Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 9 Sayı: 1.823

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 22 Ekim 2010 - Fincanın İçindekiler


  • EŞKİNA'NIN BEYNİNDEKİ İKİ TAŞ ... Hamdi Topçuoğlu
  • INTO THE WILD - YABANA DOĞRU 1 ... Buket Çetin
  • Elif Şafak'a Açık Mektup ... Mehmet Sağlam
  • POLAT'IN SECDESİ ... Hasan Tülüceoğlu
  • 12 Eylül Referandumu'na İlişkin Bir Değerlendirme ... Alkım Saygın


  • Dost Meclisi, Tadımlık Şiirler, Biraz Gülümseyin, Kıraathane Panosu, İşe Yarar Kısayollar, Damak Tadınıza Uygun Kahveler

  •  



     Editör'den : Haşemalı YÖK'e kurban olayım!..


    Merhabalar,

    Başlığı attım ama gerisini getirmeye mecalim kalmadı. Fırsat bulur devamını getirebilirsem panoya asarım merak etmeyin. Şimdilik hoşçakalın.

    Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

    Cem Özbatur








     


    Hamdi Topçuoğlu

     Kahveci : Hamdi Topçuoğlu


      EŞKİNA'NIN BEYNİNDEKİ İKİ TAŞ

    İzmir'den sicim gibi bir yağmur altında ayrılıyoruz. Selatin Tüneli'ni geçince bulutlar, birden yamaçlara çekiliyor. Şimdi göz ufkumuzda yenice yunup yıkanmış Aydın Ovası var. Burada doğa, nonfigüratif çalışılmış bir tuval. Yeşilin, sarının ve kırmızının bin bir tonu, bulup buluşturulmuş ovaya, vadilere, yamaçlara serpiştirilivermiş. Bu zeytin yeşili, bu çam yeşili, bu portakal, mandalina…

    Aydın Ovası'nda sonbaharın en güzel renkleri incir ağaçlarındadır. Önce yaprakların uçları sararır. O sarılık, yaprağın ana damarlarına doğru işlerken ilk sararan yerler, önce kızarır, sonra kavruluverir. Minik bir yağmur damlası ya da küçük bir esinti, o yaprakları tek tek alır aslına götürür. İncir ağaçları gri gövdeleriyle uykuya çekilirken ovada kış baharı çoktan başlamıştır.

    Söke Ovası, Aydın Ovası'nın deniz rüzgârlarına açık bölümüdür. Göz alabildiğine uzanan tarlalarda mısır, ayçiçeği de üretilir; ama Sökelilerin göz ağrısı pamuktur. Ovaya sarkar sarkmaz bizi bozuk pamuk tarlalarının buruk kızıllığı karşılıyor. Tarlalar bu yıl da görevini yapmış inzivaya çekilmiş gibi. Tarla sınırlarını tek yağmurla bir günde yeşeren otlar çevreliyor. Bulutlar ötelerde salkım saçak. Kimilerinin arasından güneş süzülüyor. Kimileri inatçı; illa ki yağacak.

    Bafa Gölü, bu kez yağmurla selamlıyor bizi. Ama ne yağmur! Sanki ışıltı yağıyor sulara, dağlara, zeytinlere. Birkaç gökkuşağı yan yana yaylar çizerek dağları dağlarla buluşturuyor. Boşuna değil, buralara "Güneşli Yağmurlar Ülkesi" demem. Boşuna değil, ilkçağ bilim adamlarının bu topraklarda yaşaması. Böylesine cömert bir doğada yaşayan insanın, bozkır insanından farklı olması doğal. Çünkü o, her daim kendini yenileyen bir doğanın ürünü. Kültüründeki çeşitlilik bundan. Farklılıklara saygılı olmasının, bağnazlığa pirim vermemesinin altında yatan cevher bu.

    Bafa Gölü' nü geçip yalnızca zeytin deniziyle baş başa kaldığımızda, Karia'nın denizle pişen adamı Aksona arıyor.

    - Bu akşam konuğumsun unutma.

    Aksona'nın bu akşam Mancorna'da mini bir daveti var. Dediğine göre Gökova'nın lezzetini getirmiş.

    - Bu havada mı?

    - Aşk olsun, diyor. Bu teknenin adı Mancorna. Ona derin deniz süngercilerinin adını boşuna mı verdik. Hani, kaptanı da yağmurun, fırtınanın dilinden çok iyi anlar.
    Benimki bahane yaratma çabası; bilmez mi o.
    ***

    Tirhandile beş on dakika geç varıyorum. Sofra hazır. Türkiye'nin Siraqüza fahri konsolosu Sinyor Domenico Romeo onur konuğu. Damarlarda dolaşan Akdenizli kanı olunca sorun olmuyor; kırk yıllık ahbap gibi kaynaşıveriyoruz. Ortak dilimiz kırık dökük İngilizce. Keşke İtalyanca bilseydim, diye geçiriyorum içimden. Başkalarına kendi dilleriyle seslenebilmekten daha dostça bir tavır olduğuna inanmıyorum.

    Sinyor Romeo, Sicilya'dan, Catania'dan söz ediyor. Sicilyalıların çok sıcakkanlı ve yardımsever insanlar olduklarını anlatıyor. Aksona bu yaz sünger için gittiğinde kendilerinden ne denli yakınlık gördüğünü anlatarak onu destekliyor. Yıllar öncesine gidiyorum. Belçika'da en dar zamanlarımda hep dost elini uzatan Roger Ritzo'yu anımsıyorum. Onun bana esinlettiği dizeler var dilimde:

    "Ana en eski Romalıdır, baba Sicilyalı ya da İtalyan
    Toroslardan gelmiş bir yörük de olabilirdi
    Ya da Che'nin ülkelerinden…"
    ***
    Yüzyıllar önceydi
    Typhoeus uyandı bir sabah
    Bahardı,
    Limon çiçeği kokuyordu Catania Ovası
    Etna yamaçları defne, kekik,

    Etna'da oturur Typhoeus hâlâ,
    Aklına esince uyanır;
    Dolaştırır bahçe bahçe, sokak sokak…
    Acılara ad olmuş kollarını.
    Denkler düzülüdür bu yüzden,
    Göç yolları açıktır Catania'lılara her zaman.

    Bu şiiri Sinyor Romeo'ya İtalyanca okuyabilseydim, eminim çok mutlu olurdu. Ama asl'olan insan. Dil, din, köken birliği ayrıntı. Dünyanın neresinde ve ne zaman olursa olsun; bir insanın acısına, sevincine ortak olabiliyorsak kendi dilimizin de dinimizin de kökenimizin de bize yüklediği görevleri yapmış olduğumuza inanırım ben.

    Aksona'nın mutfağı gerçekten özgün. Masada meze olarak limon ve tuzla terbiye edilmiş lagos var. Bu Aksona'nın kendi buluşuymuş. Arkasından kendi suyuyla haşlanmış eşkina servis ediyor.

    Aksona'ya, "Bir balık lokantası aç, kapısına da 'Balık Lokantası' gibi bir şey de yazma. Nasıl olsa balığın enfes kokusu yoldan geçenleri lokantaya çağırır" diyorum.

    Aksona, eşkinanın beynini açıyor. Balığın beyninden çıkardığı iki kar beyazı taşı gösterip "Bu taşların sağlık için önemini biliyor musunuz" diye soruyor.

    Bu taşlar, böbrek taşları için şifaymış. Taşlar bir fincan limon suyu içinde bir gece bekletiliyormuş. Bu limon suyu içildikten sonra üstüne yeniden limon suyu dolduruluyor, bu uygulama eşkinanın beyninden çıkarılan bu taşlar bitene dek sürdürülüyormuş.

    - Şu ana dek, yararını görmedim, diyen hiçbir kişi olmadı, diyor Aksona.

    İki minik taşı avucuma alıp incelerken doğanın bize sunduğu şifa kaynaklarının nicesini bilmeden göçüp gideceğiz diye düşünüyorum.

    "Bu taşlar neden sadece eşkinanın beyninde oluşuyor?"
    "Bu taşlar, eşkinaya ne kazandırıyor?
    "Bu taşların, böbrek taşlarına iyi geldiğini kim, nasıl keşfetmiş olabilir ki? "

    Öğrenmenin en değerli itici gücü merak etmek, deneme de bir yöntem. İnsanoğlu bugün ulaştığı noktayı meraklı ve denemekten korkmayan insanlara borçlu.

    Sohbetin en koyu zamanında yanı başımda Mümtaz ( Soysal) Hoca beliriyor. Ellerine sarılıyorum. O da insanlığa ışık saça saça bugünlere gelmiş biri.

    Burası Bodrum, ekimin sonlarında bir teknede en lezzetli deniz ürünlerinden oluşmuş bir sofrada, ömürlerini bilimin, uygarlığın gelişimine, dünya barışına adamış insanlarla bir arada olmak ne büyük bir şans.

    Hamdi Topçuoğlu
    egerem@yahoo.com


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    4 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


    Buket Çetin

     Kahveci : Buket Çetin


      INTO THE WILD - YABANA DOĞRU 1

    Joan Krakauer'in yazdığı kitaptan esinlenerek Sean Penn tarafından sinemaya uyarlanmış bir filmdir İnto The Wild. Christopher McCandless'ın gerçek yaşam öyküsünden yola çıkılarak 2007 yılında yapılmış olan film bizlere Chris'in yaşamını, yaşama ilişkin sorgularını, çatışmalarını ve aradığı mutluluğu anlatır.

    Into the Wild Filmin oyuncuları ise Kristen Stewart, Emile Hirsch, Vince Vaughn, Zach Galifianakis, Marcia Gay Harden, Catherine Keener, Jena Malone, William Hurt, Thure Lindhardt, Hal Holbrook, Brian H. Dierker, Craig Mutsch, James O'neill, Jim Gallien, John Decker, Malinda Mccollum, Paul Knauls, Signe Egholm Olsen'dan oluşur.

    Film, Chris'in üniversiteden 22 yaşında mezun olduğu ilk sahneler ile başlar. Kendi mezuniyet töreninde bir geriye dönüş süreci ile Chris'in anne ve babasının mezuniyet törenlerine ilişkin kendi düşüncelerini içeren sahneler yer alır. Aslında anne ve babasının mezuniyetine bakış açısı ve onları yargılayışı ile filmin daha ilk sahnelerinden itibaren anne ve babasına karşı bir inanç yitiminin söz konusu olduğu gözlenmektedir.

    Chris'in mezuniyet töreninin ardından ailesine ilişkin ilk ilişkilerini gözleyebileceğimiz sahne, yani mezuniyetin kutlandığı yemek sahnesi ile film devam eder. Yemekte Chris'e yeni bir araba almaktan söz eden anne ve babası Chris'in sert tepkisi ile karşılaşır. Kullandığı arabanın hiçbir problemi olmadığını ve onunla mutlu olduğunu söyler. Bu andan itibaren film görüntülerinin üzerinde Chis'in kızkardeşi Carine'in anlatımı ile film devam eder. Carine'e göre Chris, sürekli kitap okuyan, okuduğu yazarlarla özdeşim kuran ve sert ahlaki kuralları ile çevresindekileri yargılayarak kendini yalnızlığa doğru sürükleyen birisidir.

    Carine'nin bu anlatımının ardından filmin ana konusunu oluşturan Chris'in yolculuğu başlar. Belki de başlayan bu yolculuğa aynı zamanda Chris'in arayışı, özlemi ya da belki Chris'in kaçışı demek daha doğru olacaktır. Çünki filmin ilerleyen sahnelerinde Chris'in yaşamına ilişkin geri dönüşlerle yapılan anlatımda ergenlik yıllarına denk düşen bir travmasıyla tanışırız. Chris o yıllarda ailesiyle ilgili öğrendiklerinden sonra ciddi bir travma yaşar. Ailesi anlattıkları gibi tanışarak evlenmemiş Chris dünyaya geldiğinde babasının bir başka evliliği ve bu evlilikten bir başka çocuğu olmuştur. Anne ve babasının evlilikleri ise daha sonraki yıllarda gerçekleşmiştir. Öğrendiği bu bilginin ardından çevresindeki olayları kendi ahlaki değerlerine göre sert bir şekilde yargılayan Chris'in ailesinden ve yaşamından ilk kaçışına tanık oluruz. Çünkü o zamana dek Chris'in zihninde kurulup yüceltilen aile aslında böyle bir aile değildir. Tıpkı kız kardeşi Carine'in anlattıkları gibi yaşadığı bu travmanın ardından Chris aidiyet duygusunu kaybetmiş ve en yakınlarından başlayarak kendi yaşamına olan inancını da yitirmiş bir karakterdir. Kendi ailesinden başlayarak gittikçe sosyal çevresine doğru da inançlarını ve aidiyet duygularını yitirmeye başlar. Üniversitede öğrenim gördüğü alan da onun bu karakter yapısı üzerinde etki bırakacak ve yaşama- dünyaya ilişkin bakışını aynı düşünceler ve inançsızlıkla sürdürmesine neden olacaktır. Toplum da tıpkı anne-baba yani ebeveynler gibi sahte bir düzen üzerine kurulmuştur. Chris'in ifadesi ile bu yalan bir hayattır. Onun aradığı ise aşk, para, şöhret değil gerçek bir yaşamdır. Bu kaçış ile Chris, soyutluk, sahte güven, ebeveyn ve maddi ölçüsüzlük dünyasından varolma isteğini duyduğu yola doğru ilerlemeye başlar.

    Öğrenimi için ayrılmış olan hesabındaki 25.000 doları bir hayır kurumuna bağışlar, bütün kimliklerini ve kartlarını bir makasla keser, en son arabasını selde yitirdikten sonra paralarını da yakarak ona göre sahte olan dünyanın tüm sahte araçlarını da yok ettikten sonra yoluna devam eder. Kimliklerini yırtar çünkü inanmadığı bir toplumsal sistem vardır ve kimlikler onun inanmadığı bu toplumsal sistemde onu niteleyen araçlardır. Kartlarını ve parasını yırtar, yakar çünkü bunlar inanmadığı toplumsal sistemin işleyişini sağlayan ve aynı zamanda kendisini bu toplumsal sistem içerisinde olmaya zorlayarak daha tedbirli davranmasını neden olan araçlardır.

    Ve tabiki kendi kimliğinden hoşnut olmayan Chris'in bundan sonraki adımı ise kendine yeni bir isim vererek filmin ilk bölümünü oluşturan yeniden doğuş sürecini başlatmaktır. Chris'in bundan sonraki adı: Alexander Süperberduş olmuştur. Asıl adıyla Chris ve yeni adıyla Alex başladığı bu uzun yolculukta önce evli bir çiftle, ardından buğday işçileriyle ve en son da yaşlı bir adamla tanışır. Alex'in asıl amacı ise Alaska'ya giderek orada bir süre yaşamına devam etmektir. Bu yaşam yalnız, kimsenin olmadığı, hiçbir toplumsal kuralın ve sistemin uzantısının bulunmadığı, tamamen doğa ile ve kendi adlandırması ile gerçek olanla baş başa kaldığı bir yaşam olacaktır.

    Alaska Chris için kendi gücünün farkına varmak, bir kere olsun kendi başına sağır ve dilsiz olarak mücadele etmeyi öğrenmek demektir. Bunun için gideceği Alaska bir toplumsal yaşayışın olduğu, marketlerin, insanların, bildiğimiz şehrin olduğu bir Alaska değildir. Alaska en kuzeyde, toplumun, saatlerin, planların, gerçek olmayan yaşamın, yalan ve sahte düzenin en kuzeyindeki, vahşi doğayla iç içe olan, karın-buzun ve tüm sert doğa koşullarının içinde barındığı Alaska'dır. Alaska, Chris için sadece yaşamak adına gidilmesi gereken, yaşamın tüm vahşi ve sert yönleriyle mücadele ederken tüm amacın sadece yaşamak olduğu, doğanın bir parçası olarak yaşamak için yaşamaya çalışarak varolacağı bir yaşam hayalidir. İnsanların birbirine kötülük yapmadığı, muhakemenin, kontrolün, politikacıların, kalleşlerin, ikiyüzlülerin ve ebeveynlerin olmadığı sadece kendinin olduğu bir yaşamdır.

    Filmin bundan sonraki sürecinde Alex, tanıştığı evli çiftle de yaşlı adamla da, çalıştığı çiftçilerle de yaşamı sorgulamaya devam eder. Onlarla birlikte olduğu süreler içerisinde Alex'in tercihlerine saygı gösteren bu insanların da bir noktada Alex'i anlamadığını görürüz. Çünki Alex'in yaşayacağı bu zorlu deneyimden kuşku duyarlar ve onun yaşamı için endişe ederler. Tanıştığı evli çift kaybettiği oğlunun yerine koyar Alex'i, filmin son sahnelerindeki yaşlı adam ise kendi yanında kalmasını ve manevi oğlu olmasını ister Alex'in. "Affettiğinde sevgi duyarsın ve tanrı seni nuruyla aydınlatır." sözleri belki de Alex'in yaşadığı çatışmaya çözüm sunan sözlerdir. Alex gerçekten affetmeyi bilmediği için mi bu yolu, bu kaçışı tercih etmiştir? Bu soruya verilecek en iyi yanıtı Carine'in anlattıklarından anlarız. Chris ailesiyle ilgili gerçekleri öğrendikten sonra diğer çocuğun ve ailenin babası tarafından inkar edilmesi ve babasının gerçekten bir baba gibi diğer oğluyla da ilgilenmemesi aslında gerçeğin katli demektir. Chris babasının bu tavrı ile onun babalık duygularından kuşku duyar, gerçeği bu şekilde katleden bir babanın da gerçek olamayacağına inanır. Carine bu yönüyle Chris'i kristal bir bardağa benzetir. Hassasiyetinin ve kırılganlığının ailesi ve babası tarafından inkarı ise Chris için ikinci bir travmadır.

    En sonunda Chris yaptığı tüm hazırlıklarla Alaska'daki yaşamına başlar. Bu yaşamdaki tek yakını ise sihirli otobüs adını verdiği terkedilmiş hurda bir otobüstür. Yüz günden fazla sürecek olan Alaska yaşamında sığındığı, kitabını okuduğu, doğadan avladığı hayvanlarla yemeklerini pişirip yediği, hastalandığında ve yaşamının sonlarına yaklaştığında tek yakını bu sihirli otobüstür. Filmin sürekli ileri gidiş ve geriye dönüş sahneleriyle aslında Chris'in bu otobüs yaşantısında da sürekli geçmiş yaşantısını sorguladığını görürüz. Geçmişini sürekli sorguladığını, bulunduğu zamanı sürekli sorguladığını ve okuduğu bir kitabın ardından aslında aradığı mutluluğun burada da olmadığını anladığını fark ederiz.

    "Hayatımdan çok şey geçti. Ve şimdi mutluluk için gereken şeyi bulduğuma inanıyorum. Bir kasabada insanlara faydalı olmak, gözlerden uzak bir yaşam, insanlara fayda sağlayacak bir iş, komşu, müzik, doğa ve eş olarak sen ve belki çocuklar, bir erkek hayattan ne ister ki?"

    Kitapda geçen bu sözlerin ardından Chris için bir değişim başlar. Tüm eşyalarını toplar ve Alaska'ya gelen baharla birlikte geri dönüş yoluna düşer. Yaban doğanın Chris için ilk zorlu yolculuğu başlamıştır. Geri dönmesi için geçmesi gereken nehir bahar suları ile hızlanmış olduğundan güç bir nehire dönüşmüştür. Karşıya geçmesi imkansız olduğu halde yine de adımını atar nehre. Nehirde yaşadığı boğulma tehlikesinin ardından sihirli otobüse geri döner. Bundan sonra mücadeleci yönüne alıştığımız Chris'in pes etmiş yönü ile tanışırız. Geriye dönmeye gücü kalmamış ve olduğu yere saplanıp kalmış Chris aslında bulunduğu yerden de hiç mutlu değildir. Çünkü avlanmak için hiçbir hayvan bulamaz ve yaşaması için gerekli olan koşulları sağlayamamaya başlar. Chris gün geçtikçe gücünü kaybeder, ne nehrin öbür tarafına geçecek gücü kalmıştır ne de olduğu yerde yaşamına devam edecek gücü.

    Yaşamının son anlarında ise Chris'in kendi özkimliği ile barışık olarak öldüğünü anlarız. Yaşadığı otobüsün camına asıl adlarını yazar ve tanrıya şükür ki mutlu bir hayat yaşadım der. Filmin son sahnesinde gözlerinde ailesiyle buluştuğu bir sahne vardır: "eğer yüzümde bir gülümseme ile size koşuyor olsaydım, benim gördüklerimi siz de görür müydünüz?" Ve filmin vermek istediği mesaj Chris'in son sözleri ile bizlere ulaşır: "Mutluluk paylaşıldıkça çoğalır."

    Buket Çetin


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    3 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


    Mehmet Sağlam

     Kahveci : Mehmet Sağlam


      Elif Şafak'a Açık Mektup

    Merhaba Elif Hanım,
    Biliyorum; Strazburg'da başlayan bebekliğinizden bugüne dek acı-tatlı sürprizlerle dolu, köklü değişimlere uğramış ve başarılarla süslü sıra dışı bir yaşam süregelmişsiniz. Bilgi dağarcığınız, duygu örgünüz ve ruhsal yapınız doğal olarak deneyimlerinizle eşgüdüm-aykırıgüdüm içinde gelişip değişegelmiş; kısacası yaklaşık 39 yıllık geçmişiniz sizi yazar Elif Şafak-SAĞLIK yapmış.

    Fransa'da doğduğunuz için otomatik olarak Fransız vatandaşı sayılırsınız. ABD'ye çok rahat girip çıkmanız, orada aylarca-yıllarca kalabilmeniz ya Yeşil Kart veya uzun vadeli vizeler sayesinde oluyordur. Ana-babanız Türk, nüfus kütüğünüzde Adana'nın Sarıçam köyüne kayıtlı göründüğünüz için Türk sayılırsınız. Ayrıca Radikal gazetesinin bugünkü başı Eyüp Can Sağlık ile evli olduğunuz için iki çocuğunuz da Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmuşlardır.

    Sevgili anneniz Şafak Hanım ülkemizi diplomat olarak temsil etmiş saygın bir Türk kadınıdır. Babanız, Prof. Dr. Nuri Bilgin, sizin Ermeni Meselesi hakkındaki Ermeni yanlısı görüşünüzden ve "Baba ve Piç" adlı romanınızdan utanç duyduğunu söyleyen saygın bir akademisyendir. Babanıza karşı belli ki ne sevginiz varmış ne saygınız; o kadar ki baba soyadını almak istememiş, anneniz adını alıp soyadınız yapmışsınız.

    Elif Hanım. Ben de bir yazarım. Benim irfanım ne Nobel Edebiyat Ödülü payesi, ne tüm dünyada okunup ünlenme ve ne de milyonlarca kitabımın satışlarından kazanacağım milyon dolarlar için "Baba ve Piç"te geçen aşağıdaki cümlelerinizi yazmama izin verirdi:

    "Bütün akrabalarını 1915'te kasap Türklerin ellerinde kaybetmiş soykırımzede bir sülalenin torunuyum." (Kurgu dahi olsa, tüm dünyanın okuyacağı ve hem ülkemizi hem atalarımızı zan altında bırakmak isteyenlerin ekmeğine yağ sürecek bu cümleyi yazabilmek ya son derece sağlıksız bir bilinçaltının eseridir veya bilinçli bir misyonerliğin!)

    "Sıradan Türklerle ne konuşacaksın; eğitim görmüşleri bile ya milliyetçi ya cahil." (Babanıza duyduğunuz çocukluk nefretinden olacak, bilinçaltınız o kini Türklerin yüzde 99'una duymanıza yol açmış görünüyor! Umarım yanılıyorumdur.)

    "Erkek bırakmıyorlar ortada. Silah arama bahanesiyle Ermenilerin evlerine girip, sonra da yağmalıyorlar." (Hep yandaş kitapları okumuşsunuz belli ki... Bölüm bölüm çevirdikçe 34 blog hâlinde yayımladığım "Boğaziçi'nin Sırları" adlı 1918 basımı kitabı düşüne taşına incelemenizi önermekten başka bir şey gelmiyor elimden!)

    Bu ve buna benzer cümleleriniz yüzünden ve bu romanınızın İngilizce adı "İstanbul Piçi" olduğundan İnternet yazışma gruplarında size karşı -buraya yazamayacağım kadar- çok çirkin sözler sarf edilmiş! Kitaplarınızı yakanlar olmuş. Sizden çok daha kültürlü ve erdemli insanlar, Baba ve Piç'i okuduktan sonra size karşı derin bir antipati, hatta nefret duyup bir daha ne adınızı anmışlar ne sonraki kitaplarınızı okumuşlar.

    Elif Şafak adı bazı insanlara hâlâ öylesine tiksindirici geliyor ki, TED'deki konuşmanızı çevirip yayımladım diye, Milliyet Blogküre yazarlarından en aklı başında olanlar dahi -beni kırmak pahasına ve sözlerimin arkasının nasıl geleceğini dahi bekleyemeden- daha ilk bölümde tepkisel davranıp size karşı duydukları öfkeyi dillendirdiler.

    Google'ı ve yazılı medyayı saatlerce taradım; "Baba ve Piç"te yazdıklarınız için özür dilediğinizi ima eden herhangi bir ifadenize rastlamadım. Ne var ki, pişmanlık duyduğunuza dair bazı ipuçları görür gibi oldum. Ayrıca, "Edebiyat'ın Poetikası" başlıklı konuşmanızda kullandığınız şu cümleler, bence hem o cemaatçi gazetenin köşe yazarlığından ayrılmanızın nedenini açıklıyordu, hem de duyduğunuz pişmanlığı:

    "Anneannem gibi kadınların Türkiye'de yaptıkları bir başka şey de aynaları kadife örtülerle örtmekti. Bu, eski bir Doğu geleneğiydi... Kişinin kendi yansımasına uzun süre bakmasının sağlıksız olduğu bilgisinden beslenen bir alışkanlıktı. Tuhaftır ki, aynı fikirleri ve aynı ufukları paylaşan cemaatler içinde yaşama eğilimi, küreselleşen dünyadaki en büyük tehlikelerden biridir."

    Elif Hanım, eşiniz de aynı gazeteden ayrılıp Doğan Grubu'na katıldı ve sonra Radikal gazetesinin başına geçti. Umarım siz de radikal bir karar verir ve Türk Milleti'nden romanda kullandığınız ve yargılanıp beraat ettiğiniz; ama tarihte ve bugün oynanan küresel oyunları bilen herkesin gönlünde hâlâ mahkûm olarak kaldığınız o tek taraflı ve gerçeği yansıtmayan ifadeler için bir özür dilersiniz.

    Umutla, saygıyla...

    Dip not: Eğer yazışıyor veya görüşüyorsanız, bu satırları kıssadan hisse alması için Orhan Pamuk'a da iletirseniz memnun olurum. Teşekkürle...

    Mehmet Sağlam
    mehmetttsaglam@gmail.com


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    6 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


     Kahveci : Hasan Tülüceoğlu


    POLAT'IN SECDESİ

    Türk insanın bariz özelliklerinden birinin dini konulara balıklamasına dalıp bilir bilmez pervasızca ahkam kesmesi olduğunu düşünüyorum. 'Dedem hocaydı' diye başlanır, en yetkili din alimi konumundaymış gibi fetvalar verilir; evliyalardan daha dindar bir kul konumuna bürünülür. Konu din dışı farklı bir mevzu olduğunda hemen bilimsellik hatırlanır. Konunun bilimsel uzmanı değilseniz size itibar edilmediği gibi birde cahillik ve cüretkarlıkla suçlanırsınız.

    Bu özelliğimiz her sevide insanımız görüldüğü gibi sanat edebiyat camiamızda da görülür ki dini konularda yazılacaklar, sinema ve dizi filmde yer alacak dini sahneler için bilimsel dini otoritelere danışma ihtiyacı duyulmaz. Oysa en ahlaksız ve alelade bir tecavüz sahnesi için sosyolog ve psikologların kapıları aşındırılır.

    İnsanımızın bu absürt yönünün üzerinde durulması, düşünülmesi, sebeplerin nelerden kaynaklandığının araştırılması gerektiği kanaatindeyim.

    Buradan Türk halkının büyük çoğunluğunun hayranlıkla izlediği 'kurtlar vadisi pusu' dizisine, dizinin 96. bölümündeki cami sahnesine geliyorum.

    İncirlik Amerikan üssünü basıp istediğini alamamakla birlikte oradan sağ salim çıkan Polat, ülkesi için verilen görevi yerine getirme ve getirebilme psikolojisinde babasının vakit namazını kıldığı camiye nedense namaz bitimi gelir. Doğrusu namaz vakti ezan okunurken gelip namaza katılması iken muhtemelen laikliğe aykırı olacağı endişesiyle babası beş vakit namazlı Polat'a namaz kıldırılmaz. Namaz sonrası herkes camiden çıkarken baba rahlede kuran okur. Kuran her zaman her yerde okunur ama camide Kuran'ın namaz öncesi okunması geleneksel dini teamüllerimize daha uygundur. Kuran okunduktan sonra secdeye gerek yoktur. Eğer bu secde tilavet secdesi ise ayakta başlanmalıdır. Baba kuran okumayı bitirip oturduğu yerden niçin yaptığı anlaşılmayan secdeye gider. Camiye gurur abidesi olarak giren Polat, dine yakınlığın ikinci göstergesi olarak babasını takliden secdeye eğilir. Dine yakınlığının ilk göstergesi camiye gelmesidir. Doğrudur secde halinde dua edilir. Muhtemelen burada Alparslan ve II. Murat'ın duaları hatırlatılmak istenmiştir.

    Bahsettiğimiz yanlışlar dizi yapımcılarınca bir ilahiyat otoritesine danışılsaydı olmayacaktı. Eğitim ve görsel sanatlardaki yanlışlar nesillere katlanarak aktarılır. Buda toplumda düzeltilemeyecek yanlışlara hatta yıkımlara neden olur.

    Bu sahne Sylvester Stallone'nin filmlerindeki kilise sahnelerini hatırlatıyor. Stallone kilisenin emrettiği şekilde ritüellere uygun gerçek Hıristiyan'ın etmesi gereken duayı eksiksiz bir şekilde sahneler.

    Polat'a dinin emri olan namaz neden kıldırılmazda küçük bir yere eğilme ve kısa bir dua ile yetinilir?

    Namaz kılan bir Polat ile ilerlemiş yaşına ve dindar eşine daha uygun olacak ve yakışacak başörtülü bir anne laikliğe zarar mı verir?

    Yıllardır dinin ve din adamının horlanıp dalga geçildiği sinemamızda -ki en son vizonteleyle Yılmaz Erdoğan dalgasını geçmişti- Polat gibi bir kahramanın camiye girmesi, üstelik birde secde etmesi büyük bir olaydır.

    Secde ettirilen kahramanımıza elbet bir gün namazda kıldırttırılacaktır. Eş ve annesi de başörtülü görüntülenecektir.

    Bahsettiğimiz oluşumlar filmlerde gerçekleştiğinde gerçek hayatta da hakikat olacaktır. Zira şimdi yaşadığımız hayat önce edebiyat ve sanat dünyasında gerçekleştirildi.

    Hasan Tülüceoğlu


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    6,676,676,676,676,676,676,67
    3 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


    Alkım Saygın

     Romancı : Alkım Saygın


      12 Eylül Referandumu'na İlişkin Bir Değerlendirme

    Said Halim Paşa, II. Meşrûtiyet'in ilânı sonrasında, "Temmuz İnkılâbı"na katılanların Osmanlı Kânun-i Esâsîye'sini sâhiplenmelerine dikkat çeker. Nitekim, Kânun-i Esâsîye'nin aslında, hazırlandığı dönemin hâkim "memur zümresi" tarafından, mutlâkıyet yönetimine karşı milletin "dengeleyici" bir unsur olarak ön plâna çıkartılması amacını yansıttığı söylense de bu anayasa, bu "zümre"nin kendi talep ve beklentilerini "milleti âlet ederek" pâdişâha kabul ettirmelerinin ve onun üzerinde bir baskı oluşturmalarının aracıydı ve sonuç olarak, burada getirilen "tedbirler, tertipçilerin aleyhine dönmüştü".

    Dahası, bu anayasa o kadar "tepeden inmeci"ydi ki, anayasada pâdişâha ve millete biçilen roller aslâ kabul görmemişti. Ve II. Abdülhamid idâresinde her ne kadar Kânun-i Esâsîye fesih ve ilgâ edilmemiş olsa da bunun adını anan da çıkmıyordu. "Temmuz İnkılâbı"nı gerçekleştiren kadronun, "Kânun-i Esâsîye'nin yeniden uygulanmaya konulması" söylemi ise bütünüyle Pâris menşeliydi; bu hareketi "Batı entelektüellerine tanıtmak ve sevdirmek için", "19. yüzyıl anayasacı gelenekleri"ne öykünülerek bu söylem geliştirilmişti. Memâlik-i Osmâniyye Mülkü'nde ise Kânun-i Esâsîye'nin esâmesi bile okunmuyordu.

    Ne var ki, "Temmuz İnkılâbı"nı gerçekleştiren kadro, II. Abdülhamid'in tahtan indirilmesi sürecinde ve daha sonra, gerek bu hareketi, gerekse de bundan sonra yapmayı arzu ettikleri değişiklikleri hem içeride, hem de Batı kamuoyunda Kânun-i Esâsîye'ye dayandırdıkları gibi, geniş halk kitleleri nezlinde de birden bire, bu anayasaya yönelik ilgi ve destek artıvermişti. Sâdece Anadolu'da da değil, hemen tüm Memâlik-i Osmâniyye Mülkü'nde bu anayasaya karşı güçlü bir destek oluşmuştu ve Paşa'nın ifâdesiyle, "Kaderin bir cilvesi olarak milletin vekilleri, istibdâdın vekilleri tarafından düşünülmüş ve ortaya konmuş olan şeyi benimsediler." (1978:48)

    Bugüne geldiğimizde; 12 Eylül Anayasası, elbette ki 1980 Darbesi'ni yapanların temel sâiklerini yansıtmaktadır. Fakat, Tayyip Bey Hükümeti'nin gerçekleştirmeye çalıştığı "sivil darbe"nin amacı da yine, kamuoyumuzda yaygın bir görüşün aksine, "millî irâde"yi demokratik siyasî sisteme ve yargıya taşımak değil, yargı organını (da) ele geçirmek sûretiyle önlerindeki tüm engelleri kaldırmaktır. Bu durumda bizler, 12 Eylül Anayasası'nın kimler tarafından, hangi sâiklerle hazırlandığına bakıp, "En kötü demokratik idâre bile, vesâyet sisteminden daha iyidir!" deme lüksüne sâhip değiliz.

    Nasıl ki, Kânun-i Esâsîye'ye ve düzenlediği demokratik siyasî sisteme, hazırlandığı ve kabul edildiği dönemde değil de "Temmuz İnkılâbı" sırasında ve daha sonra "ihtiyaç" duyulmuşsa ve bu nedenle bu anayasa sâhiplenilmişse, 12 Eylül Anayasası'nın öngördüğü demokratik siyasî sisteme de bugün ihtiyaç vardır ve bu anayasa, bugün sâhiplenilmelidir. Kezâ, yargı bağımsızlığı konusu, bir hukuk devletinde olmazsa olmaz koşuldur ve "sivil anayasa" kandırmacası altında yargı bağımsızlığından ödün verilmesine seyirci kalınamaz. Yargı bağımsızlığı başta olmak üzere, hukuk devletinin ilkeleri ve Cumhuriyet'in temel nitelikleri "partizanlık" kaldırmaz.

    Üstelik, 12 Eylül Anayasası'nı savunmak/savunuyor olmak, darbeleri savunmak değildir ve "darbecilerin yargılanması" adına yargı bağımsızlığından ödün verilmesini şantaj koşanların, yargı organlarını sıradan bir siyasî partiymiş gibi "rakip" olarak görenlerin, "milletin oyuyla" bu "rakip"i alt edebileceklerine inananların, yargıda kadrolaşarak sistemin temellerini zâfiyete uğratanların, beğenmedikleri yargı kararlarını demokratik görgü ve nezâketten uzak ve kurumlar arası eşgüdüme zarar verecek biçimde tartışmaya açanların ve yargıda kutuplaşma meydana getirenlerin nasıl bir demokrasi karînesine sâhip oldukları ortadadır.

    Peki, Tayyip Bey Hükümeti, yargıyı da ele geçirerek, aslında ne yapmaya çalışmaktadır? Bizce bu sorunun cevâbı, hükümetin icraatlarında ortaya çıkan "Neo-Osmanlıcılık" siyâsetinde gizlidir. Bunların anlaşılabilmesi içinse Yusuf Akçura'nın bazı tespitlerine bakmakta yarar vardır. Nitekim Akçura, meşhur "Üç Tarz-ı Siyâset" isimli makâlesinde, Osmanlı Devleti'nde II. Mahmut ve 1839 Tanzîmat Fermânı'yla birlikte uygulanmaya başlanan, II. Abdülhamid dönemine kadar da devletin "resmî ideolojisi" olan Osmanlıcılık siyâsetinin başarısız olmasını, şu gerekçelerle açıklar:

    1- Osmanlı Devleti içinde Türk ve Müslüman unsurlar, şimdiye kadar korudukları egemen statüyü kaybetmek istememişlerdir.

    2- İslâm dîni, ikincil plânda gördüğü gayrimüslim unsurlarla eşitliğe izin vermemiştir.

    3- Gayrimüslim unsurlar, bağımsızlık ve özgürlüklerini ellerinden alan bir milletle kaynaşmak istememiştir.

    4- Osmanlıcılık siyâseti, Rusların târihsel projelerine zararlı sonuçlar doğuracağı için Ruslar tarafından engellenmeye çalışılmıştır.

    5- Bu siyâset, aynı zamanda da Batı emperyalizminin çıkarlarına zarar verecek biçimde Osmanlı Devleti'nin yeniden ayağa kalkmasını ve güçlenmesini sağlayacağı için, onlar tarafından da dizginlenmeye çalışılmıştır. (1998:28-30)

    Ne var ki, Soğuk Savaş sonrası dönemde, başta Ortadoğu olmak üzere, eski Osmanlı coğrafyasında ABD'nin kurmaya çalıştığı hegemonya, "Neo-Osmanlıcılık" etiketiyle meşrûlaştırılmak istenmekte ve bu beş unsur, Tayyip Bey Hükümeti'nin yardım ve desteğiyle aşılmaktadır. Hedef ülkelerde kurdukları güçlü bir STK ağı ve medya desteğiyle, Tayyip Bey'in "eşbaşkanlık"ında karşılığını bulan "liderlik vizyonu ve misyonu", bu coğrafyada genel kabul görmeye başlamıştır. "Ilımlı İslâm" söylemiyle İslâm dîni, Amerikan emperyalizminin hedef ve amaçlarını gerçekleştirmeye imkân verecek biçimde yeniden dizayn edilmiştir.

    Aynı şekilde, demokrasi, insan hakları ve özgürlük retoriği içinde "azınlık hakları", "dinler arası diyalog", vb. söylemlerle bu coğrafyadaki gayrimüslimler, Neo-Osmanlıcılığa hazırlanmış ve bunu desteklemeleri sağlanmıştır. Dizayn ettikleri "ılımlı İslâm", İslâmiyet'in içindeki aslî unsurların "yumuşatılmasıyla" (örneğin, kelime-i tevhîdin ilk kısmının ön plâna çıkartılarak ikinci kısmının söylenmemesi, Hıristiyanlığın da -Kuran hükümlerine aykırı olarak- aslında tek tanrılı bir din olduğunun iddiâ edilmesi, vb.) bu coğrafyalardaki gayrimüslimlerin Neo-Osmanlıcılığa rızâ göstermelerini sağlamıştır.

    Diğer taraftan, Rusların ise bütün dikkatleri Orta Asya ve Kafkaslar üzerinde toplanmış durumdadır; buralardaki enerji kaynaklarının kontrolünü ele geçirme faaliyetleri, Amerikan emperyalizmini bölgede yalnız bırakmıştır. Ve bütün bu nedenlerden dolayı, Neo-Osmanlıcılık siyâseti için Amerikan emperyalizmi açısından tüm koşullar hazırdır. Hâl böyle olunca, bu faaliyetlerin önüne geçmesinden endişe edilen Türk hukuk sisteminin etkin bir denetimi, kaçınılmaz hâle gelmektedir. Yâni, 12 Eylül 2010 târihinde referanduma sunulan anayasa değişikliği paketi, Türk hukuk sistemini emperyalizmin çıkarları doğrultusunda pasifize etme amacını taşımıştır.

    İmdi, II. Meşrûtiyet'in ilânından sonra Akçura İstanbul'a döndüğünde, dönemin aydınları arasında Osmanlıcılık ve İslâmcılık fikirleri henüz sıcaktı ve aydın çevrelerinde bu iki fikir akımı, Osmanlı Devleti'nin yeniden güçlenebilmesi için hemen aynı değerde görülüyordu. 1911'de, Meclis-i Umûmî'nin açılışı sırasında okunan "pâdişâh nutku"nda da Osmanlıcılık ve İslâmcılığa birlikte göndermeler yapılıyor; "İttihad-ı Anasır" kavramı, "Osmanlı tebaasının kardeşliği ve memleketin bütün tebaa tarafından savunulması" gibi düşüncelerle birlikte kullanılıyordu. Akçura'ya göre ise "İttihad-ı Anasır", üç biçimde düşünülebilirdi:

    1- Osmanlı tebaasını oluşturan unsurların, kendi özelliklerini kaybederek, bütünüyle yeni bir millet meydana getirmeleri,

    2- Her unsurun kendi din ve milliyetlerini koruyarak, daha faydalı olacağını düşündükleri tek ve güçlü bir millet meydana getirmeleri ve

    3- Bu unsurlardan birinin, diğer unsurlara kendi din ve milliyetini kabul ettirerek onları temsil etmesi. (1921:281)

    Akçura ise Memâlik-i Osmâniyye Mülkü'nde ta öteden beri, ne Müslüman Türklerin, ne de Hıristiyan tebaanın bir diğeriyle birleşmeyi ve "tek bir millet" yaratmayı istemediklerini/istemeyeceklerini düşünüyor, bu üç anlamıyla da "İttihad-ı Anasır" kavramının geçerliliğini yitirdiğini savunuyordu. Tarihsel bakımdan, Fransız Devrimi ardından gelişen ve Osmanlı Devleti'nin çöküş süreci içinde yoğunlaşan milliyetçi hareketler, "İttihad-ı Anasır" görüşüne bütünüyle aykırıydı. Reel milliyetçilik açısından bu görüş, olsa olsa "eskiye dönük bir özlem" olarak kabul edilmeliydi.

    Bugüne geldiğimizde; Türkiye'de Tayyip Bey Hükümeti, önce Türklüğü basit bir "alt-kimlik" şekline dönüştürmeye çalıştı; Türkiye'de ta öteden beri var olagelen farklı alt-kimlikler ile Türklüğü eşitlemek istedi, bunun sonucunda ise "Türk milleti" gibi bir ifâde, besleme medyanın da marifetiyle, demokratik siyasî sistemde "faşizm" olarak damgalandı. Sonra da "kültürel görelilik" bağlamında, Türklüğün de içi boşaltılmak istendi; bölgesel farklılıklar, mutfak kültürleri, gelenek görenekler arasındaki çeşitlilik, vb. "gerekçe" gösterilerek, Türklüğün de aslında "efrâdını câmî, ağyârını mânî" bir tanımının yapılamayacağı söylendi.

    Başka deyişle, "Türk milleti", hem siyâsetbilimsel olarak, hem de kültürel bakımdan "buharlaştırılmaya" çalışıldı. Yerine ise "ılımlı İslâm"la örülmüş bir "millet" anlayışı konulmak istendi. Dolayısıyla, bugün itibâriyle Amerikan emperyalizmine yapılan taşeronluğu anlatan "İttihad-ı Anasır", Tayyip Bey'in liderliğinde, eski Osmanlı coğrafyasında, sınırlarını ve içeriğini emperyalizmin belirlediği birtakım âidiyetleri anlatmaktadır. Ve emperyalizmin çıkarlarına uygun bir biçimde Tayyip Bey'in yaratmaya çalıştığı bu "üst-kimlik", "Türk milleti"ne âit her şeyi önce ayrıştırıp sonra buharlaştırdığı için, Akçura'nın saydığı bu üç seçeneği de gerçekleştirmiş olmaktadır.

    Oysa, Yusuf Akçura bakınız ne diyordu: "Türkiye Cumhuriyeti'nin başta 'Büyük Millet Meclisi Hükümeti' nâmıyla, sonra hakîki adıyla tesisi, Türk Milliyetçiliği açısından Türkçülük idealinin tahakkuku demektir." (2001:258) İşte, Tayyip Bey'in "Türkçülük" konusundaki bilinen hezeyanları da aslında doğrudan doğruya Cumhuriyet'e; onun temel değerlerine, kurumlarına, vb. yöneliktir. Aynı şekilde, "eşbaşkanlık"ını yaptığı projelerin gerçekleştirilmesi için Cumhuriyet'in de yeni baştan dizayn edilmesi ve dönüştürülmesi gerekmektedir ki bu hezeyanlar, bu dönüşümün önünü açmaktadır.

    Kezâ, Türkiye'de Tayyip Bey Hükümeti ve karşı-devrimci güruh, Cumhuriyet'in değerleriyle, modernizm projesiyle, laiklikle, vb. kavgalı oldukları için ve Amerikan emperyalizminin bölgedeki çıkarları ile kendi çıkarlarının bir bütün oluşturduğuna inandıkları için, Türk milliyetçiliğini bu içerikten uzak yorumlarla "tu kaka" ilân etmekteler. Hâlbuki, bakınız Mustafa Kemal Paşa ne demişti: "Dünyânın bize hürmet göstermesini istiyorsak, ilk önce biz kendi benliğimize bu hürmeti hissen, fikren ve fiilen bütün ef'âl ve harekâtımızla gösterelim. Bilelim ki, millî benliğini bulamayan milletler, başka milletlerin avıdır." (Sarınay, 1999:53)

    Ne var ki, Tayyip Bey Hükümet'inin birbirinin peşi sıra gerçekleştirmekte olduğu ve artık yargı denetiminden de bağımsız olarak uygulama şansı kazandığı malûm (s)açılımlarının amacı, millî benliğimizin önce parçalanarak tahrip edilmesi, sonra unutturulması ve bunun yerine, "Neo-Osmanlıcı" etiketinin kondurulmasıdır. Yâni, Amerikan emperyalizminin Neo-Osmanlıcılık siyâseti içinde "İttihad-ı Anasır"a, Türk milletinin hazırlanmasıdır. Oysa Türk milliyetçiliği, Cumhuriyet'e ve değerlerine, ideallerine, dayandığı ruha bağlılık demektir. Ve bu topraklarda Türk milliyetçiliğin mayası son derece sağlamdır.

    Bu o kadar öyledir ki, Türk milliyetçiliğine karşı çıkanlar bile bu görüş ve amaçlarını gizleyerek, kendilerini takiye yapmak zorunda hissetmektedir. Tayyip Bey Hükümeti'ne bu aşamadan sonra düşecek olan görev ise "el-Tayyip Cumhuriyeti"nin "gizli anayasa"sını açıklamak ve bunu da referanduma sunmaktır. Ve bizce, emperyalizmin çıkarlarına uygun biçimde; bu siyasî hesap ve projeler doğrultusunda Tayyip Bey'in kurmaylarına ve malûm kakademisyenlere "sipariş ettiği" "sivil anayasa", en kısa ve özet biçimiyle, şu şekilde kaleme alınabilir:

    El-Tayyip Cumhuriyeti Kânun-i Esâsîyesi

    Devletlü Sultân'ımız, yüce Hünkâr'ımız, haşmetlü Pâdişâh'ımız, III. Abdülhamid Han adıyla nam Recebüyyettin el-Takiyeci ül-Eltutan Efendi'nin emr-i ilhânı ile reâya, …/…/20… günü sandık başına gidip, Memâlik-i Osmaniyye Mülkü'nde el-Tayyip Cumhuriyeti'ni şu esaslar üzerine binâ edecektir.

    Madde 1: El-Tayyip Cumhuriyeti'nin yönetim şekli ılımlı İslâmdır. Devlet-i Âliyye, usul-ü meşveret sistemiyle ve Zat-ı Şahâne tarafından idâre olunur.

    Madde 2: El-Tayyip Cumhuriyeti'nin başkenti Washington'dur. Bayrağı, yeşil zemin üzerinde, İsa Mesih'in havârîlerini temsil eden on iki yıldız, ortasında da Fethullah Gülen Hocaefendi'nin nur yüzlü vesikasıdır. Resmî dili İngilizce, Arapça ve Kürtçedir. Türkçe konuşmak ve yazmak, zinhar yasaktır. Para birimi ise Amerikan doları ve Arap dinarıdır.

    Madde 3: El-Tayyip Cumhuriyeti'nde egemenlik, kayıtsız şartsız ABD'ye âittir. Yasama ve yürütme organları, ABD'nin izni ve onayıyla bu egemenliği Zat-ı Şahâne'nin gözetiminde kullanır. Yargı organları ise bu egemenliğin kullanımına engel olduğu için, ellerindeki tüm yetkiler kaldırılmış ve bu yetkiler, uluslararası sisteme devredilmiştir.

    Madde 4: İlk üç maddenin değiştirilmesi teklîf dahi edilemez.

    Madde 5: Diğer bütün konular, ilgili kânunlarla ve emperyalizmin talepleri doğrultusunda tanzim edilir. Kânunlarda açık bir biçimde hükm olunmayan konuları reâya, Ulemâ'ya danışsın.

    Kaynakça:
    AKÇURA, Yusuf, (1921). "İttihad-ı Anasır Meselesi", Sırât-ı Müstakim, Sayı: 121, Ocak 1921, İstanbul.
    AKÇURA, Yusuf, (1998). Üç Tarz-ı Siyâset, Ankara: Türk Târih Kurumu Yayınları.
    AKÇURA, Yusuf, (2001). Yeni Türk Devleti'nin Öncüleri, Ankara: Türk Târih Kurumu Yayınları.
    Said Halim Paşa, (1978). Buhranlarımız, İstanbul: Kervan Kitapçılık.
    SARINAY, Yusuf, (1999). Atatürk'ün Millet ve Milliyetçilik Anlayışı, İstanbul: TKAE Yayınları.
    SAYGIN, Alkım, (2009). 21. Yüzyılda Üçüncü Dünyâcılık, Kemalizm ve Millî Demokratik Devrim Üzerine Tezler, Ankara: Adımlar Yayınevi.


    Alkım Saygın


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    16 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


     Dost Meclisi


    YORUMLARINIZI GALERiMiZDEKi iLGiLi BÖLÜME BIRAKABiLiRSiNiZ.
    Yorumlarınız için bekleriz.

    Fotograf : Mehmet Hamurkaroğlu


    <#><#><#><#><#><#><#>

    Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
    dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

    <#><#><#><#><#><#><#>

    Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
    Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
    Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
    Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
    Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.

    Yukarı


     


     Tadımlık Şiirler


    ALICI KUŞ

    Vurur düşlerine ozanın
    Güneş kızgınlığından birkaç ağustos
    Birkaç ağaç
    Yüksek ormanlar kuytusundan

    Kardeşliğin alıcı kuşu
    Kalkar konar

    Köylü
    Biçer ayrık otlarını ayırır başaklardan
    Kalkar konar
    Kardeşliğin alıcı kuşu

    İşçi
    Tutar ucundan en acar biçimlerin

    Sürer
    Bin başıboş atı bin cehennemi birden
    Kardeşliğin alıcı kuşu
    Kalkar konar

    Duran el
    Gitmeyen ayak
    Bir göz ki
    Arkasında bir ölü sesi
    Döner durur
    Kardeşliğin alıcı kuşu

    Kalkar konar
    Bir açık yürekten bir ötekine
    Bir bugüne bir yarına
    Alıcı kuşu kardeşliğin.

    Arif DAMAR

    Yazdırmak için tıklayınız.

    Yukarı


     


     Biraz Gülümseyin



    KMTV Sunar...

     


     Kıraathane Panosu



    Polygon Web Studio


    Yazarlarımızın Kitapları


    Merih Günay
    "Martıların Düğünü"

    Nesrin Özyaycı
    "Işık -II-"


    Temirağa Demir
    "Her kardan Adam Olmaz"


    Şadıman Şenbalkan
    "Şehit Analarımızın Çığlıkları"

    Hatice Bediroğlu
    "Düş Kuruyor Gece"

    Cüneyt GÖKSU
    Serpil YILDIZ

    "KÜBA - SARI SICAK BİR PENCERE"

    Merih Günay
    "HİÇ"

    Feride Özmat
    "Yanlış Zaman Hikayeleri "

    C.Eray Eldemir
    "Uzak İklimler"

    Temirağa Demir
    "Edepli Fahişeler"

    Ellerin Söylüyor Sonsuzluğu
    Feride Özmat
    "Ellerin Söylüyor Sonsuzluğu"

    Nesrin Özyaycı
    "ÖLMESEYDİ"

    Yitik Ada Günceleri
    Feride Özmat
    "Yitik Ada Günceleri"

    Hazırlayan: Kadir Aydemir
    "Olimpos Öyküleri
    Mavi Mağara - Sedef Özkan"
    İyi Kalpli Seri Katil
    Semih Bulgur
    "İyi Kalpli Seri Katil"


    İstanbul için Son Hava Durumu
    ISTANBUL ISTANBUL
    Ankara için Son Hava Durumu
    ANKARA ANKARA
    İzmir için Son Hava Durumu
    IZMIR IZMIR
    Kaynak: http://www.meteor.gov.tr

    Yukarı


     


    Akın Ceylan

     İşe Yarar Kısayollar


      Şef Garson : Akın Ceylan

    Bu yazıyı okuduğunuza göre bilgisayar kullanıyorsunuz demektir. Bilgisayar kullanıyorsanız da internette ihtiyacınız olan bilgi kaynaklarından nasıl daha iyi yararlanırım sorusunun cevabını bulmaya çalışıyorsunuzdur. Fazla söze gerek yok, işte size ilginç bir kaynak: http://www.e-bilisimruzgari.com/ Bu kaynakta Belgeseller, filmler, bilgisayarınızda kullanabileceğiniz ilginç yazılımla, oyunlar, e-kitap formatında hazırlanmış bir çok farklı türde dokümanlar ve daha fazlasını bulabilirsiniz. Hazırlayanların ellerine sağlık.

    Bir işletmeniz var ve çalışanlarınıza, müşterilerinize ya da ziyaretçilerinize internet bağlantısı veriyorsunuz. Bu durumda doğal olarak internet kullanıcılarınızın yapmış oldukları ve yasal anlamda suç olarak tanımlanan her türlü internet faaliyeti, internet bağlantınızı kullandıkları için sizin sorumluluğundadır. Hatta bununla ilgili 2007 yılında TBMM tarafından onaylanmış ve TİB tarafından yasal takibi sağlanan 5651 nolu bir yasa var. Yasal anlamda sorun yaşamamanız için ağınızın denetimini elinize almanız gerekiyor. Bunu yapabilmeniz için size http://www.gezginler.net/modules/mydownloads/singlefile.php?download=firewall-suite&lid=12322 web sayfasındaki FirewallSuite yazılımını tavsiye ediyorum. Nasıl kullanacağınızla ilgili anlatım web sayfasında mevcut. Özellikle bu yazılımla ilgili aklınıza takılan her türlü soru için bana ulaşabilirsiniz.

    Siz hala http://www.sahibinden.com/ web sayfasını incelemeyenlerden misiniz? İnanmam! Sıfır ya da 2. El bir ürün almak ya da satmak için hiçbir ek ücret ödemeden ilan verebilir ya da beğendiğiniz bir ilandaki satıcıyla mesajlaşıp pazarlık bile yapabilirsiniz. Ben zaten bunları biliyorum diyenlerin yüzlerindeki gülümseme ifadesini görür gibiyim. Benim sözüm bilmeyenlere ve merak edenlere…

    Her şeyi tersten yapmayı sevenlerden misiniz? Alın size bir ters çalışma örneği http://elgoog.rb-hosting.de/index.cgi Burada dikkat etmeniz gereken tek şey, her şeyi tersten yazmak. Google'a alternatif olarak Çin'de üretildiği söyleniyor ama bana ilginç gelen tarafı sadece uygulamanın sanki aynadaki aksinize bakıyormuş gibi tersten çalışması. İyi eğlenceler.

    Yukarı


     


     Damak tadınıza uygun kahveler






    http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
    Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.

    GOM Player 2.1.21.4846 Released [2009 11/05] / Windows / 5.77 MB
    http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE
    Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.

    VLC media player for Windows / V.1.1.4 / 18 MB
    http://www.videolan.org/
    İçinde tüm codec kütüphanesini barındıran açık kaynak bir oynatıcı. Bilgisayarınızın olmazsa olmazlarından biri. mp4, mov, mkv dahil hemen her formatta filmi izlemenize olanak sağlıyor. İndirin seveceksiniz.

    7-Zip 4.65 (2009-02-03) for Windows / 913 KB
    http://www.7-zip.org/
    Winzip, Winrar gibi sıkıştırma programlarının tek alternatifi. Sadece zip ve rar formatlı dosyaları değil, hemen her çeşit sıkıştırılmış dosyayı açan, minik ama süper bir "Open Source" programı. Kendi formatında yaptığı sıkıştırmanın üzerine yok. İsterseniz zip olarak ta sıkıştırma şansınız var. Hemen indirip kurun, sonra da bana şükredin.

    Yukarı


     


    KAHVE MOLASI ABONELERi Google Grubuna üyesiniz. İlginize teşekkür ederiz.

    ABONELiKTEN AYRILMAK İÇİN :
    KM-abone+unsubscribe@googlegroups.com
    (Gönderdiğiniz mesajın abone olduğunuz adresten gittiğine emin olunuz.)

    ÜCRETSİZ ABONE OLMAK İÇİN :
    Google Gruplar KAHVE MOLASI ABONELERi grubuna kayıt ol
    E-posta:


    Arkadaşlarınıza önermek ister misiniz?


    Uygulama : Cem Özbatur
    2002-23©KAHVE MOLASI - Her hakkı saklıdır. Yayın İlkeleri

     






    Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

    Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



    SON BASKI (HTML)

    KAHVE YANINDA DERGi

    Hoşgeldiniz
    Arşivimiz
    Yazarlarımız
    Manilerimiz
    E-Kart Servisi
    Sizden Yorumlar
    KÜTÜPHANE
    SANAT GALERiSi
    Medya
    İletişim
    Reklam
    Gizlilik İlkeleri
    Kim Bu Editör?
    SON BASKI (HTML)
    YILDIZ FALI
    DÜNÜN
    ŞARKILARI





    ÖZEL DOSYALAR

    ATA'MA MEKTUBUM VAR
    Milenyumun Mandalı
    Café d'Istanbul
    KIRKYAMA
    KIRK1YAMA
    KIRK2YAMA
    KIRK3YAMA
    ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
    11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
    Teröre Lanet!
    Kek Tarifleri
    Gezi Yazıları
    Google
    Web KM




    Gigiola Cinquetti - Nonoleta









    Fincan almak ister misiniz?
    http://kmarsiv.com/sayilar/20101020.asp
    ISSN: 1303-8923
    22 Ekim 2010 - ©2002/23-kmarsiv.com