Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 9 Sayı: 1.857

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 22 Mart 2011 - Fincanın İçindekiler


  • KARAGÖL'ÜN KAZLARI ... Hamdi Topçuoğlu
  • OYUN ... Zeynep Fakıoğlu
  • ZERDALİYİ KİM DİKMİŞ ... Mehmet Önder
  • BAKIŞ AÇISI ... Neslihan Minel
  • Şu Duygusal Filmler ... Semih Bulgur
  • Graham Fuller ve İslamsız Dünya Tezgâhı (8) ... Mehmet Sağlam
  • MİTHAT PAŞA'DAN 28 ŞUBAT'A, EHL-İ BEYTİ HANEDANLAŞTIRMA ... Hasan Tülüceoğlu


  • Dost Meclisi, Tadımlık Şiirler, Biraz Gülümseyin, Kıraathane Panosu, İşe Yarar Kısayollar, Damak Tadınıza Uygun Kahveler

  •  



     Editör'den : Yağmasan da gürle be baba!..


    Merhabalar,

    Yağmasan da gürle demiş atalarımız. Sanki padişahımız efendimiz için söylemişler. Memleketinde yağ gürle, yandaşın, Arabın gazını al, alkışlan. Dışarıda özüne dön, bas imzayı, ver tavizi. Dostlar alışverişte görsün misali. Birleşmiş Milletler karar alıyor, hava sahası kapatılacak, gerekirse müdahale edilecek diyor, bakanın, memurun basıyor imzayı. Sen burada "Petrolü yedirmem kafereye, Libya Libyalılarındır." masalını okuyorsun. Dış politikada oynanılan "İyi polis, kötü polis" oyunundan gına geldi artık. Açık ol, dürüst ol, canımı ye. Elim mahkum de, adam psikopat ta olsa yanında görünmeliyim de, 25 milyar dolarlık yatırımımız var, nasıl bırakırım de, açık ol, dürüst ol, al canım senin olsun.

    Libya'da yaşananlar içler acısı elbette. Sebebi de herhalde biz değiliz. Ama görünen köyü farketmekte geciktiğimiz ya da bir başka deyişle, yanlış ata oynadığımız için bertaraf olacak sivillerin de vebali bizim günahımıza yazılacaktır, bunu biliriz. NATO denetimine ayak sürüyerek, taş koyarak, attığın imzayı reddetmenin mantığı var mı? İşte şimdi meydanda dansöz Sarkozy ile her daim pehlivan Obama var. Gönüllüler ordusu bombayı yağdırıyor. Ankara'dan esip gürleyeceğine, en sağlam elin olan NATO'yu devreye sokarak daha çok hayat kurtarabileceğinin acaba farkında mısın padişah bey? Bu işin içinden gelmiş üç tane akil adamla konuşşan problemi çözeceksin ama nerde sen de o yürek varsa yoksa gururdan yelek!.. Alsan Hikmet Çetin'i karşına, sorsan ona "N'aptın abi sen Afganistan'da yahu?" desen, o söylese sen dinlesen, sen dinlesen o söylese. Sonra da çıkıp, mideden değil, beyinden konuşsan olmaz mı?

    Duyduk ki, Obama ile telefon görüşmesi yapmışsın. İnternete düşmüş, "Başbaşa görüştüler." Nece konuştunuz, nasıl anlaştınız acaba? Söylenenler iki kere yankılandığından pek uzun sürmüştür görüşmeniz. Kızdı mı acaba sana? Sen ona ne dedin? "Van minut" dedin mi mesela? Yarın grupta açıklayacakmışsın görüşmeyi, merak içindeyim, ne zaman çekeceksin NATO'dan vetonu öğrenmek istiyorum. Kalın sağlıcakla, sen de çok yaşa haşmetlum efendim.

    Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

    Cem Özbatur








     


    Hamdi Topçuoğlu

     Kahveci : Hamdi Topçuoğlu


      KARAGÖL'ÜN KAZLARI

    Çıplak Yamanlar Dağı'nın tepelerinde, hikâyesine ve adına inat yemyeşil bir cennettir Karagöl. Karşıyaka Örnekköy sapağından girdiğiniz andan itibaren döne dolaşa Yamanlar'ı tırmanırsınız. Yol, bozuk ve yorucudur; ama dönüp geriye baktığınızda, körfezin koynunda bir inci gerdanlık İzmir'i görürsünüz. İşte o an, sizin de yüreğiniz, yüreğim gibi dizelerle ya da ezgilerle buluşuverir. Siz de benim gibi,

    "Şiir sana yakışıyor,
    Yazmak bana ey!
    Güz salkımlarında aradığım
    Mezatlara düşmüş kimliğindir
    Renk ve havın cümbüşünde
    Korkum daha derin acılarından
    Yurtsamak bana yakışıyor
    Yurt olmak sana ey!"

    der ya da Dario Moreno'dan, Avni Anıl'dan, Nalkesen'den…bir şarkı söylersiniz.

    Karagöl'e yıllar önce çıkmıştım. İlk dikkatimi çeken, göl kıyısındaki söğüt ağaçları olmuştu. Ağaçlar suya yaslanmış, dallarını eğebileceği kadar eğmiş. Yine de suya ulaşamayınca dallardan çıkardığı saçakları salmış bu kez suya. Su çekilmiş, saçaklar uzamış. Söğüt, suya ulaşamamış bir türlü. Saçakların rüzgârda savruluşunu izlerken şaşırıp kalmıştım.

    İkinci çıkışımda, gölün hikâyesini de biliyordum. Bana göre söğüt ağaçlarının çektiği işkence Tantalos işkencesiydi. İyi ama, söğüt, Tantalos gibi muhteris değildi ki! Öyleyse doğa ananın, söğüt ağacına böyle bir işkenceyi reva görmesini öğrencilerime nasıl açıklayacaktım?

    Bir şafaktan bir şafağa
    Bir akşamdan bir akşama

    Eğil salkım söğüt eğil
    Bu bendeki sevda değil.

    Ama bazen şarkılar bile anlatamıyor anlatılması gereken hikâyeleri.

    Kral Tantalos, Spil Dağı'nda egemenliğini sürdürürmüş."Pelops" adlı bir oğlu "Niobe" adlı bir kızı varmış. O, tanrıların sofrasına oturabilen tek insanmış.Ne var ki ölümsüzlerin sofrasında bir ölümlü olmak ona zor gelirmiş. Üstelik, Kibele' ye inandığı için Helen tanrılarını küçük görürmüş. Bir gün, tanrıların biliciliklerini sınamak için tek oğlu Pelops'u kesmiş, pişirip sofraya koymuş. Tanrılar anlamışlar ve irkilmişler. Tantalos'un başka suçları da varmış. Bu son olay Zeus'u çileden çıkarmış. Onu Spil Dağı'nın bir yarığından Hades'e göndermiş.

    Ölüm dediğin bir bakıma kurtuluştur ölümlüye. Tanrılar Tantalos'un ölmesini değil, dünya durdukça işkence çekmesini istiyormuş. İzmir'in koca ozanı Homeros da bu işkenceyi, şu dizelerle anlatıvermiş:

    TANTALOS' u gördüm, korkunç işkenceler çekerken
    Duruyordu bir gölün içinde, ayakta,
    Yükseliyordu su ta çenesine kadar
    Ama içmek için davrandı mıydı,
    Damlasını alamıyordu suyun
    İhtiyar adam eğiliyor, eğiliyor eğiliyordu
    Su da çekiliyor, çekiliyor,
    Yok oluyordu hemen toprakta,
    Ve bir çamur peyda oluyordu
    Ayaklarının dibinde, kapkara
    O saat bir tanrı kurutuveriyordu gölü
    Yemişler sarkıyordu başının önünde
    Dallı budaklı ağaçlardan,
    Armutlar, narlar, pırıl pırıl elmalar ballı incirler,
    Tombul zeytinler sarkıyordu,
    Ama ihtiyar adam koparayım diye ellerini uzattı mıydı
    Bir yel geliyor, savuruyordu onları kara bulutlara."

    İşkence dediğimiz şey insana özgü. Siz hiç hayvaların hayvanlara ya da insana işkence ettiğini gördünüz mü? Doğrusu ben, Tanrıların da kullarına işkence ettğine inanmam.

    Tantalos'un gölüne Karagöl demişler bizimkiler. Ona, sularının renginden mi layık görmüşler bu adı. Öyleyse zümrüt göl de diyebilirlerdi. Yoksa "kara" sözcüğünün mecaz anlamlarını düşünmüş olmasınlar? Bir bilen olsa da söylese.

    İster Emiralem'in çilekleri bal şerbet olduğunda, ister Yamanlar'da arıcılar bal keserken çıkın, sizi Karagöl'de mutlaka piknikçiler karşılayacaktır.Oysa kış mevsiminde yapayalnızdır Karagöl. Söğütler yaprağını döker dökmez başlayan yalnızlık, dallara su yürüyünceye dek sürer.

    Eskiden bu mevsimde, çoban çocuklar akşam köye dönerken, söğüt dallarından yaptıkları dilli düdüklerle, borozanlarla yeri göğü inletirlerdi.Yetişkinler de "Söğütlere su yürümüş, demek ki bahar geldi." derlerdi. Mart yarılanıyor neredeyse. Acaba şimdi Karagöl'ün söğütlerine de su yürümüş müdür? Çoban çocuklar artık borozan çalmıyor. Mevsimler de değer yargılarımız gibi birbirine karıştı. Demokrasi, özgürlük, bağımsızlık ne? Demokrat kim, kim faşist, kim laik, dinbaz kim?

    Kar Silivri, Çatalca derken, Anadolu'yu teslim almış. Türkiye'de seçim takvimi işlemeye başlamış. Yasa gereği seçim döneminde tarafsız olması gerektiğinden İçişleri, Adalet ve Ulaştırma Bakanları görevlerinden ayrılmış, yerlerine de müsteşarları bakan olarak atanmış.

    Son zamanlarda bu tür haberler, kulağımla beynim arasındaki mesafeyi aşamıyor. Çünkü beynimde yalnızca Karagöl var: Tantalos, Pelops, söğütler, kazlar…

    Ah, nasıl da unuttum Karagöl'ün kazlarını. Bir avuç yem karşılığında ne gösteriler yaparlar bir bilseniz.

    Karagöl, İzmir'in göz kapaklarında kirpiktir. Kar Karagöl'e, soğuğu İzmir'e düşer. Şimdi en çok Karagöl'ün kazları şaşkındır. Bahara çıkıyoruz derlerken, karakışın böylesine karla tipiyle dönüp gelmesi kimbilir ne perişan etmiştir onları!

    Hamdi Topçuoğlu
    egerem@yahoo.com


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    2 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


     Kahveci : Zeynep Fakıoğlu


    OYUN

    Bazen öyle şeyler hissediyorum ki ona karşı ne nefret diye adlandırabiliyorum ne de aşk.Sadece birşeyler hissedebilmek istiyorum.Duygularım olsun,ne olduğunun önemi olmadan,yaşayabileceğim yalın duygular.Komplo teorileri kurmak istemiyorum;çünkü eğer böyle bir noktaya geldiysem zaten birşeyler yanlış gidiyor demektir…Planlar kurmaya başladıysam ve bunlar kötü planlarsa bu işin peşini bırakmanın zamanı gelmiştir öyle değil mi.

    Onun da mutlu olup olmadığını bilmiyorum aslında.Belki de mutludur.Ben sadece, istediği insanlarla istediği hayatı yaşadığını biliyorum.Benim ona hiçbir zaman veremeyeceğim şeyleri başkalarının kanını emerek aldığını ve kendini böyle beslediğini biliyorum,hissedebiliyorum…

    Hissetmeye de gerek aslında,kendi ağzından da duyabiliyorum.Söylemekten çekinmediği şeylerin peşinde koşan ve bunları yüzüme vuran bencil bir insan o.Aynı benim gibi.Benim gibi diyorum çünkü o hep beni sevsin istiyorum ben de.Başkasını değil beni. Sadece bana hayat versin,dayanabileceğim bir omuz uzatsın ve yaşadığım şey her neyse artık o hep içinde olsun.Ama sanırım hayatın belli kuralları var,yıkamadığı kalıpları ve değiştiremediği bir iç dünyası.Herkese göre şekillenemeyen duvarları da var.Ben de o duvarlara çarpa çarpa yaşıyorum hayatımı.

    Şu ana kadar çarptığım en sağlam duvar da o oldu işte.Hem yüksek,hem de uzun…Dört duvar arası gibi bir şey.Ama tam da dört duvar değil aslında.Açık kapıları var çünkü…Kaçmak istersen kaçabildiğin,hapsolmak istersen de kilidi kendi ellerinle vurduğun kapılar.

    Bu öyle bir duygu ki,o kilitleri vurana kadar kaçmak istediğinin farkında bile olamıyorsun aslında.Adı her neyse her insanın hayatında en az bir kere yaşadığı,kimisinin de birden çok yaşamaya çalıştığı şey bu.Aşk falan demek istemiyorum.Başka bir isim koymak da.Çünkü acı da olabilir bunun adı,mutluluk da.Kim ne demek isterse o ismi kabul eden karaktersiz bir duygu o.Kalıplarını yıkmayan ama her türlü isme razı dengesiz bir kişilik.

    Umutlarım da var aslında,yok değil.Biliyorum şimdi değil de belki bir gün ben bu kişiliksiz duygunun karşımda yalvarışlarını hiçe sayabilecek bir noktada olacağım.Hayatıma girmeye çalışırken sarfettiği çabanın, karşılığını alamadığında,yıkıldığı o anı bir fotoğraf gibi çekip içimdeki raflara kaldıracağım.Duygular değişir biliyorum çünkü.Ben şimdi acı çekiyorsam,bundan bir süre sonra da bir başkası çekmeli.Adil olana inanmak istiyorum.Böyle bir adaletin varlığı bile içimdeki denizin dalgalanmasına yetiyor.Yapabilirim evet,başarabilirim.Yeter ki kendime inanacak,inancımı tazeliyecek yeni bedenler,yeni ruhlar bulayım.Kendi çektiğim hüznü yaşatabileceğim tecrübesiz varlıklar.

    Kendimden korkuyorum bazen.Komplo teorileri kurmaya başladığımı farkediyorum,planlar kuruyorum.Kötü planlar.Zamanında benim için kurulan planlar.Bu işin peşini bırakmanın vakti geldi dedirten cinsten.Çünkü bir kişi bile benim yüzümden acı çekmemeli.Bu istek gitmeli içimden hemen.

    Kolay sandığım şeylerin öyle olmadığını görmeye başlıyorum.Kurtulabilmenin yollarını arıyorum kafamda yavaştan yavaştan.Yok,yok,yok…Hayat devam ettiği sürece böyle olacak.Birileri benim canımı yakmaya devam edecek.Ben de başkalarının.Değişmeyen kurallar,yıkılmayan duvarlar toplumu işte.

    İnsanı delirten,deli olmaktan mutlu olan insanlar topluluğu.Biz buyuz.Böyle yaşamaya devam edeceğiz çünkü sevdiğimiz şey bu.Ben onu seviyorum,o bir başkasını,bir başkası da belki beni…Ruhumuzu yormaya gerek yok aslında.Bu çember gibi bir şey.Başımız dönene kadar,içimizdekileri kusana kadar içinde dolanıp duracağımız yarı çapı upuzun bir çember.Bizi kendi inançlarımızla öldüren yuvarlak bir dünya işte.

    Ya böyle yaşamaya devam edeceğiz ya da etrafımızda yanan aleve bakıp kaçacak yeri olmadığını gören bir akrebin kendini sokup öldürdüğü gibi son noktayı koyacağız.Seçimi bize kalmış bir oyun bu.Ya şimdi ya asla dedirten cinsten karanlık bir oyun.Zevkle acıyı aynı anda yaşatan,başdöndüren anlamsız koca bir oyun.Kurallarını bildiğin sürece hep acı veren taraf olacağın bir oyun…Ve kuralları unuttuğun anda bittiğin noktayı tek bir saniye içinde göreceğin,bir oyun işte… Nokta.

    Zeynep Fakıoğlu


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    4 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


    Mehmet Önder

     Kahveci : Mehmet Önder


      ZERDALİYİ KİM DİKMİŞ

    Beş on dakika oturdu oturmadı:
    - Senin burası da imamevinden aş, ölü gözünden yaş. Kahveciye borcun mu var ? Hadi çaylar benden olsun.
    - !
    Benden çay söylemek dışında karşılık alamayınca yeni arayışlara girdi. Sıradan, raflara göz attı. Hatta, süzdü:
    - Hepsini okudun mu?
    - Eh, gerektikçe okunuyor.
    Yüzünün sol yanıyla sinsice gülümsedi.
    - Ne oldu? dedim.
    - Bana, pek okumuşsun gibi gelmedi de.
    - Nedenmiş o?
    - Avukatın sermayesi çene; ama sende biraz sermaye sıkıntısı var. Çoluk çocuk biz yardımcı olmasak duruşmalarda gıkın çıkmayacak. Bizim tarafta kimse yokmuş gibi.
    - Sürekli konuşmam mı gerekiyor?
    - Değil de, bir zerdaliyi kimin diktiğini söyletemedin beş aydır.



    İsmail bey sürekli saldırıda. Aslında amacını da anlıyorum. Beni, beş aydır ve de beş duruşma öncesinden beri ödemediği avukatlık ücretiyle "Birader sen hallet, ben haftaya geleceğim" deyip ödettiği keşif masrafını isteyemeyeceğim kıvama getirmeye çalışıyor. Ben ekonomiden dem vurup sıkıntıdan bahsettikçe, o zerdaliyi soruyor.

    Dava tapu iptali ve tescil. Büyük olasılıkla bir saat sonraki duruşmada karara çıkacak. Tarlası, meyvası, otu çöpü hepsi İsmail Bey'in. Ama avukatlık ücreti , masraf? O zor. Bir ara baktım pantolonunun sağ cebi şişkince. Bu güzel, öyle ya o da insan; şimdi "Bayağı gecikti, özür dilerim. Buyur paranı. Bu da benim için yaptığın keşif masrafı" der, bu iş biter. İhtimal cebindeki şişkinlik de o paranın şişkinliğidir diye umuyorum.

    Ama ne gezer, elini cebine attı, bir tomar bez çıkardı. Bu bir mendil, daha doğrusu eskilerin yağlık dediği türden; büyükçesi. Eğildi, burnundan metalik bir ses çıkardı. Yeniden cebine koydu. Bütün umutlar suya düştü. Bu şişkinlikten yağlık çıkarsa, öteki cebinden taş çatlasa mentollü mendil çıkar. Başka bir şey ıkmaz.



    Daha önce kaç kez yaşadık benzerlerini. İlk duruşmadan önce para getirecek, akşamdan annesi öldü. Akşam annesi ölmüş adamdan avukatlık ücreti istemek de ayıp olur. Hem de akşam ölen anasını sabahın ayazında defnedip, dokuzdaki duruşmaya yetişebilen bir fedakar evlattan… Tabii ki, yerden göğe kadar haklı. En geç ikinci duruşma öncesi ödeyeceğini de söylerse hele.

    Dünyanın bin bir türlü hali var derlerya, ne iş yaptı ne sattıysa İsmail Bey'in bir köy muhtarlığında yüklüce alacağı varmış. Şanssızlık; paraların dağıtılacağından bir gün önce binada yangın çıkmış. Bütün evrak kül olmuş. Ödemeler askıda. Ne denebilir şimdi; ikinci duruşmadan önce de ödeme yok.

    İsmail bey üçüncü duruşmadan önce erkenden gelmiş. Büronun kapısında karşıladı beni. "Yok" dedi, "Bu şans denen şey bende yok!" "Ne oldu?" dedim.
    - Benim, dedi, büyük oğlan Hollanda'da çalışır. İşi iyi, kazancı güzel. Ondan istedim.
    Oluyor galibe. Meraktan sözünü kestim :
    - Gönderdi mi?
    - Ne göndermesi! Orada Yumurta Bayramı diye bir bayram varmış, dini bayrammış. Resmi tatil, diye bütün bankalar kapalı mı sana? Para işi yattı. Bende şans mı var kardeşim?
    İçimden "Estağfurullah o onur tümüyle bize ait" desem de, söylenecek bir şey yok.
    Her duruşma öncesi umutla beklenir ya; bekliyoruz. Dördüncü duruşma öncesi yine geldi. Bu kez babasına tren çarpmış. Günlerce hastanelerde koşuşturmaktan perişan olmuş. Cenazeyi daha dün alabilmiş. Ne elde kalmış ne avuçta.
    Tabii insanlık hali. Hem tiren bu kolay mı?

    Aslında ben, keşif günü için çok umutluydum. Keşif masrafları ile ücreti getirir, diye. O da olmadı. Asıl şanssız olan benim dedim ya, keşiften bir gün önce kötüleşen annesini özel doktora götürmüş. "Kolay mı özel doktora gitmek?" dedi. "Sigortasız, Bağ-Kur'suz." Değil de, ilk duruşmadan bir gün önce ölen annesi bu kez dirilip "Oğlum İsmail , ben dirildim. Haydi beni özel doktora götür. Paran yoksa, avukata vereceğin parayı kullan. Onlar herkesten çuvalla para kazanıyor. Senden almazsa batacak değil ya!" demiştir. Eh bu da evlat ya, kıramamıştır anacağızını!

    Her şeye alışığım da, İsmail Bey'in sağda solda "Avukatın parasını ben vermiyor muyum? İster duruşmaya sokarım, ister adliye binasının önünde davalıyı dövdürürüm?" diye konuşması çok ağırıma gitti.



    Neyse, paradan puldan umudu kestik, bari duruşmayı kaçırmayayım, deyip adliyenin yolunu tuttum. O önden, ben arkadan. Yanımdan gidemiyor; çünkü, ev ahalisi yetişmiş kapıda bekliyormuş. Sağımda karısı, solumda kızı, her duruşmaya gidişimizde yaptıkları gibi, eğilip eğilip yüzüme üflüyorlar. Bir ara "İsmail, bey al şunları başımdan" demeye yeltendim ; döndü bir de o üfürdü. Sabahtan beri ağzının içinde takırdattığı nane şekerinin kokusu üç metre öteden genzime kadar dayandı.

    Üfürüle üfürüle adliye binasına girdik. Ama orada da rahat yok. Üçü birden baro odasının karşısına dikildiler. İçlerinden okuyorlar, gözlerini yumup daireler çize çize üzerime üflüyorlar. Bereket versin meslekdaşlardan durumu fark eden yok. Ama bu anlaşılmayacak demek de değil. Önlem almalıyım. Yanlarına gittim, nefeslerini boşa harcamamalarını, bana okuyup üflemelerinin karara etkisi olmadığını, asıl hakime üflemesi gerektiğini; hatta hakime gönderilen üfürüklerin temyiz aşamasında Yargıtay üyeleri üzerinde de etkisi bulunduğunu söyledim.

    İsmail bey, "Temyiz hakimlerine de etkili olduğu garanti mi? " dedi. "Yüzde doksandokuz oranında" dedim. Birden yüzü aydınlandı, rahatladı

    Sözleri duyan ve ailenin de gerçek reisi olduğu kanısı uyandıran karısı İsmail Bey'in kulağına, fısıltıyla "Doğru olabilir. Bununla vakit kaybetmeyelim, gidelim yılanın başını kendi elimizle ezelim" dedi. Kızına da bir, haydi gel işareti yaptı, soluğu duruşma salonunda aldılar. Arkadaki seyirci sırasından hakimin yüzüne karşı yine daireler çize çize, üflemeye başladılar.



    Duruşma saati gelince içeri girdim. Zaten içerde olan bizimkiler bir ön sıraya geçti. İsmail bey en yakınıma, karısı onun yanına, kızı da anasının yanına oturdu.

    Ama sorunlar bitmiyor. Hakim, bayanların davada taraf olmadığını anlayıp biraz yüksek sesle, arka sıraya geçmelerini söyleyince, üçü birden dönüp yüzüme baktılar: "Hayır. Onlar bizden. Burada oturacaklar!" dememi beklediler. Benden ses çıkmayınca, "Seni rezil seni" anlamında yüzüme bakıp, homurdanarak arka sıraya geçtiler.

    İsmail bey bir ara, her duruşmada yaptığı gibi, cebinden bir kağıt çıkardı. Bana uzatıp "Bunu hakime ver" işareti yaptı. Ben de kaşlarımı kaldırıp "Olmaz", başımla da "Koy onu cebine" işareti yapınca sinirlendi. Efelenir gibi başını uzattı:
    - Ver dedim sana. Şimdi davayı kaybedeceksin de, ele güne rezil edeceksin beni
    Karısı da arkadan destek veriyor :
    - Beceriksiz, daha kağıt vermeyi bilmiyor.
    Kızı boş durur mu? O da babasına yükleniyor.
    - Anam sana "Bu herifi tutmayalım, bunda avukat kılığı yok" demedi mi ha, demedi mi?

    İsmail bey her duruşma öncesi, duruşma sırasında elime tutuşturmak üzere, bir şeyler karalayıp getiriyor. Olur olmaz her şeyi de yazıyor. Genellikle, birinci paragrafta davalının ne denli aşağılık, onursuz biri olduğunu ballandıra ballandıra anlatıyor; ikinci paragrafta sülalesinin ne denli ahlaksız, hırsız, uğursuz olduğunu somut örneklerle ortaya koyuyor. Yazının serim, düğüm bölümlerini böyle oluşturduktan sonra, çözüm bölümünü de mutlaka, "O zerdaliyi sen mi diktin ulan ..zevenk" özdeyişi ile sonlandırıyor.



    Arka sıraya geçen karısı ile kızının her an bir şeyleri kurtaracakmış gibi tetik duruşları, ani ve çeyrek, yarım hop oturup hop kalkışları salondakilere tebessüm ettirse de, ister istemez dikkatleri dağıtıyordu.

    Yine bir ara; arkadakiler söylenmeye devam ettiğinden olacak hakim "Dışarı çıkın!" dedi. Çıkmayınca da mübaşire "Çıkar şunları dışarı!" diye uyardı. Tabii olayın suçlusu belli: Ben. Üçü bir ağızdan "En sonunda dışarı da attırdın ha?" diye söylenirken kadınla kız İsmail Bey'e, "Biz sana öteki avukatı tutalım, dedik. Bunda hayırlı göz yok, bu adam davayı satar, dedik. Dinletemedik dinletemediik" nidalarıyla, bağıra çağıra dışarı çıktılar.



    Artık dava bitirilecek. Hakim taraflara son kez dava ile ilgili diyeceklerini sordu. İsmail bey bunu duydu ya, söz sırası da gelmişken, bana "Zerdaliyi kim dikmiş onu sor, haydi onu sor " diye bastırmaya başladı. Hakim zerdali sözcüğünü duyunca "Bir daha zerdali dersen seni de dışarı atarım" diye uyardı. Bizimki zorunlu olarak sustu.

    Karar davanın kabulüne. Dışarı çıktım ki, yerde biri uzanmış yatıyor. Kalemden kolonya bulmuşlar, ayıltmaya çalışıyorlar. Yüzüne baktım, İsmail bey'in karısı . Kızı, hem anasının bileklerini ovuyor, hem de "Biz yandık, biz mahvolduk" diye söyleniyor. "Ne bağırıyorsun davayı kazandık ya" dedim.

    - Zerdaliyi o mu dikmiş? O uğursuz mu dikmiş dedi.
    Ne farkeder, davayı kazandık. Tarla da sizin, zerdali de sizin derken, İsmail bey:
    - Peki o namussuza "Zerdaliyi İsmail dikti" dedirtebildin mi?
    - Hayır ama.
    - Sen hangi davayı kazandın o zaman?
    Ben yanıt ararken kadın da iyileşip ayağa kalktı. Üçü birden:
    - Davayı kaybeden avukata para yok!

    Mehmet Önder
    av.mehmetonder@hotmail.com


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    3 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


     Kahveci : Neslihan Minel


    BAKIŞ AÇISI

    Dün akşam, görme engelli dört arkadaşla, Tophane'de Ali Baba'nın yerindeydik.
    Ali Baba, İstanbul Modern'in yanında kurulmuş, nargilesiyle ünlü bir mekân.
    Karlı bir İstanbul sabahının ardından gelen güneşle beraber, attık bizde kendimizi bu sahile.
    Yoğun bir İstanbul gününden sonra, dolmuştu insanlar bu mekâna.
    Naneli nargile kokularının arasından geçerek, biz de bulduk kendimizi güzel bir mekân.
    Sıcak bir ilgi ile karşıladılar bizi. Ortam sıcak, gülen yüzler sıcak…
    Eski günlerden, arkadaşlardan konuştuk, güldük…
    Bu arada, insanların garip bakışlarına maruz kalmadık mı, kaldık.
    Ne zaman engelli biriyle çıksam yola, bakışların hepsini üzerimde hissediyorum zaten. İlk önce ona bakıyorlar, sonra bana.
    İki binli yıllarda olmamıza rağmen, hala bir yadırgama var engellilere karşı. Onlar dışarı çıkamaz, bir iş yapamaz, gezemez, eğlenemez gibi. Oysa bunlar benim çocukluğumda kaldı, seksenlerde öyleydi bu durum. Görme engelliler okullara gelir, konserler verir, bizde onlara kapalı zarf içinde para gönderirdik.

    Ama artık, o günler çok geride kaldı. Şu an aynı masada oturduğum insanlar üniversite mezunu ve hepsinin de saygın meslekleri var. Hatta bir tanesi geçen hafta, sözlerini de kendisinin yazdığı bir müzik cd si çıkardı. Senseç Müzik'ten çıkan "Adını Anıyorum" isimli cd "Kılıçaslan" imzasıyla çıktı.

    Bunları gördükçe, insan nereden nereye, diyesi geliyor.

    Daha dün, dilenerek ya da sokaklar da enstrüman çalarak, başkalarının acıma duygularıyla geçinen insanlar, şimdi eğitimli ve kendi işlerinin başında. Hatta bazıları, sınırlarını zorlayarak, bizim yapamadığımızı yapıp, sponsorsuz kendi çalışmalarını cd de topluyor. Bu gerçekten takdir edilecek bir durum.

    Burada ki sohbetimiz dolu dolu, gece karanlığına kadar sürdü. Her şey güzeldi. Fakat benim Beykoz'a geri dönmem gerekiyordu. Bunun içinde, kalkma zamanımız gelmişti.

    Çıkışta, Ali Baba bizi, sıcak yüzü ile uğurladı.

    Tramvayı beklerken, insanların her zaman ki, garip bakışlarıyla kaşı karşıyaydım yine. İlk önce onlara, ardında da bana bakıp, acıyorlardı. Bense bu acımayı, kanıksamış bir halde düşünüyordum.

    Bu insanlar, bütün engellere rağmen, ellerinde ki imkânları, en iyi şekilde kullanıp, yararlı olmaya, bir şeyler üretmeye çalışırken; onlar sadece "vah vah!" la yetiniyordu.

    Acaba hangisi gerçekten engelli, gerçekten acınasıydı????

    Neslihan Minel
    neslihancaa@mynet.com


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    2 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


    Semih Bulgur

      Kahveci : Semih Bulgur


       Şu Duygusal Filmler

    Pek sinemaya gidemiyorum ama bazen böyle tam bana göre dediğim, beni içine çeken filmler çıkar karşıma ve bir anda dalıveririm sinemanın karalığındaki o renkli dünyaya. Geçen sene böyle bir anda, Mavi Gözlü Dev'i izlemiştim. Salonda sadece ben ve en arkada bir çift vardı.

    Yalnızlık ne de güzeldi Nazım ustayla birlikte ve onun göğsünü yara yara verdiği kardeşlik mücadelesi. Kahramanlık o zamanlarda kalmış, şimdi insanlar neye inanıyor ki? Doya doya ağlamıştım...

    Aslında salon dolu da olsa, her seyirci yalnızdır beyaz perdenin karanlığında. Iste o perdeyi çekip gozlerimize başka dünyalara geçeriz; bazen duygulu, korkulu bazen heyecanlı, hırslı gururlu bazen de ofkeli ve sinirli.

    Bazen de sevdiklerimizi kıramayarak gittiğiniz filmler oluyor. İşte böyle bir filmdi `Aşk Tesadüfleri Sever`.

    Ve sonunda hic istemesem de "Aşk Tesadüfleri Sever" adlı filmde buldum kendimi. Dayanılmaz bir duygusallıgin, romatik ve dramatik tesaduflerin filmiydi. Gerçekten zekice bir seneryo, kopukluk olmayan mantıklı bir diziliş ve anlaşır bir inanılmazlık vardı. O tesadüflerin bu kadar denk gelmesi tesadüf olmamalı.

    İzleyiciyi bir 70`lerde bir bugün de öyle güzel gezdiriyor ki... Ustasıyla çırağıyla oyuncularda bana göre çok başarılıydı. Filmde; kısa bir çocukluk aşkı yaşayan çiftin sonra yolları ayrılır, zaman zaman tekrar kesişse de birbirlerini fark edemezler.

    Yıllar sonra ilginç tesadüflerle bir araya gelirler ve cocukluk aşkı tekrar filizlenir… Ve filmin sonunda gözyaşları bu aşka ve dramatik sona dökülür.

    Ağlamaya ve bel aşağı esprilere gülmeye bayılır benim duygusal milletim ama düşünmeye gelince o pek az.

    Filmde ağlanacak biri varsa o da kızın önce aldatıp sonra terk ettiği, onu samimiyetle seven erkekten başkası değildi bence. Aşk çok büyük film çok güzelde, kızın kendini o kadar seven sadık yıların sevgilisine, etinden sütünden yününden faydalandıktan sonra yaptıkları çok acıydı.

    Aralarında bazı sorunlar vardı ama kıza bir yanlış yapmamıştı. Yakışıklı ve varlıklı olmasına rağmen Rusya bir yerde bile ona sadik kalmıştı. Ama bu hic gorulmez. O'nun suçu neydi?

    Su duygusal filmler hep boyledir zaten kız uzatmalı sevgilisinden ayrılana kadar bile beklemeden başka birine aşık olur ve onu aldatır. Etinden sütünden faydalandığı adamda mutlaka bir şeyler eksiktir. Arada ezilip, büzülüp duzulen adama kimse bir damla gözyaşı dökmez. Titanik filmi de boyleydi ve aklima gelmeyen bir suru film...

    Duygusallık, aşk, meşk, iyilik, güzellik falan bunların hepsi ya Yeşilçam'ın ya da Holywood`un yalanlarıymış. Güzellikler satılmış, aşkın üstüne yatılmış, iyilik denize atılmış, meşk ise zaten kor bir ateş.

    Maalesef birilerinin sözde mutluluğu birilerinin acıları üzerine kurulur. İşte bize kapitalizmin dayattığı da budur. Büyük göğüslü, ince belli ve uzun kadınlar hedef göserilir ve onlara sahip olmak için kocaman bir göbek ve kodaman bir cüzdan…

    Nasıl kazanırsın orası sana kalmış. Halk yaşayamadığı şeyleri seyretmeyi sever ve karışamayacağı azınlıkları seçer iktidara işte bu da boyledir…

    Su insanları anlamak mümkün mü? Joker gibi adi, aşalık suçlu bir karakteri, kahramanmış gibi tişörtlere basıpta geziyorlar ve heryerde posterleri kapış kapış. Doğru olan Batman`nin kahraman olması ona hayran olunmasi degil mi yahu? Adam dunyayi kurtariyor. Biz Superman`i severdik onun düşmanını degil.

    Filmden çıkar çıkmaz tatlı yalanlardan gerçek hayata dönüyorum. 13 yaşında bir kıza bilmem kaç kişi tecavüz etmiş, mahkeme de 'kız istemese karşı koyabilirdi' demiş. Sonra bir de açik giyinen kadına tecavüz hak mıdır değil midir tartışması başlamiş.

    Aslında esas sorun açılıp saçılmakta değil zenginlik ve fakirlikte. Nişantaşın`da mini etek giyerseniz belki de kimse dönüp bakmaz bile ama varoslarda aynısını yaparsanız tecavüze sebep olabilirsiniz. Kömüre ve sefil bir ömüre mahkum edilmiş, eğitimsiz insanlardan doymuşlar kadar rehavet ve hidayet bekleyemezsiniz………

    Aşk, sevgi nedir bilememiş, güzel ve cecikici kızları sadece pahalı arabalarda görmus, sömürülmüş varoş isanında mi sadece suc yoksa tum insanlikta mi?

    ...





    Semih Bulgur
    www.semihbulgur.com


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    1 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


    Mehmet Sağlam

     Kahveci : Mehmet Sağlam


      Graham Fuller ve İslamsız Dünya Tezgâhı (8)

    Graham E. Fuller ABD'de VIP olarak kabul edilen önemli insanlardan biri. CIA'nın Ulusal İstihbarat Konseyi Başkan Yardımcılığı ve yine CIA'nın Ortadoğu masası şefliğini yapmış bir devlet adamı, Afganistan'daki operasyonların şefi, yazar, düşünür, tarih profesörü, siyaset bilimci ve RAND Kuruluşu (Research ANd Development Org) üyesi. Türk tarihine, Osmanlı'ya, Türk toplumuna, Türk-İslam Sentezi'ne, Türk diline, F. Gülen hareketine ve AKP'ye olan ilgi ve teveccühlerine şaşmamak elde değil!

    Bay Fuller'in İslâmiyet hakkında, Ortadoğu'da olup bitenlerin sebep ve sonuç ilişkileri ile Türkiye hakkında geniş bilgisi var. Bu konulardaki kitaplarının ve makalelerinin sadece adlarını okumak dahi, Fuller'in Türkiye'de fikir beyan eden pek çok zevatın akıl hocası ve BOP projesinin tezgâhtarlarından biri olduğunu anlamaya yetebilir:

    1- Yeni Türkiye Cumhuriyeti (New Turkish Republic: Turkey As a Pivotal State in the Muslim World) 2- Türkiye'nin Yeni Dış Politikası: Balkanlardan Batı Çin'e kadar (The New Foreign Policy of Turkey: From the Balkans to Western China) 3- Doğu Avrupa'dan Batı Çin'e kadar: Türkiye'nin Dünyada Büyüyen Rolü ve Bunun Batı Çıkarlarına Etkileri(From Eastern Europe to Western China: The Growing Role of Turkey in the World and Its Implications for Western Interests) 4- Türkiye'nin Yüzü Doğu'ya Çevrili(yor): Ortadoğu ve Eski Sovyetler Birliği'ne Yeni Yönlenmeler (Turkey faces East: New orientations toward the Middle East and the old Soviet Union) 5- Türkiye Ziyareti: 20 yıl aradan sonra Türk toplumu ve kültürü üzerine düşünceler(Turkey revisited: Reflections on Turkish society and culture after 20 years of absence) 6- Türkiye'nin Kürt Sorunu (Turkey's Kurdish Question) 7- Kürtlerin Kaderi (The Fate of the Kurds) 8- Siyasal İslâm'ın Geleceği(The Future of Political Islam) 9-İslamsız Dünya (A World Without Islam) 10- Kuşatılmışlık Hissi: İslâm'ın Jeopolitiği ve Batı Dünyası (A Sense of Siege: The Geopolitics of Islam and the West) 11- Ulusları Parçalama (The Breaking of Nations) 12- Dünyanın Sınırların Yeniden Çizilmesi (Redrawing the World's Borders) 13- Bir Sonraki İdeoloji (The Next Ideology) 14- Arap Şiiler: Unutulan Müslümanlar (The Arab Shi'a: the Forgotten Muslims) 15- Basra Körfezi Efsaneleri (Persian Gulf Myths) 16- İran'ın Basra Körfezi'deki İstikrarsızlaştırma Potansiyeli (Iran's Destabilizing Potential in the Persian Gulf) 17- Gençlik Faktörü: Ortadoğu'nun Değişen Nüfus Dağılımının ABD Politikalarına Etkileri (The youth factor: The new demographics of the Middle East and the implications for U.S. policy) 18- İsrail'in Batı Yakası Dönüşü Olmayan Nokta mı?(The West Bank of Israel: Point of no return?) 19- Orta Asya: Yeni Jeopolitikalar (Central Asia: The New Geopolitics) 20- Gelecek Onyılda Irak: Irak 2002'ye kadar yaşayabilecek mi? (Iraq in the next decade: Will Iraq survive until 2002)

    Bay Fuller'in son makalesindeki 2002 yılına dair "öngörü"süne dikkatinizi çekmek isterim. 1993'te yazılmış bu rapordaki tutan tahmin acaba Fuller'in tahmini mi; yoksa CIA - Pentagon - Rand - PNAC işbirliğinin eseri mi; çünkü Irak tam 10 yıl sonra 2003'te işgal edildi! Ne güzel.. Plânları yap, bunları kendi istihbarat elemanlarına kitap veya makale olarak yazdır ve 10 yıl boyunca bunun gerçekleşmesi için zemin yokla, zemin hazırla... Ne tezgâh, değil mi?!

    Gelelim Bay Fuller'in sağ gösterip sol vuran "İslamsız Dünya" adlı kitabına... Kitabın içeriğinde başlığın çağrıştırdığı bir anlam, yani "İslâmiyeti dünyadan silelim" imâsı yok; fakat satır aralarında Bay Fuller'in böylesi bir derin dileğinin var olduğunu da görmek mümkün. Sayın "Küresel Vizyonerimiz" kitabını özetle şu fikirler üzerine kurgulamış:

    "Hz. Muhammed doğmasaydı ve İslâmiyet diye bir din var olmasaydı; bugünkü dünya insan doğasındaki özellikler yüzünden yine bugünkü durumda olurdu. Aslında bugünkü İslâm coğrafyasındaki durum Batı Emperyalizminin kısır görüşlü davranışlarının yarattığı bazı olumsuzlukların da sonucudur; Batı hem Müslümanların gelişmelerinin olağan evrimleşmesinin önünü kesti, hem de radikalizmin doğuşuna zemin hazırladı. Batı'dan bu açıdan fazlaca etkilenmeyen Osmanlı ise çok daha kurumsal bir devlet yapısına ve geleneğine sahip olduğu için radikalizme pek fazla geçit vermedi. "Bugünkü Neo-Osmanlıcıların milliyetçiliği bırakıp ümmetçi olmaları çok daha iyidir; çünkü İslam herkesi kucaklar ve o yüzden birleşme arayışlarında en kabul görecek ortak paydayı kolayca oluşturabilir. Zaten isteyen herkes kolayca Müslüman olabilir; fakat milliyetçilik bunun tersidir, yani ayrımcıdır. O nedenle pek çok İslamcı Müslüman, Arap milliyetçiliğine karşı durmuştur." (2023'te Halifeliğin geri geleceğini ve kurulacak Ilımlı İslam Cumhuriyeti'nin içine bazı Arap ülkelerinin de gireceğini öngören bazı yazarlarımız, siyasetçilerimiz ve ideologlarımız Bay Fuller'den ilham almış olacaklar! MS)

    Kanada'da bir köyde yaşadığı söylenen Bay Fuller, 'Yeni Türkiye Cumhuriyeti' adını verdiği bir başka kitabında Türkiye'nin değişen dış politikasını irdelerken, Türkiye'nin Müslüman kimliğiyle yüzleşmesinin olumlu yönlerini anlatıyor ve Bay Gülen'e bol keseden övgü ikram ediyor. Fakat İslamsız Dünya adlı bu kitabında onca övgünün binde birini dahi Mustafa Kemal Atatürk'e yollamayı aklına getiremediği gibi, sözü evirip çevirip bakınız nereye getiriyor:

    "Arap milliyetçiliğine karşı duran İslamcıların en büyük kâbuslarını -dinin tüm araçlarına karşı sert bir tavır takınan- Atatürk yarattı. (!) Müslümanlar için yaptığı en kötü şey ise Halifeliği kaldırmaktı. Çünkü Halifelik Kurumu, Emperyalist Batı'ya karşı İslam'ın bütünlüğünü temsil diyordu. (Sanki kendisi o Emperyalist Batı'nın liderliğini yapan ülkenin tepesindeki insanlardan biri değilmiş gibi konuşuyor Bay Fuller! MS) Türkiye'nin komşularına yönelik düşmanca bir tavır sergiledi. (Bay Fuller, İngiliz casusu "Arabistanlı Lawrence"'in yaptıklarını ve Faysal isyanlarını hiç kimse okumamıştır zannıyla hareket ediyor sanki! Yukarıda Batı Emperyalizmini suçluyordu; şimdi Atatürk'e karşı taarruzda!? MS)

    "Mustafa Kemal İslâm dünyasına çok büyük kötülük etmiştir; bugün İslam dünyasının Batı karşısındaki zayıf konumu Atatürk'ün icraatları yüzündendir!" (Sanki Rönesans, Reform, Kolonicilik, Aydınlanma Çağı, Engizisyon ve Kilise'yi kiliseye hapsetme mücadeleleri, Endüstrileşme Çağı gibi süreçlerin yaşandığı 400 yıl içinde gelişen Avrupa ile makas farkını açan Müslümanların her kabahatinden 400 yıl yaşamış bir Atatürk sorumluydu?! 17'inci kitabının adı Gençlik Faktörü olan Bay Fuller belli ki tarih bilmeyen yeni kuşak gençlere bu palavrayı yutturmayı ve onları kışkırtarak, "Tahrir/Özgürlük" meydanlarına sürükleyip rejim değiştirme tezgâhlarını plânlamış mesai arkadaşları ile birlikte!)

    Sanıyorum, Bay Fuller'in tâ Hz. İbrahim döneminden başlayıp Haçlı Seferleri'ne kadar ve oradan bugüne nasıl gelindiğine dek upuzun bir dinler tarihi ile doldurduğu kitabındaki tezgâh yeterince anlaşılmıştır: BOP'un lider ülkesi, laikliği ve Atatürk ilkelerini unutacak ki Ilımlı İslâm rejimi adı altındaki Türkiye, Ortadoğu'ya örnek ve lider bir ülke olabilsin!..

    Kitabın son bölümündeyse özetle şunlar yazılı: Radikal İslâmcıların ürettiği teröristleri takip edip öldürme işini ABD artık bırakmalı. Hatta hiçbir Müslüman ülkede yabancı (AB ve ABD'li) asker kalmamalı ve Batı tüm diktatör liderlere verdiği desteği tamamen çekmeli. Demokrasi ve özgürleşme mücadeleleri polisiye tedbirler ve istihbarat aracılığıyla yürütülmeli ki, Müslümanlar kendi teröristlerini ve diktatörlüklerini kendileri yok edebilsinler. İsrail ise yayılmacılığı bırakıp kendi topraklarına çekilmeli ki -Hamas'a rağmen- o bölgede barış sağlanabilsin!

    Son söz: Sanıyorum Başbakan R. Tayyip Erdoğan'ın 2009 yılında Davos'taki "one minute" çıkışı sırasında, yanında oturan İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres'e hitaben "Siz öldürmeyi iyi bilirsiniz!" diye sürdürdüğü sert konuşmasını, muhatabının neden son derece sakin bir tavır içinde dinlediği ve neden tepki vermediği şimdi daha iyi anlaşılıyordur.

    Günün sorusu: Aldığımız bunca dış borca karşın neyimizi rehin veriyoruz, bilen var mı?!

    Günün sözü: "Bir sürü dostunun içinde elbet düşmanların olacak; ama unutma ki onca düşmanın içinde belki de seni dostun vuracak."

    Mehmet Sağlam
    mehmetttsaglam@gmail.com


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    1 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


     Kahveci : Hasan Tülüceoğlu


    MİTHAT PAŞA'DAN 28 ŞUBAT'A, EHL-İ BEYTİ HANEDANLAŞTIRMA

    Osmanlı, küçük bir beylikten imparatorluğa, adıyla anılan aileye mensubiyetle birlikte asıl Türk milletinden güç alıp ona hizmet ederek büyümüş, Türklerin kurduğu en büyük devletti.

    Beylikten itibaren devleti Osmanoğulları kurdular ve onlar devam ettirdiler. Ancak Osmanoğulları öncelikle mensup oldukları Türk halkı için vardılar. Bu samimiyete inanan Türk milleti de Osmanoğulları yönetimine destek verip sahip çıktı. Yönetici halk kenetlenmesi sonuçta koca bir imparatorluğu doğurdu.

    Zaman zaman yönetime müdahaleler, tahtan indirilenler çıkarılanlar oldu. Ama ne olursa olsun Osmanlı devlet yönetiminin asıl amacı 'devlet-i ebed müddet'ti. Türk milleti kendilerinden bir aileye mensup Osmanlı adındaki bu devleti sonsuza kadar devam ettirme büyük idealindeydi.

    Güçlü, ilerlemiş, eşitlikçi, özgürlükçü, cumhuriyetçi, modern Avrupa'dan etkileşimler sonrası mevcut devlet yönetimine alternatif düşünen bir anlayış, elit bir zümre ortaya çıktı. Bunlar olumlu olumsuz sonuçlarını hesaba katmadan olduğu gibi Batıyı taklit etme, devlet yönetimini bir anlamda şahsileştirme, devleti ve milleti batılılaştırma, modernleştirme, çağ dışı halkı adam etme adına cahil ve din yobazlığında gördükleri milletten çok belli bir zümrenin menfaatlerini koruma emelindeydiler.

    Bu anlayış, devamı ardı ardına sürekli gelecek olan müdahalelerin ilkini Sultan Abdulaziz'e karşı yapacaktı. Bu ilk müdahalenin başrol oyuncuları meşhur Mithat Paşa ile Hüseyin Avni Paşalardı. Hüseyin Avni Paşanın içinden geldiği bu milletin Sultanına karşı şahsi kini vardı ve asıl hesabı Osmanlı Sultanından öç almaydı. Onun bu gözünü karartan kindarlığı maalesef asıl aktör Mithat Paşanın farkında olunmadan saf dışı bırakılmasını sonuç verecekti.

    Mithat Paşa Avrupa'dan hayran kaldığı eşitlik ve hürriyet adına 'meşrutiyet'i dillendirip bunu kotarmaya çalışırken kendi ve ailesinin meşruluğunu da sağlamayı hedefliyordu. Mithat Paşanın bu niyetini "hep Al-i Osman olacak değil ya birazda Al-i Mithat olsun" diyerek dile getirdiği söylenir.

    Şahsi hesaplar önceliğinde milletin iradesine yapılan bu müdahale başlangıç olarak hep sonrakilere örnek olmuş ve aynı zamanda şekil ve yöntem anlamında yol göstermiş ve cesarette vermiştir. Sultan Abdulaziz'e yapılan bu müdahale ile özellikle 27 Mayıs müdahalesi çok benzerlikler gösterir. 27 Mayısçılar adeta müdahale yol ve yöntemlerini bu ilk örnekten çıkarmışlardır.

    İttihat ve terakki bir anlamda devleti toparlama bir arada tutma gayesiyle müdahil olan bir güç olarak daha çok derin devlet yapılaşmasını andırır. Ancak tahminlerinde hata yaparlar ve bu gayelerinin tam aksi imparatorluğu daha da dağıtırlar.

    Enver Paşada, Mithat Paşa benzeri yönetimi şahsileştirme gayesi var gibidir. Şayet başarılı olmuş olsaydı muhtemelen İngiltere'deki krallık ve cumhuriyet uygulaması benzeri hanedanlık Enver Paşa yoluyla devam edecekti.

    Atatürk, III. Selimden bu yana Avrupa gibi olma gayesindeki Osmanlı devlet iradesinin hayalini cumhuriyetle gerçekleştirecekti. Yeni devlet elbette ki çağdaşlığın göstergesi cumhuriyet yönetimi olacaktı. O günlerde Atatürk'ün padişahlığı bile konuşulmuştu. Ancak Büyük Önder, öteden beri hep hayali olan çağdaş ve demokrat 'Cumhuriyet'i kuracaktı.

    İsmet Paşa, Mithat Paşanın hayallerini andırır tarzda 'Yeni Cumhuriyet'i bir anlamda şahsileştirmeye doğru yönlendirmeye başlamıştı. Paranın üzerine kendi resmini bastırması bunun en güzel ipucudur. Bu dönemde Abdulaziz'e karşıt elit güruh adeta yeniden canlanmıştı. Halkı adam etme gayesiyle halkın irade ve menfaatini hiçe sayarak onu yönetme anlayışıydı bu anlayış.

    Dünyayı demokratik uygulamaların sarıp sarmaladığı ikinci dünya savaşı sonrası İsmet Paşa, kontrolümde tutarım düşüncesiyle demokrat partinin kurulmasına izin verdi. Ancak halk iradesini dizginlemek kolay değildi. Bu yaklaşım sonunda 27 Mayıs müdahalesiyle adam olmayan halkı adam etme yönetimine girdi. Tek bir şahsın olmamakla birlikte hep elit bir grubun çıkarlarının ön planda tutulduğu bu müdahaleler 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat, hatta 27 Nisan şeklinde devam etti.

    Atatürk'ün kurduğu ve hedeflerini belirlediği Cumhuriyet yönetimi, sonuçta, bu elit grupların menfaatlerinin öne alındığı yaklaşımlarla artık uyanmış bu halkı yönetmenin imkansızlığını görmüş olsa gerek Ak Parti hükümetine devam dedi.

    Atatürk'ün kurduğu ve hedeflerini belirlediği Cumhuriyet yönetimi, mevcut hükümetin yönetiminde Abdulaziz döneminden bu yana yerleşmiş bu anlayışı Ergenekon ve Balyoz davalarıyla temizlemeye çalışıyor.

    Gücünü bu milletten alan yönetimler sonuçta millet adına hedeflediğini başarmıştır.

    Şahsi, grup, zümre, aile ve her türlü millet aleyhine çalışacak kötü emellerden arındırılmış Büyük Önder Atatürk'ün kurduğu 'Cumhuriyet Yönetimi', Anadolu halkına hizmetle 'laik cumhuriyet' olarak devam edecektir.

    Hasan Tülüceoğlu


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    9,009,009,009,009,009,009,009,009,00
    1 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


     Dost Meclisi


    YORUMLARINIZI GALERiMiZDEKi iLGiLi BÖLÜME BIRAKABiLiRSiNiZ.
    Yorumlarınız için bekleriz.

    Fotograf : Halil Önceler


    <#><#><#><#><#><#><#>

    Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
    dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

    <#><#><#><#><#><#><#>

    Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
    Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
    Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
    Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
    Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.

    Yukarı


     


     Tadımlık Şiirler


    BU DÜNYADA

    Çok fazla bir şeyim yok
    Bu dünyada
    Heybemde az bir azığım
    Yüreğimde sakladığım bir sevdam

    Çok fazla bir şeyimin yok
    Bu dünyada
    Biraz dertlerim biraz hüznüm
    Ve alaşağı edemediğim yokluğun dışında

    Ahmet Yılmaz Tuncer

    Yazdırmak için tıklayınız.

    Yukarı


     


     Biraz Gülümseyin



    KMTV Sunar...

     


     Kıraathane Panosu



    Polygon Web Studio



    BUĞU… Temiraga Demir - Buğu

    Gazeteci-Yazar Temirağa Demir'in, şiir albümü tadındaki çalışmasını sizlerle buluşturmaktan mutluyuz. Bir süredir üzerinde çalıştığı, kendi yazdıklarını ve farklı şairlerin şiirlerini seslendirdiği albüm tadındaki eser çıktı. Uzun süredir Gazetecilik mesleğini yürüten, ülke çapındaki birçok dergide yazarlık yapan, edebiyat üzerine çalışmalarda bulunan, şu anda Orhangazi Belediyesi Basın Danışmanlığı görevini de halen yürüten Temirağa Demir yeni eserinin hayata geçmesinin mutluluğunu yaşıyor. Daha önce "Her Kardan Adam olmaz" ve "Edepli Fahişeler" isimli iki kitabı bulunan Gazeteci-Yazar Temirağa Demir İstanbul Teknik Üniversitesi Konservatuvar öğrencileri ve hocaları ile birlikte hazırladıkları bu çalışmada kendi yazdığı eserleri ve farklı şairlerin eserlerini seslendiriyor.

    "BUĞU" ismini verdiği şiir albümünün dağıtımı ekip arkadaşları tarafından yapıldığından dolayı size ulaştırılması da bu sayede gerçekleşiyor. CD bedelini 10 tl olarak belirledik eser size ulaştıktan sonra bedelini aşağıdaki hesap numarasına yatırmanız bizleri memnun edecektir. İyi dinletiler dileriz.

    Halk Bankası h.no: 0285 0100 8382
    Kart numarası: 4475 0536 8714 3773
    İletişim istek ve menejer için 0546 424 23 23 - 0535 453 99 88

    Saltt12@hotmail.com ulaşabilirsiniz


    Yazarlarımızın Kitapları


    Merih Günay
    "Martıların Düğünü"

    Nesrin Özyaycı
    "Işık -II-"


    Temirağa Demir
    "Her kardan Adam Olmaz"


    Şadıman Şenbalkan
    "Şehit Analarımızın Çığlıkları"

    Hatice Bediroğlu
    "Düş Kuruyor Gece"

    Cüneyt GÖKSU
    Serpil YILDIZ

    "KÜBA - SARI SICAK BİR PENCERE"

    Merih Günay
    "HİÇ"

    Feride Özmat
    "Yanlış Zaman Hikayeleri "

    C.Eray Eldemir
    "Uzak İklimler"

    Temirağa Demir
    "Edepli Fahişeler"

    Ellerin Söylüyor Sonsuzluğu
    Feride Özmat
    "Ellerin Söylüyor Sonsuzluğu"

    Nesrin Özyaycı
    "ÖLMESEYDİ"

    Yitik Ada Günceleri
    Feride Özmat
    "Yitik Ada Günceleri"

    Hazırlayan: Kadir Aydemir
    "Olimpos Öyküleri
    Mavi Mağara
    Sedef Özkan"
    İyi Kalpli Seri Katil
    Semih Bulgur
    "İyi Kalpli Seri Katil"
    80'lerde çocuk olmak
    Hazırlayan: Kadir Aydemir
    "80'lerde çocuk olmak
    Viking Gemisi ile kıyı kıyı İSTANBUL
    Şebnem Çağlayan"


    Sedef Özkan
    "Aynı Yaprakta Olmak"


    Yukarı


     


    Akın Ceylan

     İşe Yarar Kısayollar


      Şef Garson : Akın Ceylan

    Muhteşem fikirlerinizi kullanarak para kazanmanın ve kazanılmış parayı yönetmenin, teorik yöntemlerini öğrenmek için http://www.parakazanmayollari.com Editör diyor ki: "Günümüzün TL milyonerleri paralarını piyangodan kazanmadılar, hepsinin de uyguladığı birkaç basit kural var sadece. Para elde edilebilecek bir yol seçmek, servet sahibi olmanın yüzyıllardır kanıtlanmış bir yolunu uygulamak ve kararlı/tutarlı olmak. Belki de aklınıza yatacak uygun bir metot vardır."

    Bana deli diyorlar ama ben bilinçli bir motor tutkunuyum diyenlerin ortak buluşma noktası http://www.motordelisi.com/ Sayfada gezinirken en çok dikkatimi çeken ve gönülden desteklediğim çalışma "Sinan Sofuoğlu Hatıra Ormanı" projesi oldu. Ben bir motor tutkunu değilim ama bu arkadaşların duyarlı tavırları karşısında saygılarımı sunuyorum.

    http://sokakorkestrasi.com/ "Sokak Sanatçıları, sanatçılar arasında dayanışmayı esas alan bir üretimi hedeflemektedir. Bu bağlamda sanatçılar arasında olduğu kadar sanat dalları arasında da kolektif bir tarzı egemen kılmaya çalışan Sokak Sanatçıları 'sanatın' her türünde disiplinler arası üretimlere öncelik verir. Sokak Sanatçıları 'sanatı' mümkün olduğu kadar aracı kurumlardan bağımsızlaştırarak doğrudan toplumla buluşturmanın yollarını araştırır. Bu açıdan sokağın özgürleştirici, paylaşımcı yanını değerlendirerek üretimlerini öncelikle sokakta sergiler…" Diyerek tanıtıyorlar kendilerini…

    http://www.canliheykel.com 2008 yılında İzmir'de kurulan Sokak Sanatları Atölyesinin, resmi internet sitesidir. İncelemenizi özellikle tavsiye ediyorum.

    Yukarı


     


     Damak tadınıza uygun kahveler






    http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
    Kahve Molası Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.

    GOM Player 2.1.28.5039 / Windows / 7.21 MB
    http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE
    Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.

    VLC media player for Windows / V.1.1.7 / 20 MB
    http://www.videolan.org/
    İçinde tüm codec kütüphanesini barındıran açık kaynak bir oynatıcı. Bilgisayarınızın olmazsa olmazlarından biri. mp4, mov, mkv dahil hemen her formatta filmi izlemenize olanak sağlıyor. İndirin seveceksiniz.

    7-Zip 9.20 (2010-11-18) for Windows / 1.068 KB
    http://www.7-zip.org/
    Winzip, Winrar gibi sıkıştırma programlarının tek alternatifi. Sadece zip ve rar formatlı dosyaları değil, hemen her çeşit sıkıştırılmış dosyayı açan, minik ama süper bir "Open Source" programı. Kendi formatında yaptığı sıkıştırmanın üzerine yok. İsterseniz zip olarak ta sıkıştırma şansınız var. Hemen indirip kurun, sonra da bana şükredin.

    Yukarı


     


    KAHVE MOLASI ABONELERi Google Grubuna üyesiniz. İlginize teşekkür ederiz.

    ABONELiKTEN AYRILMAK İÇİN :
    KM-abone+unsubscribe@googlegroups.com
    (Gönderdiğiniz mesajın abone olduğunuz adresten gittiğine emin olunuz.)

    ÜCRETSİZ ABONE OLMAK İÇİN :
    Google Gruplar KAHVE MOLASI ABONELERi grubuna kayıt ol
    E-posta:


    Arkadaşlarınıza önermek ister misiniz?


    Uygulama : Cem Özbatur
    2002-23©KAHVE MOLASI - Her hakkı saklıdır. Yayın İlkeleri

     






    Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

    Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



    SON BASKI (HTML)

    KAHVE YANINDA DERGi

    Hoşgeldiniz
    Arşivimiz
    Yazarlarımız
    Manilerimiz
    E-Kart Servisi
    Sizden Yorumlar
    KÜTÜPHANE
    SANAT GALERiSi
    Medya
    İletişim
    Reklam
    Gizlilik İlkeleri
    Kim Bu Editör?
    SON BASKI (HTML)
    YILDIZ FALI
    DÜNÜN
    ŞARKILARI





    ÖZEL DOSYALAR

    ATA'MA MEKTUBUM VAR
    Milenyumun Mandalı
    Café d'Istanbul
    KIRKYAMA
    KIRK1YAMA
    KIRK2YAMA
    KIRK3YAMA
    ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
    11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
    Teröre Lanet!
    Kek Tarifleri
    Gezi Yazıları
    Google
    Web KM




    Nereye Böyle - Nazan Öncel









    Fincan almak ister misiniz?
    http://kmarsiv.com/sayilar/20110322.asp
    ISSN: 1303-8923
    22 Mart 2011 - ©2002/23-kmarsiv.com