuna kimi zaman devlet yetkilileri çare olsun diye buralarda bir dönem kitaplık kurma zorunluluğu dahi getirmişti. Ancak o emrin bir işe yaramadığı kısa zamanda anlaşıldı ve yeni bir emre gerek kalmadan kendiliğinden yürürlükten kalktı.

    Kahvehanelerin yaş ortalamasına bakıldığında 30 yaş ve üzeri bir grubun bu mekânları yurt tuttukları görülmekte. Ödemiş gibi emeklisi bol kentlerde ise yaş ortalaması biraz daha yükselmekte.
    İnternetin henüz evlerde yeterince olmadığı dönemde kabak çiçeği gibi birdenbire çoğalan internet kafeler zaman-yiyiciliğin yeni eğilimi oldu. Ancak bu kafelerdeki yaş ortalaması kahvehanelerin yaş ortalamasının çok altına indi. Çünkü bilgisayar teknolojisine daha yakın olan gençler vardı buralarda. Gençlerin özellikle bilgisayar oyunlarına dadanması ile zaten olmayan kitap okuma alışkanlığı da bu yolla tümden yok edildi.

    Gençlerin boş zamanlarını internet kafelerde geçirmeye başlaması ile okul yaşamları da olumsuz etkilendi. Bunu gören kimi bilinçli aileler yavaş yavaş evlerine bilgisayar alma yoluna gittiler. Bu olay, zamanla ileriki yaş grubunun da ilgisini çekmeye başladı ki, bunu da olumlu karşılamak gerek.

    Goethe gibi bir dehanın zaman-yiyicilere karşı aldığı önlemler her ne kadar insanî olarak görülmeyebilir; ancak Goethe günümüzde yaşasaydı bugünün zaman-yiyicilerine karşı nasıl bir önlem alırdı, doğrusu merak ediyorum.

    Üretken insanların, üretkenliğini sürdürebilmesi için gerekirse günlük zorunlu işlerin dışında başka işlerle ilgilenmemesini de öğütler Goethe.

    Bu yıl romanı yayımlanan bir yazar arkadaşa romanını hangi koşullarda yazdığını sorduğumda, verdiği yanıt düşündürücüydü:"Her gün saat 04.00'de yataktan kalktım ve saat 10.00'a kadar yazarak on ayda bitirdim."

    Toplumun üretken insanlara gereksinimi var. Üretim bantlarında çalışan insanların bir dakikayı bile boş geçirdikleri anda banttaki eşyanın hatalı üretim olarak banttan çıktığını düşünürsek, zaman-yiyiciliğinin ne kadar zararlı bir davranış olduğu kolayca anlaşılır. Zaman-yiyicilerden sakınmanın belki tek yolu; onları tanıdıktan sonra ilişkiyi kesmek, daha olmadı onları görmezden, tanımazdan gelmektir.

    (*) Yaşama Sanatı, Andrè Maurois, Varlık Yayınları, 1968, İstanbul.

    Ömer Akşahan


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    9,009,009,009,009,009,009,009,009,00
    1 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


     Kahveci : Hilal Bayram


    BU YAZININ İÇİNDE SU VAR!

    Yazdıkça mürekkebimi dağıtan. Alıp götüren her şeyi bünyesine. Yazıyorum siliniyor, siliniyor yazıyorum, yazıyorum siliniyor! Baştan yaşamak gibi her şeyi, baştan oluşturmak cümleleri...

    Bu yazının içinde su var!

    Derinliği belli olmayan ya da alacalı bir derinliği olan! Yaklaştıkça sonuna, koyu bir aydınlığa kavuşan... Elementlerine ayrıldığında binlerce damla oluşturan, her damlanın içinde bin deniz barındıran...

    Bu yazının içinde su var!

    Kıyısındaki ağacın dallarının gölgesini içinde barındıran; o gölgelerle bir orman yaratan; o ormanda denizkızlarına bir hayat yaşatan...

    Bu yazının içinde su var!

    Bir periye sığınak oluşturan, bin perinin ışığını taşıyan...

    Bu yazının içinde su var!

    Dibindeki altın tanelerinin avucundan kayıp gitmesini sağlayan; ona sahip olduğunu düşündüğün anda birden yok olan...

    Bu yazının içinde su var!

    Kalemimin sayfanın üzerinde kayıp gitmesine engel olan, her harekette gözyaşı damlatan...

    Bu cümlenin içinde su var!

    Silinip silinip tekrar yazılan...
    Silip silip tekrar yazdıran...

    Hilal Bayram


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    8 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


     Kahveci : Ceren Cengiz


    Beyaz kadın

    Yazamadığını fark etti. Tam üç saattir bu masanın başında oturmuş bir şeyler karalıyordu ama sayfaya tekrar göz gezdirdikten sonra güzel olmadığını düşünüyor yırtıyordu. 'Belki de biraz ara vermeliyim' dedi kendi kendine. Ayağa kalktı çalışma masasının arkasındaki ceviz konsolun sol gözünde her zaman bulundurduğu viskisini çıkardı ve bardağa boşalttı. Bu onu her zaman rahatlatırdı. Bardağın ağzında parmağını gezdiriyor ve yazacağı konuya nasıl bir giriş yapması gerektiğini düşünüyordu ki kapı zili ile irkildi. Sanki biri ona seslenmiş gibi kapıya baktı. Ev uzun süredir sessiz ve ürkütücüydü. Fazla ışıktan rahatsız olduğu ve çalışma odasından başka yerde durmadığı için sadece masa lambasını açar ve loş ışıkta çalışırdı. Her zamanki ağır adımlarıyla odadan çıktı ve kapıyı açtı. İri yarı, sert bakışlı bir postacıydı gelen ve ıslanmıştı. Zarfı uzatan kalın ve kıllı parmaklarının arasından buruşmuş derisini gördü, elli yaşlarında olmalı diye düşündü. Teşekkürüne cevap vermeyen postacı yine hiç konuşmadan merdivenlerden indi hızlıca. Kapıyı kapadıktan sonra zarfın üzerine kısaca göz gezdirdi. Zarfı masanın üzerine koydu ve açmamaya karar verdi az çok tahmin edebiliyordu içinde neler yazıyor olduğunu. Uzun ve köşeli parmaklarıyla kavradığı kristal bardağı dikti kafasına ve bir tane daha doldurup caddeye bakan pencerenin önünde durdu. Pencerenin üzerindeki aksine baktı, şakakları bembeyazdı ve yüzündeki çizgiler eskisinden daha belirgin görünüyordu. Hafif bir yağmur vardı dışarıda ve öğle saatleri olmasına rağmen gökyüzü koyu bir grıye bürünmüş, akşam olmuş gibiydi. Karısını düşündü; onu özlemişti ve ihtiyacı vardı. Şimdi yanında olsa viski yerine şarap içiyor olurdu ve birlikte film izledikten sonra usulca kollarında uyuyakalırdı. Onu yatırdıktan sonra tekrar buraya, çalışma odasına gelecek belki sabaha kadar çalışacak ve karısını işe gitmek üzere uyandırıp kendi yatacaktı yatağa tek başına. Düşünmekten alamıyordu kendisini o her şeyi ihmal etmişti ama bunu daha yeni fark ediyordu. Hiç şikayet etmeyen, biraz alaycı biraz sitem dolu gülen, konuşmayan, insanın içini erinçle dolduran bir karısı vardı. Fark edememişti ona olan ilgisizliğini o gidinceye kadar. Şimdi ise varken varlığını bile hissetmediği karsının yokluğunu o kadar derin yaşıyordu ki yazamıyordu. Üç gündür tek sözcük yazamamış olmasına şaşırıyordu.

    Çocukluğundan bu yana derin bir bağlılığı vardı yazı yazmaya hele o sayfaları koklamayı, dokunmayı, onun aracılığı ile bütün duygularını, kavgalarını, sevdalarını, acılarını ifade etmeyi ve onu kadını gibi görmeyi öylesine kanıksamıştı ki gerçek yaşamını ve görevlerini unutmuş kendini bu ağaç kokan, ona göre hala yaşayan ama ölü, kadını gibi gördüğü ve kalemiyle sevişmesine her seferinde tanık olmasına rağmen keyifle izleyen bir koca olmuştu. Gerçek karısının yerine koyduğu ve yaşamının bütün güzelliklerini onun yanında tattığı, onunlayken öğrendiği, onun üzerinden okuduğu, onun üzerine yazdığı, onun üzerine parmak uçlarıyla dokunurken düşündüğü, ürettiği, keşfettiği o bembeyaz saf kadını istediği gibi şekillendirebiliyordu. Giysisini beğenmediğinde onu silgisiyle soyabiliyor kalemiyle tekrar başka bir kıyafet giydirebiliyordu. Konuşmuyor, kızmıyor, eleştirmiyordu onu nasıl isterse öyle oluyordu nasıl düşünürse öyle. Dahası o nasıl duyumsarsa beyaz kadını da öyle duyumsuyordu. Şimdi ise ilk defa eline almak dokunmak göz gezdirmek düşünmek çözüm bulmak istemiyordu. Hayatındaki tüm başarılarını kaydeden, hayatındaki tüm başarılarının nedeni olan şey şimdi ona en büyük kaybını da vermişti. Onun yalnızlığa, sessizliğe gömüleceği, terk edildiği, yazılıydı çünkü üzerinde. Bu beyaz, saf kadın siyah kötü bir kadına dönüşmüştü birden bire. Tüm kasları gerildi. Elinden bırakmadığı, dokunmaktan kendini alamadığı bu beyazlıktan bu incelikten korkuyordu şimdi. Dokunmaya cesareti yoktu. Düşündü. Bir bardak daha içmeye karar verdi. O bir yazardı. Yaşama dair nasıl her güzelliği yaşattıysa bu ince beyaz kadın, elbette acısını da yaşatacaktı. En iyi de o yaşatırdı zaten. En sevdiği verirdi ona en büyük acıyı. En sevdiği söylerdi ona en kötüyü ve en sevdiğinin üzerine yazılacaktı bu dünyadan gittiğinde defin işlemleri. Bu beyaz kadınla ya bir kez daha sevişecek ya da bir daha hiç dokunamayacaktı. Bardağını doldurdu ve bir kez daha dikti kafasına, işte şimdi bir şeyler yazabilirim belki diye düşündü. Sandalyesini masasına iyice yaklaştırdı ve oturdu, zarfı notluğunun arasına sıkıştırdı, kafasını kaldırdığı an zarfla karşı karşıya gelmek ona daha fazla acı verecek ve yazabilecekti. 'Hayır bu benim acım değil, bu beni paylaşamadığı ve paylaşımına son vermek için yine kıskandığı kadını bana yollayan karımın acısı.'dedi. Bundan sonra gerçek karısı onu her duyumunda yalnız bırakmayan, ellerinden düşmeyen, kaleminin ve ellerinin izini, kokusunu taşıyan bu narin ve beyaz kadın olacaktı. Tebliği buruşturup ahşap çöp kutusuna attı ve terk edilişini gerçek karısıyla kutlamaya başladı.

    Ceren Cengiz


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    9,009,009,009,009,009,009,009,009,00
    1 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


    Alkım Saygın

     Romancı : Alkım Saygın


      William Crosner'in Günlüğü XLI

    Tanrım, sana şükürler olsun! Bugün elimize sağlam bir ipucu geçti ve bu entrikalar yumağını aşmamıza yardımcı olacak önemli bir adım attık; İro'nun Feneri'ni sonunda yakmayı başardık! Üstüne üstlük, olay bizim de beklemediğimiz bir anda gelişiverdi…

    Sabah saat yedi sularında uyandım ve üstümü giyerek kendimi Athenagoras'ın kamarasına attım. Ona akşamki düşüncelerimi açtım, olur verdikten sonra kamarama döndüm ve Dennis'e vermek üzere Lysisya hakkında düzmece birtakım notlar hazırladım.

    Kahvaltı saati geldiğinde, Edward'la birlikte yemek salonuna geçtik. Ekip yine çok sessizdi. Dennis, benim tam karşımda oturuyordu. Ona, kahvaltından sonra kendisiyle bir şeyler konuşmak istediğimi söyledim. O sırada Athenagoras, Max'ın hareketlerini inceliyormuş. Ben dikkat etmedim; hem, bana uzak kalıyordu.

    Athenagoras'ın anlattığına göre Max, bu sözüme bozulmuş; Dennis'le konuşmak istememden rahatsız olmuş. Ama neyse ki, durum sandığımız gibi değilmiş. Zîrâ, kahvaltımızı bitirdikten sonra, Edward'la birlikte toparlandık ve kamaramıza doğru yöneldik. Mutat şükür duâmızı yaptıktan sonra ben kamaradan çıktım, Dennis'in kamarasına doğru yöneldim.

    O sırada, koridorda Evans'la karşılaştım ve benimle çok önemli bir şey konuşmak istediğini söyledi. Ben de ona, şu an meşgûl olduğumu ve uygun bir zamanda görüşebileceğimizi söyledim; ama, beni dinlemedi. Çok heyecanlı ve endişeli görünüyor, söyleyeceklerinin hayâtî bir öneme sâhip olduğunu söylüyordu.

    Ona, ne hakkında konuşmak istediğini sordum, bana Carlo'nun ölümü hakkında konuşmak istediğini söyledi. Bunu duyunca, Evans'a vakit ayırmam gerektiğini düşündüm, iyi ki de yapmışım… Evans'la birlikte kamaramıza geldik. Âni bir el çabukluğuyla, masadaki notları toparladım ve kitapların altına sıkıştırdım.

    Evans, daha da heyecanlı ve endişeli görünüyor, konuşurken de sesi titriyordu. Bana, Carlo'nun ölümünün aslında intihar olmadığını, Ulrich tarafından öldürülmüş olabileceğini söyledi. Ben tekrar şok oldum… Aklımızdan hiç böyle bir olasılık geçmemişti, böyle bir şey düşünebilmek için herhangi bir bulguya da sâhip değildik.

    Ona, bu kanaate nasıl vardığını sorduğumda bana özetle şunları söyledi. Olay gecesi saat sekiz sularında Ulrich ile Carlo, güvertede yüksek sesle tartışıyorlarmış. O sırada Evans da mutfağa giderken onları duymuş ve son derece mülâyim bir kişiliğe sâhip Ulrich'i kızdıran şeyin ne olduğunu merak etmiş. Onlara belli etmeden güverteye çıkmış ve dinlemeye koyulmuş.

    Carlo, Ulrich'e, "Buna çok ihtiyâcım var!", "Bunu öğrenmeliyim!", "Bana söz vermiştiniz!" gibi sözler söylüyormuş. Ulrich ise "Sen görevini başaramadın!", "Bunu hak etmiyorsun!" gibi sözler söylüyormuş. Evans, meseleyi anlayamamış. O sırada güverteye Moses gelmiş ve kendisine ne yapmakta olduğunu sormuş. Evans da ayakkabılarını bağladığı yalanını atarak Moses'i yanından savmış.

    Moses'i gördüklerinde Ulrich ile Carlo, bir anda tartışmayı kesmişler ve Evans'ın orada olduğunu öğrendiklerinde, güvertenin arka tarafına doğru ilerlemişler. Evans da mutfağa gitmiş. Ancak Evans, çok kuşkucu bir insan, içine bir kurt düşmüş. Aradan yarım saat geçmeden, yeniden güverteye doğru yönelmiş, bu işi araştırmak istemiş.

    O sırada Moses ile Ulrich, koridora doğru yönelmiş, Evans da kendisini yemek salonunun kapısının arkasına atmış. Tam yanından geçerken Moses, Ulrich'e, "Bu işi bu akşam hâlletmelisin! Aksi takdirde, tüm proje tehlikeye girebilir!" demiş… Evans, Carlo cinâyetinin azmettiricisi olarak Moses'i, kâtil olarak da Ulrich'i görüyor ki, bu bizim varsayımlarımıza bir tarafıyla uygun, bir tarafıyla da ters.

    Evans'a, bunları bana niye daha önce anlatmadığını sordum, korktuğunu söyledi. Bunları benden başka biriyle paylaşıp paylaşmadığını sordum, ilk bana anlattığını söyledi. Kendisine, bu işin ardında çok iğrenç bir entrika olabileceğini, bu nedenle sessiz kalması gerektiğini ve normal davranmak zorunda olduğunu söyledim ve onu yatıştırmaya çalıştım.

    Ne var ki, çok kaygılı ve endişeli görünüyordu. Ben de Edward'a, Evans'la ilgilenmesini söyledim ve Athenagoras'la meseleyi tartışmak için yanlarından ayrıldım. Athenagoras ise beni dinlerken, vakur bir gülümsemeyle başını dik tutuyor, kehânetlerinde haklı çıkan bir kâhin gibi bakıyordu. Tanrım…

    Vardığımız sonuç şu ki Carlo, yaptığım açıklama sonucu büyük bir hayâl kırıklığı yaşadı. Moses ile Daniel, Carlo'ya, Eros Tapınağı'yla ilgili birtakım yalanlar anlatarak, bu tapınağın yeri hakkında bir yerlerden bir şekilde sağlam bilgiler edinmiş olduklarını Carlo'ya söyledilerse, bizim nelere vâkıf olduğumuzu anlamak için ağzını aramış olmaları, onu diledikleri yönde kullanmak üzere bir şekilde bize karşı yönlendirmiş olmaları muhtemeldir.

    Çünkü, olaydan kısa bir süre önce, güvertede Carlo'yla birlikte Kaystros ticâret yolu ve Ephesos kazıları hakkında konuşurken, o ilk hayâl kırıklığından pek eser yoktu. Ben, Carlo'nun çabuk toparlanmış olabileceğini düşünmüş, bunda bir gariplik görmemiştim; ama şimdi düşününce, Carlo'nun harap ve bîtap görünmesi gerekirken neden böyle görünmediği de ortaya çıkmış oluyor.

    Eğer haklıysak, Carlo'ya, Moses ile Daniel tarafından yeni bir umut ışığı sunuldu. Şu hâlde Carlo, bizim nelere, ne kadar ve nasıl vâkıf olduğumuzu onlara anlatmış olmalı. Ve kuvvetle muhtemeldir ki Moses ile Daniel, Carlo'dan bizi belirli bir hedefe doğru sürüklemesini bekliyordu, Carlo ise bunu yapmadı. Sonunda da bunu hayâtıyla ödedi.

    Ah Carlo! İhtiyar kurt! Onca hayat tecrübesine sâhiptin de neden gelip meseleyi benimle konuşmadın? Hem, onları istediğimiz biçimde rahatlıkla kullanabilirdik de. Ah Carlo! İhtiyar kurt! Sen hayâtında hiç mi entrika görmedin, hiç mi böyle şeylere tanıklık etmedin? Senin gibi değerli bir arkeolog, nasıl olur da çarçabucak yelkenleri suya indirir?

    Ah Carlo! İhtiyar kurt! Hayâtın boyunca kim bilir kaç kral mektubu, kaç antlaşma tableti, kaç kânun tableti elinden geçmiştir. İsteseydin, sen de bu entrikalara karşı çok daha kurnazca bir entrika kurabilirdin. Ah Carlo! İhtiyar kurt! Biz seninle çok yakın iki ahbaptık. Neden beni bu durumdan haberdâr etmedin?

    Seni tanımasam, sana en ufak bir güvenim olmasa, senin de onlardan olduğunu ve Tapınakçılar veya masonlar arası bir iç hesaplaşmaya kurban gitmiş olabileceğini düşünürdüm. Ama ne olursa olsun, senin gibi aklı başında bir arkeolog, bu insanlık dışı örgütlerle bir olamaz! Seni onlardan medet ummaya iten neden; şu Eros Tapınağı, lânet olsun bu tapınağa!

    Tüm ömrünü adadığın bu tapınak uğruna, sonunda canından da oldun! Fakat yine de ben, pişmanlık duyduğunu düşünmüyorum; kim bilir, belki de inandıkları uğruna ölümü tadanların mutluluğunu yaşıyordun son dakikalarında. Ancak, arkanda cevapsız onlarca soru, henüz deşifre edilememiş bir cinâyet, asıl kimlikleri henüz ortaya çıkartılamamış kâtiller ve gözü yaşlı dostlar bıraktın!

    Ah Carlo! İhtiyar kurt! Tanrım… Önümde uzun yıllar olmadığını biliyorum. Sana sığındım, sen bana dayanma gücü ver Ulu Tanrım… Bu projeyi tamamlamadan beni yanına alma… Tanrım, artık dayanamıyorum. Carlo'nun ölümü bana bir kez daha o unutmaya çalıştığım ölüm korkusunu anımsattı.

    Naturalizm için önemli bir işe imzâ atamadan canımı teslîm etmek istemiyorum. Tanrım… Bölgede elde edebileceğimiz bulgular, biz Naturalistler için kuşkusuz önemli olacaktır. Kazı bölgesinde, modern paganlığın insanlığa karşı işlediği suçların bir yenisini bulmamız kuvvetle muhtemel. Bunu Vatikan'a karşı kullanabiliriz.

    Ve belki bu yolla, tüm hayatları boyunca Vatikan'ın zulmüne mazhar olmuş kimselerin ruhları bir nebze olsun rahatlar. Tanrım… Bu önemli keşfi bana bağışla! Bağışla ki, Carlo'nun ruhunu sevince boğalım… Bağışla ki, Kaptan Plummer'in ve hizmet ettiklerinin sırtına Midia'nın Mantosu'nu geçirelim…

    Ne kadar ilginçtir ki insan, ancak ölüm kapıyı araladığında, hayâtına ilişkin bir vicdan muhasebesi yapıyor. Ve çoğu zaman iş işten geçmiş oluyor. Tanrım, bütün bir Osmanlı Devleti'nin kaderi ellerime terk edilmiş gibi hissediyorum ve hattâ, bu projenin Naturalizm için büyük bir iş yapma fırsatı olarak önüme serildiğini düşünüyorum. Tanrım…

    Kendime, hiç olmadığı kadar güvenmeliyim, kendi aklıma ve zekâma inanmalıyım. Bu projeden onların istediği yönde bir sonuç çıkarsa, târihe "emperyalizm işbirlikçileri" olarak geçeceğiz. Yok eğer başarırsak, bizi kimse tanımayacak. Belki, adımızı yörede ancak birkaç kuşak hatırlayacaklar, sonra da unutulup gideceğiz. Ama, bunun da bir önemi yok.

    Artık eminiz ki Moses, Daniel ve Ulrich'in bu kazı projesi hakkında Vatikan menşeli birtakım hedefleri var ve ne olursa olsun, bunları başarmalarını engellemeliyiz. Yine de ben Ulrich'ten, gerçekten de böyle bir şeyi beklemezdim. Evans'ın da söylediği gibi Ulrich, gerçekten de son derece mülâyim bir kişilik. Tanrım…

    İnsan hele şu Tapınakçılara veya masonlara bir kez bulaşmayıversin! Bunlar insanın kimyâsını değiştirmede eşsiz insanlar! İnsanlık dışı tiyatral soytarılıklarla iğrenç ritüeller düzenlerler, üyeleri üzerinde türlü baskı mekanizmalarının hemen hepsini ve en uç seviyelerde işletirler, onları beyinsizleştirerek köleleştirirler. Tanrım…

    En çok da insan doğasında bulunan güçlü olma ve yükselme arzusunu sömürürler. Ben yıllarca, British Museum'da mason olmaları hâlinde mesleklerinde inanılmaz seviyelere yükseleceğine inanan personeller, müdürler, arkeologlar tanıdım. Hem, sâdece mesleklerinde de değil, toplumsal yaşamın hemen her alanında da. Tanrım…

    Bence masonluk, insanlık târihinin gelmiş geçmiş en büyük suç örgütü. Ve ne kadar ilginçtir ki, insanlık târihine damgasını vuran hemen her iğrençliğin ardında Anglo-Sakson vahşîliği olduğu gibi, masonluk da bu vahşîliğin ürünü. Dilerim Tanrı, masonluğu Britanya'da serbest bırakan tüm kralları affeder. Kim bilir, onları da nelerle satın almışlardır!

    Ama ne yazık ki, Carlo cinâyeti hakkında sağlam bir delîlimiz yok. Hem olsa da Birleşik Krallık'ta masonların sâhip olageldiği ayrıcalıklar nedeniyle Moses ile Ulrich'in yargılanmaları ve hak ettikleri cezâlara çarptırılmaları da pek mümkün görünmüyor. Sonuç olarak, Athenagoras'la birlikte bu cinâyeti şimdilik örtbas etmeyi kararlaştırdık.

    Hem üstelik, bu yolla Moses, Daniel ve Ulrich'i sürekli kontrol altında tutabilir, onlara karşı biz de sağlam bir entrika geliştirip Vatikan'ı istediğimiz yöne doğru sürükleyebiliriz. Hâliyle, bu kazı projesi tamamlanıncaya kadar Lysisya hakkında elde edeceğimiz tüm bulgular bizde kalmalı, ekibi de başka taraflara sürüklemeliyiz.

    Diğer taraftan, Athenagoras bana, Edward'la birlikte kendi kamarasına taşınmamızı önerdi. Gerçi, tarikat ritüellerimizi gerçekleştirme olanağımız ortadan kalkıyordu; ama, bu şartlar altında pek fazla bir seçeneğimizin olmadığına karar verdim ve önerisini kabul ettim. Edward'ın da bana hak vereceğini bildiğim için, hiç tereddüt etmedim.

    Şimdi geriye, öncelikle bu işlerin içinde Max'ın bir parmağının bulunup bulunmadığını aydınlatmak, o garip davranışlarının nedenlerini açığa çıkartmak, sonra da Kaptan Plummer ve mürettebat hakkındaki gerçekleri anlamak kalıyordu. Çünkü, Athenagoras'la ulaştığımız bu sonuçlar ne kadar sağlam görünürse görünsün, yine de ancak bir varsayımdan ibâret.

    Bundan daha az kesin olmamakla birlikte, Carlo'yu Max'ın öldürmüş olabileceği, Ulrich'in gece tuvalete değil de Carlo'yu öldürmek için kalktığı; ama, Max bu işi hâllettiği için kamarasına dönüp yattığı olasılığını da dikkate almalıydık. Hem ayrıca, Max ile Ulrich'in Carlo'yu birlikte öldürmüş olabilecekleri ve şu tuvalet konusunun da yanıltmaca olduğu ihtimâlini de göz önünde bulundurmalıydık.

    Athenagoras'ın yanında bir saat kadar kaldım. Dışarı çıktığımda ekip ve mürettebat, yemek salonunda toplanmaya başlıyordu. Athenagoras'a söyledim, o da salondaki yerini aldı. Ben de kamaraya gidip Edward ile Evans'ı aldım ve yemek salonuna geçtik. Kapıda, Dennis'i gördüm ve onu âyinden sonra kamaramda bekleyeceğimi söyledim.

    Salonda yine Moses, Daniel ve Gage hâriç tüm ekip ve mürettebat yerlerini almıştı. Benim sağımda Edward, solumda da Athenagoras vardı ve biz ilk sırada oturuyorduk. Kaptan Plummer, Pazar Duâsını okuduktan sonra Carlo hakkında kısa bir konuşma yaptı. Konuşması sırasında pek normal davranıyor, herhangi bir duygusal aşırılığa kaçmıyordu.

    Ulrich, benim sağ çaprazımdaydı ve yan gözlerle onu izliyordum. Onun da Kaptan Plummer'den farklı bir hâli tavrı yoktu. Max ise benim sol çaprazımda, Ulrich'in dört sandalye yanında oturuyordu. Max, hemen tüm âyin boyunca kafasını hiç kaldırmadı, bakışlarını belirli bir noktaya sâbitleyip öylece durdu.

    Kaptan Plummer konuşmasını tamamladıktan sonra, Carlo için hep birlikte duâ ettik. Duâmız bitince de Kaptan Plummer, bize iyi bir haber verdi; iki güne kadar İzmir'de olacaktık. Bunu duyduğunda, tüm ekip çok sevindi. Biz de öyle! Bu entrikalar oyununun ilk perdesi, iki güne kadar tamamlanıyordu. Tanrım…

    Âyin bittikten sonra ekip, hızla güverteye doğru yöneldi. Biz de kamaramıza doğru yöneldik. Koridorda Edward'a, Athenagoras'ın kamarasına taşınmamız gerektiğini söyledim. İçeri gireceğimiz sırada ise Dennis yanımızda belirdi. Onu buyur ettim, ben de karşısına oturdum. Ve sözlerime, Dennis'ten özür dileyerek başladım.

    Ardından, bunca zamandır benden kazı bölgesi hakkında daha aydınlatıcı bilgiler beklediğini, İbn-î Ceydân bin Ekber ve kitabı hakkındaki gerçek düşüncelerimi ve günlerdir Athenagoras'la birlikte kamaraya kapanıp bu bölge hakkında neler konuştuğumuzu merak ettiğini bildiğimi sözlerime ekledim.

    Bunca zamandır sessiz kalmamın nedeni olarak da henüz elimde sağlam bulgular olmadığı için ulaştığım sonuçların yalnızca bir varsayım olmasından ötürü bunları yeterli oranda sınama ihtiyâcını gösterdim. Dennis, bana karşı çok anlayışlı davranıyor, yüzünde çocuksu bir gülümseme görüyordum. Söylediklerime inandığından hiç şüphem yok.

    - Devam edecek -

    Alkım Saygın


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    4 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


     Dost Meclisi


    YORUMLARINIZI GALERiMiZDEKi iLGiLi BÖLÜME BIRAKABiLiRSiNiZ.
    Yorumlarınız için bekleriz.

    Fotograf : Mehmet Hamurkaroğlu


    <#><#><#><#><#><#><#>

    Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
    dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

    <#><#><#><#><#><#><#>

    Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
    Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
    Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
    Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
    Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.

    Yukarı


     


     Tadımlık Şiirler


    Hatıralarımı Unutma.

    Hatıralarımı Unutma ki kendine değilse bile bana saygı duy; Farzet ki hiç beraber olmadık,

    Hiç ben seni sevmedim, elini hiç tutmadım, senin için dünyaları delecek o ben hiç olmadı,

    Gözlerine gözleri parıldayarak bakan ben olmadım,Seni her öptüğünde yüreğinden bağrına kadar

    Yanan ve nefesi kesilen o bende hiç olmadı. Beni bir hayranın Farzet, Aylarca senin peşinden koşan

    Ama bir türlü karşılık bulamayan bir hayranın. Böylesi daha güzel…

    Hatıralarımı Unutma; Çünkü Sevdim Ben Seni, Senle Beraber Olmak İçin Değil, Sadece Seni Seni Sevdim… Beni de merak etme sakın alışığım ben vefasızlığa, saklarım bir ömür boyu seni en derinlerinde yüreğimin, rol yapmana gerek yok gözlerinde okudum ben ayrılığı..

    Hatırlarımı unutma; mutsuz olduğun zamanlarda güzel günlerimizi hatırla, Seni İlk öptüğüm zamanı hatırla.. Hatırlayabilirmisin ki, ziyanı yok hatırlamasanda olur. ben ikimizin yerine de yaşarım,Hüzünlerimi bıraktım buluştuğumuz duraklara… Yaşattığın Acıları bıraktım her bir köşeye..

    Hatıralarımı unutma; Sevgililer Günümüzü hatırla, Sana aldığım anlamını her yöne çekebileceğin hediyeyi hatırla, Yastığıma başımı koyduğumda senin kokun gelir hala, ben her gece seni en derin nefesimde içime çeker öle uyurum.

    Senin için ilk olmayabilirdi ama benim için ilk sevgililer günümdü. Sen de hatırla belki bir tebessüm yaratır dudaklarında.

    Doğum gününü hatırla, bir sürprizdi senin için aynı aşkımız gibi, pardon benim gelişim gibiydi ..

    Aşkımız dedim kusurabakma ben öle zannediyordum ama tek taraflıymış özürdilerim bilmiyordum..

    Sana sürpriz yapmaya severim bilirsin, dikkat et herhangi bir gün işten çıktığında karşında beni bulabilirsin. Ya da Gülhane parkına yolun düşerse ceviz ağacını hatırla necip fazıl polislerden kaçıyordu bense hala sana ait olan içimdeki benden..

    Hatıralarımı Unutma; belki de kumdan bir kaleydim ben senin için , dalgalar vurdu saçaklarıma ve kaybolup gittim,Gözlerini Kapattığında Gördüğün Bir Hayaldim Ben,Gözlerini Açtın ve Ben Bittim.

    En Büyük Hayranından Sana, bu da Son Cümlem Hatıralarımı Unutma..!

    Muharrem Enes Deniz

    Yazdırmak için tıklayınız.

    Yukarı


     


     Biraz Gülümseyin



    KMTV Sunar...

     


     Kıraathane Panosu



    Polygon Web Studio


    Yazarlarımızın Kitapları


    Merih Günay
    "Martıların Düğünü"

    Nesrin Özyaycı
    "Işık -II-"


    Temirağa Demir
    "Her kardan Adam Olmaz"


    Şadıman Şenbalkan
    "Şehit Analarımızın Çığlıkları"

    Hatice Bediroğlu
    "Düş Kuruyor Gece"

    Cüneyt GÖKSU
    Serpil YILDIZ

    "KÜBA - SARI SICAK BİR PENCERE"

    Merih Günay
    "HİÇ"

    Feride Özmat
    "Yanlış Zaman Hikayeleri "

    C.Eray Eldemir
    "Uzak İklimler"

    Temirağa Demir
    "Edepli Fahişeler"

    Ellerin Söylüyor Sonsuzluğu
    Feride Özmat
    "Ellerin Söylüyor Sonsuzluğu"

    Nesrin Özyaycı
    "ÖLMESEYDİ"

    Yitik Ada Günceleri
    Feride Özmat
    "Yitik Ada Günceleri"

    Hazırlayan: Kadir Aydemir
    "Olimpos Öyküleri
    Mavi Mağara - Sedef Özkan"
    İyi Kalpli Seri Katil
    Semih Bulgur
    "İyi Kalpli Seri Katil"


    İstanbul için Son Hava Durumu
    ISTANBUL ISTANBUL
    Ankara için Son Hava Durumu
    ANKARA ANKARA
    İzmir için Son Hava Durumu
    IZMIR IZMIR
    Kaynak: http://www.meteor.gov.tr

    Yukarı


     


    Akın Ceylan

     İşe Yarar Kısayollar


      Şef Garson : Akın Ceylan

    Biraz eğlence biraz pratiklik ve zeka için http://zekaolcer.tr.msn.com/ Hata yaptığınız anda en başından başlamak ilk başlarda gerginlik yaratsa bile sonralarda hırs yaparak sonuna kadar kendinizi zorluyorsunuz. Hadi canım bunu görmemiş olamam dedirtecek kadar heyecanla test amaçlı oyunlara devam ediyorsunuz. Şimdiden iyi eğlenceler.

    İstediğiniz birinin ya da kendinizin yüz resminizle, fazla uğraşmadan eğlenceli montajlamalar yapmak isterseniz http://www.photofunia.com/ web sayfasını tavsiye ediyorum. Daha önceden yapılmış örnekler içinden seçiminizi yapıp, kendi resminizi de yüklediğiniz zaman işin çoğu bitmiş oluyor. Resminizi nasıl yerleştireceğiniz ve nasıl düzenleme yapacağınız size detaylı olarak anlatılıyor zaten. Son işlem oluşan resmi istediğiniz yerde kullanabilmek için kaydetmek.

    "bir bir sayıyorum sokak lambalarını, yıldızları birbirine katarak. dünyanın sabırsız dönüşleriyle, akşamı sabah ediyorum. üşüyorum! mevsim şeritlerinden her kış geçtiğinde. yalnız, kir tutmuş gözlerimdeki hayalindi, içimi sıcak tutan..." Şiir severlere hem paylaşım hem de kaynak http://www.siirevim.com

    İşinize biraz mola verip kafanızı dağıtmak isterseniz http://www.flash.gen.tr/ Sanırım ne olduğunu açıklamaya gerek yok.

    Yukarı


     


     Damak tadınıza uygun kahveler






    http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
    Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.

    GOM Player 2.1.21.4846 Released [2009 11/05] / Windows / 5.77 MB
    http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE
    Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.

    VLC media player for Windows / V.1.1.4 / 18 MB
    http://www.videolan.org/
    İçinde tüm codec kütüphanesini barındıran açık kaynak bir oynatıcı. Bilgisayarınızın olmazsa olmazlarından biri. mp4, mov, mkv dahil hemen her formatta filmi izlemenize olanak sağlıyor. İndirin seveceksiniz.

    7-Zip 4.65 (2009-02-03) for Windows / 913 KB
    http://www.7-zip.org/
    Winzip, Winrar gibi sıkıştırma programlarının tek alternatifi. Sadece zip ve rar formatlı dosyaları değil, hemen her çeşit sıkıştırılmış dosyayı açan, minik ama süper bir "Open Source" programı. Kendi formatında yaptığı sıkıştırmanın üzerine yok. İsterseniz zip olarak ta sıkıştırma şansınız var. Hemen indirip kurun, sonra da bana şükredin.

    Yukarı


     


    KAHVE MOLASI ABONELERi Google Grubuna üyesiniz. İlginize teşekkür ederiz.

    ABONELiKTEN AYRILMAK İÇİN :
    KM-abone+unsubscribe@googlegroups.com
    (Gönderdiğiniz mesajın abone olduğunuz adresten gittiğine emin olunuz.)

    ÜCRETSİZ ABONE OLMAK İÇİN :
    Google Gruplar KAHVE MOLASI ABONELERi grubuna kayıt ol
    E-posta:


    Arkadaşlarınıza önermek ister misiniz?


    Uygulama : Cem Özbatur
    2002-23©KAHVE MOLASI - Her hakkı saklıdır. Yayın İlkeleri

     






    Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

    Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



    SON BASKI (HTML)

    KAHVE YANINDA DERGi

    Hoşgeldiniz
    Arşivimiz
    Yazarlarımız
    Manilerimiz
    E-Kart Servisi
    Sizden Yorumlar
    KÜTÜPHANE
    SANAT GALERiSi
    Medya
    İletişim
    Reklam
    Gizlilik İlkeleri
    Kim Bu Editör?
    SON BASKI (HTML)
    YILDIZ FALI
    DÜNÜN
    ŞARKILARI





    ÖZEL DOSYALAR

    ATA'MA MEKTUBUM VAR
    Milenyumun Mandalı
    Café d'Istanbul
    KIRKYAMA
    KIRK1YAMA
    KIRK2YAMA
    KIRK3YAMA
    ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
    11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
    Teröre Lanet!
    Kek Tarifleri
    Gezi Yazıları
    Google
    Web KM




    Epitaph - King Crimson









    Fincan almak ister misiniz?
    http://kmarsiv.com/sayilar/20101007.asp
    ISSN: 1303-8923
    7 Ekim 2010 - ©2002/23-kmarsiv.com