Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 9 Sayı: 1.848

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 4 Şubat 2011 - Fincanın İçindekiler


  • ZAMAN MEKAN, PATATES - SOĞAN 8 ... Seyfullah Çalışkan
  • SEHVEN ... Hamdi Topçuoğlu
  • Toplantı Notları : Yasa Torbası ... Ahmet Şeşen
  • AŞK BİR ATLAYIŞTIR OLRİC ... Ebru Coşgun
  • HER EVE BİR SİNEK! ... Ömer Akşahan
  • Psikolojik Analizler; Karınca Hikayeleri 4 ... Nevriye Hamitoğlu
  • İŞGALİYE VERGİSİ... ... Erhan Tığlı
  • KIZ BENİ HÂLÂ SEVİYOR ... Mehmet Önder
  • Oruç Baba'dan Aforizmalar-3 ... Ömer Faruk Hüsmüllü


  • Dost Meclisi, Tadımlık Şiirler, Biraz Gülümseyin, Kıraathane Panosu, İşe Yarar Kısayollar, Damak Tadınıza Uygun Kahveler

  •  



     Editör'den : "İster Asarsın, İster Keser"




    Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

    Cem Özbatur








     


    Seyfullah Çalışkan

     Deniz Fenerinin Güncesi : Seyfullah Çalışkan


      ZAMAN MEKAN, PATATES - SOĞAN 8

    Saat tam on dörtte o güzel kız kendisine bakanlara hiç aldırmadan fırına doğru yöneldi. Kulaklığından gelen müzik sokakla bütün ilişkisini kesiyordu. Boş gözlerle etrafına bakarak, saçlarını savurarak ve kimseye aldırmadan yürüyordu. Dinlediği manga şarkısı yüksek perdeden "Dünyanın Sonuna Doğmuşum" diyordu. Güzel kız dünyanın sonuna yürümedi. Fırının yanındaki kuaför dükkânından içeri girdi. Uzaktan kendisini izleyen gözler birden o güzellikten yoksun kaldılar. Keşke bir daha caddeyi baştan sona geçse dediler. Keşke yeniden görebilsek… Keşke hep, yeniden…

    Genç kız alacalı sokak güneşinde oluşan solgun gölgesini yanına alarak Kuaför Selma'ya girdi. Ayanı saatte Akvaryumcu Tolga Cumhuriyet Caddesindeki tatlıcıdan içeri girdi. İki tane halka tatlı aldı ve oracıkta yemeye başladı. O her gün arlanmaz, uslanmaz bir alışkanlığa boyun eğerek bedenini bu dükkana taşırdı. Her gün aynı saatte işini bırakır, gelip tatlı yerdi. Her gün aynı saatte… Soranlara ben bağımlıyım diyordu. Tatlıya bağımlıyım. Sigara gibi, alkol gibi bir şey bu… Söylediklerimi şaka sanıyorsunuz. Sizinle kafa bulduğumu düşündüğünüzü biliyorum. Keşke öyle olsa. Ben gecenin üçünde sokak sokak tatlı aramış adamım. Uykum kaçmıştı. Tatlı yemezsem sabaha kadar gözümü yeniden yumamayacağımı adım gibi biliyordum. O saatte açık pastane olmaz. Haklısınız… Ama ben buldum. Hiç üşenmeden arabama atlayıp ta otobüs terminaline gittim. Aklınıza hemen kestane şekeri geldi değil mi? Hayır, orada baklava da var. Hatta öteki tatlılarda... Hem de bütün dükkânlar yirmi dört saat açık. İşte benimkisi böyle bir bağımlılık... Orada da bulamasam ta Balıkesir'e kadar giderdim. İnan olsun…

    Kemal Bey'in telefonu saat tam on beşte mutlaka çalardı. Cumartesi Pazar hariç, haftanın tam beş günü… O açmasa da, konuşmasa da çalardı. Saat tam on beşte, mutlaka… Birkaç kez savcılığa şikâyet dilekçesi yazmayı düşündü ama vazgeçti. Beş belki altı yıl önce iş yerinde bir bayanla tanışmıştı. Kendisinden tam on iki yaş küçük bir kadınla. Gerçi o ben kadın değilim diyordu. Kız oğlan kızım. Elime hiçbir erkeğin eli değmemiştir. Kemal Bey bununla hiç ilgili değildi. İster kız olsun, isterse kızan.

    Bazen insan hiç hak etmeden büyük cezalara çarptırılabiliyordu. Sadece kadına bir çay söylemişti. Ve kadının verdiği telefon numarasından arayıp işin sonucu hakkında bilgilendirmişti. İnsanlık görevi işte, keşke yapmasaydı. Aradan birkaç gün geçince o kadın yine iş yerine gelmişti. Teşekkür etmek için ve ve ve birkaç tane daha saçma sapan bahane ile. İlerleyen günlerde kadın onu telefondan arayıp halini hatırını sormuştu. Taa ki bir gün "Sen çok iyi birisin. Biliyor musun?" deyinceye kadar hiçbir sıkıntı olmamıştı. Keşke o telefondaki kadını tersleyebilseydi. Kı4yamamıştı işte, beyefendi insana yakışmazdı. Tamam, Kemal Bey de sütten çıkmış ak kaşık değildi. Ama bütün bunları da hak etmiyordu.

    Kadın Kemal Bey'in numarayı görünce telefonunu açmadığını bildiği için bazen başka numaralardan arıyordu. Bütün onurunu ayaklar altına alıp "Sen tanıdığım en iyi insansın. Seni seviyorum. Sen beni sevme istersen. Hiç önemli değil. Ben seni çok seviyorum. Benim bütün dünyam sensin. Ömrümün sonuna kadar seni bekleyeceğim." diyordu. Bir kadın kendisine karşı ilgisiz bir erkağa bunları söylememeliydi. Bu kadar küçülmemeliydi.

    Bazen bu telefonlar onu zor durumda bırakıyordu. Hiç olmadık yerde hazırlıksız yakalanınca telefonu kadının yüzüne kapatamıyordu. Çünkü o zaman iş arkadaşlarının sevimsiz yorumlarına muhatap olacağını biliyordu. Böyle zamanlarda hı, he, evet şeklinde yanıtlar verip durumu idare etmeye çalışıyordu. Bu kadın sülük gibi yapışkandı. Ondan bir türlü kurtulamıyordu.

    Saat tam on beşte her gün Âdem Amca evinden çıkıp otobüs durağının yanındaki büfeye giderdi. Bahçe içindeki eski ev ayakta zor duruyordu. O da sahibi gibi ayakta zor duruyordu. Her gün aynı saatte BESAŞ büfesinden bir tane ekmek alırdı. Ekmeği kolunun altına sıkıştırır Saray kahvesinin önündeki masaların birine otururdu. Her gün aynı saatte aynı masaya oturup, her zamanki gibi bir bardak çay içerdi. Genellikle parasını ödemek için kahveciyi beklemez. Bozuk parayı çay tabağının kıyısına bırakıp evine giderdi. Bahçe içersindeki evi yaşlandıkça etrafındaki ağaçlar iyice büyümüş evi bir duvar gibi kaplamıştı. Yazın yaprak yüklü dallar evin sokaktan geçenlerin gözlerinden saklıyordu. Sadece geceleyin dalların arasından sızan ışık orada bir ev olduğunu hatırlatıyordu. Gücü yetebilse elbette ağaçların budardı. Ve elbette evinin çatısını, çatlakları zaman geçtikçe genişleyen davarlarını da… Emekli maaşı dışında hiçbir geliri yoktu. Komşuların söylediklerine bakılırsa Âdem Amca multi milyoner bir adamdı. Çünkü kocaman bir servetin üzerinde oturuyordu. Bir ucundan bakıldığında öteki ucu görülmeyen sokağın içinde bir tem onun evi bahçe içinde ve tek katlıydı. Kapısını aşındıran müteahhitlerin hiç birine evini kat karşılığı vermemişti. Razı olsaydı şimdi hem yeni bir evi hem de on dairenin kira geliri kendisinin olabilirdi. Başkasının ne dediği hiç önemli değildi. Ona bu ev babasından kalmıştı. Rahmetli eşi Mihriban Hanım bu eve gelin gelmişti. Bütün yaşamı, bütün anıları bu eski evin duvarlarında, taşında, tuğlasında, kapısında bacasında gizliydi. Âdem amca bu evde anılarıyla birlikte ölmeyi istiyordu. Ben öldükten sonra kim ne isterse yapsın diyordu. Âdem Amca komşulara bakılırsa zengin, kendisine sorulursa kendi halinde geçinip giden bir garibandı.

    Seyfullah
    seyfullah@kahveciyiz.biz


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    5 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


    Hamdi Topçuoğlu

     Kahveci : Hamdi Topçuoğlu


      SEHVEN

    Geçen haftanın kamuoyu sözcüğü "sehven" di.

    "Hizb-Ut Tahrir örgütünde Ergenekon bağlantısı" Sabah Gazetesi

    "Hizbuttahrir, Ergenekon sanıklarıyla telefonla görüşmüş" Zaman gazetesi

    "Ergenekon ile Hizb-ut Tahrir kol kola yakalandı" Star gazetesi

    "Hilafetçi Ergenekon" Taraf gazetesi

    29 ay öncesinin bu gazete başlıklarını bu başlıkları atanlar bile unutmuş olabilirler. Bu başlıklar, Teğmen Mehmet Ali Çelebi'nin Ergenekon davalarıyla ilgili olarak tutuklandığı zaman telefonunun kayıtlarına bağlı olarak atılmıştı. Geçen hafta, bu kayıtlarının teğmenin telefonuna polis tarafından "sehven!" yüklendiği ortaya çıktı. Yukarıdaki başlıkları atan gazetelere baktım, tıs yoktu.

    Aradan iki gün geçti geçmedi, bu kez de şantaj ve askeri casusluk soruşturmasının tutuklu sanığı Emekli Albay İbrahim Sezer'in telefon dökümlerine, Rus ajanı ve kadın satıcısı olduğu iddia edilen Vika isimli kadın adı ile "Vika'ya uğrayacağım" ifadesinin polis, tarafından "sehven" eklendiği haberi duyuldu.

    Bir teğmenin ömrünün 29 ayını sehven demir parmaklıklar arsında geçirmesi geleceğinin karartılması, bir emekli albayın şeref ve itibarının göz ardı edilmesi nasırlaşmış, duyarsız vicdanlara sinek vızıltısı bile olamadı. Ama halkımız "sehven" sözcüğünün anlamı hakkında biraz fikir sahibi oldu.

    Ben "sehven" sözcüğüyle 18 yaşımda tanışmıştım. Askerlik şubesinden çağırıyorlardı. Ama çağırdıkları kişinin soyadı "Topçu" idi. Oysa benim nüfus cüzdanımda "Top" yazıyordu..

    Askerlik Şubesine gittim.
    - Senin soyadın Top değil Topçu dediler. Bu şekilde askerlik kararı aldıramazsın.

    Nüfusa gittim. Nüfus memuru koca defterleri raftan indirdi, inceledi, inceledi. Sonra nüfus cüzdanımda "top" sözcüğünün üstünü özenle çizdi, yanına Topçu yazdı. Mührünü bastı.Yanına da "Sehven" yazılmıştır yazdı.
    "Sehven nedir,diye sordum.
    "Yanlışlıkla" demektir. Öğretmen olmuşsun; ama bak bilmiyorsun." dedi.
    Ona, neden "yanlışlıkla" yazmıyorsunuz diye sormadım.

    Eğitim enstitüsünü "Topçu" soyadıyla okudum. Askerliğimi de bu soyadıyla yaptım. Evlendim, büyük oğullarımı da nüfusa "topçu" olarak kaydettirdim. Dergilerde bu soyadıyla yazılar, şiirler yazdım, hatta önemli ödüller aldım. Ama bir gün nüfus idaresinden bir yazı almaya gittiğimde, senin soyadın "Topçu" değil, "Top" dediler. Nüfus cüzdanımı gösterdim. Memur bir orayı, bir burayı inceledi. "Sehven"in "sehven"ini yazıyordu ki nüfus cüzdanımı kaptım.

    Bir ben değil, sülale de bu sehvenlerden gına getirdiği için büyükler mahkemeye başvurdu. Gerçi ben sülalenin atalardan gelen lakabı "Zobu" soyadını alalım, yarın biri "Topcuoğlu" yazar yine başımız ağrır dedim; ama soyadımız "Topçuoğlu" oldu.

    Ben, köylünün soyluluk özentisi gibi algıladığım yeni soyadıma da doğrusu ısınamadım, şimdi kitaplarımın bir kısmında "Topçu" bir kısmında da "Topçuoğlu" soyadının olması bundandır.

    Hayatımın ikinci "sehven"i ise yaşadığım her an nefesimin bir bölümü olan acının adıdır. Haluk Seren adlı polis 7 Ekim 1997 Salı günü saat 14.00'te İzmir Çankaya'da yüzlerce insan içinde Hacı Fındık adlı bir gaspçıyı avlayayım derken 26 yaşındaki yeğenim Utku'yu vurmuş, yeğenim oracıkta can vermişti.

    Apar topar gittiğimiz Bozyaka Polis Merkezinde bize, yeğenimin "sehven" vurulduğu söylenmiş bizden davacı olmamamız istenmişti. Biz her şey açığa çıksın suçlu cezalandırılsın, demiştik. Sonra da mahkemelerde sürünmüştük. "Mahkeme bekleme salonunda sehven bir genci vuran arkadaşlarını desteklemeye gelen polislerin, pis pis bakışlarını, yanımıza gelip sizi de tarayalım mı deyişlerini asla unutamam."

    Yeğenim "sehven" ölmüştü; ama onu vuran polis, "sehven" sayesinde cüzi bir ceza almış, insanları "sehven" korumaya devam etmişti. Şimdi meslektaşlarının, teğmenin ve albayın hayatlarını karartmaları hakkında ne düşünür, sormaya bile gerek görmem. Çünkü "sehven" sözcüğünün bizimki gibi demokrasi maskesi takmış ceberut devletlerin "pardon, dedik işte, daha ne istiyorsun!" ifadesinden başka bir şey olmadığını iyi bilenlerdenim.

    Hamdi Topçuoğlu
    egerem@yahoo.com


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    9,889,889,889,889,889,889,889,889,889,88
    8 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


    Ahmet Şeşen

     Enişte'den Erişte'ler : Ahmet Şeşen


      Toplantı Notları : Yasa Torbası

    Tasalarımızı, yasalarımızla harmanlamış, vakti zamanında;
    http://www.kmarsiv.com/sayilar/20090605.asp#sesen
    şeklinde yazmıştık. Yine dolu dizgin gittiğimizi görünce her paragrafta, bazı satırlar ekleyeyim istedim ilgili yazıya bu hafta..

    - Efendim, 2011/333-2b maddesine istinaden bugünkü oturumu a-çı-yooo-rum... Duma duma dum..! Yoklamayla felan uğraştırmayın beni, şöyle bir bakıyorum kimler varmış, kimler yokmuş. Ooooo üstadım, nerelerdesiniz siz yahu ? Her neyse, konumuza dönelim, hmmm, neydi bugünkü konumuz ?

    "Efendim, geçen hafta 100 küsür imza ile sunmuş olduğumuz dilekçeye binaen feşmekan kanununun filanca maddesinin falanca bendinin bilmem kaça siz daha bilirsiniz kaç fıkrasına ait maddesinde değişiklik yapılmasına dair kanun ve buna bağlı olarak tebligat kanunu ve bazı kanunlarda değişiklik yapılmasına dair kanun teklifinin oylanmasını zat-ı alilerinize sunmuştuk."

    Efendim, nereden çıktı bu oylanma, daha komisyonda görüşüldü mü ?

    - Arkadaşlar, komisyona havale etmiştik değil mi ?

    "Efendim, detaylara girmeye ne gerek var, havale mi etmiştik, efete mi yapmıştık ? Zaten, kimseye herhangi bir komisyon ödenmeyecek, temiz iş..! Hem nasılsa önünde arkasında evete gelmeyecek miyiz ?"

    Geleceğiz elbette gelmesine de üzerinde üç-beş satır konuşup, nedir, ne değildir üzerinde biraz tartışsa idik. Siz söyleseniz biz gürlesek, biz söylesek siz esneseniz fena mı olurdu yani ?

    "Vakit kaybı efendim bunlar.. Zaten bu kanunla birlikte; feşmekan kanununun filanca maddesinin falanca bendinin bilmem kaçıncı paragrafında yapılan düzenlemeyle birlikte torbaya girmiyor mu ? Eeee, daha ne yani ? Bakın şimdi torba deyince nasıl da geliverdi aklıma, efendim bir tas çorba içimi ara talep edebilir miyiz ?"

    Bunca yasa arasında; çorba, tasa oldu yani size ?

    "Yasa torbası, tasa çorbası.. Ne olmuş yani, sıcak bir ara versek ? Efendim, beni peşinen kabul oyu olarak sayınız lütfen.. Çorba masasında izdiham olmadan yerimi alayım diyorum..."

    Çorba masasında ne izdiham olacak canım, zorba mı çıkacak çorbadan ?

    "Zorba yasası değil efendim, yasa torbası, hay dilime..! Hem size mi düştü tasası ?"

    Tasa çorbasını içerken torba masasına yatırırız herhalde yasayı.. Sıcak sıcak...

    "Siz ona da limon sıkarsınız efendim..."

    Bana kalsa turp sıkacağım da..!

    "Hele bir sıkın da yasa çorbası mı zorba masası mı görürsünüz..."

    "Masa Yasası" diyelim o zaman ismine.. Komisyon felan da kurulmadığına göre masada hazırladınız herhalde ?

    "Masadan gelmedi efendim, kasadan geldi kasadan.. Paket yani, bilirsiniz hani..! Hazır çorba paketi.. Kaynatıyorsun suyu, aç paketi, şipşak içine sallandır..!"

    Pes doğrusu..! Feşmekan kanununun filanca maddesinin falanca bendinin bilmem kaça bilmem kaç fıkrasını allandır, üstüne bazı kanunlarda değişiklik yapılmasına dair kanunun tebligat bölümünü pullandır, önce torbanın sonra çorbanın içine sallandır.. Yasa torbası bu mudur ?

    "Budur efendim budur, artık ister beğen ister kudur..."

    Eee, o zaman hayırlısı olsun efendim, sonu da mübarek olur inşallah...

    "Olsun da 30 sene mübarek olsun efendim.."

    Bir yasa attım torbaya,
    Döndü gitti zorbaya,
    Milyonları kandırdım,
    Birkaç paket çorbaya..
    Hele looooy, loy looooy..!

    asesen@kahveciyiz.biz


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    9,259,259,259,259,259,259,259,259,25
    8 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


    Ebru Coşgun

     Kahveci : Ebru Coşgun


      AŞK BİR ATLAYIŞTIR OLRİC

    Şimdi sanki hiç birbirimizi tanımamış gibiyiz olric
    Bu ayrılık ve aykırılık "hiç yaşamamış gibi olmanın" bir aynası! ( Mı?)
    Hangi yıldı henüz unutmadım
    Her şey belirsizliğin iki arasında dolanıyordu
    Kent bir sirk çadırı gibiydi çok ayaklı rengârenk ama ölü!
    Yağmur hiç durmadan yağıyordu -sürekli-
    İçimize ve dışımıza yağıyordu.
    Oysa biz
    karasız bir otel odasında gitmekle kalmak arasındaki çizgiye koşullanıyorduk
    Ayak izlerimizi bırakıyorduk, Parmak izlerimizi, susuşlarımızı.
    Öylece karşılıklı duruyorduk, çok uzun bir yoldan yeni dönmüş
    Ama mecburi bir karşılaşmayı yaşar gibi kendi uzağımıza düşüyorduk.
    Aşk tam da orda
    Bir çift göz de kalıyordu sadece olric
    Bir çift gözün buluştuğu başka bir gözün imgesinde.

    Ebru Coşgun
    ebrucuk6@yahoo.com.tr


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    8,808,808,808,808,808,808,808,808,80
    5 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


    Ömer Akşahan

     KIRIK TEBEŞİR : Ömer Akşahan


      HER EVE BİR SİNEK!

    Bazen öyle şeyler yaşanıyor ki, o güne değin es geçtiğiniz, önemsemediğiniz konu bir anda gelip gündeminize giriyor. Sonrası malum… Bu satırları yazdıran varlık, birçoğumuzun başından savmaya çalıştığı, hele sıcak yaz günlerinin çekilmezi olan karasinek! Böyle bir konunun neresi ilginç diyeceksiniz; bunda bir ölçüye kadar haklı olabilirsiniz. Ancak yanıldığımı baştan belirtmeliyim.
    Asıl konuya geçmeden ikircikli konulara değinmeden önce yaptığım gibi başucu kitabı saydığım Ömer Asım Aksoy'un Atasözleri ve Deyimler Sözlüğünde karşıma atasözü olarak:
    "Sinek küçüktür ama mide bulandırır. / Sinek pekmezciyi tanır."
    Deyim olarak da:
    "Sinek avlamak. / Sinekkaydı tıraş. / Sinekten yağ çıkarmak." çıktı.
    Her birinin kullanıldığı yerler farklı olsa da sıkça kullandığımız söz öbekleri bunlar.
    Ancak yukarıdaki deyim ve atasözlerinin özünde barındırdığı anlamların tamamen dışında sinekler özellik karasinekler gündelik yaşantımızın sevimsiz konuklarıdırlar.
    Hani eskiden devlet dairelerinin "yangında ilk kurtarılacak" uyarı levhası gibi "görüldüğünde ilk öldürülecek" canlı varlıkların başında gelir bu zavallı yaratıklar.
    Bunda insanın bencil duygularının baskın olduğu gerçeği ortada. Bu durumda çözüm geliştiren ve bu işten para kazanmayı amaçlayanlar da sinekkov, böceksavar gibi adlarla sanki roketatar gibi öldürücü ilaçlarla karasinek savaşının yeni versiyonunu denememize yardımcı olurlar.
    Doğrusu bu ya, benim de bugüne kadar yapılanlara bir tepki vermeyi hiç düşünmedim. Oysa yaşadığım bir günün sonunda bu konuda çok da kimyasal zehir üreticilerini çok da haklı kılacak kanıtlarım kalmadı.
    Sinek, evet, hayatımızın bir vazgeçilmezi. Ne biz onsuz ne o bizsiz yaşayabiliyor. Yok etme çarelerini bulsak da doğada her canlının yaşama koşulları olduğu gibi onun da elbette bir yaşama alanı olacağı muhakkak.

    Yüksekokulda okuduğumuz sıralar Ödemişli çok muzip bir arkadaşımız vardı, adı Şencebe. Ölüyü dahi güldürür derler ya kimileri için, onun da öylesi zengin bir mizah anlayışı vardı.
    Konu ne zaman karasinekten açılsa onun yolculuklarda yaptığı espri hep aklıma gelir.
    Malum bizim kuşağın çoğu parasız yatılı okudu. Kıt kanaat harçlıklarımızla ancak bayramlarda ve uzun tatillerde ailemizi ziyaret eder, yılın uzunca bir bölümünü okulda geçirirdik.
    İzmir Konya yolculuğumuz sırasında araba yemek molası verdiğinde bu arkadaşımız en sevdiği yemek olan kuru fasulye ve pilav isterdi. Yolcu lokantalarının porsiyonları bizim Birgi Baba Lokantasının porsiyonu değil ki, bir defada doyasın! Bu durumda Şencebe ikinci tabak fasulyeyi peki, nasıl yiyecek?
    Onun zihni sinir gibi çalışan beyni, pratik çözümü anında bulurdu. Fasulye tabağının bitmesine yakın bir sırada lokantaların davetsiz değişmez konuğu -ki henüz o zamanlar elektrikli sinekkıranlar piyasada yoktur- karasineklerden tabağa en yakın olanını hızlı bir el hareketiyle garsona çaktırmadan yakalar ve tabağın kenarına bırakırdı.
    Projesinin birinci aşaması başarıyla tamamlanmıştır. Hemen ikinci aşamaya geçer.
    Çok kibar bir Türkçe ve usta bir tiyatrocu edasıyla:
    -Garson Bey, bakar mısınız buraya? Arkadaşımızın eli o sırada yakaladığı sineği göstermektedir. Garson gördüğü karasinekten iğrenen bir tavırla:
    -Pardon Beyefendi, kusura bakmayın, derhal tabağınızı yenileyeyim, diyerek, hızla mutfağa yönelir.
    İkinci aşama da başarıyla tamamlandığında, garson tekrar özürler dileyerek, sımsıcak, buğusu tüten kuru fasulye tabağını arkadaşımıza servis etmektedir.
    Bu olayı izleyen biz arkadaşları içimizden kıs kıs gülsek de yapacak bir şey yoktur. Çünkü iş bilenin, kılıç kuşananındır!
    Sonuç olarak Şencebe tek tabak fiyatına iki tabak fasulyeyi midesine indirmenin keyfini yaşar. Bize de onun muhabbetini yanında bonus olarak verirdi!

    Torun Yaman'la sabahtan öğle uykusuna kadar birlikte oluyoruz ya, bilenler için söylüyorum. Yine böyle bir gün, baktık evde tek bir karasinek oradan oraya konup durmakta. Kuş, kedi, köpek hemen her canlı varlığa ilgi duyduğu gibi hareket etmesi nedeniyle uçan karasinek de torunun ilgi alanına giriyor.
    Bizim karasineğin kış uykusundan yeni uyanmış bahar sersemi ayı gibi hareketleri oldukça yavaş. Hatta kimi yerde adeta uçmaya mecali yok sanki.
    Başladık torunla birlikte onu kovalamaya. Tam sineğe yaklaşıp parmağını uzattığı sırada sineğin uçmasını o kadar seviniyor ki, incecik sesiyle kahkahasını bırakıyor odaya. Bu oyun onun o kadar hoşuna gitti ki, o gün öğleye kadar yalnızca sinek kovalamaca oynadık durduk. Yani sinekkov yerine sinek kovalamaca…
    Hatta ertesi gün eve geldiğimizde o karasinek bir yerlerde saklanmış olsa bari dedik ya; ne yazık ki çıkmadı ortaya. Kim bilir nerelere uçtu zavallı karasinek?
    Gördüğünüz gibi karasinek de sonuçta bir yaratık. Sevmesek de, hatta kökünü kazımak istesek de o bizimle yaşamak zorunda. İş, olaya nereden baktığımıza bağlı biraz da…
    Biz torun Yaman'la onun da sevilecek bir yanını keşfetmenin mutluluğu içersindeyiz, siz ne düşünürsünüz bilemem…

    Ömer Akşahan


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    9,609,609,609,609,609,609,609,609,609,60
    5 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


    Nevriye Hamitoğlu

     Kahveci : Nevriye Hamitoğlu


      Psikolojik Analizler; Karınca Hikayeleri 4

    Şirket muhasebecisi orta yaşlarda dini bütün bir adamdı. Küçücük odasından sadece ihtiyaç için çıkar, ortalıkta pek fazla görünmezdi. Namazını da bu odada kılardı. Onu da kimse rahatsız etmezdi. Benim bir şeyler öğrenme isteğimle, muhasebeci ile konuşmaya ve ufak tefek işlerini yapmaya başladım. İşin arasında bazen bana dini hikayeler de anlatıyordu. Bu hikayeleri anlatırken hareket eden eli, omzuma, saçıma, ellerime dokununca kendimi geriye çekiverdim. Yaygaraya vesile olmadan, onu nazikçe uyardım. İyi ki de uyarmışım, bir daha bunu yapmadı. Muhasebe öğrenme şevkim kırıldığından artık bana yeni bir şeyler öğretmesi için değil, öğrendiklerimi yapmak için onunla muhatap olmaya başladım. Din, insanları ibadete teşvik edip günahlardan uzaklaştırmaz mıydı? Ama bu adam ibadetini yerine getirdiği halde bir günah çemberinde yaşıyordu. Bunun sebebi belki de karısıydı. Çaycı kadının anlattığına göre karısı, kendisine önem vermeyen, hiçbir sosyal hayatı olmayan, çocuklarla ilgili en ufak sıkıntısında kocasını arayan, yalnız başına doktora bile gidemeyen bir kadındı. İşte bütün bu başıboşluk, adama bıkkınlık ve mutsuzluk vermişti. Şeytana uyup doğru yoldan sapmıştı. Buna bazen anlam veremiyordum. Din, kutsaldır. İnsana kötülüklerden uzak durmasını, nefsini tutmayı öğretir. Nasıl olur ki dinin kutsallığına ağlayarak inanan biri, doğru yoldan sapabiliyordu? Bu nasıl bir işti? Sonra düşündüm ki ilimlerin fazlası buna neden olabilir. Hep çevremizde duymuşuzdur "Çok okudu, kafayı bozdu." ya da "üç üniversite bitirdi, sonunda delirdi." diye. İşte dinin kutsallığına ağlayarak inanan ve yaşadığı her günün her dakikada onu zikredenler, bir gün karşılaştıkları küçücük bir hayat boşluğunda tepetaklak olup yoldan çıkabilirler. Muhasebecimiz de bu durumdaydı. Çok uzun zaman sonra ki ben başka bir karınca hikayesini yaşarken, onun hakkında hiç iyi şeyler duymadım. Müşterilerin şirket hesabına yatırdıkları paraları kendi hesabına çekmiş, dünya kadar parayı cebine atmış, tatlı tatlı da yemiş. Rus bir kadını metres edinerek karısını ve çocuklarını perişan etmiş. Dini bütün olan bu adamın bunları yapması "pes" dedirtecek türden. Hani haram, hani zina?

    Bu şirkette hiç sevmediğim, hani derler ya "negatif elektrik yayan" bir kadın vardı. Burnu havada, sonradan görme bir tipti. Patronumuzun sağ koluydu ve bunu istifade ederek bizlere emirler yağdırmaya bayılıyordu. Bir gün bana elinde faks çekilmesi gereken iki evrakla geldi. Müşteriye göre farklı fiyatlandırılmış iki ayrı teklifin önemli olduğunu ve kesinlikle karıştırılmadan fakslanması gerektiğini söyledi. Küçük kağıtlara yazdığı faks numaralarını da evrakların üzerine bıraktı. Bu önemli tembihi duyan şeytan, benimle sanki dalga geçti ve ben başka işle uğraşırken faks numaralarının olduğu küçük kağıtları karıştırdı. Faksı çektikten beş dakika sonra gelen telefonla kadının çığlığını duydum. İşte o zaman yer yarılsa da içine girip ortadan kaybolsaydım. Kadın basa basa söylediği halde ben yine de evrakları yanlış müşterilere göndermiştim. Çok utandım, hatalıydım, özür diledim. Aslında bu hatayı yaptığıma ben bile inanamadım. Çünkü bana verdiği numaralara göre iş yapmıştım. Numaraları yanlış veren o olabilir miydi? Bu tatsız durum bende hep bir muamma kaldı. Kadınla bir daha yıldızımız hiç barışmadı. Zaten ofiste onu kimse sevmezdi. Emrivaki konuşmaları herkesi rahatsız ederdi. İşe gittiğim bir cumartesi günü ofise geldi ve bana soğuk bir günaydın dedikten sonra üst kata çıktı. Öğleye kadar evraklarla uğraştı. Onun bulunduğu odaya gittiğimde dolabın içindeki klasörleri tek tek karıştırıp masasının üzerine yığdığını gördüm. Çuval gibi büyük bir poşete dosyalardan çıkardığı bazı evrakları gelişigüzel atıyordu. Yaptığına bir anlam veremedim, sormak da zaten haddime düşmezdi. Öğle vakti Meral geldi ve onlar sessizce konuştular. Ne konuştuklarını duymadım ama Meral daha sonra bana işin gerçeğini anlattı. Sevmediğim bu kadın işten ayrılıyordu. Çok şaşırdım, çünkü patronun sağ koluydu, şirketin en eski ve en deneyimlisiydi. Bu ani kararın altında başka bir iş vardı. Patronun yaptığı işlerden gizli komisyon alarak para kazanıyormuş. Şirketin çalıştığı çiçekçi, demirci, tatlıcı bu işin içindeymiş. Patronumuz bunu bir şekilde öğrenmiş ve "Haftaya ofiste seni görmek istemiyorum" deyip onu nazikçe kovmuş. Bu nedenle pılını pırtısını topladı ve gitti. Duyumlara göre kendi adında bir organizasyon firması açmıştı. Biz "vay be" dedikten sonra onu unuttuk ama patronumuz kendisine yapılan hainliği yediremeyip günlerce üzüldü hatta ağladı. Birlikte çalışırken ona yetki verecek kadar duyduğu aşırı güven, hataymış. Tepeden baktığı personeline bundan sonra daha da tepeden baktı. Biz onun için adeta birer köleydik. Bir gün asistanına "Ben buradaki herkesten zekiyim, hepinizden üstünüm." demiş. Tabii ne de olmasa o üniversite mezunu, iyi yerlerde okumuş, iyi şartlarda yaşamış biriydi. Ne yazık ki biz onun kadar şanslı doğmadığımızdan onun gibi olamadık. Ama onun varlıklı bir hayat sürmesi onu asla bizden daha akıllı yapmazdı. Çok zeki olsaydı, arkasından ne işler döndüğünü anlardı.

    Kısa zaman içinde kovulan kadının yerine patronun eski bir arkadaşı geldi. İnce kuru yapısı olan genç bir kadındı. Hiç evlenmemişti ve bekar hayatı yaşıyordu. Zengin camianın içinden gelen bu kadının gözlerine ne zaman baksam bir zamanlar apaydınlıkken birden bire sönen hayatının acısını görür gibi olurdum. Söylemese de onda bir mutsuzluk, bir yalnızlık hissederdim. Kemikleri sayılan parmaklarıyla tuttuğu sigarasını yanımda içtiği sırada yaptığımız sohbet ile hayatı hakkında fikir edindim. Bence patronum ona acıdığı için onu işe almıştı. Gerçekten de iş hakkında hiçbir bilgisi yoktu. Bazen saçma sapan iş yapıyordu. Örneğin beklediğimiz çok önemli misafirler için çok pahallı kurabiyeler sipariş etmişti. Öyle pahallıydılar ki benim maaşımın dörtte biri kadar para ödenmişti. Sanki içlerinde altın tozu mu, unu mu ne vardı? Benim şaşkınlığım bir yana, zengin patronuma bile fazla geldi ama arkadaşı organize ettiği için sesini çıkarmadı. Bu önemli misafirlere iyi bir hazırlık yapıldı. Çatı katı görücüye çıkar gibi temizlendi, süslendi. Gümüş ne varsa bir güzel parlatıldı. Güzel parfümler odalara sıkıldı. Gelecekleri gün hepimiz şıkır şıkır giyindik. Herkes, her şey hazır ama misafirler ortada yok. Gelen bir telefonla, çok özür dileyerek bugün değil de yarın gelebileceklerini söylediler. Patronum çıldırdı. Bu kadar hazırlık ve pahallı ikramlıklar boşa gidecek diye yaygara kopardı. Personel bu kurabiyelerin başına aç kargalar gibi üşüştü ama patrondan çaycıya gelen talimatla muhafaza edilerek yarın için saklandı. Herkes yutkunup, yerine oturdu.

    Sonraki gün yine bütün hazırlıklar tamam, herkes şıkır şıkır süslenmiş, çaycı kadın bile patrondan güzel olmuştu. Kulağımız kapı zilinde, pür dikkat bekledik. Sultan mı gelecek, padişah kızı mı, kontes, prenses mi kafamızda düşledik? "Ding dong" kapı sesiyle irkilince ben koştum. Kapının diğer tarafında duran çaycının gözleri, meraktan faltaşı oldu. Kapıyı açtım, önemli misafirlerimiz karşımdaydı. Kalbimin atışı biranda durdu, çaycı kadının bu sefer şaşkınlıktan faltaşı gibi açılan ağzını gözucuyla gördüm ve üst kattaki odasında heyecanla bekleyen canım patronumun yüz ifadesini, anlık düşüncelerimin içinde erittim ve saniyeler içinde kendimi toparlayarak misafirlere "hoş geldiniz" dedim.

    Nevriye Hamitoğlu
    nevriye.h@hotmail.com



    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    9,809,809,809,809,809,809,809,809,809,80
    5 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


    Erhan Tığlı

     GÜL-DİKEN YAZILAR : Erhan Tığlı


      İŞGALİYE VERGİSİ...

    "Sorma soruşturma, gündem oluşturma merkezinden geliyoruz. Size birkaç soru soracağız. Boş vaktiniz var mı?"
    "Pek boş vaktim yok ama sorun bakalım."
    "Aşk hakkında ne düşünüyorsunuz?"
    "Şarkıda belirtildiği gibi, aşk eski bir yalan, Âdemle Havva'dan kalan."
    "Hiç âşık oldunuz mu?"
    "Çok şükür olmadım."
    "Niye şükrediyorsunuz?"
    "Cinayetler aşk yüzünden işlenir çoğu kez. Gençler anne babalarıyla aşk yüzünden bozuşur, aşk yüzünden intihar ederler. Aşk yuvaları bozar, karı kocayı birbirine düşman eder. Aşk evliliklerinin çoğu ayrılmayla sona erer. Geçenlerde bir iş adamı bir kadına tutuldu, gece gündüz onu düşünmekten işini ihmal etti ve iflas bayrağını çekti..."
    "Kitap okuyor musunuz?"
    "Böyle bir kötü alışkanlığım yoktur. Okuyup da ne olacak ki? Okuyanları görüyoruz işte! Çoğu işsiz ya da hapiste çile dolduruyor. Okumanın sürünmektir sonu."
    "Müzik, resim gibi güzel sanatlarla ilgilendiniz mi?"
    "Sanat karın doyurmaz. Benim böyle boş şeylerle ilgilenecek boş vaktim yoktur."
    "Hiç ağaç dikip çiçek yetiştirdiniz mi?"
    "Parayı verdikten sonra istediğin ağacı, çiçeği satın alabilirsin. Böyle şeyler yapacak işi olmayanlar, emekliler, köylüler içindir. Ben köyden kente göçtüm, işim gücüm var."
    "Doğayı kirletenlere engel oluyor musunuz?"
    "Başımı belaya mı sokayım canım."
    "Candan bir arkadaşınız, dostunuz var mı?"
    "Eskiden mahalle, okul, askerlik arkadaşlarım vardı. Şimdi hiçbiriyle görüşmüyorum. Zaten bu dünyada dostluk, arkadaşlık kalmadı artık. Herkes çıkar peşinde, para pul derdinde."
    "Sorularınız bitti mi, sonuç ne?"
    "Sorular bitti. Bu sonuca göre işgaliye vergisi ödeyeceksiniz."
    "Niyeymiş o?"
    "Niye olacak, bu dünyayı boşuna işgal ettiğiniz için!"

    Erhan Tığlı
    erhantigli@mynet.com


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    9,809,809,809,809,809,809,809,809,809,80
    5 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


    Mehmet Önder

     Kahveci : Mehmet Önder


      KIZ BENİ HÂLÂ SEVİYOR

    Onun için herkes "Bundan hiç bir şey olmaz" derken, bir ben öyle düşünmemiştim. Yanılmışım.
    Anladım ki, bu çocuk, beyin küçültülerek tasarlanmış değişik bir varlık. Genetiğiyle oynanmış bir tür gibi. Özellikle, ellerin bilekten aşağısı, hanımlara karşı denetim dışı tutulmuş. Beynin ilgili kısmı eksik bırakıldığından, saldırganlığı kumanda etmiyor. Yalnız, bıyıklı karşıtlara göre gelişkin bir düzenek de oluşturulmuş; kesici delici aletleri, ateşli silahları kavrayacak biçimde yapılandırılmış.

    Aslında o denli iyi niyetli bir çocuktu ki, içinde hiç bir kötülük barındırmazdı. Ha bir de, her şeyi iyiye yorma alışkanlığı vardı; örneğin başına kuş pislese gidip piyango bileti alır, eli kaşınsa para bulacağını, ayağı kaşınsa güzel bir gezi yapacağını düşünürdü. Herkesin kötü saydığı şeylerde bile iyiye yoracak bir yön bulurdu.



    Bu yaradılışta bir insan, doğal olarak hatalar yapar; Erol da, özellikle görüşmediğimiz dönemlerde çok hata yapmış. Çok içki içmiş, evine bakmamış, sürekli karısını dövmüş. Sevinç'miş adı. "Sensiz yaşayamam" dermiş hep buna.

    Asıl kabahat alkolde olsa da Sevinç de üstüne üstüne gelmiş. "Ne yapayım? İçince başka biri oluyorum, kendimi tutamıyorum, o da bunu biliyor. Ben tam yetmişliği haklamak üzereyim, iyiyim; başlıyor: 'Bu gün ne yaptın? Kaç para kazandın?' diye sorguya. Sabrımı zorluyorum ama, kendimi tutamıyorum; oluveriyor." Sevinç, dayanamamış, açmış davayı, boşamış bunu. Ama Erol'a göre onun amacı boşanmak değilmiş. Bu düzelsin, adam olsun, diye bir ders vermek istemiş.

    Şimdi gönlünü alıp yeniden evlenmenin yollarını arıyor. İçkiyi de bırakmış, söylediğine göre. Artık Sevinç hanımın "Affettim, döndüm" diyeceği günler gelmiş de geçiyormuş bile. Öyle ya, sen içkiyi bile bırak, adam olmaya karar ver; az şey değil!



    Erol o günden sonra sürekli Sevinç'in peşinde koşmaya başladı. Çok umutluydu. Ama, benim pek umutlu olmadığımı farkettiğinden, haklılığını göstermek için, gelişmeleri gün be gün aktarmaya başladı. "Bak, kız nasıl hâlâ beni seviyormuş!" demek istiyor.

    Bir sabah erkenden çıktı geldi. Çok heyecanlıydı:
    - Abi, bu iş oldu. Barışalım, dedim. Şöyle göz ucuyla baktı. Hiç bir şey demedi. Yürüdü gitti. Şimdi eğri oturalım doğru konuşalım. Bu kız beni hâlâ sevmese bir şey söylemez mi? Azarlar hiç değilse, öyle ya.
    - Çok iyi tanımadığım için bir şey söyleyemeyeceğim.
    - Kaç kez anlattık be abi!



    Üç beş gün sonra yine geldi. Heyecanı daha bir artmıştı:
    - Tamam, bu iş bitmiştir. Artık kuşkum kalmadı. Bu kız beni hala u nu ta ma mış.
    - Çok iyi bir haber, nasıl anladın?
    - Barışalım kız; bu böyle olmaz, dedim. "Defol git, onursuz herif!" dedi. Eskiden sinirlenince "Onursuz!" diye bağırırdı. Senin anlayacağın mutlu günlerimizde. Onursuz aşağı, onursuz yukarı. Hatta komşular adımı Onur sanmışlar da, "Onur bey, akşam size geleceğiz, evde misiniz?" diye sormuşlardı.

    Erol tam burada bir kahkaha attı:
    - Düşünsene, bu aşk hâlâ dimdik ayakta değil de hangi aşk ayakta? Sen bu yuvaya yıkılmış diyebilir misin?
    - Doğrudur, dedim, kızdı.
    - Senin de anlayışın kıt. Ben ne yapayım? Doğru; 'dur'u yok.



    İki gün demedi Erol yine bizde. Havalara uçuyor. Tabii merak ediliyor:
    - Ne oldu, evlendiniz mi yoksa?
    - Henüz değil. Ama işi bitmiş bil. Kız beni hâlâ seviyor.
    - Anlatsana.
    - Sevinç'in elinde bıçak. Çarşının içinde "Doğrayacağım seni deyyus!" çığlıklarıyla kovalıyor; ben kahkahalarla önünden kaçıyorum. Mutluluğun büyüklüğünü düşünebiliyor musun? Gerçi, sen anlamazsın böyle güzelliklerden de, neyse… Eskiden de böyle olurdu. Ne zaman sopayı fazla kaçırsam ya beni ya kendini doğramaya kalkışırdı. Şimdi bu kızın boşandığına bin kez pişman olduğu apaçık ortada değil mi?
    - ?
    - Ortada de, ortada de! Pişmiş aşa soğuk su katma.

    Bundan sonra on beş yirmi gün ses çıkmadı. Her halde her düşüncesine katılmadığım için kızdı, aklı sıra küsüyor, diye düşünürken telefon çaldı:
    - Hastaneden arıyorum. Yoğun bakımdan yeni çıkan bir hasta hemen sizinle görüşmek istiyor.

    Elim ayağım birbirine dolaştı. Telaşla hastaneye koştum. Kapıdaki görevli:
    - İçerde yirmi yedi yerinden bıçaklanmış biri var. Komadan çıkarken sizin adınızı sayıkladı.

    Koğuşa girdim, bizim Erol, neşeli neşeli bana bakıyor. Yanına yaklaşınca, ağlamaklı bir tebessüm belirdi yüzünde:
    - Gördün mü? Sen daha bilme. Deli gibi seviyormuş işte.
    - Nerden bildin?

    Kendinden emin. Soruyla karşılık verdi:
    - İnsan öldüreceği adama kaç kez vurur abi?
    - Bilmem.
    - Sen hep bilme. Kaç kez vuracak; iki, üç bilemedin beş kez. Peki bu tamı tamına yirmi yediyse? Şimdi düşün. Sevmese bu kadar zahmete katlanır mı?
    Ne diyeceğimi bilemedim:
    - Seviyor da, bu kız seni biraz puanlı seviyor galiba. Her yanın benek benek olmuş.

    Bir sözüm ilk kez hoşuna gitti:
    - Hah işte, şimdi anlamaya başladın. Puanım yüksek gözünde. Her zaman yüz üzerinden yüz.

    Mehmet Önder


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    6 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


     Kahveci : Ömer Faruk Hüsmüllü


    Oruç Baba'dan Aforizmalar-3

    *- Hayatı hak ettiğini düşünüyor musun? Cevabın "evet"se onu hak etmek için neler yaptığını söyler misin? Söyleyeceklerin kendin için yaptıklarınla ilgiliyse doğru cevap olarak kabul edemem. Mesela, yaralı bir hayvanı tedavi ettin mi, bir çiçek ya da bir ağaç ektin mi, bir dalı kırarken için cız etti mi, doğayı çöplerden temizlemeye çalıştın mı gibi… Çünkü hayat ancak doğa ve diğer canlılarla birlikte mümkündür.

    *- İçten gelen bir gülümseme ile dünyanın en güzel yüzüne sahip olabilirsiniz. Ayna karşısında saatlerce süslenmeyi bırakıp gülümsemeye çalışın. Hemen şimdi…

    *- Yaşlanmayı geciktirici bir ilaç ya da gıda mı arıyorsunuz? Aramayı bırakın ve bir de aşkı deneyin derim ben.

    *- Kendimizi bulduğumuzu zannettiğimizde neden daha fazla kendimizi arama ihtiyacı hissediyoruz?

    *- Uçurumları aşmak için insana kanat değil, akıl gerekir.

    *- Bilim mi, paramı? Neden birisini seçmek zorundayız ki!... İkisi de olsa daha iyi değil mi?

    *- Elleri, ayakları ve yüzü kir içindeydi; ama vicdanı tertemiz!

    *- Gemideki kaptan istediği kadar usta olsun, deniz mutlaka, onu yenecek yeni yeni oyunlar icat eder.

    *- Ringde nice boksörü bir-iki yumrukta devirdi, fakat sevdiği kadının bir sözü ile devrildi. İşte kelimelerin gücü ..

    *- Dost arayanlara şaşarım. Çünkü dost aranmaz, o, gelir sizi buluverir.

    *- İnsanların çoğu acınmaktan nefret ederler. Acınacak duruma düştüklerinden mi, yoksa kendileri de acımak zorunda kalacaklarından mı?

    *- "Denedim, yapamadım" deme. Denemezsen hiç yapamazsın. Bir şeyin yanlış olduğunu da ancak deneyerek öğrenebilrsin.

    *- Hakkında kütüphaneler dolusu kitap yazılmış ama gene de ne olduğu anlaşılamamış olan şey nedir? Cevap:Aşk… Ne olduğu bilinemiyeceği bilindiği halde, ne olduğu hakkında kütüphaneler dolusu kitap yazılacak olan şey nedir? Cevap:Aşk…

    *- Tünellerden korkarım, ama severim. Aydınlıktan karanlığa, sonra da karanlıktan tekrar aydınlığa geçiş bir varoluş döngüsü gibi gelir bana!

    *- Akıllı insanları hem severim, hem kıskanırım, hem de onlardan korkarım. Severim çünkü insanlık için birçok yararlı şeye onlar sayesinde sahip olduk; kıskanırım çünkü onların olan şeylere ben de sahip olmak isterim, ama onların o şeyleri bir başkasına kolay kolay vermesinin de mümkün olmadığını bilirim; korkarım çünkü insan ve insanlık adına birçok felaketin müsebbibi onlardır.

    *- Sahip olduklarınızın sağladığı imkanlar doğrultusunda yaşamınızı sürdürmeye çalışmalısınız. Bunlar azdır veya çoktur.Fark etmez.

    *- Yenilgiyi tatmayan kazandığı bir zaferi de dolu dolu yaşayamaz.

    *- Sevginizi verdiğiniz insanlardan sevgi beklemeyiniz. Bekler de karşılık bulamazsanız, onları vefasızlıkla suçlamayınız. Bırakınız sevgi ırmağınız doğal haliyle akıp gitsin. Nasıl olsa bir gün mutlaka kendiliğinden bir sevgi denizine karışacaktır.

    Ömer Faruk Hüsmüllü


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    9,509,509,509,509,509,509,509,509,509,50
    4 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


     Dost Meclisi


    YORUMLARINIZI GALERiMiZDEKi iLGiLi BÖLÜME BIRAKABiLiRSiNiZ.
    Yorumlarınız için bekleriz.

    Fotograf : Halil Önceler


    <#><#><#><#><#><#><#>

    Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
    dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

    <#><#><#><#><#><#><#>

    Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
    Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
    Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
    Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
    Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.

    Yukarı


     


     Tadımlık Şiirler


    Binlerce Düğüm Boğazında

    Meltemin otlara sürünen sesi
    Karıştı...
    Koyu gecenin derin soluklarına

    Gözleri çakılı, büyülü pencerede
    Esinti oynatıverince perdeyi
    Sıcak bir aydınlık yayıldı
    Uzun boylu köşe lâmbasından

    Oradaydı... Oradaydı işte
    Elinde...
    Kara gözlerini düşürdüğü kitap
    Bakışlarında gizli bir alaycılık

    Kocaman vuruşlarla çarptı yüreği
    Kırışıverdi gülünce yüzü
    Oynaştı kirpiklerinin gölgesi
    Heyecanlı titremeler sardı
    Gözkapaklarını
    Hasreti giyinmiş duyguları
    Uçurdu sıcacık kıvılcımları

    Haykırmak istedi adını
    Yırtmak istedi yüreğini
    Buz kesti elleri
    Yapıştı kızıl toprağa ayakları
    Sessizliğe büründü her şey
    Solgunlaşıp sarardı yüzü
    Patlamaya hazır hıçkırıkları
    Sanki! Sanki!
    Hiç çözülmemek üzere
    Binlerce... Binlerce
    Düğüm oldu boğazında

    Teslim olurken bedeni
    Gözyaşlarının hazzına
    Hafifledi...
    Damarlarında akan kanı
    Döküldü dudaklarından
    Yumuşacık kelimelere

    Titredi...
    Yaslandığı ağaç gövdesi
    Parça parça dalların arasından
    Kırılarak döküldü
    Saç tellerine ay ışığı

    ' Düş Kuruyor Gece ' adlı kitabımdan - Ocak 2008 -

    Hatice Bediroğlu

    Yazdırmak için tıklayınız.

    Yukarı


     


     Biraz Gülümseyin



    KMTV Sunar...

     


     Kıraathane Panosu



    Polygon Web Studio



    BUĞU… Temiraga Demir - Buğu

    Gazeteci-Yazar Temirağa Demir'in, şiir albümü tadındaki çalışmasını sizlerle buluşturmaktan mutluyuz. Bir süredir üzerinde çalıştığı, kendi yazdıklarını ve farklı şairlerin şiirlerini seslendirdiği albüm tadındaki eser çıktı. Uzun süredir Gazetecilik mesleğini yürüten, ülke çapındaki birçok dergide yazarlık yapan, edebiyat üzerine çalışmalarda bulunan, şu anda Orhangazi Belediyesi Basın Danışmanlığı görevini de halen yürüten Temirağa Demir yeni eserinin hayata geçmesinin mutluluğunu yaşıyor. Daha önce "Her Kardan Adam olmaz" ve "Edepli Fahişeler" isimli iki kitabı bulunan Gazeteci-Yazar Temirağa Demir İstanbul Teknik Üniversitesi Konservatuvar öğrencileri ve hocaları ile birlikte hazırladıkları bu çalışmada kendi yazdığı eserleri ve farklı şairlerin eserlerini seslendiriyor.

    "BUĞU" ismini verdiği şiir albümünün dağıtımı ekip arkadaşları tarafından yapıldığından dolayı size ulaştırılması da bu sayede gerçekleşiyor. CD bedelini 10 tl olarak belirledik eser size ulaştıktan sonra bedelini aşağıdaki hesap numarasına yatırmanız bizleri memnun edecektir. İyi dinletiler dileriz.

    Halk Bankası h.no: 0285 0100 8382
    Kart numarası: 4475 0536 8714 3773
    İletişim istek ve menejer için 0546 424 23 23 - 0535 453 99 88

    Saltt12@hotmail.com ulaşabilirsiniz


    Yazarlarımızın Kitapları


    Merih Günay
    "Martıların Düğünü"

    Nesrin Özyaycı
    "Işık -II-"


    Temirağa Demir
    "Her kardan Adam Olmaz"


    Şadıman Şenbalkan
    "Şehit Analarımızın Çığlıkları"

    Hatice Bediroğlu
    "Düş Kuruyor Gece"

    Cüneyt GÖKSU
    Serpil YILDIZ

    "KÜBA - SARI SICAK BİR PENCERE"

    Merih Günay
    "HİÇ"

    Feride Özmat
    "Yanlış Zaman Hikayeleri "

    C.Eray Eldemir
    "Uzak İklimler"

    Temirağa Demir
    "Edepli Fahişeler"

    Ellerin Söylüyor Sonsuzluğu
    Feride Özmat
    "Ellerin Söylüyor Sonsuzluğu"

    Nesrin Özyaycı
    "ÖLMESEYDİ"

    Yitik Ada Günceleri
    Feride Özmat
    "Yitik Ada Günceleri"

    Hazırlayan: Kadir Aydemir
    "Olimpos Öyküleri
    Mavi Mağara
    Sedef Özkan"
    İyi Kalpli Seri Katil
    Semih Bulgur
    "İyi Kalpli Seri Katil"
    80'lerde çocuk olmak
    Hazırlayan: Kadir Aydemir
    "80'lerde çocuk olmak
    Viking Gemisi ile kıyı kıyı İSTANBUL
    Şebnem Çağlayan"


    Sedef Özkan
    "Aynı Yaprakta Olmak"


    Yukarı


     


    Akın Ceylan

     İşe Yarar Kısayollar


      Şef Garson : Akın Ceylan

    Balığı sadece tavada ya da tabakta değil, bazen denizde bazen oltanın ucunda görmeyi tercih edenlerin ortak buluşma platformu http://www.baliktutkunlari.com/ Ben de balık tutkunuyum diyorsanız buyurun forum sitesine. Hazırlayan ve yönetenlerin ellerine ve emeğine sağlık diyorum.

    Bu web sitesi, canlı bir sistemdir. İnsanların duyguları, düşünceleri, fikirleri ile yaşayan bir sistem. Eğer siz de bu yazıyı okuyorsanız bu sistemden enerji alıyorsunuz demektir. Enerjinizi eklemek isterseniz üye olabilirsiniz. Forumlarda tartışabilir, günlük ekleyebilir, kitaplara sayfa ekleyebilir, anket hazırlayabilirsiniz. Diyor giriş sayfasındaki açıklamada http://www.sonsuz.us Bir deneyin bakalım siz de enerji alabilecek misiniz?

    Güzel web sayfası denildiğinde, örnek gösterebileceğim bir site http://www.dogoskinz.com/ Ne yaptıkları ve ne sattıklarıyla değil daha çok web site tasarımlarıyla ilgimi çektiler. Web admin arkadaşın ellerine sağlık.

    Paylaşım sitelerinin büyük bir çoğunluğu teker teker yasaklanıyor. Hala yasaklanmamış bir web sayfası arıyorsanız http://www.heroturko.org sitesini tavsiye ediyorum. Oyunlar, filmler, imajlar, fontlar, mobil uygulamalar ve daha fazlasını bulabileceğiniz bu siteyi kaçırmayın derim.

    Yukarı


     


     Damak tadınıza uygun kahveler






    http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
    Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.

    GOM Player 2.1.21.4846 Released [2009 11/05] / Windows / 5.77 MB
    http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE
    Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.

    VLC media player for Windows / V.1.1.4 / 18 MB
    http://www.videolan.org/
    İçinde tüm codec kütüphanesini barındıran açık kaynak bir oynatıcı. Bilgisayarınızın olmazsa olmazlarından biri. mp4, mov, mkv dahil hemen her formatta filmi izlemenize olanak sağlıyor. İndirin seveceksiniz.

    7-Zip 4.65 (2009-02-03) for Windows / 913 KB
    http://www.7-zip.org/
    Winzip, Winrar gibi sıkıştırma programlarının tek alternatifi. Sadece zip ve rar formatlı dosyaları değil, hemen her çeşit sıkıştırılmış dosyayı açan, minik ama süper bir "Open Source" programı. Kendi formatında yaptığı sıkıştırmanın üzerine yok. İsterseniz zip olarak ta sıkıştırma şansınız var. Hemen indirip kurun, sonra da bana şükredin.

    Yukarı


     


    KAHVE MOLASI ABONELERi Google Grubuna üyesiniz. İlginize teşekkür ederiz.

    ABONELiKTEN AYRILMAK İÇİN :
    KM-abone+unsubscribe@googlegroups.com
    (Gönderdiğiniz mesajın abone olduğunuz adresten gittiğine emin olunuz.)

    ÜCRETSİZ ABONE OLMAK İÇİN :
    Google Gruplar KAHVE MOLASI ABONELERi grubuna kayıt ol
    E-posta:


    Arkadaşlarınıza önermek ister misiniz?


    Uygulama : Cem Özbatur
    2002-23©KAHVE MOLASI - Her hakkı saklıdır. Yayın İlkeleri

     






    Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

    Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



    SON BASKI (HTML)

    KAHVE YANINDA DERGi

    Hoşgeldiniz
    Arşivimiz
    Yazarlarımız
    Manilerimiz
    E-Kart Servisi
    Sizden Yorumlar
    KÜTÜPHANE
    SANAT GALERiSi
    Medya
    İletişim
    Reklam
    Gizlilik İlkeleri
    Kim Bu Editör?
    SON BASKI (HTML)
    YILDIZ FALI
    DÜNÜN
    ŞARKILARI





    ÖZEL DOSYALAR

    ATA'MA MEKTUBUM VAR
    Milenyumun Mandalı
    Café d'Istanbul
    KIRKYAMA
    KIRK1YAMA
    KIRK2YAMA
    KIRK3YAMA
    ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
    11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
    Teröre Lanet!
    Kek Tarifleri
    Gezi Yazıları
    Google
    Web KM




    Anlıyorsun değil mi?
    Barış Manço









    Fincan almak ister misiniz?
    http://kmarsiv.com/sayilar/20110204.asp
    ISSN: 1303-8923
    4 Şubat 2011 - ©2002/23-kmarsiv.com