Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 9 Sayı: 1.845

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 25 Ocak 2011 - Fincanın İçindekiler


  • "İĞFAL" ... Bertan Onaran
  • Psikolojik Analizler; Karınca Hikayeleri 3 ... Nevriye Hamitoğlu
  • ARA VERMESİNİ BİLİN ... Ömer Akşahan
  • ALİ'NİN FİNOSU ... Mehmet Önder
  • KARADENİZ'DE KADIN OLMAK… ... Nihat Malkoç


  • Dost Meclisi, Tadımlık Şiirler, Biraz Gülümseyin, Kıraathane Panosu, İşe Yarar Kısayollar, Damak Tadınıza Uygun Kahveler

  •  



     Editör'den : Affet bizi Mumcu!..


    Merhabalar,

    Onsekiz yıl geçmiş, bir arpa boyu yol gidilememiş. Demokrasi, özgürlük adına kalemiyle savaştığı için katledilen Uğur Mumcu'yu andık dün. Andık mı yoksa utancımızı mı tazeledik bilmiyorum. Faili meçhul de değil üstelik. Bombayı koyduğu iddia edilen adam belli ama adamı yakalamaya devletin mecali yok. Sürpriz değil elbette. Burası Türkiye. Hakkındaki yolsuzluk iddiaları örtbas edilen bir belediye başkanı seçimlerde vekil yapılıyor. Deniz feneri denilen kepazelik, ahlaki sınırları çoktan aşmış durumda. Uğur Mumcu'nun ardından yürüyen meslektaşları yıllardır neyle suçlandıklarını bilemeden hapiste. İktidara biat etmiş yalaka köşeci, "Ona demokrasi şehidi denmez. Demokrasiye -cici demokrasi- derdi." diyebilecek kadar alçak cehalet örneği sergiliyor. Dedik ya, burası Tayyip imparatorluğu, nam-ı diğer Türkiye. Halka korku salmakta, özel hayatına el atmakta bir beis görmüyor, demokrasi diye diye protestocu fişliyor. Utana sıkıla andık seni Sayın Mumcu. Affet bizi.

    10 yıl polislik yapan askere gitmeyecekmiş. NEDEN? Ne ayrıcalığı var polisin? Silah tutmayı, adam dövmeyi, göze gaz sıkmayı, copu kaldırıp kaldırıp vurmayı iyi öğrendi diye mi yapmayacak askerlik? Öğretmenin, doktorun günahı ne? Yoksa amaç başka mı? Ya asker olacaksın ya polis. Ya Türk ordusunun neferi olup vatan bekleyeceksin, ya coni hocanın dergahına girip sesini yükseltenleri coplayacaksın. İnşallah madalyonun arkasında bu yazmıyordur.

    "Aksırıncıya, tıksırıncıya kadar" itirafından sonra, bir veciz söz de Manisa'lı Arınç amcadan geldi. "Özel yaşam içki ve seksten ibaret değildir." Helal sana amcacım. Bekara karı boşaması kolaydır diye boşuna dememişler değil mi? Bir de kalkmış Kılıçdaroğlu'na ahlak dersi veriyor, "siyasi parti başkanları ve tüm siyasetçiler nezaketli olmalı, kişilik haklarına saygılı olmalı, edepli olmalı. Sayın Kılıçdaroğlu bunu bilsin" diyorsun. Yanlış mı hatırlıyorum, Meclis Başkanlığı yaptığınız dönemde "şeyini şeyettiğimin şeyi" özlü sözünü literatürümüze sokan siz değil miydiniz? Herhalde karıştırıyorum, kusura bakmayın amcacım. Neyse, ben uzatmadan kaçayım. Kalın sağlıcakla.

    Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

    Cem Özbatur








     


    Bertan Onaran

     Güzelin Ardında : Bertan Onaran


      "İĞFAL"

    Çalışkan, yurtsever dostum Yılmaz Dikbaş yeni bir başucu kitabı hazırladı bize: İğfal. AsyaŞafak yayınlarının bastığı kitap tam 610 sayfa.
    İğfal, gaflet sözcüğünün türevi, kandırıp kullanma, iş yaptırma anlamına geliyor. Bakın ne diyor Yılmaz Dikbaş kitabın arka kapağında:
    "Emperyalistler, yani saldırgan, yayılmacı ve sömürgeciler, tezgâhladıkları Yeni Dünya Düzeni'nin şifresini Kaflara şöyle çivilediler: 'Her şey satılıktır!"
    Bu düzende geçerli olan, Serbest Piyasa Ekonomisi'dir.
    Bu piyasanın ünlü taciri Siyonist Soros bakın ne diyor:
    "Piyasa, ahlâk içermez.
    Öyleyse artık bilinen ahlâk kuralları geçerli değildir, her şey satılıktır.
    Onur, gurur, aşk, sevgili, eş satılıktır…
    Vatan sevgisi, vatan, ulus sevgisi ve ulus satılıktır…
    Kalem tutan eller, televizyon kanallarından seslenen ağızlar satılıktır…
    Egemenlik de satılıktır bağımsızlık da…
    Eğitim de satılıktır, sağlık hizmetleri de…
    Üniversitelerimiz de satılıktır, profesörlerimiz de…
    Emek de satılıktır, emekçi de…
    Bu düzende her şey satılıktır, ama satılanlar ya da satışa aracılık edenler de, para karşılığı iğfal edilmeyi kabullenmiş kişilerdir.

    Alman Mareşali Falhenhayn'ın kendisine küçük sandıklar içinde altın gönderme öyküsünü Büyük Devrimci Mustafa Kemâl şöyle anlatır:
    "Kolayca tahmin etmek mümkündür ki, Mareşal Falkenhayn beni, belki başka birçoklarını böyle sandıklarla altın vererek iğfal etme yolunda idi." Avrupa Birliği'den doğrudan ya da dolaylı yoldan hibe almış kişi, kurum ve kuruluşlar, para karşılığı iğfal edilmeyi kabul etmişlerdir.
    En az 2000 gazeteci, köşe yazarı, TV programcısı ve editör Avrupa Birbiği'den hibe alarak iğfal edildi…
    23'ü üniversite hocası 41 Türk, Avrupa Birliği'nin Türkiye'deki 'Avrupa Takımı'nda yer alarak iğfale boyun eğdi…

    Avrupa Birliği'nin 2002-2010 arasında hibe vererek iğfal ettiği vakıf, sendika, meslek odası, sanayi ve ticaret odası, dernek, meslek lisesi, üniversite, birlik ve belediye sayısı 2 357'ye ulaştı…

    Avrupa Birbiği'nin hibe vererek iğfal ettiği bazı üniversite hocaları ve yazarlar, sözde soykırımı kabullenip Ermenilerden Özür Dileyenlerin elebaşlığını yaptılar…
    ABD ve AB güdümünde, Türkiye'de Türk-Kürt çatışması çıkarmak isteyenler, Alevi-Sunni ayrışmasını körükleyenler, Cumhuriyet Devrimleri'ne saldıranlar, Türk Ordusu'na havlayanlar kimlerdir diye baktığımızda, hep karşımıza Avrupa Birliği ve Siyonist Soros hibeleriyle iğfal edilmişler çıkıyor…"
    Ama Yılmaz Dikbaş, başı gerçekten dik bir yurt, dünyaseverdir; insanlığın anamalcı yalan-talandan kurtulması için tutulacak yolu da gösteriyor; bunu yaparken falcılık., büyücülük yapmıyor elbette, dünyamızın kimi köşelerinde, Küba'da, Güney Amerika'da girişilen dönüşümü biliyor, gösteriyor.

    Kitabını, Bir Darbe İstiyorum yazısıyla bitiriyor; burada darbe sözcüğünü, başımıza örülen çorabı taşlamak üzere seçmiş besbelli, aslında devrim demek istiyor.
    "Türk Ulusu'nun parasının ve maliyesinin yönetim ve denetimini yabancı bir kuruluşa, İMF'ye teslim ettiler. Türkiye'yi borç batağına soktular. İMF'yi ülkemizden kovacak bir darbe istiyorum.


    Türk Ulusu'nun diline, binlerce yıllık tarihine ve kültürüne, gelenek ve göreneklerine ve tüm değerlerine sahip çıkacak bir darbe istiyorum.

    "Temel ilke, Türk Ulusu'nun onurlu ve şerefli yaşamasıdır. Bu ise, ancak bağımsız olmakla sağlanabilir" diyen Atamızın sözüne sıkı sıkıya sarılacak bir darbe istiyorum.

    Gazi Mustafa Kemâl Atatürk'ün öğretisini bayrak yapacak, Cumhuriyet Devrimlerini yaşatacak bir darbe istiyorum."


    Bertan Onaran
    bertan37@hotmail.com


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    [Henüz Oylanmamış]
    0 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


    Nevriye Hamitoğlu

     Kahveci : Nevriye Hamitoğlu


      Psikolojik Analizler; Karınca Hikayeleri 3

    - Neden peşimi bırakmıyorsun?
    - Çünkü seni seviyorum.
    - Ama ben senden nefret ediyorum, hayatımı mahvettin, defol git yanımdan!
    - Gitmiyorum.
    - Senden nasıl kurtulabilirim?
    - Zamanında çok çalışsaydın.
    - Çalışmadım mı zannediyorsun?
    - Yeterince değil, kitaplarını daha fazla yalayıp yutacaktın ve arkadaşlarından uzak duracaktın!
    - Ama o zamanlar, liseden sonra en güzel gençlik zamanlarımdı.
    - Hıh, o zaman bana katlanman gerek, hayallerini yeterince isteseydin şimdi yanında olmazdım.
    - Ama, ama ben istedim!
    - Yeterince istememişsin, bu nedenle kaybettin, şimdi beni suçlama!
    - Suçlusun işte, artık beni rahat bırak! Senin yüzünden güvenimi kaybedicem, göreceksin ben bir gün gelecek çok iyi olucam, bir daha yanıma bile yaklaşamayacaksın. Başarıcaaaaaaaam,

    Yüzüme pişkin pişkin bakıyordu. Başımı yastığıma gömdüm ve ağlamaya başladım. Ondan nefret ediyordum. İçten içe suçlu olduğumu kabul ediyordum ama o da benim kadar suçluydu. O kim miydi? Hayatımın başından beri yaşadığım her günde bana köstek olan 'şanssızlık'tı. Birkaç ay geçtikten sonra bir organizasyon firmasında iş buldum. Eskiden ev olarak kullanılan müstakil binanın giriş katında benim masam, öğle yemeklerinin pişirildiği küçük bir mutfak, muhasebecinin bulunduğu oda vardı. Üst katta personel çalışıyordu. Şirket, doğum günü, toplantı ve zengin insanlara ihtişamlı düğün yapma işi ile uğraşıyordu. Zengin, şımarık gelin adaylarının kaprislerine dayanmak zor olsa da işin sonunda iyi para vardı. Bazen alışveriş merkezlerinin süslemesini de yapıyorlardı, fakat bu işte biraz şanssızdılar. Çünkü onları alt edecek daha büyük organizasyon firmaları vardı ve bu firmalar kendi aralarında bile rekabet içindeydiler. Şirketin sahibi, eski bir paşanın zengin kızıydı. Orta yaştaki patronumun beni içten içe güldüren ilginç hareketleri vardı. Her sabah ofise geldiğinde, girişteki masamın tam karşısında duran boy aynasında saçlarını -orada çalıştığım sürede hep aynı şekilde olan- iki eliyle düzeltir, 'ne kadar güzelim' der gibi aynaya bir bakış attıktan sonra popsunu kıvırarak üst kattaki odasına geçerdi. Onun en kötü huyu, personeline ve hatta görev verme yetkisi olanlara bile küçük gözle bakmasıydı. Sonuçta o şirket sahibiydi ama işini yapan insanlara "ben sizden üstünüm" der gibi bakması gerekmezdi. Çünkü onun işini, o insanlar yapıyordu.

    Yaşıtım olan Meral, bana iş konusunda epey yardımcı oldu, onunla kısa zamanda iyi arkadaş olduk. Bir gün "Gel benimle." dedi. Üst kattaki ofis odalarının arasından geçtikten sonra merdivenlerden çatı katına çıktık. Gördüklerim karşısında gözlerim yerinden fırladı, kalbim ise kuş kanadı gibi çırptı. Çatı katında, daha önce hiç görmediğim bir dünya ile karşılaştım. İki büyük yuvarlak masada krallara layık yemek eşyaları vardı; süslemeli gümüş şamdanlar, pırıl pırıl parlayan farklı boylarda kaşıklar ve çatallar, süslü yemek tabakları, değişik motiflerde peçetelikler, rengarenk simli mumlar… Bütün bu şatafatın arasında bembeyaz masa örtüsüne kurumuş gül yaprakları, kırmızı renkte ve kristal görünümlü taşlar serpiştirilmişti. Sandalyeler beyaz simli örtülerin içinde büyük renkli kurdeleler ile bağlanmıştı. Köşede duran uzun masada tüylü, tüllü, gümüş, porselen ve camdan yapılmış çeşitli nikah şekeri örneği vardı. Büyük bir sepetin içine süslü davetiyeler konulmuştu. Çatı tavanından sarkan belki de yüzyıl öncesine ait modeldeki avizelerin altında karşılıklı duran iki deri koltuk-belli ki zengin misafirlerin oturtulduğu- ve bunların arasına yere -gerçek midir bilmem- tüyleri kabartılmış büyük bir ayı postu serilmişti. "Zavallı hayvancık" dedim içimden. Bütün bu incik boncuk, simli mum tüy, dantel ve daha pek çok ıvır zıvır görüntünün içinde başım döndü. İşte o zaman doğdukları andan bütün hayatları boyunca bu şatafatın içinde yaşayan kadınları kıskandım. Onlar şanslı doğanlardı. Ya biz ve yani benim gibileri? Ne adaletsiz bir dünyaydı bu? İçimde suskunluk yaratan benim zararsız kıskançlığım, biran önce oradan uzaklaşmamı istedi ve Meral'le aşağıya indik.

    Mutfaktaki işini bitirir bitirmez yanımda biten çaycı kadın, gerçekte çok bilmeyip ama her şeyi çok bilir gibi anlatarak, olduğundan farklı görünmeye çalışması ve yanımda sürekli pofurdattığı sigarası ile beni her gün boğmaya başladı. Daha ilk günlerde ofiste çalışan herkesin kim olduğunu ve onların küçük hayat hikayelerini öğrendim. Sürekli başkalarını yargılıyordu, ama asıl yargılanması gereken kişi oydu; çünkü, bu kadın, henüz onyedi yaşında olan kızını liseden mezun olur olmaz evlendirmişti. Bana bir gün nasıl evlendiğini ballandıra ballandıra anlattı. Bütün çeyizini Nişantaşı'ndan gitmiş almış, hiçbir şeyde kusur etmemiş. Hayatının birkaç kesitini bildiğim bu kadının salladığından bal gibi emindim. "Madem durumun bu kadar iyi, neden şu küçücük mutfakta çalışıyorsun?" diyesim geldi de demedim. İnsanların kendilerini olduğundan farklı anlatmaları hiç de hoş değil. Bu kişiler hiç mi Mevlana'nın sözlerine kulak asmazlar? Kızının çeyiz hazırlıklarında alışveriş için Eminönü'ye gideceğini söylediğinde ona, kendisi gibi çeyizleri neden Nişantaşı'ndan almadığını sordum? Bana şaşkınlıkla baktı. Yalanının ortaya çıkmasının verdiği utançla mutfağına girdi ve çok sonra yanıma geldi. Mutfağa ve kapıya yakın oturmaktan bu nedenle memnun değildim. Bu memnuniyetsizliğim kış gelip hava iyice soğuduğunda daha çok arttı. Ofise her giren çıkanın aralık bıraktığı kapıdan giren rüzgar, beni üşütüyordu. Pencere kenarındaki kalorifer peteği sadece kendisini ısıtıyordu. Kılık kıyafet mecburiyetini artık hiçe sayıp, kalın olan ne varsa giymeye başladım. Bazen montumu sırtıma atıyordum. Alaska'da dolaşır gibi olan halimi canım kokoş patronum hiç beğenmedi. Beni bir gün odasına çağırdı ve bir ton kuraldan bahsetti. Paşa kızıydı ya burası da askeri kamp gibi olmalıydı. Neymiş efendim, gelen müşterilerin ilk gördüğü kişi benmişim, kılık kıyafetimi düzeltmeliymişim de biraz daha bakımlı olmalıymışım da falan filan. O konuştukça içime bir sıklet bastı. Üşüyordum işte bunun ötesi yoktu. Ben yine bildiğimi yapıp elime ne geçtiyse giyinip ısınmaya devam ettim. Sürekli açılan kapı zaten hiç kapanmıyordu. Daha önce yok derece hasta olurken sürekli hasta olmaya başladım. Bu soğuk algınlıkları, sonraki dönemlerde de bende ortaya çıkacak bir maraz olarak içimde kaldı.

    Merdivenlerin yanındaki kapıdan muhasebecinin odasına giriliyordu. Odasında tek başına bütün gün çalışıyor, sadece yemek ve akşam çıkış zamanı bu odadan çıkıyordu. Her ay sonu patronum yanına gelip birlikte saatlerce hesap kitap işi ile uğraşıyorlardı. Bu adamla sohbet ettiğimizde onun dine karşı ilgi duyduğunu anladım. Tabii bu konulara fazla girmedim. Benim tek amacım ondan muhasebe hakkında biraz bilgi almaktı. İstediğim de oldu. Bana muhasebe ile ilgili birkaç iş verdi. Yeni şeyler öğrenmenin hevesi ile işimi pür dikkat yaparken bir gün arkadaşım Meral, yanımda apaçık konuştu. Konu ise, benden önce sekretarya masasında otururken neden ona da muhasebe öğretilmemişti? Arkadaşımın söyledikleri beni etkilemedi. Ben muhasebe öğrenmeye devam ettim. Ancak zamanla bu adamda bir tuhaflık olduğunu anlamaya başladım. Bu tuhaflık, tuhaflıkların en tuhafıydı.

    Nevriye Hamitoğlu
    nevriye.h@hotmail.com



    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    3 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


    Ömer Akşahan

     KIRIK TEBEŞİR : Ömer Akşahan


      ARA VERMESİNİ BİLİN

    Hayata dair yürüyüşümüz son nefesi verene dek sürecektir. Bunu yaparken yaşadıklarımız bize her gün farklı açılımlar kazandırıyor. Hayat engebeli ya da engelli bir koşu da denebilir. Bu yeryüzüne kendi isteğimizle gelmesek de ömür dediğimiz şey bize biçilmiş bir giysi gibidir. Ölçüyü iyi alamadığımız ya da yanıldığımız anlarda yaşadıklarımızı yok etmede sıkıntıya düşeriz. Çözüm bulmada zorlanırız. Bazen de inatla yanlış ölçülü giysiyi ya da ayakkabıyı giyerek kendimizi hırpalarız.

    Oysa böylesi durumlarda uzmanların tecrübelerine ve görüşlerine kulak vermek gerekir. Bu yazımda konunun uzmanlarınca öne sürülen görüşlerine yer vereceğim. Sıkıntıyı giderme konusunda Montaigne her ne kadar bize kitap okumayı önerse de, o an okuyacak bir kitap bulamayabiliriz; başka bir ifadeyle kitap okuyan birisi olmayabiliriz. O zaman gelin, aşağıdaki önerilere kulak verin ve sıkıntının yol açacağı daha acı durumlarla karşılaşmayın.

    Şimdi dışarıya çıkın ve açık havada kısa bir yürüyüş yapın.

    Sıkıntı duyduğunuz durumlarda, ara vermesini bilin. Bu sizin olaylara farklı bir perspektiften bakmanızı sağlayacaktır. Örneğin, eşinizle problem mi yaşadınız ya da müdürünüz moralinizi bozacak şeyler mi söyledi; ani tepkilerden kaçının, bir ara verin, etraflıca düşünün ve öyle harekete geçin.

    Bununla birlikte, sürekli çalışmayın, ara vermesini bilin. Baltanızı bilemeden yeni odunlar kesmeye kalkmayın. Aşağıdaki öykü size bu konuda yardımcı olacaktır.

    BALTAYI BİLEMEK

    Bir ormanda iki kişi ağaç kesiyormuş. Birinci adam sabahları erkenden kalkıyor, ağaç kesmeye başlıyormuş, bir ağaç devrilirken hemen diğerine geçiyormuş. Gün boyu ne dinleniyor ne öğle yemeği için kendine vakit ayırıyormuş. Akşamları da arkadaşından bir kaç saat sonra ağaç kesmeyi bırakıyormuş. İkinci adam ise arada bir dinleniyor ve hava kararmaya başladığında eve dönüyormuş. Bir hafta boyunca bu tempoda çalıştıktan sonra ne kadar ağaç kestiklerini saymaya başlamışlar. Sonuç: İkinci adam çok daha fazla ağaç kesmiş. Birinci adam öfkelenmiş:

    - Bu nasıl olabilir? Ben daha çok çalıştım. Senden daha erken işe başladım, senden daha geç bitirdim. Ama sen daha fazla ağaç kestin. Bu işin sırrı ne? İkinci adam yüzünde tebessümle yanıt vermiş:

    - Ortada bir sır yok. Sen durmaksızın çalışırken ben arada bir dinlenip baltamı biliyordum. Keskin bir baltayla, daha az enerji harcayarak daha çok ağaç kesilir.

    Kendimizi geliştirmek, baltamızı bilemektir.

    Kendimize zaman ayırıp, yaşamımızı objektif bir bakışla gözden geçirmektir. Zayıf bulduğumuz alanlarımızı geliştirmek için çaba göstermektir. Bu zihnimizin, ruhumuzun karakterimizin güçlenmesi için olmazsa olmaz bir koşuldur.

    Delphi'deki ünlü tapınakta Sokrates'in şu sözü yer alır: "İnsan Kendini Tanı"

    Kendini tanımak, şu anda olduğumuz noktayla olmak istediğimiz nokta arasındaki yoldur.

    Kendini tanımak, kendimizi nasıl gördüğümüz ile başkalarının bizi nasıl gördüğü arasında açı olmaması anlamına gelir.

    Gerek bireysel yaşamda gerekse iş yaşamında başarılı, mutlu ve doyumlu olmak istiyorsak, baltamızı bilemek için kendimize zaman ayırmalıyız...

    Özün özü: "Çalışacağım ve kendimi hazırlayacağım. Ve bir gün şans kapımı çalacak."
    Abraham LINCOLN (Eski A.B.D. Cumhurbaşkanı)

    Kısa süreli bir seyahat nedeniyle ben de bir süreliğine yazılarıma ara vereceğim. Okurlarımız hoşgörürler umarım.

    Kalın sağlıcakla…

    Ömer Akşahan


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    1 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


    Mehmet Önder

     Kahveci : Mehmet Önder


      ALİ'NİN FİNOSU

    Hastabakıcılarla konuşa konuşa, şakalaşa şakalaşa baş tarafından koğuşa girdi. Yanımdaki boş yatağa yatırdılar.

    "Arkadaş Ali; dipteki koğuştan. Tayini buraya çıktı" dedi, muzipçe olanı. On yataklı, dokuz hastalı sessiz koğuşumuza bir ses bir devinim geliyordu. İki haftadır yatıyorum, kolundan ameliyatlı Seyfi'yi saymazsak biz sekiz yatalak sessiz sessiz duvarları seyrediyoruz. Arada kapının önünden geçenler oluyor ama, sesleri yankılanıp homurtu gibi geldiğinden konuştukları anlaşılmıyor. Seyfi ara sıra salondaki televizyondan haberler getiriyor, doktorlar izlemesine izin verirse. İlk gol Sinan'dan ikincisi Tezcan'danmış. Bu yıl transferler isabetli. Seyfi, ikincide daha heyecanlı dönüyor salondan. İkinci Barış Harekâtı başlamış. Büyük olasılıkla yine karartma yapılırmış. Başbakan Ecevit "Ada'ya barış gelecek!" demiş.

    Bizler böyle Seyfi Ajans'la ite kaka vakti geçirmeye çalışırken, Ali'nin gelişi büyük değişiklik oldu. Sessizlik yerini sohbete bıraktı. Dip köşede yatan yaşlı amcaya bile ilk kez ağzını açtırıp "Ali sen çok yaşa. Sessiz sessiz geberip gidecektik buralarda!" dedirtti.



    İlk birkaç gün sıkıntıdan kurtulmanın sevinciyle geçti. Fakat bizim Ali azıcık fazla mı hoşsohbetti, yoksa böylesine "Çenesi düşük" mü demek gerekiyordu bilmem?

    Evet, yeni arkadaşımız açıkça susma özürlüydü. Koğuştaki herkes kırık çıkık özürlüsü iken bir de susma özürlü eklenmişti. Ali'ye "gık" demeyegör gık üzerine altı saat konferans veriyor, her ağzını açanın lafını kapıp o konuşuyor.

    Bir ara karşısında yatan yaşlının karnı ağrımış olacak, oğuşturup yüzünü buruşturunca söze de gerek kalmadı. Ali "Bu" dedi "Ya bağırsak tümörüdür ya da düğümlenme. Şakası yoktur. Amcamı yirmi günde aldı sattı."

    Zavallı yaşlı, iki saat ölümünün nasıl geldiğini, nasıl alıp gideceğini dinledi korkulu gözlerle. Hep birlikte uyuyormuş gibi yaptık da, amcayı azrailin elinden zor kurtardık. Ali, uyumayan var mı, uyuyup uyanan var mı, diye bakındı durdu geç saatlere kadar.



    Üç beş gün daha geçince koğuşa iyice hâkim oldu. Bir ara sıkılıp ağzımdan "Offf…" diye bir ses çıkarmış bulundum. Ali bir şey anlatacağımı sandı. Hemen sözü aldı:
    - İki kez gittim.
    - Nereye?
    - Of'a.
    Abisi askerliğini Of'ta yapmış. Babası hem memleket görsün, hem de abisiyle hasret gidersin diye iki kez götürmüş. İki üç saat kadar Of'u, yolculuk anılarını anlattı. Tabii ben de bir daha of çekmemeye yemin ettim.



    Bir hafta içinde çocukluğunu, okul yaşamını, Of seyahatlerini, sünnet oluşunu, öğretmeninin evlerine nasıl konuk olduğunu, ayrıntılı askerlik anılarını bıkıp usanmadan ve yorulmadan otuzar kırkar kez anlattı. Her ağzını açanın lafını ağzından aldı o sürdürdü.

    Islık çalanlar sünnetini, o diyenler okul yaşamını, ö diyenler öğretmeninin evlerinin gelişini "Aa sus artık!" demeye yeltenenler askerlik anılarını dinlemeye zemin hazırlamış oldu.



    Anlayacağınız Ali' ye karşı önlemi elden bırakmamak gerekiyor. Yoksa her sesi kötüye kullanıyor. Ama, herkes bu olgunluğu gösteremiyor ki; özellikle hemşireler… Eğitimleri mi zayıftır, aile terbiyeleri mi kıttır bilinmez; gelmiş Ali'ye "Ağrın var mı?" diyor.

    Var! Ali'nin ağrısı olmaz mı? Hem Ağrı'sı var hem de Muş'u. Askerliğini de Çölemerik'te yaptı. Acemilik Burdur'da topçu. Komutanı o denli üstüne düştüğü halde çavuşluğu istemedi. Kendileri öyle kurs murs sevmezler.

    Hop hop hemşiranım! Nereye? Arının yuvasını bozdun; şu askerlik anısını kırkyedincisinde birlikte dinleyelim. Eh artık ikibuçuk saatinizi feda edersiniz!

    Nerde! Çekti gitti. Tabii Ali canavarı onun umrunda mı? Git öteki koğuşlara; "Ağrın var mı, şunun bunun var mı?" Ohhh. Gelsin dolgunundan aylıklar. Ninem de yapar öyle hemşireliği.



    Sonradan öğrendik; Ali, dipteki koğuştan sürgün gelmiş. Bulmuşlar sekiz sessiz adamla bir yerinde durmaz Seyfi'yi, bağışlayıvermişler!

    Ben de sizin alayınızı şikayet etmezsem. Taa Ağrı'ya sürdürmezsem. Alışıksınız ya, hastaya sorarsınız artık:
    - Teyze ağrın var mı?
    El cevap
    - He vallah. Hem elim Agri, hem başım agri, hem de belim agri.



    Hemşire gidince tüm koğuş, bağır çağır Ali'yi susturduk.

    Ama, şeytan da dürtüyor. Bu Ali'ye bir oyun oynamalı, diye. Düşündüm düşündüm, buna bir "av" diyeyim. Acaba ne anlatacak? Avcılıktaki hünerlerini mi anlatacak, avukatından şikayetlerini mi, avakado meyvesinin vitamin varsıllığını mı ortaya dökecek. Ali ne yapar eder bir şeyler bulur. Avludan, avarelikten de bir şey üretemezse avurtlarını şişirir, avcuyla vura vura "zort zort" ses çıkarır, yine sözü alır.
    Bağırış çığırıştan pısmış, sessis sessiz duran Ali'nin yüzüne baktım. Sinsi sinsi, biri "gık" desin diye havayı kokluyor.
    - Av, dedim.
    Ali'nin gözleri parladı. Somurtan yüz doğal kıvrımlarına kavuştu.
    - Benim, dedi, küçücük bir finom vardı. Hiç yanımdan ayrılmazdı. Gelene geçene senin gibi "av av av " diye ürer dururdu…



    İki saat kadar finoyu anlattı. En son araç ezmiş, mezar kazıyor. Kendim ettim, kendim buldum diye diye, dinliyorum. Ama dayanmak zor. Herkes bana ters ters bakmaya başladı. Yalvarmaktan başka çare yok:
    - Göm artık şu iti. Ali. Kulun kölen olayım. Fino köpeğin olayım Ali.

    Mehmet Önder


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    1 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


    M.Nihat Malkoç

     Kahveci : M.Nihat Malkoç


      KARADENİZ'DE KADIN OLMAK…

    Güzel olduğu kadar da zor bir coğrafyadır Karadeniz… Turistik gezi için gelip de bu tablo misali güzelliklere uzaktan bakanlar bu zorlukları göremezler. Onun için de burada yaşayanları bahtiyar insanlar olarak sayarlar. Tabir caizse içi seni, dışı beni yakar…

    Bu zor ve bir o kadar da hoyrat coğrafya karşısında ayakta durmak hiç de kolay değildir. Hele bir de burada yaşayan kadın olursa… Zira bu coğrafya kadın için 'çile' demektir. Kadın tarlada ve bahçede çalışır, inek besler, sırtında ormandan odun getirir. Bu da yetmez, evin yemeğini, çamaşırını ve bulaşığını çekip çevirir. Bu bölgede kadının eğlenmeye ayıracak zamanı yoktur. Eğlence onun hayat kitabında yazmayan bir kavramdır. En büyük eğlencesi çalışırken kendi kendine türkü ve mani söylemektir. Bununla yetinmek zorundadır.

    Karadeniz'de kadın olmanın zorlukları coğrafî şartlarla ilgili değildir sadece… Karadeniz erkeğinin keyfine düşkünlüğü de bu yörede yaşayan kadınların zorluklarının bir başka acı yüzüdür. Başka bölgelerde erkeklerin yaptığı birçok işi Karadeniz'de kadınlar yapar. Erkekler dışarıda para kazanır, bunun dışında ev ve bahçe işlerine karışmazlar. Bazıları para da kazanmaz, aylak aylak dolaşır, yine de beyliğinden ve keyfinden ödün vermez.

    Karadeniz'de ailenin bütün yükü ve sorumluluğu kadının üzerindedir. Evi onlar döndürmek zorundadır. Evin erkeği belli bir işte çalışmıyorsa sabahtan akşama kadar kahvehanelerde sürünür, akşam öylece eve gelir. Hesap sorması gereken kadın olduğu halde, gün boyu kahvehanede oyun oynayarak vaktini boşa geçiren erkek, eve gelir gelmez hesap sormaya başlar. Yemeği önüne biraz geç gelmişse hemen çıkışır gün boyu çalışıp çırpınan eşine… Bazı kendini bilmezler öfkesini yenemez, daha da ileri giderek şiddete başvurur.

    Karadeniz kadını kaderine teslim olmuştur. Bunca zahmetleri bir kader olarak görür ve onlara boyun eğer. Bu yörede kadın; erkekle boy ölçüşecek kadar güçlüdür, kararlıdır fakat erkeğine karşı da boynu kıldan incedir. "Erkektir, sever de döver de…" teslimiyeti onun kolunu kanadını kırar. Bütün bu zahmetli işlere rağmen erkeğini mutlu etmek onun için bir ibadet kadar önemlidir. Hatta kocasının mutluluğu için; yaşlanmış, yataklara düşmüş kaynanasını ve kaynatasını da bakar. Karadeniz kadınının tahammül sınırı yoktur. Allah onlara Eyüp sabrı bahşetmiştir. Onlar kavga, gürültü çıkmaması için çoğu şeyi duymazlar.

    Karadeniz'e paralel inen sıra dağlar kadınların azmine engel olamaz. Şehir kadınları düz yolda yürümekte zorlanırken, bu engelli coğrafyanın kadınları hiçbir engel tanımaz. Karadeniz kadını bu cennet gibi coğrafyada cehennem hayatı yaşar da yine de şikâyet etmez.

    Bu topraklar, üzerindekilerin karnını doyurmaz. Onun için Karadeniz kadınlarının çoğunun eşi gurbettedir. Eşini ya yılda bir görür, ya o kadar da göremez. Yolunu gözler gurbet ellere gönderdiği eşinin… Mektuplara döker içinde göllenen hasret gözyaşlarını…

    Namusu için yaşar Karadeniz kadını; bu yüzden iffetine son derece düşkündür. Kocası yıllarca gurbetten gelmese de aklından iffetsizlik asla geçmez. Son nefesine kadar bekler nikâhlısını… Eşini Nataşa'ya kaptırsa da nispet yapmayı aklının ucundan dahi geçirmez.

    Sözünün eridir Karadeniz kadını; sözü namus bilir ve verdiği sözün gereğini yapar. Gıybet ve iftira gönül kitabında yer almaz; hem bunları yapacak vakti de yoktur çalışmaktan...

    Karadeniz kadını kışın köyde, yazın yaylada dur durak bilmeden çalışır. Gün gelir inek sağar, gün gelir tezek yapar, gün gelir tırpanını eline alarak çayır biçer. Alnından akan ter, ana sütü kadar mukaddestir. Yaylalar, sevdalısının yolunu bekleyenlerin içindeki hasreti dağıtır.

    Karadeniz kadınının üzerine güneş doğmaz. Karanlığın ağardığı vakitlerde kalkarak sabah namazını kılar. Güne besmeleyle ve bereket ümitleriyle başlar. Bir daha da yatmaz. Yatmak ne mümkün… Ahırda inekler, beşikte bebekler, kulübede köpekler onu bekler. Hepsi yemek ister, ilgi ister. Tarlada mısırlar, bahçede çaylar, dalda fındıklar onun yolunu gözler.

    Karadeniz kadını sağlam aile yapımızın en büyük teminatıdır. Zira dobradırlar, harbidirler, sağlam karakterlidirler. Kan kussalar da kızılcık şerbeti içtim der geçerler…

    Evlerinin güçlü ve sarsılmaz direğidir Karadeniz kadınları… Bir iş olunca, etraflarına bakmadan kendileri görürler. Bunu gösteriş olsun diye değil, inandıkları için yaparlar.

    Doğurgandır Karadeniz kadını… Şimdi eskiye nazaran azalmış olsa da, bu yörenin kadınlarının sahip olduğu çocuk sayısı Türkiye ortalamasının çok üzerindedir. Üç beş çocuğu çocuktan bile saymazlar. İkili rakamlarla ifade edilir bir kısmının çocuk sayıları… Şehir kadınları hamile kalınca her türlü işten kopsalar da Karadeniz kadını doğurana kadar bağında, bahçesinde çalışır. Hamile olduğu, ancak karnının şişmesiyle anlaşılır. Zira hamilelik ayaklarına yatıp etrafındakileri kendine hizmetkâr yapmaz. Bir kısmı çocuğunu bağda, bahçede doğurur. Hamileliğinin kaçıncı ayında olduğunu düşünüp hesap etme ihtiyacı bile duymazlar. Çünkü bu zor şartlarda geçinebilmek için çalışmak zorundadırlar. Zira eve ekmek, sofraya çorba getirmek çalışmakla olur. Miskin miskin oturarak nimet beklemek tevekkül anlayışlarıyla bağdaşmaz. Onlara göre alınlar terlemeli nimetlere layık olabilmek için…

    Cefakâr olduğu kadar da vefakârdır Karadeniz kadını… Yapılan iyiliği hiçbir zaman unutmazlar; yaptığı iyiliği de hiçbir zaman başa kakmazlar. Bakmayın mütevazı olduklarına yeri geldiği zaman hırçınlaşmasını ve karşısındakini mat etmesini de bilirler. Sözü düşünerek, az ve öz söylerler. Lüzumsuz konuşmak onlar için hafiflik olarak addedilir. Gerçi çalışmaktan uzun konuşmaya, isteseler de vakitleri yoktur. Onlar laf değil, iş ve hizmet üretirler daima…

    Karadeniz kadını dünyaya geldiği andan son nefesini verdiği ana kadar hep hareket halindedir. İbadet edercesine çalışan bu insanların şişmanlama gibi bir dertleri de yoktur. Şehirdeki kadınlar zayıflamak için spor salonlarına avuç işi para verirken, onlar doğal yoldan formlarını korurlar. Kilo alsalar bile ormandan birkaç kez odun taşıdıklarında fazla kilolarını verirler. Üstelik onların kilolarıyla bir dertleri de yoktur. Mevcut durumlarıyla barışık yaşamasını bilirler. Onların yaşlanma ve ölümden korkuları da yoktur. Yaşlanmayı doğal bir süreç olarak görüp bu yeni durumlarına kolay uyum sağlarlar. Yüzlerindeki ve alınlarındaki kırışıklıkları gerdirme, akıllarının ucundan bile geçmez. Sosyetede moda olan silikon taktırmanın ne olduğunu bile bilmezler. Onlar aynalarla daima dost ve barışık olarak yaşarlar.

    Güne namazla, besmeleyle başlayan, yatsı namazını kılar kılmaz yatıp ertesi gün yapacaklarını zihninden geçiren bu insanların ölümden korkmak gibi anlamsız korku ve endişeleri de yoktur. Zira peygamberî bir anlayışla; hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için, yarın ölecekmiş gibi ahret için çalışarak daima teyakkuzda olurlar. Onlar mutasavvıf şair Yunus Emre'nin "Ölümden ne korkarsın/Korkma ebedi varsın" sözüne yürekten inanmışlardır.

    Deniz ve çiçek kokuludur Karadeniz kadınları… Gözlerinin büyüleyici rengini Karadeniz'in uçsuz bucaksız mavisinden almışlardır. Manalı bakışları denizler kadar derindir. Yayla bahçelerindeki çiçeklerin eşsiz kokusu sinmiştir tenlerine. Saçlarına papatyalar takan bu güzel kadınlar tezek yapsalar da, o tezek kokusu çiçek kokuları arasında kaybolur gider.

    Onlar ekmeğini, yemeğini ve tuzunu paylaşırlar ama erkeğini paylaşmazlar kimseyle… Moskof'un kadınlarıyla dünya baş edemese de onlar baş edebilmişlerdir. Yuvayı yapan dişi kuştur onlar… Fakat damarına bastığınız zaman bir kartal, bir şahin gibi yırtıcı olabilirler. Karadeniz'in dalgaları gibi hırçınlaşmasını bilirler yeri geldiği zaman… Hele bir hırçınlaşmaya görsünler önlerindeki bütün dalgakıranları tuz buz ederler. Onlar ki belindeki silahıyla yedi düvelin karşısında dimdik dururlar. Onlarla iyi geçinmek en doğru davranıştır.

    Tabiatın koynunda yaşayan Karadeniz kadını, erkeklere nazaran uzun ve sağlıklı bir ömür sürer. Bu sanki onların gece gündüz çalışmalarına karşılık Allah'ın kendilerine sunduğu ilahî bir lütuftur. Onların uzun ve bereketli bir ömür sürmesinde bağından, bahçesinden elde ettikleriyle doğal beslenmesinin etkisi de inkâr edilemez. Tabiat onlara adeta kalkan olur.

    Karadeniz kadını moda nedir bilmez. Onun için moda, bir basma etek olsa da, üstüne yakışandır. Bağda, bahçede çalışsa da temizlik onun için vazgeçilmezdir. O, üstündekiler iyice yıpranmadan yenisini almayı hiç düşünmez. Çünkü paranın ne zor kazanıldığını iyi bilir. Karadeniz kadınının mesaisi 24 saat devam eder. Zira dışarıdaki işleri halleden kadının asıl zor mesaisi evde başlar. Onlar başımızın tacıdır. Allah onları başımızdan eksik etmesin…

    M.Nihat Malkoç
    mnm61mnm@hotmail.com


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    1 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


     Dost Meclisi


    YORUMLARINIZI GALERiMiZDEKi iLGiLi BÖLÜME BIRAKABiLiRSiNiZ.
    Yorumlarınız için bekleriz.

    Fotograf : Halil Önceler


    <#><#><#><#><#><#><#>

    Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
    dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

    <#><#><#><#><#><#><#>

    Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
    Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
    Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
    Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
    Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.

    Yukarı


     


     Tadımlık Şiirler


    SEN VE BEN

    Neden gelmeyesin ki akla
    Sen benim al yazmalı
    Bahar kokulu
    Geleceğimsin
    Sevdiğim

    Ahmet Yılmaz Tuncer

    Yazdırmak için tıklayınız.

    Yukarı


     


     Biraz Gülümseyin



    KMTV Sunar...

     


     Kıraathane Panosu



    Polygon Web Studio



    BUĞU… Temiraga Demir - Buğu

    Gazeteci-Yazar Temirağa Demir'in, şiir albümü tadındaki çalışmasını sizlerle buluşturmaktan mutluyuz. Bir süredir üzerinde çalıştığı, kendi yazdıklarını ve farklı şairlerin şiirlerini seslendirdiği albüm tadındaki eser çıktı. Uzun süredir Gazetecilik mesleğini yürüten, ülke çapındaki birçok dergide yazarlık yapan, edebiyat üzerine çalışmalarda bulunan, şu anda Orhangazi Belediyesi Basın Danışmanlığı görevini de halen yürüten Temirağa Demir yeni eserinin hayata geçmesinin mutluluğunu yaşıyor. Daha önce "Her Kardan Adam olmaz" ve "Edepli Fahişeler" isimli iki kitabı bulunan Gazeteci-Yazar Temirağa Demir İstanbul Teknik Üniversitesi Konservatuvar öğrencileri ve hocaları ile birlikte hazırladıkları bu çalışmada kendi yazdığı eserleri ve farklı şairlerin eserlerini seslendiriyor.

    "BUĞU" ismini verdiği şiir albümünün dağıtımı ekip arkadaşları tarafından yapıldığından dolayı size ulaştırılması da bu sayede gerçekleşiyor. CD bedelini 10 tl olarak belirledik eser size ulaştıktan sonra bedelini aşağıdaki hesap numarasına yatırmanız bizleri memnun edecektir. İyi dinletiler dileriz.

    Halk Bankası h.no: 0285 0100 8382
    Kart numarası: 4475 0536 8714 3773
    İletişim istek ve menejer için 0546 424 23 23 - 0535 453 99 88

    Saltt12@hotmail.com ulaşabilirsiniz


    Yazarlarımızın Kitapları


    Merih Günay
    "Martıların Düğünü"

    Nesrin Özyaycı
    "Işık -II-"


    Temirağa Demir
    "Her kardan Adam Olmaz"


    Şadıman Şenbalkan
    "Şehit Analarımızın Çığlıkları"

    Hatice Bediroğlu
    "Düş Kuruyor Gece"

    Cüneyt GÖKSU
    Serpil YILDIZ

    "KÜBA - SARI SICAK BİR PENCERE"

    Merih Günay
    "HİÇ"

    Feride Özmat
    "Yanlış Zaman Hikayeleri "

    C.Eray Eldemir
    "Uzak İklimler"

    Temirağa Demir
    "Edepli Fahişeler"

    Ellerin Söylüyor Sonsuzluğu
    Feride Özmat
    "Ellerin Söylüyor Sonsuzluğu"

    Nesrin Özyaycı
    "ÖLMESEYDİ"

    Yitik Ada Günceleri
    Feride Özmat
    "Yitik Ada Günceleri"

    Hazırlayan: Kadir Aydemir
    "Olimpos Öyküleri
    Mavi Mağara
    Sedef Özkan"
    İyi Kalpli Seri Katil
    Semih Bulgur
    "İyi Kalpli Seri Katil"
    80'lerde çocuk olmak
    Hazırlayan: Kadir Aydemir
    "80'lerde çocuk olmak
    Viking Gemisi ile kıyı kıyı İSTANBUL
    Şebnem Çağlayan"


    Sedef Özkan
    "Aynı Yaprakta Olmak"


    Yukarı


     


    Akın Ceylan

     İşe Yarar Kısayollar


      Şef Garson : Akın Ceylan

    Geniş bir tencereye üç parmak yüksekliğinde su doldurup kaynatın. 6 yumurtayı birer birer kepçenin içine kırın. Dağılmamalarına dikkat ederek kaynayan suya aktarın. 2-3 dakika sonra pişen yumurtaları kevgirle sudan alıp servis tabağına yerleştirin. Üzerine sanmsaklı yoğurt ve tereyağında kızdırılmış kırmızıbiber gezdirip servis yapın. Bu Çılbır tarifi ve birçok yemek tarifi için http://www.nepisirsem.com/ afiyet olsun.

    http://tr.giveawayoftheday.com/ Giveaway of the day projesi takipçilerine her gün bir bedava yazılım veriyor. Hem de herhangi bir kısıtlama olmadan! Düzenli olarak takip edildiğinde mutlaka işinize yarayacak bir program bulabilirsiniz. Download için gerekli bağlantı sitede önceden kararlaştırılmış olan indirme süresi boyunca aktif kalıyor. Bu sitede hem programın açıklamaları, hem de hakkındaki yorum ve incelemeler de yer alıyor. Yani beğenip beğenmediğiniz konusunda yorum yapabiliyorsunuz.

    Matematik sever misiniz? Ben ne severim, ne de sevmem. İhtiyacımı giderecek kadar bilgi sahibi olmak yeterli diye bakmışımdır. Ama bu konuyu gayet iyi bilen ve bilgilerini paylaşanlar bir web sayfası kurmuşlar http://www.cebirsel.com/ . Geçenlerde oğluma ders çalıştırmak için bilgilerimi tazeleme amaçlı rastladığım bu web sayfasının çok faydasını gördüm. Site sahiplerine bu vesileyle teşekkür ediyorum. İhtiyacınız olduğunda danışmanız gereken bir bilgi kaynağı olarak sık kullanılanlar listesine ekleyebilirsiniz.

    Mutfakta olmayı sevenlere özel bir web sayfası http://www.mutfaktayiz.biz/ . Aslında reklam amaçlı hazırlanmış bir web sayfası ama, kullanım ve sunum şekli hoşuma gittiği için sizlerle paylaşmak istedim. Ayrıca "bir bilene sor" başlığı altında dayanışmayı teşvik eden bir çalışma bölümü var. Bu bölüm web sayfasına ayrı bir değer katmış. Hazırlayan ekibin ellerine sağlık.

    Yukarı


     


     Damak tadınıza uygun kahveler






    http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
    Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.

    GOM Player 2.1.21.4846 Released [2009 11/05] / Windows / 5.77 MB
    http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE
    Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.

    VLC media player for Windows / V.1.1.4 / 18 MB
    http://www.videolan.org/
    İçinde tüm codec kütüphanesini barındıran açık kaynak bir oynatıcı. Bilgisayarınızın olmazsa olmazlarından biri. mp4, mov, mkv dahil hemen her formatta filmi izlemenize olanak sağlıyor. İndirin seveceksiniz.

    7-Zip 4.65 (2009-02-03) for Windows / 913 KB
    http://www.7-zip.org/
    Winzip, Winrar gibi sıkıştırma programlarının tek alternatifi. Sadece zip ve rar formatlı dosyaları değil, hemen her çeşit sıkıştırılmış dosyayı açan, minik ama süper bir "Open Source" programı. Kendi formatında yaptığı sıkıştırmanın üzerine yok. İsterseniz zip olarak ta sıkıştırma şansınız var. Hemen indirip kurun, sonra da bana şükredin.

    Yukarı


     


    KAHVE MOLASI ABONELERi Google Grubuna üyesiniz. İlginize teşekkür ederiz.

    ABONELiKTEN AYRILMAK İÇİN :
    KM-abone+unsubscribe@googlegroups.com
    (Gönderdiğiniz mesajın abone olduğunuz adresten gittiğine emin olunuz.)

    ÜCRETSİZ ABONE OLMAK İÇİN :
    Google Gruplar KAHVE MOLASI ABONELERi grubuna kayıt ol
    E-posta:


    Arkadaşlarınıza önermek ister misiniz?


    Uygulama : Cem Özbatur
    2002-23©KAHVE MOLASI - Her hakkı saklıdır. Yayın İlkeleri

     






    Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

    Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



    SON BASKI (HTML)

    KAHVE YANINDA DERGi

    Hoşgeldiniz
    Arşivimiz
    Yazarlarımız
    Manilerimiz
    E-Kart Servisi
    Sizden Yorumlar
    KÜTÜPHANE
    SANAT GALERiSi
    Medya
    İletişim
    Reklam
    Gizlilik İlkeleri
    Kim Bu Editör?
    SON BASKI (HTML)
    YILDIZ FALI
    DÜNÜN
    ŞARKILARI





    ÖZEL DOSYALAR

    ATA'MA MEKTUBUM VAR
    Milenyumun Mandalı
    Café d'Istanbul
    KIRKYAMA
    KIRK1YAMA
    KIRK2YAMA
    KIRK3YAMA
    ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
    11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
    Teröre Lanet!
    Kek Tarifleri
    Gezi Yazıları
    Google
    Web KM




    Unutulur
    Banu









    Fincan almak ister misiniz?
    http://kmarsiv.com/sayilar/20110125.asp
    ISSN: 1303-8923
    25 Ocak 2011 - ©2002/23-kmarsiv.com