Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 9 Sayı: 1.858

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 25 Mart 2011 - Fincanın İçindekiler


  • KUÇİÇANE PARTİZAN -2 (Son) ... Seyfullah Çalışkan
  • HAYATTAN DAMITILANLAR ... Ömer Akşahan
  • Psikolojik Analizler; Karınca Hikayeleri 9 ... Nevriye Hamitoğlu
  • PRESS ... Cüneyt Göksu
  • İKİ VESİKALIK ... Mehmet Önder
  • MADALYONUN ÖTEKİ YÜZÜ ... Seher Türker
  • Elalemin Uçkuru ve Ortadoğu'da Dökülen Kan ... Ömer Faruk Hüsmüllü
  • Aday Adayı ... Ahmet Şeşen


  • Dost Meclisi, Tadımlık Şiirler, Biraz Gülümseyin, Kıraathane Panosu, İşe Yarar Kısayollar, Damak Tadınıza Uygun Kahveler

  •  



     Editör'den : Kanmayın, Oyuna gelmeyin!..


    Merhabalar,

    Hatırlayın, dokuz yıldır kucağında oturduğumuz yönetimin, her seçimde, her referandumda, en büyük kozu, elden giden laikliğe, Atatürk düşmanlığına, irtica geliyor endişesine bel bağlamış muhalefetti. Muhalefeti projesi olmamakla suçlayıp, hatta dalgasını geçip, sadaka yöntemi ile bağımlı kıldığı müridlerinden oy topluyordu. Ne zaman ki karşısında, projeleriyle, vaatleriyle, plan ve programıyla iktidara hevesli bir muhalefet gördü, işte o an kendine geldi. Gizli hesapları hiç unutmadan, ama önceliği, o yok denilen projelere veren CHP'den çekinmeye başladı. Kamuoyunda unutulan irtica, laiklik gibi kavramları tekrar hatırlatmazsa, şerden, mağduriyetten oy peydahlayan yapısına helâl geleceğini anladı. Önünde iki yol vardı. Ya mertçe yarışacak, sonucu meçhul bir kavgaya girecekti ya da alışık olduğu usülde üreteceği sanal canavarlar yardımı ile gündemi değiştirip, mağdur edebiyatı ile parsa toplayacaktı. Fazla düşünmesine gerek kalmadı, durumdan vazife çıkaran TUSİAD imdadına yetişti. AKP'li taşeronlara yaptırıldığı belli bir Anayasa taslağını tartışmaya açarak gündemin gerçek projelerden uzaklaşmasını sağlamaya çalıştılar, hala da kaşıya kaşıya çalışıyorlar. Adaşım Boyner'in maksadını aşan cümlesi de tuzu biberi oldu. Kimbilir, belki de bu sefer, 17 Nisan bildirisiyle AKP'nin ekmeğine yağ süren Büyükanıt'ın rolünü Boyner kaptı. Gündemi yeniden elden giden laikliğe, bölünme sevdasına çekerek, cephede işlerin düzelmesini sağlamaya çalıştılar.

    Bu anlattığım bir komplo teorisi değil. Aklı başında herkesin, biraz düşünürse, bulup çıkarabileceği bir sonuç. Seçime ikibuçuk ay kala masaya yatırılan, değiştirilemez maddeleri bile tartışmaya açan bu taslağın ardında kimlerin olduğuna baktığınızda durumu görmemek olanaksız. Boyner'ler, belki de istemeden bu oyunun bir parçası oldular. Ama gelinen noktada, iktidar yalakalığı da kartvizitlerine altın harflerle kazındı. Gelin siz bunlara kanmayın, oyuna gelmeyin. Diliniz döndüğünce de birilerine anlatın.

    ...

    Faşist, "İmamın Ordusu" darbenin daniskasını yaptı!

    Silivri mahkemelerinde yazılan senaryo gereği ilahi komedya sahnelenirken, "İmamın Ordusu" bildiğini okumaktan, verilen emirleri harfiyen yerine getirmekten, faşizmin en bariz örneklerini sergilemekten, bunu da demokrasi adına yaptığını söyleyip bizleri güldürmekten geri kalmıyor. Yayınlanmamış kitaba "terör dökümanı" damgası vurup, toplatma ve imha etme cezası vererek faşizmi belgeleyen "İmamın Ordusu", darbenin daniskasını yapmıştır. Sorumluların, milletvekili veya bakan yapılmadan ortaya çıkarılıp, kaldıysa bağımsız adalete teslim edilmesini isteme hakkımız saklıdır. Hele hele, kopyasını bulundurulanların terörist muamelesi göreceğini söyleyerek, düşüneni, okuyanı, fikri olanı tehdit eden bu imam ordusu paşalarını Kaddafi'ye teslim etmek boynumuzun borcudur.

    Mutlaka bir yerlerde bir kopyası vardır. Olup ta feysbuktan uzaya yaymayan namerttir, kolpadır, düdüktür.

    Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

    Cem Özbatur








     


    Seyfullah Çalışkan

     Deniz Fenerinin Güncesi : Seyfullah Çalışkan


      KUÇİÇANE PARTİZAN -2 (Son)

    Kimse savaşa ve her gün ölümle burun buran gelmeye alışamazdı. Hayatında bir tavuk bile kesmemiş onlarca genç ayrı ayrı kamplarda toplanmıştı. Bu gençlerin çoğu kendi isteğiyle partizanlara katılmıştı. Cemail 'de aylar içinde o gençlerin heyecanına kapıldı. Bir gece baskını ile evinden zorla alındığını önemsemez oldu. Birkaç ay içinde okuma-yazma öğrendi. Hatta becerikli, usta bir asker, iyi bir partizan bile oldu. Diğer partizanlar onu çok seviyorlar ve güveniyorlardı. Ülkenin farklı yerlerinden toplanıp gelen bu gençler arasında saygın bir yer edinmişti. Ayrı bir din ve milliyetten olmasına da kimse aldırmıyordu.

    Bütün silahlı çatışmalar, baskınlar ve uzun yürüyüşler geceleri yapılıyordu. Bazı gecelerde yakındaki kasaba ve köylerde, bazen de ormanlara gizlenmiş öteki kamplara gidiyorlardı. Bu toplantılarda bildiriler okunuyor, ülkenin her tarafından gelen haberler paylaşılıyor. Partizan grupları kendi faaliyetleri hakkında diğer grupları bilgilendiriyordu. Tito'dan gelen bildirilerin okunmasının ardından toplantılar sona eriyordu Kuçiçane Cemail 1942 yılının başında partizanlara katıldı. Silah arkadaşları ve komutanları ona Kuçiçane diyorlardı. Gözünü budaktan esirgemeyen cesur bir partizandı. Cesaretin fazlasının insan yaşamına zarar verebileceğini partizanlığının altıncı ayında öğrendi. Alman ikmal katarına yönelik olarak giriştikleri saldırıda kulağını sıyırıp geçen kurşun ensesini bıçak gibi yarıp geçmişti. Ovanın ortasında mevzilenecek bir yer bulamadan makineli tüfek ateşi altında kalmışlardı. Neyse ki partizanlar arasında doktorlar vardı. Yarayı dikip, penisilin tozunu basınca kısa sürede iyileşti.

    Kuçiçane Cemail partizanlığı boyunca onlarca belki de yüzü aşkın çatışmaya katıldı. Çentiklerin acımasızlığı ile Ustaşların dilim dilim doğrayıp geride bıraktığı cesetlerle karşılaştı. Kendi payına düşen iki avuç kuru mısırla günlerce süren açlığa göğüs gerdi. Altı kez yaralandı. Yedi kez kahramanlık madalyası aldı. Kendi akranı yüzlerce genç fidanın ölümüne tanık oldu. Şansı yaver gitti Almanların yenilgisini, Tito'nun altı eyaletli bağımsız bir Yugoslavya kurduğunu gördü. Savaşın ardından partizanlar yeni Yugoslavya'nın inşasında görev aldılar. Kuçiçana Cemail'i okula yazdılar. Yetişkinler için uygulanan programlarla eğitimden geçirildi. Meslek edindirme kurslarına katıldı. Ülkenin bütün gençlere ihtiyacı vardı. Cemail önce nüfus memuru, sonra orman muhafaza memuru, sonra polis olarak görev aldı. Bin dokuz yüz altmış yedi senesine kadar doğduğu topraklara canıyla , kanıyla, bütün gücüyle hizmet etti.

    İzmir Çobançeşme'deki gecekondusunun balkonunda yaptığımız uzun sohbetlerde hiçbir zaman partizanlık günlerini anlatmadı. Savaştan ve gece baskınlarından söz etmeyi sevmezdi. Birkaç madalyasını da tesadüfen oğlunun oyuncakları arasında görmüştüm. İştip'ten, Kutsa'dan bahsedildiğinde, çobanlık günlerinden söz edildiğinde, babasının ortağı olduğu değirmenden konuşulduğunda keyiflendiğini bilirim. Bin dokuz yüz altmış iki senesinde bütün köyü boşalanca, hatta babası da kalkıp Türkiye'ye göç edince çaresiz kalıp o da göç kervana katılmış. Aslına bakarsanız onun Yugoslavya'da iyi bir işi ve saygın bir çevresi varmış. Devlet Baba o tarihteki göçmenlere üç ilde ikameti yasaklamış. İstanbul, Ankara ve İzmir… İzmir'deki akrabalarına yakın olabilmek için gelip Manisa'ya yerleşmiş. Hatta İzmir'de bir akrabasının inşaatında elektrik işi yaptığı için para cezası bile ödemiş. "Ben olsam o cezayı ödemezdim. Böyle kanun mu olur," diyenlere hiçbir şey söylemezdi. Çünkü göç etmeden önce Yugoslavya'da komünist parti üyesiymiş. Türkiye'de bu durumun başını ağrıtmasından çekiniyormuş. Bilmem ne kadar doğru?

    Camail bir süre Manisa'da oturduktan sonra, yasak unutuldu ve İzmir'e taşındı. Gültepe'de elektrik ve su işleri yapan küçük bir dükkânı vardı. Eşiyle birlikte gece gündüz çalışıp yeniden bir hayat kurdu. En son Basmane'deki bir şehir hamamında çalışarak sigorta süresini tamamlayıp zar zor emekli olabildi. Ama Yugoslavya ile bağını hiç kesmedi. Birkaç yılda bir gidip eski arkadaşlarını ve orada kalan akrabalarını ziyaret ediyordu. Tito'nun ölümünün ardından kanı pahasına kurdukları devlet parçalandı. Makedonya bağımsız bir devlet olduktan sonra devlet Cemail'i hatırladı. Ona ayda yüz elli Euro'ya yakın bir gazilik maaşı bağlandı. Son yıllarda her yaz gidip hem maaşını alıyor, hem de eski arkadaşlarını ziyaret etmeyi sürdürüyordu.

    Kuçiçane Partizan Cemail, Tito'nun ölümünden sonra bir daha orasının eski Yugoslavya olmayacağını çok iyi biliyordu. Onca çabaya, ölüme ve kana karşılık bir çırpıda bütün ülkenin Amerikancı bir dönüşüm geçirmesi onu kızdırıyordu. Kocaman bir hayal kırıklığı yaşadığından hiç şüphem yok. Mavi gözlü Koca Partizan dokuz mart günü evinden çıkıp kahveye gitti. Arkadaşları ile birkaç parti kağıt oynadı. İkindi vakti eve dönerken pazardan biraz meyve ve sebze aldı. Elindeki poşetlerle evine giden dik yokuşu çıktı. Aldıklarını poşetleriyle birlikte buzdolabına yerleştirdi. İki soba kovasını odun ve tutuşturucu kırıntılarla doldurdu. Sokağa bakan küçük odasının sobasını tutuşturup divana uzandı. Uzandığı divandan bir daha uyanamadı. Birkaç yıldır sıkıntı yaratan kalbi duruvermişti. Sonsuzluğa doğru uzanan derin bir uykunun kollarında kalmayı seçti.

    Kuçiçane Partizan Cemail hiç bilmediği, anlamadığı, isteyerek katılmadığı ikinci dünya savaşı kahramanlarından biriydi. Savaş yıllarını hiç anımsamak ve anlatmak istemezdi. Yaralarını açıp övünerek hiç kimseye göstermezdi. Bütün yaşamı boyunca becerisi ve alın teriyle ekmeğini kazandı ve yedi. On Mart günü Buca Kaynaklar Mezarlığında toprağa verildi. Aynı anda orada on kadar ayrı kalabalık, on kadar ayrı cenaze vardı. Hiç kimse ölenin kim olduğuna bile aldırmadı.

    Seyfullah
    seyfullah@kahveciyiz.biz


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    8 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


    Ömer Akşahan

     KIRIK TEBEŞİR : Ömer Akşahan


      HAYATTAN DAMITILANLAR

    Yıllarca bitirilmeyen bir işin ne tür sürprizleri içinde barındırdığı kestirilebilir mi? Örneğin, kadın el işleri yöremizde çok yaygın; eşim de bundan keyif alıyor. Onun beş yıl önce başladığı dantelde kullandığı ipliğin Mısır'da üretileceği, o modelin de üretimden kalkacağı kimin aklına gelirdi? Bir de bitirmeye çalıştığı dantelin bir cumbaya perde olacağı söylense inanır mıydı? Hayat bu, her gün nelerle karşılaşacağız? Bu, falcılığın önünü açan bir etken olsa gerek…

    Moda, adı üstünde her yıl kendini yenileyen bir sektör. Her alanda kendini gösteriyor. Bunun kullanılan iplikte de olduğunu yaşayarak gördük. Oturduğumuz kentte arayıp da bulamadığımız ipliği büyükşehirde zorlanmadan bulduğumda eşim, tarla bağışlanmışçasına sevindi! Hayat bazen de tatlı sürprizlere gebe…

    ***

    İktidarlarında zamanla tiranlaşanlar, otuz kırk yıl sonra o nimete alıştıklarından mıdır, çekilmek hiç akıllarından geçmiyor. Bunu son olaylarla daha net gördük. Tunus, Mısır, Libya, Yemen'deki halk isyanları bana Osmanlının 622 yıllık iktidarında yaşanan isyanları da anımsattı. Örneğin, 46 yıl tahtta kalan Kanuni Sultan Süleyman hep adil, doğru ve halkı düşünen kararlar mı ülkeyi yönetti; hiç yanlış kararı yok muydu? Olası haksız uygulamalara tepki verilmemesi onu ne denli meşru kılar? Tunus'la başlayıp Ortadoğu'ya uzanan başkaldırılar medyada sürekli tartışma konusu. BM'nin aldığı son kararla Libya'ya başlatılan askeri müdahalenin ucu açık, henüz kestirilemiyor. Başarısız birçok askeri müdahale örnekleri ortada iken, yine aynı yolun izlenir olması bir yana, Libya'da barışa ve olası demokratik bir düzene geçişe ne kadar hizmet edeceği de kuşkulu.

    ***

    Tüm bu kargaşa ve kaos ortamını aydınlar ve yazarlar nasıl yorumluyor? Olayların peşinde mi sürükleniyorlar yoksa olaylara biçim verici rolü mü takınmaktalar? Yazarın sorumluluğu, halka doğruları açıklamaktan geçmiyor mu? Halk yoksulluk ve sefaletle boğuşurken iktidar olanaklarıyla rahat ve bolluk içinde kalem oynatanları bol bir ülke olduk! "Yazar eğer bu dünya üzerine değer taşıyan bir şeyler söylemek istiyorsa, dünyayı kendisinden uzaklaştıramaz," diyen Elias Canetti, bugün ülkemizde yaşamış olsaydı, Almanya'da seçimle işbaşına gelen Hitler'in yaptıklarından farklı pek az şey gördüğünü söylerdi. Basın emekçilerinin, yazarların sorgusuz sualsiz yıllarca hücrede tutulmasının demokrasi ve basın özgürlüğüyle bağdaşır bir yanı var mı?

    ***

    Zaman tutsağı insanın, gerek kendi ırkına gerek doğaya karşı acımasızlığının artışı ve yeni gezegenler araması neyle açıklanabilir?
    Doğayı sorumsuzca katletmeye yeltenen yerli ve yabancı işbirlikçileri yasa ve yargı tanımaz tavırla desteklenmesi; Japonya'da 8.9 şiddetinde deprem ve tsunami ile ortaya çıkan nükleer sızıntı tehlikesi bizi derinden etkiliyor. Dünyanın herhangi bir köşesindeki sosyal, ekonomik, sportif ya da kültürel olay da bizi sarsabiliyor. Futbol karşılaşmasında bir spikerin heyecanlanması için o maçın Türkiye'de olmasının hiç önemi yok. İki ezeli rakiple yaşanan heyecana benzer bir ses tonuyla maçın anlatılmasını benim dışımda kimse yadırgamıyor!
    Ulusal sınırların dünya ağı sayesinde kalktığı yerkürede kendimize nasıl bir rol biçelim telaşı var hepimizde. Yoksa bu telaş, yalnız bizlere mi özgü? Öyle ya, sokaktaki yurttaşın geçen yılki referandumun neler getirdiğinden haberdar olmadığı gibi 12 Haziran 2011'deki seçimlerde kimi, neden tercih edeceğinden de kuşkuluyum. Toplumsal bilinç, içi öylesine boşaltıldı ki, bırakın sokaktaki sade yurttaşı, okumuş ümmiler ordusu elinde gençlik maalesef bomboş yetişiyor. Buna karşı duranlar da baskıyla, sürgünle susturulmaya çalışılıyor.

    Peki, çözüm? Ağaca değil ormanın bütününe bakmaktan geçiyor. Yaşanan kaosa kendimizi kaptırmadan içimizdeki umut pınarını çoğaltacak yeni kaynakların keşfine çıkmalı.

    Ömer Akşahan


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    4 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.
    href="http://kmarsiv.com/sayilar/20110325.asp#omeraksahan">Yorum Oku / Yaz     Yukarı


     


    Nevriye Hamitoğlu

     Kahveci : Nevriye Hamitoğlu


      Psikolojik Analizler; Karınca Hikayeleri 9

    Gençtim, hayallerim vardı, büyük işler başarmak, çok çalışıp yükselmek istiyordum. Ama her karınca hikayesinin başında dediğim gibi şanssızlığım yakamı bırakmıyordu. Geçmişi fazla düşünüp üzülmek yerine başımı kaldırıp ileriye bakmaya çalıştım. Aslında aklımda bir yer vardı. Şimdi önemini daha iyi anladığım ismi büyük bir sigorta şirketinde, yıllar önce lise stajımı yapmıştım. Ergenlik çağımda iş hayatı hakkında güzel dersler almıştım. Staj bitiminde iki seçeneğim vardı. Birincisi burada kalıp iş hayatına atılacak ve para kazanmaya başlayacaktım, ikincisi de üniversite okuyup hayallerimdeki öğretmenlik mesleğini yapacaktım. Muhasebe bölümündeki müdürüm kalmam için ısrar etmiş olsa da ben "üniversite okuyacağım" deyip onlara veda ettim. Üniversite okumuştum ama hayalimdeki değildi. Mezun olduktan sonra boş geçen zamanlarımda bazen birinci şıkkı seçmediğim için pişman oluyordum. Nerden bilebilirdim ki ihtiyaç duyup bu sigorta şirketinin kapısını tekrar çalacağımı? Evet, öyle yaptım. İşsiz olduğum günlerde kapılarını çaldım. Bu ziyaretlerim, biraz eski dost görme, biraz kendi çıkarlarımı düşünerek iş bulma ümidi ile kurabiyeli ziyaretlerdi. Yarım elma gönül alma ikramda bulunup biraz oyalanıp özgeçmişimi bıraktıktan sonra, büyük şirketin kapısından umutsuzluk ve pişmanlık dolu düşüncelerle çıkıyordum. Yıllar önce onlar, kal derken ben kalmamıştım, şimdi ise onlara katılmak için rüşvetimsi ikramlarda bulunuyordum. Şirketin haşmetli binası, sahile yakın olunca kendimi denizin dalgaları karşısında buluveriyordum. Birbirlerine çığlık atan martıları işte o zaman çok kıskanıyordum. Çünkü onlar özgürdüler, tek dertleri karınlarını doyurmak için bir parça yiyecek bulmaktı. Günlük yaşamları bizlere göre çok basitti. Biz insanlar, sadece bugün için değil, yarın için de düşüncelerimizle yapacaklarımızı çeşitli tasalar içinde yoğuruyorduk. Amaçlar, korkular, pişmanlıklar ve daha bir sürü duygu karışımında geçen yaşamımızda mutluluğa ne kadar yakınken ne kadar uzak olduğumuzu düşünüyordum. Binanın denize bakan yüzüne umutsuzca bakıp evime gidiyordum.

    Kendimi gerçekten geliştirdiğim ve iş hayatında en başarılı olduğum medikal firmadan çeşitli nedenlerle ayrılırken, internetten yaptığım iş aramalarında "bir umut" diyerek, staj yaptığım bu sigorta şirketine de özgeçmiş gönderdim. Kurabiyeli ziyaret yapmayalı uzun zaman olmuştu, çünkü onlardan hiçbir ışık alamamıştım. Bir gün telefonum çaldı ve şirketin adını duyduğumda çok şaşırdım. Görüşme için çağrılıyordum. Hemen kabul ettim ve randevu gününde tam saatinde binanın önündeydim. Çok heyecanlıydım. Güvenlikli kapısına geldiğimde derin bir nefes aldım ve içeri girdim. Mermerlerle donatılmış lobi, içeriye soğuk ve resmi hava veriyordu. Ziyaretçiler için köşeye yerleştirilmiş siyah deri koltukta oturdum ve beklemeye başladım. İçerisi çok soğuktu, buz kesen ayaklarımı hissetmemeye başladım. Gözlerim kolumdaki saate bakıp durdu. Nerdeyse bir saate yakın olmuştu. İçimden bir ses "Hadi kalk git, bu kadar beklemen kötüye işaret.", diğer bir ses de "Biraz daha dayan, burada hayallerini gerçekleştireceğin işe sahip olacaksın." diyordu. Sabrımın sonu mükafat olabilirdi. Tam olarak bir saat on dakika sonra içeriye alındım. İnsan kaynakları görevlisi çalışacağım iş hakkında bilgi verip, işi kabul ettiğim taktirde beni hemen müdürle görüştürecekti. Yapacaklarım aklıma yattı ve büyük bir hoşnutlukla çalışmayı kabul ettim. Sonunda umutsuzluğuma, şanssızlığıma veda ediyordum. Kurumsal yapıya sahip büyük bir şirkette başarılı ve huzurlu olacaktım. Birileri "nerde çalışıyorsun?" diye sorduklarında, kendimle gurur duyarak cevap verecektim. Artık iş değişikliklerini ve nedenlerini açıklamakta duyduğum sıkıntı yok olacaktı. Bir gün bir şeyler yapabilme ve bir yerlere gelebilme hayalini şimdiden gerçekleştirmiştim.

    İnsan kaynakları görevlisini takip ederek binanın dar koridorlarından geçtik, cam kapıdan büyük açık bir ofise girdik, çok kalabalıktı. Herkes işini yapıyor olsa da bütün gözlerin üzerimde olduğunu hissettim, sıkıntılı heyecanım daha da arttı, terliyordum. Görevli, yanından geçtiği masa başındaki insanlara 'kolay gelsin' diyerek beni, camları storla kapanmış bir odanın kapısında bekletti. Müdürün odası olmalıydı. Duyduğum fısıltılı konuşmadan sonra içeriye buyur edildim. Odaya adım attığımda sanki soğuk su dolu bir kova başımdan döküldü. İçimdeki ses "seni çok büyük maceralar bekliyor" diye dalga geçer gibi haykırdı. Uzun siyah bir masanın arkasındaki koltukta, sarı saçlı orta yaşlardaki kadın bana ciddi ciddi bakıyordu. O benim müdürümdü ve ben onunla çalışacaktım. Artık işi kabul etmiştim ve geriye dönüş yoktu. Patronum yine bir kadın olsa da her şeye rağmen hayallerimi gerçekleştirmek için büyük bir adım attığıma inanıyordum.

    Nevriye Hamitoğlu
    nevriye.h@hotmail.com



    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    6 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


    Cüneyt Göksu

     Gezgin Kahveci : Cüneyt Göksu


       PRESS

    Film, Tansu Çiller'in "Devlet için kurşun atan da, yiyen de şereflidir" dediği 1990'lı yıllarda, OHAL denetiminde ki Diyarbakır'da, Özgür Gündem gazetesinin bürosunda habercilik yapan insanların başından geçenleri anlatıyor.

    Film'de, yukarıdaki sözün içinde geçen "kurşun atan" devlet görevlileriyle veya onlar adına "taşaronluk" yaparak bu işi üstlenenlerle, "kurşun sıkılan" Kürt yurttaşların hikayesi var.

    Film'de, gönül gözüyle izleyenlere çok mesaj var.

    Film, "insan"ın içini acıtıyor. Fırat'ın doğusunda yaşayıp, o günleri birebir aklına ve vücuduna kazımış herkes için zaten bir anlam içeriyor. Ama Fırat'ın batısında yaşayıp, "O-hal"leri uzaktan izleyen, birebir yaşamayan ama acınız, acımızdır diyerek bölge insanına, "buradan", "oraya" doğru selam etmekten başka bir şey yapamayan "insan"ların içini daha çok acıtıyor.

    Gerçekleri, sade, basit ama vurucu anlatımı ile yüzümüze çarpıyor. Yönetmen Sedat Yılmaz'ın böyle bir anlatım amacı varmıydı bilmiyorum ama bunu gerçekleştirdiği apaçık ortada. İzlerken bu yüzleşme ve çarpışmadan rahatsız olduk ama duyduğumuz o rahatsızlık insanın insana tahammülsüzlüğünü, insanlığın tarihi boyunca her dönemde yapageldiği üzere, 1990'lı yıllarda yapılanlarla yeniden hatırlattığı için oldu. Bu anlamda çok başarılı bir anlatım.

    Film'den edinilen bir diğer çıkarım da, aslında Kürt vatandaşların başına gelenleri yansıtırken, "gerçeklere" bağlı kalıp devlet denen aygıtın acımasız yanlarını gösterirken, devlet adına suç işleyenlere isyan eden ama devlete isyan etmeyen bir alt metin olduğunu duyumsadım.

    Sedat'ın anlatımında her an olacak diye beklediğiniz bir olay hiç beklemediğiniz bir anda gerçekleşiyor ve salondakileri yerinden oynatıyor. Sokakta ensesinden tek kurşunla vurulan gazetecinin sahnesi gibi...

    1990 şartları ile 2010 şartları farklı. 1990'da Kürt Vatandaş'ların başına gelenler, maruz kaldıkları baskı 20 yıl sonra film yapıldı.

    Belki 2000'lerde Kürt-Türk demeden "muhalif olan, sesini yükselten, bir adım öne çıkan" herkese "ortak" olarak yapılan baskı ve yıldırmalar da gelecek onyıllarda film olacak.

    Press, konuşu, ekibi, anlatımı ile başarılı bir yapım. Yönetmeninden oyuncusuna, emeği geçen herkesin eline, emeğine sağlık olsun.

    Cüneyt Göksu
    Cuneyt.Goksu@Gmail.com


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    3 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


    Mehmet Önder

     Kahveci : Mehmet Önder


      İKİ VESİKALIK

    O sıralar, babamdaki parasızlık illeti yine boy atmış durumda. Annemin zaten üç parça zeytinliği kalmıştı, ikisi daha satılacak. Tapudan her ikisi için de birer resim istemişler. O zamanlar resim çektirenlere "Bir hafta sonra gel al" derlerdi. Babam annemi, bir resim çektirmeye, bir hafta sonra da tapuda parmak mührü bastırmaya götürmek istemiyor. Öyle ya, karı dediğin kent kasaba dolaştırılıp durulmaz, bir kez gitsin yeter.

    Bereket versin, köyün berberi Fuat amca yaratıcı adam; berberlik, sünnetçilik, nalbantlık, sığır işi derken, gitmiş kentten bir de fotoğraf makinesi almış gelmiş. Mesleklerine bir de sanatsal boyut eklemiş. Babam akşamdan Fuat amcayı görüp "Yarın yengen gelecek, iki resim çekiver" demiş. Sabah da anneme, "Yanına Memet'i al Fuatgile git, resim çekileceksin" demiş. Annem kendini oldum olası Hamiyyet Yüceses'e benzetirdi; resim çektirince sanatçı olacağını mı sanırdı bilmem, poz vermeye bayılırdı. Yine hiç düşünmeden "Eyi" demiş.

    O sıralar hiçbirimiz vesikalık sözcüğünü bilmediğimizden, babam"Kafa resmi" diye uyarmış annemi. O da beni uyardı: "Kafa resmi ha, iki dene unutma." diye.



    Annem elimden tuttu, doğru Fuat amcanın evine. Varınca annem karısının adıyla seslendi:
    - Fadime, guu! köpekler bağlı mı?
    Hep bir ağızdan yanıt geldi:
    - Bağlı, gelin!
    Baktım, Fuat amca ayaklı makinesi ile bizi bekliyor. Annem daha önce çok vesikalık fotoğraf çektirdiğinden sözü bilmese de resmin nasıl olacağını biliyor.
    - Bak, dedi, kafa resmi olcak. İki dene.
    Fuat amca işinin ustası:
    - Kafasız resim olmaz yenge, dedi, bilmiş bilmiş. Sen şööle gülün önüne geç. Başını kaldır. Gülümse.
    Annem, dediği gibi gülün önüne dikildi. Başörtüsünü filan düzeltti. Ama Fuat amca işinin ehli; "Iııh olmadı", dedi. Gitti kırmızı güllerden bir tane kopardı; başörtüsünün arasına sıkıştırdı. Annem, doğal olarak gülden çok rahatsız oldu. Öyle ya, üç kuruşluk zeytinlik satmaya kalkış, assolist gibi resim çektirmenin ne alemi var?
    Tabi, ben de rahatsızım:
    - Anne, bu böyle mi oluyordu? dedim.
    O temkinli:
    - Sesini çıkarma. Bunlar yeni makina, herhalde güllü çekip gülsüz çıkarıyordur. Sorup irezil olmayalım.
    Eh, Fuat amca bu, herhalde bir bildiği vardır. Sustuk. Sanata sanatçıya da saygılı olmak gerek. Fuat amca güllü resmi çekti bitirdi. Şimdi sıra ikinci resimde.



    Tam ikinci resmi çekecekken Fuat amcanın sığır sürüsü girdi sokak kapısından içeri. İneklerden biri de fotoğraf çekilen alanın ortasında durdu, arka bacaklarını ayırdı, büyükçe bir tezek kondurdu ortalık yere. Fuat amca çobana bir güzel azar savurdu:

    - Yapmıycam gari bu pis işi, dedi. Satıcam naletlerin hepisini.
    Sonra makineyi işaret etti; "Bu işi di zaten fotugraf zenaatına gatgı olsun deyi yapıyom!"
    Ben bu sözlerden hiç bir şey anlamayınca anneme döndüm, bu ne demek gibi başımı salladım. O da şaşkın, fısıldadı:
    - Bu laflardan ben de bir şey anlamadım. Yalnız Fuat emmin üçü bitirdi, tahsillidir. Mutlaka derin bir anlamı vardır.
    Annem bana açıklama yaparken, Fuat amcanın, "Süpürün şu pisliği!" talimatıyla sıra ikinci resme geldi.
    Bu arada karısı içerden bir sandalye getirdi, çeyizinden olmalı; oturağı da arkalığı da hasırdan. Annem sandalyeye oturdu; Fuat amca da beni kaptı, pat diye annemin kucağına oturttu:
    - Çocuk da yerinmesin!
    Ben, şaşkın şaşkın:
    - Anne bu ne oluyor?
    O da yine bir şey anlamamış:
    - Bilmem. Tapuyu ortak sanıyo herhal.
    Haydi güllüsü gülsüz çıkıyor, peki ikilisi nasıl olacak? Makina annemi benden nasıl ayıracak? Yine anneme baktım. O da "Acele etme adamın bir bildiği vardır" der gibi davranıyor.
    Ama ben dayanamıyorum, bu kez Fuat amcaya:
    - Fuat emmi, kafa resmi değil mi?
    O da bildiğini okuyor:
    - Kafa kafa. Kafasız fotugraf olur mu oğlum?
    - Ama tek tek?
    Fuat amca sorulardan sıkıldı mı ne:
    Tek tek elbet, iki fotugraf bir anda çekilmez.
    Annem de bir şeyler bildiğine inanmış. Sus, diye kolumu burkuşturuyor.
    Artık annemle kucak kucağa konu mankeni gibiyiz. Fuat amca da sanatını konuşturmayı sürdürüyor; iyi resim alabilmek için sürekli talimatlar veriyor, ayar yapıyor. Bize de söz yetiştiriyor:
    - Ana oğul birbirinize sarılın. Yanaklarınızı yapıştırın, gülümseyin.
    Hoppala! Artık bu bardağı taşıran türden. Önce, böyle resmi tapucu kabul etmez. Haydi, makina kafaları ayırdı, beni de annemin kucağından indirdi; peki, o gülücükler saçan suratı, kendi evinin telefon numarasını unutmuş şaşkın insan suratına nasıl çevirecek? Merak bu ya yine anneme:
    - Anne, sence bu resim karşıya bakıp somurtan insan gibi çıkar mı?
    Ya Fuat amcanın sanatından emin ya da bilgisizliği ortaya çıkmasın diye "Fuat efendi, bu sarmaş dolaş, üstelik gülüşahenk resim tapuda işe yarar mı?" diyemiyor.
    Bizim şaşkınlığımız bir yana, adam sanatının inceliklerini sergilemeye devam ediyor. Bir ara anneme:
    - Üçyüz otuz üç yenge, üçyüz otuz üç.
    Bu söylediği annemin hoşuna gitmedi:
    - Çok söylüyor. Kaç dene onluk var bunun içindi Meeemet?
    - Çok onluk var, üfüüü!
    Yüzünü iyice buruşturdu:
    - Bahalı! Çektirmeyiverelim bari.
    Sonunda ucuz pahalı, sarmaş dolaş, yanak yanağa, üç yüz otuz üç lakırdıları arasında ikinci resmi de çektirdik. Bir hafta sonra gelecekmiş.



    Akşam, babamın ilk sorusu "Fuat resimleri çekti mi?" oldu. Annem "Çekti" dedi. Babam "İki değil mi?" diye sorunca ben atıldım:
    - Üç, annemin güllü resminde bir kafa, ikinci resimde iki kafa, etti üç kafa resmi.
    Babam çok memnun oldu:
    - Eyi, birini de öteki zeytinliğin satışında kullanırız. Yabana gitmez.
    Babam kuşkusunu gidermek için olsa gerek bir daha sordu:
    - Kafa resmi değil mi?
    Ben işi öğrendim ya, bilgimi sergileyiverdim:
    - Kafasız resim mi olur buba?



    Babam bir hafta sonra, Fuat amcanın dükkânına gitmiş; bereket "Tapu için yengenin resimlerini çekmiştin, geldi mi?" diye sormuş. Fuat amca zeki insan. "Onlar yandı dayı, bir daha çekecez" demiş.

    Yine gittik. Annemin gülsüz, tek başına, somurtan kafa resimlerini çektirdik. Fuat amca geçen hafta çektiği sanat resimlerini de verdi bu arada; harika çıkmışız.

    Mehmet Önder
    av.mehmetonder@hotmail.com


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    5 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


     Kahveci : Seher Türker


    MADALYONUN ÖTEKİ YÜZÜ

    divane yangınların içindeyim,
    biteviye yol alıyorum sonun başına,
    şaşkınım korkuyorum uçurumlardan,
    heybe boş, utanıyorum yaradanımdan.


    Kasabamız, hemen hemen ortasından bir cadde ile ikiye ayrılır. Sahil bölümünün yarısına da her Cuma Pazar kurulur. Deniz kıyısı boydan boya sebzecilere ayrılmış. Merkeze yakın yerleri, yani; dükkânların gölgelerini köylerden gelen pazarcılar almış. Buradan köy yoğurdunu bakraçlarla alabilirsiniz. Köy peynirleri çeşit çeşit ve taze… Dalından kopmuş salatalık, taze fasulye, meyveler, ebegümeci, enginar, diğer sebzeler vardır. Bahçenize dikeceğiniz fideleri de bulabilirsiniz. Taze soğan, domates, fasulye, vs...

    Biraz ilerlediğinizde Bulgar pazarı denilen bölüm var. Giysiler ve her türlü el aletini burada bulmam mümkün. Hediyelik eşyalar, porselen çeşitleri, biblolar, bahçe aletleri ve elektronik aletler. Türkçe'yi iyi bilmeyen satıcıları kandırmaya çalışanlar.

    Hepsi bu değil; yolun üstündeki ara sokaklarda o kadar çok tezgâh var ki... Bebekten tutun, yaşlı bir insana kadar her türlü ihtiyacınızı buralardan bulabilirsiniz. Ama iyi mallar erken saatlerde seçilir. Giysi cinsi alış- veriş yapacaksanız uykunuzdan fedakârlık yaparak pazara gitmek gerekir. Pazarın kendine has kulağa hoş gelen bir sesi vardır. Hangi tezgâhta ne var, tezgâhtar nasıl bağırır, bilinir. Arada bir Belediyenin yaptığı duyurular dikkat çeker. Kayıp bir çocuk ya da cüzdan bulunmuştur. Enteresan şeyler de olur, kalabalıkta birbirini kaybetmiş insanlar duyurularla buluşurlar.

    Şehirde kurulan pazar pazarında hamallar vardır. Sırtlarımdaki koca küfelerle alış veriş yapan insanların arkasmda dolaşırlar. Bu pazarda herkes kendisinin hamalıdır. Zaten çoğunluk çevre sitelerden, köylerden gelmişlerdir. Yazlıkçılar arabalarıyla karşı sahilden gelenler vapuru tercih eder. Hem eğlenir, hem de alış-veriş yaparlar.

    Hepsi bu sanmayınız; bir de pazar kurulmayan ama pazara gelenlerin uğrak yeri olan bölüm var ki, hani madalyonun öteki yüzü derler ya, işte öyle bir şey... Çay bahçelerinden söz ediyorum.

    Kasabanın öteki yarısından başlar, plaja kadar devam eder. En son da tarihi bir çınar ve kıraathane vardır. Ulu Çınar bütün ihtişamı ile durur ama kıraathane bakımsız durumdadır. Çınara bakınca içim burkulur; "Ah bir konuşabilse! Anlatacak ne çok konusu vardır," diye düşünürüm.

    Gelelim çay bahçelerine; televizyonlu çay bahçeleri, tenteli bahçe. Yaşlıların, emeklilerin buluştuğu çay bahçesi... Bu bahçeye daha çok yerli halk gelir. Anılardan söz eder, tavla oynarlar. Onların bazen sakin, bazen heyecanlı konuşmalarım uzaktan izlemekten hoşlanırım. Kavga ettikleri de olur; içlerinden birinin kızarak hışımla kalkıp, söylenerek ayrılması görülmeye değerdir.

    Diğer bahçelerde de pazara gelenler dinlenirken çay, soğuk bir içecek içerler. Ayrıca közde mısır, haşlanmış mısır, patlamış mısır, dondurma, kâğıt helva, çekirdek satılır. Bir de simit… Buranın simidi ünlüdür; gelenler mutlaka alır.

    Eski dostlar bu bahçelerde karşılaşır, sevinir, hasret giderirler. Acıları, sevinçleri fark edilir. Ağlayanlar, kahkaha atanlar... Sahilde iç çamaşırları ile kayaların üstüne oturmuş, pislik içindeki denize girmeye çalışan çocukları görmek mümkündür. Banklarda yalnız oturanlar, düşünenler... Burada bir de yatır var. Gelenler bu türbeyi mutlaka ziyaret ederler. Hoş bir duygu, insana huzur veriyor.

    Ben bu hafta pazara alış- verişe değil madalyonun öteki yüzünü gözlemeye geldim. Bisikletle dolaşanlar, minyatür köprünün üstünden el ele geçen gençler, oflamalar, çocuk ağlamaları, dalgalı deniz, balıkçılar daha neler neler! Hoş bir kalabalık, hoş bir gürültü ve sessizlik var. Pazaryerine hiç kuşbakışı baktınız mı? Ben baktım, muhteşem bir görüntü. Rengârenk şemsiye tarlası düşününüz. Ve deniz, güneş, sandallar, gemiler...
    Sahilde bir bankın ortasında denize karşı oturuyorum, kendimden bihaber…



    Şimdi kasabada o renklilik, kalabalık yok denecek kadar azaldı. Uzaklardan pazara gelenler olmuyor artık. Vapur seferleri kalktı. Güneş bir açıyor, bir de bakıyorsunuz bulutların arkasında. Ilgıt ılgıt bir hazan rüzgârı esiyor. Doğa yeşilliğini kaybetti, ağaçların yapraklan döküldü. Bazı ağaçların yapraklan ne zaman sapsan oldu anlayamadım. Hani; bir gecede saçları ağaran insanlar vardır ya onlar gibi. Bazı yapraklar güneş renginde; sarı, kırmızı, kahverengi... Hatta bazılarının üstünde yeşil, mavi rengi görmek de mümkün.

    Deniz ve gökyüzü... Öyle güzel görünüyorlar ki... Gri renkli giysilerini giyinmişler. Bu mevsime gümüş rengi yakışıyor doğrusu ve hava bunaltmıyor. Kasaba bu mevsimde gözüme daha büyük görünüyor. Hani; bazen evde çok insan olur; sonra herkes gider, ev, ev sakinlerine kalır. Bir boşluk, aynı zamanda bir rahatlık duyulur ya! İşte öyle oluyor. Herkes birbirini görür, selamlaşır, sohbet eder. Semt asıl halini alır, asudeleşir. Satıcılar, önceden olduğu gibi avaz avaz bağırmaz, simitçi koşturmaz. Kasaba sakinleri nereden ne alacağını bilir.

    Sebzeler de değişti; pırasa, ıspanak çıkmış. Yaz sebzeleri de var elbette. Zaten; Bölgede dört mevsim yaşanır ve her mevsimde bütün sebze ve meyveler vardır. Kış, yaz sebzesi diye bir şey kalmadı; seracılık sağ olsun ama onlar da dayanıklı ve lezzetli olmuyorlar. Olsun! Almak zorunda değilsiniz. Sonuçta her şey var. İsterseniz, canınız çekerse alırsınız.

    Balıkçıların hazırlıkları, sohbetleri... Çay saatlerinin anlamlı derinleşti... Okullar açıldı, sokaklar belli saatlerde çok sakin oluyor. Top oynayan çocuklar, parkta ki banklarda oturanlar var. Hepsi sayılacak kadar az. Her yer boş… Kasaba ne büyükmüş! Yoksa yazın güneşten kuruyup, çekiyor mu? Bu cuma, sahil boyu şöyle bir yürüdüm. Deniz mırıl mırıl konuşuyordu. Ona baktım, gülümsedim." Hey koca su! Ne dersin, kayaları okşayarak, Haykırışın neşeden mi, kederden mi?" dedim. Doğrusu bana hiç aldırmadı.

    Sahilde bir bankın ortasında denize karşı oturuyorum, kendimden bihaber…



    Her sabah, güneşle birlikte yürüyüşe çıkmaya çalışıyorum. Sahilin bittiği yere kadar gidiyor, izlerimi sürerek geri dönüyorum. Kıyının bittiği yerde patika yol var. Bazen oraya da çıkarım; deniz buradan kuşbakışı görünür. Diğer yanda fabrikanın ağaçlandırdığı alan var. Sesiz, biraz da vahşi bir yer. Küçük tür birçok hayvanla karşılaşıyorum. Bu işin güzel yanı… Ama insanlarla karşılaşmak korkunç oluyor. Doğanın her bölümü, her anlamda insansız olursa daha muhteşem görünüyor.

    Yürüyüşüm sırasında; bastığım yerler aynı. Gördüğüm çöpler de. Bazen; bir çöpü yerinde göremediğim oluyor. Etrafıma bakmıyorum; nereye gitmiş olabilir! Ya dalgalar aldı götürdü, ya da sinirini atan birinin tekmesi ile savrulmuştur. Çünkü içimizden bazıları sıkıldıklarında sağa sola tekme atarlar. Çöpü merak ediyorum. Onlardan öğrendiğim çok şeyler oluyor. Onları oraya bırakan insanların, neyi, nasıl yediklerini, ne okuduklarını, ne işle uğraştıklarını hatta aşktan sevgiden ne anladıklarını öğrenebiliyorum. Kendilerine has dillerini çözdüm.

    Bugün, çadırların önünden geçerken; bir çocuk; " Anne, yürüyüş yapan kadın geçiyor," diye bağırdı. Başkası; "Bu gün şapkası değişik," dedi. Diğeri;" Ayakkabısı da aynı değil." İkinci turumda; " Bir kere daha geçecek.", "Hayır bu son." ," Eh görürüz bakalım!" konuşmalarını duyarım. Neden ilgileniyorlar bilmiyorum ama hoşuma gitmiyor da değil.

    Bazen uyuya kaldığım da oluyor. O zaman selamlaştığım insanları göremiyorum. Balıkçılar gitmiş oluyor. Yürüyüş yapanlar, lodosçular, kıyı temizleyiciler işlerini çoktan bitirmiş oluyor. Ertesi gün onları merakta bırakmamak için vaktinde yola koyuluyorum. Beni gördüklerinde, ben de onları gördüğümde yüzümüzde bir gülümseme beliriyor. Bu, günün kârıdır.

    Deniz, genellikle az- çok dalgalı oluyor. En hoşlandığım durumlardan biridir. Deniz, benim için konuşuyor gibi geliyor. Ve ben, onun dilinden anlıyorum. Kumları götürüşünü, getirişini, kayaları okşayışını, pisliklerle mücadelesini kısaca; sevincini, hırçınlığını, kızgınlığını öyle güzel anlatıyor ki! Yürüyüş sonrası kendimi onun kollarına bırakıyorum. Sırtüstü dinleniyorum. Hasbıhal ediyorum. Gözlerimi kapatıp dalıp gidiyorum. Güneş alınmasın diye ara sıra gözlerimi aralayıp bakıyorum. Kendimi onu kollarına bıraktığım zaman her zaman sürüklenirim; bu onun benimle eğlenmesi olmalı. Kıyıya sürüklendiğim zaman çok komik oluyor; denizin ortasındayım sandığınız an karaya vuran gemiler gibi kuma oturuyor insan… Açığa sürüklenince de biraz panik oluyor, akıntıya karşı yüzmek de oldukça yorucudur.

    Konuşan denizi severim. Onun için suya girerim. Bu gün öyle suskun ki! Lal sanki. Kırgın mı, üzgün mü, küskün mü anlayamadım. Böyle olduğu zaman savunmasız kalıyor, üzerinde pislikler cirit atıyorlar; suskunluğundan faydalanıyorlar. Dibi de ayna gibi görünüyor. Yosunlar, yengeçler, su yılanları, çöpçü balıkları... Her şey görünürde ve ürkütücü… Oysa konuştuğunda nasıl da güzel oluyor. Hele; hafif hafif çalkalanması yok mu, naz yapar gibi. Bu gün onunla kucaklaşmadım; çünkü konuşmuyor.

    Terli terli eve doğru yürüdüm. Komşulardan biri kahvaltıya çağırdı. Her sabah aynı çağrı… "Terliyim, denize gireceğim," derdim. Bu sabah; "Tamam, bir bardak çay içebilirim," dedim. Oradan- buradan sohbet ederken zaman geçmiş. " Oldu olan." Dedim. Arkasından yaktım bir sigara. Denizin bana yaptığını gördünüz mü? Onu sevmediğimi sanmayınız. Güneş ve deniz olmasa ne yaparım. Onlar, buradaki en yakın dostlarım. İnsan, dostlara fark atıyorlar. Yarın konuşmaya başlar sanıyorum. Belki de gece. Yakamozlarını yakarak uzaktan sinyal bile verebilir. Yoksa duş alacağım ya da bu sabah olduğu gibi ter üzerimde kuruyacak.

    Güneş, altın külçesi saçlarını lüle lüle dalgalandırıyor. Rüzgârdan eser yok. Eylül gelse de lüle saçlar örülse, kısalsa. Sonbaharı daha çok severim. Hani, her yeri gümüş rengi kaplar ya! Aslında o benim, aslında ben yokum… Madalyonun öteki yüzündeki…

    Sahilde bir bankın ortasında denize karşı oturuyorum, kendimden bihaber…

    Seher Türker


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    3 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


     Kahveci : Ömer Faruk Hüsmüllü


    Elalemin Uçkuru ve Ortadoğu'da Dökülen Kan

    Dünyaya bakıyorum, durum sanıldığından daha vahim.
    Japonya'da meydana gelen deprem, ölen onbinlerce insan ve bundan da önemlisi nükleer santralden yayılan radyasyon.
    Neden radyasyon onbinlerce kayıptan daha önemli, çünkü tüm dünyayı etkileyecek ve bu nedenle ortaya çıkacak kayıplar belki de yüzbinleri hatta milyonları bulacak; ama gerçek rakam hiçbir zaman açıklanmayacak ve bilinmeyecek. Çernobil'in gerçek faturasını bilen var mı?
    Öte yandan Ortadoğu'da ateş ve kan gölü var.
    Küresel aktörler Ortadoğu'ya öyle bir çomak soktular ki bu karışıklık daha en az elli sene sürer.
    Günahsız milyonlarca insanın kanı akar, bombalar birbirinin peşi sıra patlatılır, füzeler fırlatılır, askeri tesisler imha edilir. Sonra da bu ülkelere yeniden silah satışları başlar, bombalanan yolları, köprüleri, tesisleri yapmak için girişimciler gönderilir.
    Kısacası amaç bir yandan enerji kaynaklarını kontrol altına almak iken öte yandan da silah sanayiini ayakta tutabilmektir.
    Medyaya yansıtılan neden ise "halk devrimi" masalıdır.
    Deniyor ki Ortadoğu'daki diktatörlerin baskı ve zulmünden bıkan yoksul halk, devrim yapmak için ayaklandı. Bu cümlenin bir kısmı doğru iken diğer kısmı yalandır, uydurmadır.
    Evet, halk yoksuldur, halk diktatörlerin baskısı altındadır; ama halkın "devrim" yapabilmek için ne bilgisi ne de gücü vardır.
    Bilgisi yoktur, ezberletilen 5-10 tane sloganla devrim mevrim olmaz. Gücü yoktur, yürüyüşlere katılmak için bir kentten diğerine gitmek için arabaya binecek para bile bulamaz.
    Öyleyse sokaklara dökülen binleri, onbinleri nasıl açıklayacağız?
    Tabii ki küresel güçlerin parasal destekleriyle…

    Birleşmiş Milletler'in aldığı bir kararla Libya bombalanmaya başladı. Neden?
    Kaddafi sivil halka ateş açıyormuş da ondan.
    Bir ülkede bazı gruplar ellerine silah alıp ayaklanırlarsa, devlet güçlerine ateş ederlerse ne yapmak gerekir? İsyancılara çiçek mi atmalı yoksa silahla karşılık mı vermeli?
    Kaddafi'nin isyancılara değil de sivil halka ateş açtırdığı kesin bulgularla kanıtlandı mı?
    Bu bir ülkenin iç işlerine karışma hakkını size verir mi?
    Ölen Libyalılar için gösterdiğiniz hassasiyeti ölen milyonlarca Iraklı için neden göster miyorsunuz?
    Amacınız Libya'ya "ileri demokrasi" götürmek mi? Tıpkı Irak'a götürdüğünüz gibi…
    Bu gün bir çok Iraklı Saddamı mumla ararken yarın da Kaddafi aranmasın!

    Bütün bunlar olurken Türkiye ne yapıyor?
    Türkiye "uçkur" meselesiyle oyalanıyor.
    Bu "uçkur" meselesi rahmetli Adnan Menderes'in 1960'lı yıllarda kasasından çıktığı iddia edilen bir bayan külotu ile başladı.
    Geçmişte başka örnekleri de var, ama yakın zamana bakarsak:
    Birkaç sene önce meşhur bir televizyon spikerinin seks kasedi aylarca internette dolaştı. Bu kaset üzerinde konuşanlardan bazıları o kişiyi kınadı, ama takdir edenler de olmadı değil. O kişi aylarca televizyonlara çıkamadı, neyse ki sonunda mesele unutulur gibi oldu. Daha doğrusu, o zaman diliminde gündemi değiştirmek için bu haber gerekliydi, işi bitince rafa kaldırıldı.
    Sonra bir siyasi parti liderine ait olduğu iddia edilen bir seks kasedi ortaya atıldı. Lider parti başkanlığından istifa etti.
    Günümüzde ise aynı kişinin bir bayana taciz iddiaları basında manşet olmaya başladı.
    Adamcağız "yalan, uydurma, yapmadım, etmedim" diyor ama dinleyen kim? Yapmadığını kanıtlayamıyor, kanıtlama ihtimali de çok zor.
    Çünkü iddiayı ortaya atandan değil de suçlanandan kanıtlama bekliyoruz.
    İşin garibi, aklı başında bir kişi çıkıp da "kardeşim elalemin uçkurundan sana ne?" demiyor, diyemiyor.

    Tekrar asıl gündeme dönersek:
    Libya'ya yapılmış olan bu müdahalenin ileride Türkiye açısından emsal teşkil edebileceği kaygısını, mantık yürütebilen her Türk aydınının ve iktidarın mutlaka duyması gerekir.
    ABD'de Demokrat Parti Colorado Senatörü Mark Udall, Mısır'a bir Atatürk gerektiğini söylüyor.

    Yanlış bir temenni ya da söylem!. Onlara Atatürk değil Ataarap gerekir. Çünkü Atatürk sadece ve sadece Türk olan bir milletin içinden çıkabilir.

    Son söz: Önce Kaddafi, sonra Rusya Başbakanı Putin ve en sonunda da Fransa İçişleri Bakanı Claude Gueant Libya'ya düzenlenen operasyonun bir "Haçlı Seferi" olduğunu söylediler.
    Söylenenler doğru ise Türkiye bu Haçlı Seferi'nin neresindedir?
    a) Yanında
    b) İçinde
    c) Karşısında

    Ömer Faruk Hüsmüllü


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    3 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


    Ahmet Şeşen

     Enişte'den Erişte'ler : Ahmet Şeşen


      Aday Adayı

    Epeydir merak edip duruyordum. Bilse bilse bizim Edi biliyordur, ne de olsa "Medyanet dünyasının içinde; gün görmüş, dokuz yıl Okurnet'in başına çorap örmüş bir adamdır" dedim. Hatta; neden Edi, medyanet dünyasının içindeki bu insana Medi demek daha doğru olur dedim. Açtım telefonu :

    - Ben de olabilmek istiyorum Aday Adayı, sence mümkün müdür Medi Dayı ?
    - Ol be ihtiyarım..! Senden olmaz mı Aday Adayı.. Yeter ki; bastır parayı..

    - Ne parası ..?
    - Ah be ihtiyarım..! Gözlerinde mi yoksa kulaklarında mı senin şu tavuk karası ? Bunun adı Aday Adayı, parası da kirası.

    - Yahu, sen zaten benim bütçeyi biliyorsun. Utanmadan kira ile depozito ile üstüme üstüme geliyorsun...
    - Eee, madem sonunda Aday olup sağa sola afişlerini asacaksın, Aday Adayı olmak için de bir zahmet parayı basacaksın...

    - Afiş mafiş asamam, para desen basamam ..! Şöyle yanar döner birşey yapsak ortaya, arkamı da dayasam medyaya, yani Medi Dayı'ya...
    - Yok yaaa..! Sen hiç besleme medyayı, bak bakalım görebilir misin hanyayı, Konya'yı.. Yoksa astırılacak afişin, medyasını çekerim o fişin..!

    - Bak Medi Dayı; diyelim oldum Aday Adayı, sana da hazırlasam kapısında şöyle afili "Basın Danışmanı" yazılı odayı. Ne dersin, fena mı olur ? Bacak bacak üstünde iş, elinin altında aş...
    - Oooo, önce Aday Adayı olacaksın sonra Aday çeyrek finallerine kalacaksın. Kimbilir kaçıncı sıradan listeye dalacaksın, seçilince de bana oda hazırlayacaksın... Bu iş yaş..! Hadi canım, paran yoksa naş naş...

    - Ne varmış canım, seninkisi de göz üstünde kaş. Kendime senden iyi basın danışmanı mı bulacağım ? Bak nasılsa Aday Adayı olduğumu bir basın toplantısı ile açıklayacağım ya, istersen o gün; "Aha da bu Medi Dayı, benim ciğerim canım, hem de basın danışmanım" demecini peşin peşin patlatırım...
    - Aman patlat, kalmasın hatırım..! İhtiyarım, bak bu işleri bilmiyorsun. Seni listede iyi bir yere yerleştirecek olan ben değilim, her kim ise senin başkanın olmalı asıl yatırım...

    - Ben onu bir türlü atlatırım, bak ne geldi aklıma.. Biliyorsun ben anlamam sosyal paylaşım sitesi falandan, yok tivitırdan yok feysbuktan. Sen; hayranlarımın oralardan sorduğu soruları da cevaplarsın, hem de en alasından..
    - Sen ne zaman kurtulacaksın acaba şu Aday Adayı saplantısından ? Diyelim ki; atlattın ilk Adayı oldun Aday, hatta daha da uzantısından.. Nasıl başa çıkacaksın sonrasında "Haydi şimdi bütün eller havaaaya !" toplantısından ?

    - Sen varsın ya oğlum, basın danışmanı kanalıyla fikrimizi söyleriz elbet. Ne demekmiş o pamuk ellere havaya, hiç olur mu öyle bedavaya muhabbet ? Herşeye "Evet", hiç ortaya koymayacağız mı muhalefet ?
    - En fazla diyeceğin "Hayır" havasında "Evet", yani "Havet".. Yok öyle itaat dışı konuşmaya davet. Kısacası; ya biat ya da kes sesini şu köşede bi yat..!

    - Hadi yaaa..! Buldun böyle pamuk gibi bir surat, bir köşeden destekli salla, diğer köşeden desteksiz at..
    - Ne sandın ihtiyar ? Hazır yol yakın, bana sorarsan sen sen ol bu Aday Adayı işlerinden derhal sakın !

    - Lem Medi Dayı, sana soranda kabahat. Pabucumun Basın Danışmanı Adayı.. Pöh..!
    - Asıl sensin lem, pabucumun Aday Adayı.. Sana daha çok pöh..!

    - Yapmıyorum oğlum seni Basın Danışmanı falan..
    - Yapmazsan yapma be, zaten senin ne Amca'n var ne Hala'n, yok ki seni listesine alan, Aday Adayı konusu da böylece oldu kuyruklu yalan..!

    - Sen şimdi Aday Adayı konusuna olduğu gibi gıcıklığına bu yazıma taş koyar, belki de yayınlamazsın..
    - Koyarım koymam, sana mı soracağım ? Hem yazı konusunda bir sürü Aday Adayı var. Kendim belirleyeceğim listeyi; kimler Aday, kimler bu hafta nanay..!

    - Artistlik yapma lem ..! Gelmiiiim oraya, yediririm bak o telefonu sana...
    - Gel lem, gel..! Hatta; sen zahmet etme ben geleyim oraya.. Zaten anlamadım, neden yan odadan telefon ettiğini bana...

    asesen@kahveciyiz.biz


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    9,869,869,869,869,869,869,869,869,869,86
    7 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


     Dost Meclisi


    YORUMLARINIZI GALERiMiZDEKi iLGiLi BÖLÜME BIRAKABiLiRSiNiZ.
    Yorumlarınız için bekleriz.

    Fotograf : Halil Önceler


    <#><#><#><#><#><#><#>

    Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
    dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

    <#><#><#><#><#><#><#>

    Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
    Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
    Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
    Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
    Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.

    Yukarı


     


     Tadımlık Şiirler


    anason kokusu

    soyunup üzerimden atarım dünyayı
    öylece giderim fesleğen kokulu evime
    konuşmalar anlamsız
    duyamıyorum
    parmaklarımda karıncalar
    gözlerimden yine hüzün damlıyor
    dağıttığım çakıl taşları etrafta
    yara bere içinde toparlanmaya çalışan
    kaldırım taşlarını sayan
    ha bir de
    intihar eden silüetlerim var
    korku nedir bilmez
    ah bu zamansızlık
    dinginlik
    bebek kokan meyhaneler ,acımasız.
    acımasız
    sürgünüm ben,yalnızlarda
    ıslıkla
    karnım yüklü
    yol ayrımında eski aşklarım
    ve tadına varamadığım gözler
    bu da yetmez bilirim
    bıçkın sohbetler ederim
    siyaset masalarında
    damağımda sigara tortusu
    şimdi biraz da rakı olsa.

    Nur Bilgin

    Yazdırmak için tıklayınız.

    Yukarı


     


     Biraz Gülümseyin



    KMTV Sunar...

     


     Kıraathane Panosu



    Polygon Web Studio



    BUĞU… Temiraga Demir - Buğu

    Gazeteci-Yazar Temirağa Demir'in, şiir albümü tadındaki çalışmasını sizlerle buluşturmaktan mutluyuz. Bir süredir üzerinde çalıştığı, kendi yazdıklarını ve farklı şairlerin şiirlerini seslendirdiği albüm tadındaki eser çıktı. Uzun süredir Gazetecilik mesleğini yürüten, ülke çapındaki birçok dergide yazarlık yapan, edebiyat üzerine çalışmalarda bulunan, şu anda Orhangazi Belediyesi Basın Danışmanlığı görevini de halen yürüten Temirağa Demir yeni eserinin hayata geçmesinin mutluluğunu yaşıyor. Daha önce "Her Kardan Adam olmaz" ve "Edepli Fahişeler" isimli iki kitabı bulunan Gazeteci-Yazar Temirağa Demir İstanbul Teknik Üniversitesi Konservatuvar öğrencileri ve hocaları ile birlikte hazırladıkları bu çalışmada kendi yazdığı eserleri ve farklı şairlerin eserlerini seslendiriyor.

    "BUĞU" ismini verdiği şiir albümünün dağıtımı ekip arkadaşları tarafından yapıldığından dolayı size ulaştırılması da bu sayede gerçekleşiyor. CD bedelini 10 tl olarak belirledik eser size ulaştıktan sonra bedelini aşağıdaki hesap numarasına yatırmanız bizleri memnun edecektir. İyi dinletiler dileriz.

    Halk Bankası h.no: 0285 0100 8382
    Kart numarası: 4475 0536 8714 3773
    İletişim istek ve menejer için 0546 424 23 23 - 0535 453 99 88

    Saltt12@hotmail.com ulaşabilirsiniz


    Yazarlarımızın Kitapları


    Merih Günay
    "Martıların Düğünü"

    Nesrin Özyaycı
    "Işık -II-"


    Temirağa Demir
    "Her kardan Adam Olmaz"


    Şadıman Şenbalkan
    "Şehit Analarımızın Çığlıkları"

    Hatice Bediroğlu
    "Düş Kuruyor Gece"

    Cüneyt GÖKSU
    Serpil YILDIZ

    "KÜBA - SARI SICAK BİR PENCERE"

    Merih Günay
    "HİÇ"

    Feride Özmat
    "Yanlış Zaman Hikayeleri "

    C.Eray Eldemir
    "Uzak İklimler"

    Temirağa Demir
    "Edepli Fahişeler"

    Ellerin Söylüyor Sonsuzluğu
    Feride Özmat
    "Ellerin Söylüyor Sonsuzluğu"

    Nesrin Özyaycı
    "ÖLMESEYDİ"

    Yitik Ada Günceleri
    Feride Özmat
    "Yitik Ada Günceleri"

    Hazırlayan: Kadir Aydemir
    "Olimpos Öyküleri
    Mavi Mağara
    Sedef Özkan"
    İyi Kalpli Seri Katil
    Semih Bulgur
    "İyi Kalpli Seri Katil"
    80'lerde çocuk olmak
    Hazırlayan: Kadir Aydemir
    "80'lerde çocuk olmak
    Viking Gemisi ile kıyı kıyı İSTANBUL
    Şebnem Çağlayan"


    Sedef Özkan
    "Aynı Yaprakta Olmak"


    Yukarı


     


    Akın Ceylan

     İşe Yarar Kısayollar


      Şef Garson : Akın Ceylan

    Muhteşem fikirlerinizi kullanarak para kazanmanın ve kazanılmış parayı yönetmenin, teorik yöntemlerini öğrenmek için http://www.parakazanmayollari.com Editör diyor ki: "Günümüzün TL milyonerleri paralarını piyangodan kazanmadılar, hepsinin de uyguladığı birkaç basit kural var sadece. Para elde edilebilecek bir yol seçmek, servet sahibi olmanın yüzyıllardır kanıtlanmış bir yolunu uygulamak ve kararlı/tutarlı olmak. Belki de aklınıza yatacak uygun bir metot vardır."

    Bana deli diyorlar ama ben bilinçli bir motor tutkunuyum diyenlerin ortak buluşma noktası http://www.motordelisi.com/ Sayfada gezinirken en çok dikkatimi çeken ve gönülden desteklediğim çalışma "Sinan Sofuoğlu Hatıra Ormanı" projesi oldu. Ben bir motor tutkunu değilim ama bu arkadaşların duyarlı tavırları karşısında saygılarımı sunuyorum.

    http://sokakorkestrasi.com/ "Sokak Sanatçıları, sanatçılar arasında dayanışmayı esas alan bir üretimi hedeflemektedir. Bu bağlamda sanatçılar arasında olduğu kadar sanat dalları arasında da kolektif bir tarzı egemen kılmaya çalışan Sokak Sanatçıları 'sanatın' her türünde disiplinler arası üretimlere öncelik verir. Sokak Sanatçıları 'sanatı' mümkün olduğu kadar aracı kurumlardan bağımsızlaştırarak doğrudan toplumla buluşturmanın yollarını araştırır. Bu açıdan sokağın özgürleştirici, paylaşımcı yanını değerlendirerek üretimlerini öncelikle sokakta sergiler…" Diyerek tanıtıyorlar kendilerini…

    http://www.canliheykel.com 2008 yılında İzmir'de kurulan Sokak Sanatları Atölyesinin, resmi internet sitesidir. İncelemenizi özellikle tavsiye ediyorum.

    Yukarı


     


     Damak tadınıza uygun kahveler






    http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
    Kahve Molası Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.

    GOM Player 2.1.28.5039 / Windows / 7.21 MB
    http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE
    Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.

    VLC media player for Windows / V.1.1.7 / 20 MB
    http://www.videolan.org/
    İçinde tüm codec kütüphanesini barındıran açık kaynak bir oynatıcı. Bilgisayarınızın olmazsa olmazlarından biri. mp4, mov, mkv dahil hemen her formatta filmi izlemenize olanak sağlıyor. İndirin seveceksiniz.

    7-Zip 9.20 (2010-11-18) for Windows / 1.068 KB
    http://www.7-zip.org/
    Winzip, Winrar gibi sıkıştırma programlarının tek alternatifi. Sadece zip ve rar formatlı dosyaları değil, hemen her çeşit sıkıştırılmış dosyayı açan, minik ama süper bir "Open Source" programı. Kendi formatında yaptığı sıkıştırmanın üzerine yok. İsterseniz zip olarak ta sıkıştırma şansınız var. Hemen indirip kurun, sonra da bana şükredin.

    Yukarı


     


    KAHVE MOLASI ABONELERi Google Grubuna üyesiniz. İlginize teşekkür ederiz.

    ABONELiKTEN AYRILMAK İÇİN :
    KM-abone+unsubscribe@googlegroups.com
    (Gönderdiğiniz mesajın abone olduğunuz adresten gittiğine emin olunuz.)

    ÜCRETSİZ ABONE OLMAK İÇİN :
    Google Gruplar KAHVE MOLASI ABONELERi grubuna kayıt ol
    E-posta:


    Arkadaşlarınıza önermek ister misiniz?


    Uygulama : Cem Özbatur
    2002-23©KAHVE MOLASI - Her hakkı saklıdır. Yayın İlkeleri

     






    Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

    Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



    SON BASKI (HTML)

    KAHVE YANINDA DERGi

    Hoşgeldiniz
    Arşivimiz
    Yazarlarımız
    Manilerimiz
    E-Kart Servisi
    Sizden Yorumlar
    KÜTÜPHANE
    SANAT GALERiSi
    Medya
    İletişim
    Reklam
    Gizlilik İlkeleri
    Kim Bu Editör?
    SON BASKI (HTML)
    YILDIZ FALI
    DÜNÜN
    ŞARKILARI





    ÖZEL DOSYALAR

    ATA'MA MEKTUBUM VAR
    Milenyumun Mandalı
    Café d'Istanbul
    KIRKYAMA
    KIRK1YAMA
    KIRK2YAMA
    KIRK3YAMA
    ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
    11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
    Teröre Lanet!
    Kek Tarifleri
    Gezi Yazıları
    Google
    Web KM




    You Mean Everything To Me
    Neil Sadaka









    Fincan almak ister misiniz?
    http://kmarsiv.com/sayilar/20110325.asp
    ISSN: 1303-8923
    25 Mart 2011 - ©2002/23-kmarsiv.com