Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 9 Sayı: 1.837

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 21 Aralık 2010 - Fincanın İçindekiler


  • EMEKLİ ALBAY ... Ömer Akşahan
  • Saklımda Saplı ... Sarahatun Demir
  • ÇANAK YALAMADA İLERİ TEKNOLOJİ ... Mehmet Önder
  • Tavus ... Deniz Marmasan
  • THE DÖNGÜ ... Semih Bulgur
  • CENNETİN RENGİ (The Color of Paradise) ... Neslihan Minel
  • Yumurtanın Sarısı Politikacıların Kafasına Düştü Yarısı ... Ömer Faruk Hüsmüllü
  • YUMURTAYI HANGİ UCUNDAN ATMALI? ... Hasan Tülüceoğlu


  • Dost Meclisi, Tadımlık Şiirler, Biraz Gülümseyin, Kıraathane Panosu, İşe Yarar Kısayollar, Damak Tadınıza Uygun Kahveler

  •  



     Editör'den : Bozacılar ve Şıracılar!..


    Merhabalar,

    Aklımız erdiğinden beri neler gördük neler... Ama böylesini hiç görmemiştik. Biri çıkıp "Savcıyım" demişti, beriki de "Ben de avukatım" deyince, yer yerinden oynamıştı. Hangisi önce demişti bilememiştik. Gelgelelim, tarafsız olmaya yemin etmiş, devletin çatısında gülücükler dağıtan biri, "Hamili kart yakinimdir, kefili de benimdir." dememişti. Bu öyle yabana atılacak bir kefalet değil. Biz onun tarafsızlığına(!?) kefil olmadık diye zahir, o da kefalet senedini, hakkında dava açılan bir belediye başkanına vermeyi uygun gördü. Çankaya'da kimleri temsilen oturduğunu anladık ya artık ölsek te gam yemeyiz. Hakeme yuh diyeceğim, yanlış anlaşılacak. Ben en iyisi birşey demeyeyim, siz anlayın artık.

    Bir de, bıyıklı, asabi, içişlerinden sorumlu bakanımız var. Var gücüyle, Kayseri'nin aklandığını bağırıyor. Muhalefeti yalancılıkla suçluyor, vesaire. İyi de, zaten muhalefet aklanmadılar demiyor, "Siz akladınız." diyor. Aradaki farkı çok iyi biliyorlar ama işlerine gelmiyor. Yedikleri nane gaz yapıp ortalığı kokutunca da sinirlerine hakim olamıyorlar. Aynı bıyıklı sinirli adam, dün Meclis'te yumurtacı çocukları döven polisleri mağdur, dayak yiyen gençleri suçlu belletmek için akla karayı seçiyordu. Rapor varmış ta, hamile kız fiske yememiş te, çocuklar pankart sopalarıyla saldırıyormuş ta, halamın bıyıkları varmış ta... İnsan biraz utanır sıkılır. Gözlerimizle gördük olanı biteni. Biz mi körüz yoksa bunlar bizi gerçekten aptal mı bellediler?

    ...

    Yıllardır gördüklerimizden farklı bir kurultay izledik haftasonu. Kılıçdaroğlu'nun rüştünü ispat ettiği, herşeyden önemlisi, inançları tazelediği bir kurultay oldu. Kemal Bey'in konuşmasına ruhsuz, gerçeklerden uzak diyenlere Tayyip Bey'in balkon konuşmalarını hatırlatmak isterim. Tek bir satırını bile beceremediği o hamaset kokulu nutuklarını. Ben bir vatandaş olarak Kılıçdaroğlu'nun samimiyetine inanıyorum. Ve biliyorum ki, beceremezse alır ceketini gider. Bu bile ona fazlasıyla hakettiği krediyi vermeye yeter. Haydi bakalım, kerhen AKP'yi destekleyen, gerçek demokrasiden yana, işçiler, emekliler, kadınlar, gençler, gelin oylarımızla şu baskıcıların defterlerini dürelim. Esenkalın.

    Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

    Cem Özbatur








     


    Ömer Akşahan

     KIRIK TEBEŞİR : Ömer Akşahan


      EMEKLİ ALBAY

    Kıdemli albay yaş haddinden emekliye ayrılır. Uzun yıllar geçirdiği ordu birliğinden sivil yaşama dönüş yapar.

    Eşiyle birlikte askerlik döneminde sürekli lojmanda oturmuşlardır. Emeklilik sonrası oturacakları daireyi en son görev yaptıkları büyük şehrin seçkin bir semtinden beğenerek satın alırlar. Emekliliğine yakın aylarda da dairelerini dayayıp döşerler.

    Evlerine taşınmalarıyla birlikte stresli günlerin geride kalacağına inanırlar. Emekli albay ne düşündüğü bilinmez ama en azından eşinin böyle düşündüğü komşuları tarafından bilinmektedir. Yıllarca emir komuta etmeye alışmış albay ise, evlerinin balkonunda yaptıkları ilk sabah kahvaltısına oturur oturmaz gördüğü aksaklıkları eşine söylemeye başlar:

    "Ev, toz toprak içinde!"
    "Neden, köpeğin mamasını zamanında vermiyorsun?"
    "Pencere perdesi neden ütülü değil?"
    "Yemeğin dibini neden yaktın?"

    Bir gün böyle, iki gün böyle… Komutan eleştirilerinin dozunu giderek artırmaktadır. Sonunda eşi bu duruma dayanamaz, patlar:
    "Beyim, lütfen evi terk edin, daha fazla dayanamayacağım. Kendinize bir iş bulun ve beni evimde rahat bırakın!"

    Bu konuşmayla, aralarındaki iletişim teli kopar. Evin beyi, çaresiz, evde rahat edemeyeceğini anlar ve kendine oyalamak için bir iş aramaya koyulur. Alışveriş yaptıkları kasaba başvurur. Kendisine iş verip veremeyeceğini sorar. Olumlu yanıt alınca, oturur kasaya, müşterilere kasa fişini kesmeye başlar. Ama bir yandan da, kasaba:
    "O eti neden öyle kesiyorsun?
    "Müşteri yağsız kıyma istedi, sen neden ete çok yağ koydun?"
    gibi sorularla bunaltır. Kasap da sonunda dayanamayıp, komutana kapıyı gösterir.

    Kasapta aradığını bulamayan emekli albay, şansını bu kez, bir ekmek fabrikasında dener. İşe başlar başlamaz, yine eski alışkanlığı nükseder. Peşpeşe sıkıcı ve bunaltıcı sorular sormaya başlayınca, kendisiyle çalışamayacaklarını bildirir.

    Bu çıkmazdan nasıl çıkacağını düşünür emeklimiz. Sonunda, semt kahvesinde işe başlamak ister. Ancak bir koşulu vardır. Kahvehane yöneticisine:
    "Burada sizinle çalışmak istiyorum. Bunun için size her ay 500 TL vereceğim. Ama buna karşılık ben ne söylersem '"Evet, peki, olur' diye cevaplar vereceksin. Ben albaylıktan emekli bir askerim. Kabul edersen başlayabilirim."
    Kahveci, bu teklife "Evet" der.

    Sonunda emekli komutan aradığı işi bulmuştur. Ne dese karşılığında hep 'peki' diyen bir kişi vardır artık. Aysonlarında da söz verdiği ücreti kahveciye ödemektedir. Bu durum altı ay kadar sürer. Ancak daha sonraki üç ayda para vermeyi ihmal eder. Ama buna karşın kahvecide herhangi bir değişiklik olmaz. Yine her denilene olumlu yanıt almaktadır. Komutan bu duruma bir anlam verememektedir. Bir gün dayanamayıp sorar:
    "Bak dostum, sana vadettiğim parayı üç aydır ödeyemedim. Ama sende en ufak bir değişiklik olmadı. Bunun nedenini öğrenebilir miyim?" Kahveci gülümser:
    "Komutanım, biliyor musun, ben de emekli kıdemli başçavuşum da ondan!"

    ***

    Kara Kuvvetleri Komutanlığında, 'emeklilik sonrası yaşama uyum projesi' kapsamında emekli olacak subay, astsubaylara üç beş ay önce psikologlar aracılığıyla görüşme talebinde bulunulur. Öneriyi kabul eden emekli adaylarına yapılan telkin ve önerilerle yukarıda anlattığımız türden sıkıntıları yaşamalarının önüne geçilmeye çalışılır. Bu örnek girişimin diğer devlet kurumlarında da başlatılmasını ve hatta biz emeklilere de uygulanmasını bekliyoruz.

    Çünkü emeklilik sonrası yaşam hemen her meslek dalı için gerçekte bir kabus olmaya devam etmektedir. Biz öğretmenlerin de emekli subaylar kadar olmasa da sıkıntı yaşadığı bir gerçektir. Sivil yaşam içinde yaşıyor olunsa da, özellikle kimi okul yöneticileri, emeklilik sonrası girdikleri bunalım sonucu çok erken yaşta vefat ettikleri bilinmektedir.

    Bu durumdan kurtulmanın bir yolu; insanın kendini ifade edebileceği, üretkenlik adına yapabileceği bir iş edinmesidir. Buna günümüzde hobi denilmektedir. Belediyeler toprakla vakit geçirmek, zamanını değerlendirmek isteyen emekliler için hobi bahçeleri oluşturuyor. Batı ülkelerinde bunun örneğini yaşadığım kasabadan biliyorum.

    Ömer Akşahan


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    9,509,509,509,509,509,509,509,509,509,50
    2 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


    Sarahatun Demir

     Pergelin Divit Ucu : Sarahatun Demir


      Saklımda Saplı

    Çok uzak yollardan gelmiyor
    İhanet yeliyle kanış seli arasındaki cereyanda öyle sık ve zamansız kaldı ki
    Teninin rengini yadırgayışın sadece bu sebepten
    Yoksa o hep aynı ten
    Bildiğin yakınlık
    Sevdiğin gen

    Tam'ını tamamından esirgeyen
    Yüreğini parçalarla sana gösterenle çıkılmaz yola
    Ya yol yarım kalır
    Ya yürek



    Gereksiz bir iç ölümün son gözyaşını paketliyoruz
    Bu son ihaneti bile
    Saklımıza saplıyoruz


    Sarahatun Demir
    sarahatun@mynet.com


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    9,759,759,759,759,759,759,759,759,759,75
    4 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


    Mehmet Önder

     Kahveci : Mehmet Önder


      ÇANAK YALAMADA İLERİ TEKNOLOJİ

    Öncelikle çanak yalama ya da çanak yalayıcılık kavramına, anlam kargaşasına yol açmama noktasından açıklık getirelim. Üstüne baba basa yineleyelim ki; çanak yalayıcılık, insani bir davranıştır. İyi insan olmanın da açık ve en önemli göstergesidir. Örneğin, bir kedinin bir çanakta kalan artığı yalaması, teknik anlamda çanak yalama sayılmaz. Hele hele çanak yalayıcılık hiç sayılmaz. Çanak yalayan bir kediye "Pist lan cenabet hayvan!" diye bağırılıp, arkasından ele ne geçirilirse fıydırılması, kedi köpek gibi hayvanatın gerçek anlamda bir çanakyalayıcı olamayacakları gerçeğine dayanmaktadır.

    Gerçekte insani bir duygunun dışavurumu olan çanak yalamayı, bilimsel olarak açıklamak gerekirse; en başta, klasik yöntemler göz ardı edilmeden, yeni tekniklerle beslenen, sürekli geliştirilme zorunluluğu olan bir olay karşısında bulunduğumuzu unutmamak gerekir. Yoksa, görmemişler gibi hapur hupur bir çanak yalama halkın gözünde hiç de hoş karşılanmayacağı gibi, yalatan nezdinde de bir puan kırma nedenidir. Sonuçta, çanak yalayıcılık, çok özen gerektiren bir davranıştır. Bir başka hayvandan örnek vermek gerekirse; itler bile, teknik anlamda hiç bir değeri olmayan ve hiç bir bilimsel temele dayanmayan çanağı yalama eylemleri sırasında kuyruğunu bularken, insanoğlunun şıkır şıkır parasını saymış gibi, yalatana yüz vermeden işini görmesi, hiç de hoş karşılanır bir durum sayılamaz.

    Peki irdelenmesi gereken öncelikli sorun nedir? Şudur: Çanak yalayıcının iyi insan olması. Peki, iyi insan nasıl olunur? Birinci koşul: İyi insan görmesi gerekeni gören, görmemesi gerekeni görmeyendir. Böyle insanların görme duyuları seçici olur; ya da olmak zorundadır. Örneğin, güçsüz, yoksul biriyle karşılaştı, üstelik ondan bir çıkarı da yok, ne yapabilir? Birincisi görmezlikten gelebilir. Çünkü böyle kişilerle vakit yitirip kendisini yormamalıdır; böylelerinin ne işini görecek önemli yerlerde bir dayısı ne de yalanacak el kadar bir çanağı olur. Hem bunların sürekli bir sıkıntıları olur. Mutlaka ilgilenilmesi gerekiyorsa, çözüm için ha hı yapıp, üstlerine basılıp yükselmeye çalışılmalıdır.

    İyi insanın güçlüler karşısında da seçici bir görme yeteneğinde olması gerekir. Örneğin, adam devletin parasını mı çalıyor, malına mülküne sahip mi çıkıyor. Çıkar, hakkıdır. İyi bir insan bunları gözmezlikten gelir. Hem görse ne olacak ki? Başına bela gelir. O aşırmacı tipler, her devirde her dönemde keçesini sudan çıkarır da, bütün kabahat "Memleket soyuluyor?" diye feryadeden, çatlakların kötülerin üstüne kalır.
    En iyisi çanağını yalayıp şirinliğini yapmaktır.

    Anlaşıldı, yanak yalanacak. Ama, yalanacak demekle yalanıvermiyor ki! Yalanacaksa nasıl yalanacak? Açıklayalım: Öncelikle çanağı yalayacak bir iyi insan, yalanacak bir çanak ve onun sahibi değerli bir hayırsever bulunmalıdır.

    Ayrıca bu ögelerin ucuzlayan emek ve pahalılaşan mala uygun hareket etmesi, ileri tekniklere uyum sağlaması gerekir. Şöyle ki; devirler değiştikçe doğal olarak çanak yalama kuralları da değişir. Yalayıcının daha az yalamaya daha çok minnet duygusu sergileme zorunluluğu, yalatanın da daha az yalatıp daha çok pohpohlanma isteği ortaya çıkar. Bu durum da, zamana uyum açısından ileri teknikler geliştirilmesini zorunlu kılar.

    Artık eskisi gibi, çanağı al, git kuytu bir köşede yala; oh oh! Nereden bulacağız öyle Yağma Hasanın Böreğini.

    Artık çanaklar uluorta, çanak sahibinin gözü önünde, hora geçire geçire, sevabını perçinlete perçinlete yalanıyor. Teknolojinin yeni isterleri bu yönde.

    Bu işte en uygun ve en ileri yöntem de şu: Önce işin kabası; çanak iki kıyısından sıkıca tutulup yüze yaklaştırılır. Özellikle kuzey güney yönünde ve arada çizgi halinde yalanmamış artık kalmasın diye dalgalar halinde iştahlı dil darbeleriyle yalanır. Ama, bu yeterli değildir; ne denli iyi yalanırsa yalansın arada çizgi halinde nimet kalabilir. Bunun bırakılması hem günahtır, nimet heba olur hem de yalanacak gıdanın en lezzetli yeri heba olur. Karpuz yiyene bile sormazlar mı? "Karpuz yedin mi?", "Yedim" , "Kaşımasını yedin mi?", "Yemedim"," O zaman sen yememişsin!" deyiverirler adama. Gördünüz mü? Yalayıp yalayıp yalamamış sayılmak da var işin içinde.

    Burada bir küçük ayrıntıyı daha gözardı etmemek gerekir. Bu da elle sıyırma yöntemidir. Sağ el güvercin takla yapar gibi dinsek havaya kaldırılacak biçimde çevrilir; çanak işaret parmağının başparmağa bakan yanı ile bir güzel sıyrılır. Tam kalıntıların tümüyle sıyrıldığına kanaat getirildiği anda, öğretmen bildiğiniz bir soru sormuş da herkesten önce söylemenin gerekiyormuş gibi ani bir hareketle havaya kaldırılır. Bu aslında yalanacak son kalıntıların telef olmaması içindir. Bu anda, olası akmanın önlenmesi için ikinci bir ani hareketle parmak dile değil, dil parmağa yaklaştırılır ve işaret parmağının kök nahiyesinden parmak ucuna doğru geniş kapsamlı bir yalama işlemi icra edilir. Bu işlem de parmağı yıkama gereksinmesi kalmayacak biçimde ve sayıda yinelenir.

    Bu parmak yalama işlemi asıl çanak yalamanın devamı olup, ayrılmaz bir parçasıdır.

    Yalnız bir şeyin kesinlikte unutulmaması gerekir. Bu en son ve en lezzetli kısmın yalanmasından sonra, hatta sonra da değil, yalamanın sonlarına doğru başlanabilir; baş "Hıım. Çok tatlıymış!" anlamı uyandıracak biçimde cilveli cilveli çalkalanmalıdır. Çalkalanmalıdır ki, çanağı yalanan hayırsever! ne büyük sevap işlediğinin ayırdına varsın, başkalarına attığı kazıkların karşılığını fazlasıyla ödediğini düşünüp huzur bulsun.

    Nerede, eskiden böyle çanaklar, yalayıcılar, yalatıcılar. Çok şükür bu alanda da hızla gelişiyoruz.

    Mehmet Önder


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    2 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


    Deniz Marmasan

     Kahveci : Deniz Marmasan


       Tavus

    İçimin sonbaharı demiştim, henüz çiçekler tohumlarını yeni yeni patlatmaya başlamışken... Sonra bahar geçti, erguvan mevsimi İstanbul'a değdi geçti. Aşiyân'ı düşündüm, şiirleri unutan belleğimi sulara koydum. Pek çok şeyi unutmaya çalıştım mevsim döngülerinde, sonra bahar geçti. Ben bu bahar papatya mevsimini kaçırdım. Ellerimin ağrısı duraklarda beklerken, yeşiller beyazlara aktı, güneş damladı içlerine, ben yoktum. Yaz derken, yeni renklere tutunmak istedim, biraz kılıksız biraz gözü yaşlı, sana çokça uzak, sana en yakında geçti yaz. İstanbul mor salkımlar halinde döküldü yollarıma, suların yeşerikliğini bilyeler halinde bıraktım gökyüzünden, duymasan da kalbimden ismin geçti. Sonra şaraplar düşünüldü, güzel müzikler, sıcak mevsimleri buharlaştıran çay kokuları, sevdiğimiz kitaplardan yükselen saman kağıdı kokusu. Küllendiriyordum seni kalbimin coğrafyasında, başka bir iklimin başka bir gökkuşağında valsleri kırıyordum. Kuleleri, köprüleri, eğimi göğüste bir nefeslik sıkışıklık yaratan caddeleri aştım. Renkli boncuklar ve kumaşlarla tebessümler yarattım. En çok çayına şeker atmama izin veren insanlarla olmak istedim. Pek çok şey, İzmir trafiği gibi geçti. Bilirsin; gereksiz bir yavaşlıkla ilerliyor burada hayat, hayatı saçmalarcasına ağır çekime bırakan insanların, oksijensiz altın günleri gibi. Senin ve benim olanları bırakmaya çabalıyorum nicedir. Uzaktan izliyorum pek çok güzel hikâyeyi. İçine dahil olamadığım tüm güzellikler gibi, hikâyeleri de... Güzel insanların sesleri vardı o şehirde, güzel insanlarla paylaşılan çay muhabbetleri, güzel sokaklara yer etmiş kedi sıcaklıkları, sokakların sesi, seslerin sokak sokak birbirine çıkışı. Şaşırdım çok, senelerini verdiğin kentten kendini bunca kovmana. Seneler boyu bana anlattıklarının ötesine bir şekilde geçebilmiş olmama. Bilirsin; benim "öç" kavramım böyledir, mevsimi yaşarım, renklere dokunurum. Senin gözlerinin ve teninin ötesinde bunu yapabildiğimde hırsımı alırım. Hırs demek doğru değil aslında buna, yalnızca bir şeye tutunmak belki. Artık üzüldüğüm şey, başka bir kadının gülüşü değil, senin zamanın dışında oluşun. Niye öylesin ki... Belki sulara gerçekten değebilseydin ve inanarak renklendirebilseydin sevdiğin dizeleri, ve belki gerçekten unutmasaydın sahiplik eklerinden sevgine ördüğün masalı.. O zaman gerçekten minnacık da olsa tebessümle bakardım başkası için çarpan kalbine. Müziklere en çok, aylarını sayamadığım yıllara.. Tarihlere tutukluyum ben biliyorsun, sahi kaç yaşındasın şimdi? Ben epey yaşlandım tüm bu işaretsiz sorular ardında koşarken. Güzel değilim ve her adım attığım masal "kapandık" levhasını çeviriyor yüzüme. Omuzlarım ve ellerim... Belki bir gün, Ege ve Marmara'nın birbirine karıştığı bir suda yıkanır ömrüm, o zaman belki sen başka bir coğrafyanın ayak basılmamış bir köşesinde yeniden şiir okursun, karşındaki kadına ağlarım belki, belki kendi hayallerimin kırık "Dize" sine...

    Deniz Marmasan
    denizmarmasan@gmail.com


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    7,007,007,007,007,007,007,00
    1 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


    Semih Bulgur

      Kahveci : Semih Bulgur


       THE DÖNGÜ

    Karış karış karışmış aklı halkın, neye inansın, kime inansın. Var olma savaşında nakış nakış insan büyüten anne, hayatı yara yara geçim derdinde baba, yani halk ahtapot kollu düşünceler içinde. Birileri darbeci, birileri anti laik, türbanlı, açık, o tarafta, bu tarafta bir çekişme bir yenişme ortamı… Kimin eli kimin cebinde? Kim haklı demokrat firavunlar mı, aristokrat halkçılar mı? Ne atom fizikçisi ne de siyaset bilimcisi anlamış değil bu sarmaşık gidişi.

    Doğrularımız tornadan geçiyor inandıklarımız preslendi de şekil değiştiriyor sanki. Her şeyi hedefe ulaşmak için araç olarak görenlerin kendileri, küresel hedeflerin aracı oldu ve halk yine aldatıldı.

    Yine aynı döngü dönüyor ülkemin üzerinde, baş döndürüyor yine akıllar karışmış. Halk, küresel güçlerin desteğinde parayla, din ile veya milli duygularla aldatılır ve bin bir umutla başa gelir iktidarlar. İlk dönem her şey güzeldir, para sıcaktır, pembe tablolar çizilir, istikrar çelik gibidir sarılmaz ve daha sağlam bir gelecek için iktidar bir dönem daha desteklenir.

    Sonra karşılıklı menfaatler bittimi çekip gider küresel sermaye, sıcak para buz kesilir. İyi gün dostu iki yüzlü batıda kaybolur ortalıktan tekrar derinden bir çöküşle sallanır ülkem. Sonra bombalar patlar masum halkın tepesinde ve yine kaos... Sonra aklını işletmeyen halkım lanet eder iktidara, bırakıp giden bir sevgili gibi.

    Sonra yeni bir kurtarıcı üretilir Hollywood filmlerinden fırlamış bir kahraman gibi rüzgarına kapılıp gideriz ve döngü bittimi onu büyütenler bir çelme ile deviri verirler. Olan yine halka olur inana olur o hep aldatılır.

    Sekiz senede bir döner bu döngü, bir çöker bir dirilir ülkem. Sefalet ve cehalet sürdükçe döngü dönme dolap gibi döner. Bir tek Allah'tı halkın içinde dimdik duran ama ona da iftira etti Allah ile aldatan. Ve ülkem her sekiz senede bir yaşadığı sefalet, kriz ve sömürü döngüsüne geri döner.

    Halkımız tekrar aldatılmamak için okuyacak, gelişecek ve değişip derin derin düşünecek. Yoksa her seferinde aldatılma ve yıkılma döngüsü döner durur tepemizde.

    Eninde sonunda Hak ve halk kazanacaktır. Hak'la kandırılan halklar, bir gün haklarını mutlaka alır. Biz de Hak'ın kazanmasını sancılı bir bekleyişle bekliyoruz.

    Allah aklımızı ve inancımızı korusun bizi dos doğru yoldan ayırmasın.

    Semih Bulgur
    www.semihbulgur.com


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    6,676,676,676,676,676,676,67
    3 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


     Kahveci : Neslihan Minel


    CENNETİN RENGİ (The Color of Paradise)

    Geçen hafta tüm ülke genelinde, engelliler hatırlandı, onlarında aramızda yaşadığı bir kez daha anımsatıldı.

    Kimi belediye buna tiyatro ile, kimisi yemekle, kimsi de konserle katıldı.

    Bunların içinde gerçekten çok faydalı olanlar da vardı, sacede geçici, lokal çözümlerde.

    Hatta bunların arasında, çok garip gelecek ama "İyi ki engelisiniz!" der gibi "Engeliler haftanız kutlu olsun!" diyenlerde.

    Ben de, bu haftanın önemini daha iyi anlamak için CNR'nin yolunu tuttum. Katılımcı olmamın rahatlığından yararlanarak, bütün stantları tek tek gezdim.

    Neler yoktu ki bu stantlarda; İşitme engelliler için cihazlar, yürüyemeyenler için ;akülü arabalar, görme engelliler için hazırlanmış olan; yön, renk ve ses kayıt cihazları, engelli asansörleri vb. daha bir çok şey...
    Bu cihazlarının nasıl kullanıldığını öğreniyor, bir taraftanda da teknolojinin bu kadar hızlı gelişmesine şaşırıyordum. O kadar yeni cihaz üretilmişti ki.

    Ülkemizin % 12.5 ini oluşturan engelli bireylerin, işleri nasıl kolaylaştırılır, onlara iş imkanı nasıl sunulur, onların eğitimleri, aile ve iş hayatında karşılaştıkları zorlukların tartışıldığı bir hafta geride kaldı.

    Hafta boyunca, hep bir şeyler anlatıldı, konuşuldu, tartışıldı...
    Şimdi bakıyorum da, ne kadar çok haksızlık yapılıyor onlara; Yüksek yapılmış kaldırımlar, kaldırıma konulmuş mantarlar, açık bırakılan kanalizyonlar, yüksek otobüs kapılar vb.

    Engelli olmak an meselesi. Genci, yaşlısı, hepimizin başında, her an olması muhtemel olan kazalar kaçınılmaz. Peki ya ondan sonrası?

    O insanların işlerini kolaylaştırmak için neler yapıyoruz? İnsan olarak, birey olarak, mimar olarak, mühendis olarak...
    Kaldırımların yüksek yapılmasının, yollara mantara benzer taşların konulmasının, nasıl bir mantığı olabilir ki?

    İnsanların daha duyarlı olması, çözüm üretmesi için, illa ki çocuğunun, akrabasının, en yakınının başına mı gelmesi gerekir?

    CNR'nin arka stantlarının birinde oturup, akşama kadar bunu düşündüm. Beni bu düşünceye iten ise; çocuk felçi geçirmiş küçük bir kız çocuğuydu; tekerlekli sandalyesini zorla ittirmeye çalışan.
    Yaşamı daha derinden sorgulamamı sağlayan, bu salondan saat 18:00 sularında ayrılırken sadece düşünüyordum: Gelecek bana neler getirecekti acaba?

    Bu hafta sonu da, uzun zamandan beri izlemeyi düşündüğüm ama fırsatsızlıktan bir türlü izleyemediğim "Cennetinin Rengi"ni izledim.

    Orada da aynı sorun, istenmeyen bir görme engelli çocuk Mohsen Ramezani. Babası onu başından atmak için çeşitli çarelere başvuruyor. Yönetmeliğini Majid Majidi nin yaptığı film bir Asya yapımı olmasında rağmen ABD'de gişe rekoru kırarak yine bir ilki gerçekleştirmiş ve dikkatleri tekrar yönetmenin üzerine çekmişti.

    Filme çeşitli yarışmalarda 10 ödül almış.

    Film İran dışında ilk kez 1 Eylül 1999 'da Kanada 'da Montréal Film Festivali 'nde gösterilmiş.Bu festivalde "Büyük Amerika Ödülü" yönetmen Majid Majidi 'ye verilmiş.

    Bu da demek oluyor ki: iyi film Asyalı da olsa, Avrupalı da olsa, alması gereken değeri mutlaka alıyor...

    3 Aralık geçti. Ama ben hala yazıyorum. Engellileri anlamak onların, o mistik, güzel dünyasına yolculuk etmek için; "Cennetin Rengi"

    Neslihan Minel


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    3 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


     Kahveci : Ömer Faruk Hüsmüllü


    Yumurtanın Sarısı Politikacıların Kafasına Düştü Yarısı

    Yazmamak için kendimi zor tuttum.

    "Unutulur gider, bu da nasıl olsa geçer" diye düşündüm, ama bu "yumurta" olayı bir türlü gündemden düşmedi.

    TV kanallarının çoğu "yumurta savaşlarını" birinci haber olarak verirken, bazıları ekranlarının üst tarafına "Yumurta mı tavuktan çıkar, tavuk mu yumurtadan?" yazmış. Çocukluğumdan beri duyarım bu soruyu. Aslında beni fazlaca enterese de etmez. Yani hangisi hangisinden çıkarsa çıksın! Oturup da bu konuyu saatlerce tartışacak değiliz herhalde.
    İşin aslı, hani bir deyim vardır "yumurta gibi oturdu" derler. İşte yumurta da Türkiye'nin gündemine "yumurta gibi" oturdu.

    Böyle bir deyim yok mu? Tartışacak değilim sizinle, tamam olmasın. Siz haklısınız.
    Peki "cuk oturdu" da denmez mi?

    Denir. Öyleyse yumurta cuk oturdu.

    **

    Hafızamı yokluyorum: Yıllar önce de toplumumuzun gündeminde bir yumurta olayı vardı. Hani eski bir bakanımızın oğlu yumurta işine girmiş ve Allah o gencimize "yürü ya kulum!" demiş, o da kısa sürede köşelik olmuştu. Tabii bu olay artık çok geride kaldı ve unutuldu.
    Şimdi ise öğrencilerin kuzu kuzu oturup büyük(!)lerinin "ileri demokrasi" nutuklarını dinleyecekleri yerde yumurtalı saldırıya geçmeleri haberlerin en başında gelmeye başladı.

    Gazetelere bakıyorum:
    Bir parti başkan yardımcısına yumurta yağdırıldığı için konuşamadan toplantı salonunu terk etti. (Bazıları "kuzu kuzu gitti" diyorlar, ama hiç de öyle değildi. Çünkü elinden gelse, o an üniversite yetkililerinin tümünün işine son verebilirdi. Bu ne şiddet, bu ne celal ise!)

    Bir bakana katıldığı konferansta yumurta atarak protesto eden öğrenciler hakkında dava açıldı. İki yıl hapis cezası istendi. 17 kuruşluk bir yumurtaya iki sene hapis cezası… (Rakip partiden bir milletvekili davadan vazgeçmesi için, yeni bir elbise alıp bu bakana hediye etmek istedi. Ancak kabul edilmedi, teşekkür de edilmedi. Aksine elbise hediye etmek isteyen vekile oldukça ağır sözler söylendi.)

    Bir profesör konuşma yapacağı salona sucuk götürdü. (Olur ya yumurta atılırsa, sucukla birlikte pişirsin diye düşünmüş olmalı; ama sucukla yumurtanın kendiliğinden pişmeyeceğini, ateş de gerekeceğini bu prof. nedense aklına getiremedi. Çünkü "bir başkadır" bizim prof.larımız. )

    Bir sendikacı konuşma salonuna tava ve ocak götürdü. (Beleşci! Öğrenciler yumurta atacak, o da oracıkta bir güzel pişirip yiyecek. Ama umduğu olmadı.) Bir dizide başroldeki oyuncu her gün pizza yemekten bıktığını canının "yımırta(!)" istediğini defalarca tekrarladı. (İşte gerçek yımırtasever(!) yurttaşa bir örnek!)

    Bir yumurta satıcısı, "yumurtanın nimet olduğunu, atılarak ziyan edilmemesini, yenilmesi gerektiğini" söyledi. (Yeni bir şey değil söylediği, ama hazır kameraları görmüşken o da konuşuverdi işte.)

    Bence yumurtayı şımartan Prof. Birgül Sönmez hocadır. Yıllardır kolestrolün müsebbibi olarak bildiğimiz yumurtayı bir gecede beraat ettirdi yani akladı ve "haftada 2-3 tane yumurta yiyebilirsiniz" dedi. Oldu mu hocam? Yıllardır yumurtadan köşe bucak kaçan onca insan bu bilimsel tesbitinize sevinsin mi, üzülsün mü?
    **
    Genç girişimciler! Ortam çok kolay para kazanmaya müsait. Yumurtanın bu kadar reklamı yapılmışken, size iki tane önerim var:

    1-YUMURTASAVAR: Şemsiye şeklinde yapabilirsiniz veya piyasada olan bir şemsiyenize bu adı marka olarak verebilirsiniz.
    Ya da dilerseniz bir konuşmacının içine sığabileceği şeffaf bir kabin olarak tasarlayabilirsiniz. Konuşmacı dinleyicileri, tabii dinleyiciler de konuşmacıyı rahatlıkla bu kabin sayesinde görebileceklerdir. Bu kabini kullanan konuşmacı kolilerle yumurta atılsa da bundan etkilenmeyecektir. "İyi de, bu işin pazarı var mı?" diye düşünüyorsanız, söyleyeyim: 550 tane milletvekili, onlarca bakan, binlerce bürokrat potansiyel müşteriniz. Onların korumalarını da işin içine katarsanız bu icat ile köşeyi döndünüz demektir. İleride işadamı, sanatçı, sendikacı, futbolcu gibi çeşitli grupların bu potansiyel müşterilerinize eklenme ihtimali bulunduğunu da unutmayın.

    Bu teklifi beğenmediniz mi? Bir de buna bakın!

    2-YUMURTA ATIŞ POLİGONU: Silah atış poligonları var da, niçin yumurta atış poligonları olmasın? Kurun bir yumurta atış poligonu, kırın parayı. Vatandaş sevmediğ kişinin hedefteki resmine yumurta atarak stresini azaltmak isteyecektir. Yumurtayı 17 kuruşa al, 1 liraya attır.

    Günlük bin yumurta atış rakamına kısa sürede ulaşacağınıza bahse girerim.

    Devlet de bu alanda yatırım yapmak isteyen girişimcileri düşük faizli kredilerle desteklemeli. Şiddet olaylarını azaltmada, vatandaşın gazını almada bu poligonların fayda sağlayacağına eminim.

    **
    Dostlar, aklıma bir soru takıldı: Yumurtayı hedefe attınız. Hedefi tutturdunuz. Fakat yumurtanın tamamı hedefin üzerinde kalmıyor. Yani en az yarısı yere düşüyor. Neden?

    Ömer Faruk Hüsmüllü


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    8,008,008,008,008,008,008,008,00
    1 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


     Kahveci : Hasan Tülüceoğlu


    YUMURTAYI HANGİ UCUNDAN ATMALI?

    Çocukluğum ve gençlik yıllarımda dine uzak olan yaşıtlarımdan dinin bakış açısına uygun olmadığını düşündüğüm şu dini enstanteyi işitirdim: Yüksek bir yere mutlaka ulaşılıp alınması gereken bir nesne vardır. Yanınızda oraya ulaşabileceğiniz iki eşya mevcuttur. Bunlar Kur'an ve ekmektir. Bu noktada can alıcı soru sorulur? Yapamayacağınız iki tercihle karşı karşıya bırakılırsınız. Yüksekteki nesneye ulaşmak için hangisini ayağının altına alırsın? Pek doğal olarak tercih yapamazsınız. Anlatan ağız bir süre sonra ders verme bilgeliğinde cevabı verir. Cevap Kuran'dır. Çünkü hayatımızı idame ettirmek için bize verilen en temel nimet ekmeğe nankörlük etmek diğerinden daha büyük bir günahtır.

    Anadolu'da tüm yiyecek ve içeceklerin genel isimlendirilmesi olan 'nimet'in simgesi ekmektir. Onun şahsında insanın yaşamını sürdürdüğü tüm nimetler Anadolu insanın nazarında Tanrı'nın verdiği çok kıymetli lütuflardır. Ancak Allah'a inananlar gerçek anlamda 'nimet'in kıymetini bilirler.
    Dini değerler üzerine inşa edilen kültürümüzde 'nimet'in fuzuli, gereksiz ve fazladan harcanıp kullanılması 'israf' olarak isimlendirilir. 'İsraf' Allah'ın emrine uymamayı ifade ettiğinden haram olarak kabul edilmiştir.

    Müslüman Anadolu insanı yüzlerce yıldır bollukta da darlıkta da nimetin kıymetini bilip israfa kaçmamaya çalışmıştır. Küçük bir ekmek kırıntısını bile çöpe atmak istememiştir. Gerçi bu halkın geneli hep varla yokluk arasında devletini kendisine tercih ederek yaşamıştır.

    Büyüdüğüm çevrede köylüler tavuk ve yumurtayı yemekten çok yoksunluktan küçük ihtiyaçlarını karşılamada kullanırlardı. Okula giderken evden harçlık olarak bozuk para yerine bazen yumurta aldığımı hatırlıyorum. Siyah önlüğümün cebine koyar kırılmaması için itinayla yürürdüm. Çocuğun gelişiminde daha çok besin donanımlı yumurtayla öğrencilik psikolojisiyle daha çok ilgi gösterilen çekirdek, leblebi, şekerleme alınırdı.

    Cılk yumurta beş para etmezdi. En fazla tavuğun altına fol olurdu. Birde sevmediğine atılacak en güzel silahtı. Yaramaz çocuk kavga ettiği diğerine bulabilirse cılk yumurta atardı.

    Bunları Siyasal Bilgiler Fakültesinde üniversite öğrencilerinin, Prof. Dr. Burhan Kuzu'yu protesto için bolca yumurtaları havaya savurmaları olayı nedeniyle düşündüm.

    Anadolu toplumu son yüzyıl içinde çok değişiklikler yaşadı. Tavuklarımız değişti, yumurtalarımız hep cılk olup sağlamları kırıldı. Tüm toplum veritabanımız sarsıldı. Toplumların değişimi Yaratıcı'nın koyduğu ilahi bir kuraldır. Bizdeki değişimler kural dışıydı ve bir anlamda Yaratıcı'nın kurallarını zorluyordu.

    Başta ekmek olmak üzere her türlü gıdayı benliğinde kutsallık düzleminde algılayan toplumumuzda bugün bir çok insanın hala çok rahat alamadığı yumurtaların üniversiteli öğrencilerin elinden hoyratça onlara bir başka kutsiyet ifade eden bilgiyi öğreten hocaları üzerine savrulması bu bağlamda düşünüldüğünde vahim bir durum.

    Tıpkı nimette olduğu gibi bu toprakların insanları kendisi okuyup işlemese de okumaya yazmaya öğrenmeye ve öğretene büyük saygısı vardır. Kitap, bilgi ve bilginleri her zaman el üstünde tutmuşlardır.
    Anadolu toprağını tepelemiş, mütevazi köylerinin çamurlu yollarına ayakları dokunmuş bir üniversite öğrencisinin yumurtaları pervasızca fırlatabileceğine inanmak istemiyorum.

    Ekmek yerine Kuran'a basmayı tercih etme öğretisi alan bir Anadolu insanı yediği gıdayı hoyratça israf etmesi onun önceliklediği kutsallıklarını değiştirmesi işaretidir. Daha doğrusu buna kutsallıklarını artık yitirdiğinin göstergesi demeliyiz.
    Mili manevi değerler yerine Batı kültürünün mutlak hakimiyetinde farklı değerler inşa edilmeye çalışılan genç nesilin yumurta eylemi bunun bir sonucu gibi gözüküp batı kültürü koyuyor.

    İtirazlar, protestolar, görüşler, fikirler elbette bir usul, uslüp ve saygı çerçevesinde ifade edilmelidir. Özgürlükler kısıtlanmamalı, demokrasiden taviz verilmemelidir. Özgürlük ve demokrasi adına hakaret etmeyi de elbette kimse makul gösteremez.

    Yumurtayı atan öğrencilerin zihinlerinde elbet başka öncelikleri vardı. Olay sadece otoriteye başkaldırı, yönetimi eleştiri ise bir önceki konuşmacı Süheyl Batum'a bir iki fikir itirazı dışında fazla tepki gösterilmezken tüm yumurtalar Anadolu değerlerini temsil görüntüsündeki Ak Parti hükümetinin nezdinde Burhan Kuzu'ya atılmaz ve tüm tepkiler ona gösterilmezdi.

    Gerçek eylem, zihinlerindeki Anadolu geleneksel değerleri veri tabanı silinip yerine batı değerleri tabanında yeni veriler yüklenmeye çalışılan öğrencilerin unutturulmaya çalışıldıkları değerleri belli bir ölçüde simgeleyen hükümete tahammül edememeleriydi.

    Hasan Tülüceoğlu


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    4,004,004,004,00
    1 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


     Dost Meclisi


    YORUMLARINIZI GALERiMiZDEKi iLGiLi BÖLÜME BIRAKABiLiRSiNiZ.
    Yorumlarınız için bekleriz.

    Fotograf : Halil Önceler


    <#><#><#><#><#><#><#>

    Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
    dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

    <#><#><#><#><#><#><#>

    Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
    Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
    Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
    Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
    Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.

    Yukarı


     


     Tadımlık Şiirler


    SAHNE

    aynı kişiliklerdir aslında
    seyirciler ve oyuncular.
    kendilerinindir bütün bu
    alkışlar ve oyunlar.
    perde açıldığında,
    yüzlerindedir maskeler.
    oysa yüzler çıplakken konuşur
    sonuçlar ve sebepler:
    ''gerçek dünyanın sakinleridir
    sahte kişilikler ve
    sahte kişiliklerin dünya

    murathan

    Yazdırmak için tıklayınız.

    Yukarı


     


     Biraz Gülümseyin



    KMTV Sunar...

     


     Kıraathane Panosu



    Polygon Web Studio


    Yazarlarımızın Kitapları


    Merih Günay
    "Martıların Düğünü"

    Nesrin Özyaycı
    "Işık -II-"


    Temirağa Demir
    "Her kardan Adam Olmaz"


    Şadıman Şenbalkan
    "Şehit Analarımızın Çığlıkları"

    Hatice Bediroğlu
    "Düş Kuruyor Gece"

    Cüneyt GÖKSU
    Serpil YILDIZ

    "KÜBA - SARI SICAK BİR PENCERE"

    Merih Günay
    "HİÇ"

    Feride Özmat
    "Yanlış Zaman Hikayeleri "

    C.Eray Eldemir
    "Uzak İklimler"

    Temirağa Demir
    "Edepli Fahişeler"

    Ellerin Söylüyor Sonsuzluğu
    Feride Özmat
    "Ellerin Söylüyor Sonsuzluğu"

    Nesrin Özyaycı
    "ÖLMESEYDİ"

    Yitik Ada Günceleri
    Feride Özmat
    "Yitik Ada Günceleri"

    Hazırlayan: Kadir Aydemir
    "Olimpos Öyküleri
    Mavi Mağara
    Sedef Özkan"
    İyi Kalpli Seri Katil
    Semih Bulgur
    "İyi Kalpli Seri Katil"
    80'lerde çocuk olmak
    Hazırlayan: Kadir Aydemir
    "80'lerde çocuk olmak
    Viking Gemisi ile kıyı kıyı İSTANBUL
    Şebnem Çağlayan"


    Sedef Özkan
    "Aynı Yaprakta Olmak"


    Yukarı


     


    Akın Ceylan

     İşe Yarar Kısayollar


      Şef Garson : Akın Ceylan

    Ülkemizde cep telefon numaranızı değiştirmeden istediğiniz operatöre taşıyabiliyorsunuz. Evet gerçekten güzel bir uygulama ama, sizin görüşmek için aradığınız telefon numarası sizinkinden farklı bir operatörden hizmet alıyorsa, telefon görüşme ücretiniz tahmininizden yüksek gelebilir. Eğer arayacağınız telefon numarasının hangi operatörden hizmet aldığını öğrenmek istiyorsanız http://www.numaranitasi.gov.tr/PublicWebGUI/ web sayfasını kullanabilirsiniz. Açıklamalar web sayfasında yazılı, kolay gelsin.

    Youtube ve benzeri sitelerden bulmuş olduğunuz bir video'yu mp3 olarak kaydetmek isterseniz http://www.video2mp3.net/ web sayfasını deneyebilirsiniz. Ses kalitesini kaybetmeden müzik kaydı yapabileceğiniz bu web sayfasını defalarca denedim ve sık kullanılanlar listenizde bulunması gerektiğine inanıyorum.

    http://www.doktorsitesi.com/ Doktorları hastalarla buluşturan sağlıklı bir site. Merak ettiğiniz rahatsızlıklar için bilgi araştırması yapabileceğiniz ve hatta sorular sorabileceğiniz başarılı bir çalışma olmuş. İster soru bankasını kontrol edin, ister arama yardımıyla konu başlıklarında araştırma yapın, bu da yetmezse kendi sorunuzu oluşturup, cevap verilmesini bekleyin. Şimdiden geçmiş olsun.

    Kaçırdığınız dizileri izlemek için http://diziport.com/ Bu web sitesinin diğer bir özelliği de sadece ülkemizde gösterimde olan dizileri değil, dünyaca popüler hale gelmiş olan dizileri de izlemenize olanak veriyor. Hem de Türkçe altyazılı olarak takip edebiliyorsunuz.

    Yukarı


     


     Damak tadınıza uygun kahveler






    http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
    Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.

    GOM Player 2.1.21.4846 Released [2009 11/05] / Windows / 5.77 MB
    http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE
    Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.

    VLC media player for Windows / V.1.1.4 / 18 MB
    http://www.videolan.org/
    İçinde tüm codec kütüphanesini barındıran açık kaynak bir oynatıcı. Bilgisayarınızın olmazsa olmazlarından biri. mp4, mov, mkv dahil hemen her formatta filmi izlemenize olanak sağlıyor. İndirin seveceksiniz.

    7-Zip 4.65 (2009-02-03) for Windows / 913 KB
    http://www.7-zip.org/
    Winzip, Winrar gibi sıkıştırma programlarının tek alternatifi. Sadece zip ve rar formatlı dosyaları değil, hemen her çeşit sıkıştırılmış dosyayı açan, minik ama süper bir "Open Source" programı. Kendi formatında yaptığı sıkıştırmanın üzerine yok. İsterseniz zip olarak ta sıkıştırma şansınız var. Hemen indirip kurun, sonra da bana şükredin.

    Yukarı


     


    KAHVE MOLASI ABONELERi Google Grubuna üyesiniz. İlginize teşekkür ederiz.

    ABONELiKTEN AYRILMAK İÇİN :
    KM-abone+unsubscribe@googlegroups.com
    (Gönderdiğiniz mesajın abone olduğunuz adresten gittiğine emin olunuz.)

    ÜCRETSİZ ABONE OLMAK İÇİN :
    Google Gruplar KAHVE MOLASI ABONELERi grubuna kayıt ol
    E-posta:


    Arkadaşlarınıza önermek ister misiniz?


    Uygulama : Cem Özbatur
    2002-23©KAHVE MOLASI - Her hakkı saklıdır. Yayın İlkeleri

     






    Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

    Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



    SON BASKI (HTML)

    KAHVE YANINDA DERGi

    Hoşgeldiniz
    Arşivimiz
    Yazarlarımız
    Manilerimiz
    E-Kart Servisi
    Sizden Yorumlar
    KÜTÜPHANE
    SANAT GALERiSi
    Medya
    İletişim
    Reklam
    Gizlilik İlkeleri
    Kim Bu Editör?
    SON BASKI (HTML)
    YILDIZ FALI
    DÜNÜN
    ŞARKILARI





    ÖZEL DOSYALAR

    ATA'MA MEKTUBUM VAR
    Milenyumun Mandalı
    Café d'Istanbul
    KIRKYAMA
    KIRK1YAMA
    KIRK2YAMA
    KIRK3YAMA
    ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
    11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
    Teröre Lanet!
    Kek Tarifleri
    Gezi Yazıları
    Google
    Web KM




    Aşkın Nur Yengi
    Ayrılmam Sarılırım Hayallere









    Fincan almak ister misiniz?
    http://kmarsiv.com/sayilar/20101221.asp
    ISSN: 1303-8923
    21 Aralık 2010 - ©2002/23-kmarsiv.com