Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 10 Sayı: 1.865

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 19 Nisan 2011 - Fincanın İçindekiler


  • "CANLAR" ... Bertan Onaran
  • SONSUZLUĞA BAKIŞ ... Hülya Senday Tuncer
  • Zeki Adında Bir Çocuk ... Buket Çetin
  • ŞİZOFREN HARİKASI ... Ersin Begeç
  • Oruç Baba'dan Aforizmalar-9 ... Ömer Faruk Hüsmüllü
  • MIZIKA-İ HÜMAYUN'DAN SENFONİ ORKESTRASINA MEHTERAN GÜNCELLEMESİ ... Hasan Tülüceoğlu


  • Dost Meclisi, Tadımlık Şiirler, Biraz Gülümseyin, Kıraathane Panosu, İşe Yarar Kısayollar, Damak Tadınıza Uygun Kahveler

  •  



     Editör'den : "ON"uncu Yıl!..


    Merhabalar,

    Sessiz sedasız bir yaşımıza daha girdik. Başlarda vur patlasın çal oynasın kutlardık, onu da kanıksadık, bıraktık. Kahve Molası da bu arada 9 yılı geride bırakıp 10. yılına girdi. Türkiye'de internetin henüz 15 yaşında olduğu düşünülürse, bu 10 yıl hiç te yabana atılacak gibi değil. Başlarda bizimle başlayanlar çoluk çocuk hatta torun sahibi oldular. Evlenenler, boşananlar, iş güç sahibi olanlar, gençlik hevesiyle yazdıkları yazıların hâlâ yayında olmasından rahatsız olanlar, aramızdan ayrılanlar, bıkanlar, kızanlar, sıkılanlar, filintayken ben gibi göbek bağlayanlar, velhasıl hepsi, Kahve Molası tarihinde yerlerini aldılar.

    Kolay geçmedi yıllar. Kendi ayakları üzerinde dursun diyerek bir sürü projeyi hayata geçirmeye çalıştım. Elle tutulur, yenilir yutulur bir dergi çıkaralım dedim, beşinci sayıda pes ettim. Ama, sizlerin takdiri, memleketin politik ahvali, beni, dolayısıyla Kahve Molası'nı diri tuttu.

    Ancak artık bir yenilenme sürecine ihtiyacımız var galiba. Eskileri galeyana getirecek, yenilere yenilerini katacak, feysbuktan arda kalacak yarım saati hoşça değerlendirecek bir yeni yapıya ihtiyacı var Kahve Molası'nın. Madem birileri memlekette "İleri Demokrasi" var diyor, bize de bunun gereğini yerine getirmek düşer diyerek, sizlere bir danışayım diyorum. Rica etsem, Kahve Molası'nın geleceğine dair düşüncelerinizi, ilginizi çeken ya da çekmeyen bölümleri, nelerin nasıl olmasını istediğinizi, dilerseniz altta yorum yazarak, dilerseniz feysbuktaki grup sayfamıza not bırakarak, hatta direkt eposta atarak, benimle paylaşır mısınız?

    Bugüne kadar esirgemediğiniz ilginize çok teşekkür eder, nacizane devamını dilerim. Esenkalın.

    Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

    Cem Özbatur








     


    Bertan Onaran

     Güzelin Ardında : Bertan Onaran


      "CANLAR"

    Bu, 30. İstanbul Film Şenliği'nde gösterilen Nurdan Arca'nın çektiği belgeselin adı; filmin kurgusu Melih F. Tatlıcan'ın. Araştırmacı İrene Melikoff'a adanmış.

    Sayın Melikoff 40 yıl önce İstanbul'a geliyor; duvarlarda gördüğü bir duyuru üzerine bir dinletiye gidiyor, Alevi türkülerini dinliyor, oyunlarını izliyor, ve vuruluyor: çünkü tıpkı Orta Asya'daki atalarımız gibi, Kızılderililer gibi, 50 yıl önceki Hintliler gibi, Aleviler de insan yerine "Can"diyorlar; anımsar mısınız bilmem, Kurusawa'nın unutulmaz filmi "Dersu Uzala"'da, bilge kılavuz Dersu yedikleri etlerin kemiklerini yanmakta olan ateşe atan askerleri azarlayıp: "atmayın, atmayın, şu kenara koyun, bir CAN gelir yer" diyordu.

    Müslümanlıktan gelen katkıları bir yana bırakırsanız, Alevilerin Anadolu'da yaşayan bütün öbür dinlere, tarikatlara üstünlüğü, kadına verdikleri değer; ben kendi payıma hep, insanlığın bugün gömüldüğü anamalcı-tekelci bataklıktan kurtulmak istiyorsa, işe tıpkı Mustafa Kemâl gibi, Küba'da Fidel Castro ve arkadaşları gibi, kadını kölelikten kurtarıp eğitmekle başlamalıdır.

    İrene Melikoff Alevi müziğine, sözlerdeki bilgeliğe vurulduktan sonra, doğal olarak Kırşehir'e, Hacı Bektaş'a da uzanıyor; en çok Feyzullah Çınar'ın sesinden, deyişinden etkileniyor; demek ki o günlerde ya da sonrasında, kimse onu sevgili Ruhi Su ile tanıştırmamış; Feyzullah'ı, anayurdundaki Şalyapin'e benzetiyor, oysa büyük Rus yorumcunun asıl ikiz kardeşi Ruhi Su'ydu.

    Olsun, bu halkanın eksik kalması onun açısından çok önemli değil, kendi deyimiyle "bir anda yaşamı değişiyor"; ondan sonra kendini bu konuyu araştırıp yazmaya adıyor; bireysel olarak büyük talih doğrusu.

    Belgesel onunla yapılmış uzun söyleşiye ver vermiş; ardından, yaşamakta olan dedelere dayanarak, Aleviliğin temel inanç ve töreleri, törenleri gösterildi; "ikrar verme" inançlı, doğru, güzel bir can olabilmek için tasarlanmış anayasaya ömür boyu bağlı kalacağına dede önünde yemin etmek demek. Doğrusu, yüzlerce yıl Sunilerin egemen olduğu devlet amansızca, acımasızca ezmiş, sürmüş, öldürmüş bu güzel insanları; şu anda da gerçek eşitlikleri kabul edilmiş değil; ve yine bana kalırsa, Aleviler olmasaydı, Mustafa Kemâl Kurtuluş Savaşı'na ne girişebilirdi, ne de kazanabilirdi.

    Bütün dünyayı yüzyıllardır soyup soğana çeviren sözümona uygar (?) uluslar aslında onları da doğruca cehenneme götüren bir alışkanlıkla bugün de hâlâ dünyanın güzelim halklarını bölüp paramparça etmeye çalışıyorlar 365 gün, 24 saat; özgürlük, mutluluk, bağımsızlık bireyseldir, ulus devletlerin modası çoktan geçmiştir diyorlar; ondan sonra bu tuzağa düşenler tarihin çöplüğüne savrulurken, onlar ellerindeki bütün olanak ve araçlarla ulusal bilinci ayakta tutmaya çalışıyorlar; oralarda olsa, bu belgesel devletin bütün destekleriyle çekilirdi; Nurdan Arca ve arkadaşları bunu kendi çabalarıyla yapmışlar; yürekten alkış,

    Belgeselin gösteriminden sonra bir de söyleşi vardı; biz kalamadık, ama çıkarken Melikoff adını taşıyan bir genç kızın da sahneye çağrıldığını gördük; sanırım İrene Hanımın ya kızı, ya torunu; uzunca boylu, güzel bir kızdı; Anadolu'da yaşama olanağı bulabilmiş bu soylu geleneği yeterince duyumsayıp anlayabiliyor muydu acaba? Söyleşiye kalıp bunun yanıtını öğrenmeyi çok isterdim.

    Bu genç kızın dışında, daha başka yabancıların da belgeseli izlemeye geldiğini gördük; Alevilere bakıp daha güzel uygar insan olmak üzere mi, yoksa Anadolu'yu karıştırmak için mi bilemedik elbet.

    Ama kendi payıma, Orta Asya'dan buralara bu soylu töreleri, törenleri getirip yaşatan insan kardeşlerime ben sonsuz teşekkür borçluyum.

    Bertan Onaran
    bertan37@hotmail.com


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    4 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


     Kahveci : Hülya Senday Tuncer


    SONSUZLUĞA BAKIŞ

    Sessizlik dağlara büründüğünde ölümle yüzleşir güzellik, toprakla deniz sarmalanmıştır çünkü, hiçlik duygusu yok oluşun eşiğinde varlığını kanıtlamayı eritmiştir yeryüzünde, çok karışık renk cümbüşü hareket halinde coşmaktadır sonsuza doğru ve her zaman, her yerde mücadele etmenin bir gücü olarak kalacaktır evrende.

    29 Eylül 2010, Çarşamba, Ankara'nın gün ağaran ışıltılı havasının ilk saatleri, yarı kapalı güneşli bir hava, lokantaların ışıltıları dans ediyor çevrede, mutluluk, huzur kol geziyor, yeni bir güne beynini açıp "Merhaba" diyen bir bebeğin ağlama sesleri yankılanıyor, yaşam tüm üretkenliğiyle başlıyor şimdi, zaman saliselerle daralıyor kıskacında, akreple yelkovan birbirinin üzerine çakıştığında yaşamla ölüm karşı karşıya.

    Böyle bir ortamdaki Ankara tablosunda yakın dostu kaybetmenin derin acısını yaşayarak günle tanıştık, iç içe girmiş odalarda bu dost hakkında hem olumlu hem de olumsuz anılar anlatıldı, yaşamın neler getireceğinden hiç bahsedilmiyordu, akla kara uçsuz bucaksız gökyüzündeki yıldızlar kadar iç içeydi ve darmadağınıktı. Ölüm haberi böyle bir sancılı iletişimsizlik yuvasında ortalığa saçılmıştı.

    30 Eylül 2010, Perşembe, cenaze günü, sahte, iki yüzlü bakışlarla gruplar bahçede, birbirlerine baş sağlığı dilemekte, "birey" olmaya çalışırken "insancıl" aşmamış topluluk hakkını helal ediyor imam önünde merhum için. Merhumun ailesi bir dramın içinde, hıçkırıklar ve gözyaşları birbirine karışmış, çağlayan gibi boşalan iç sızı sessiz ve derin bir yolculuğa çıkarmış.

    Ankara telaşlı, Ankara'nın yüzü tedirgin bir bekleyişte, beklenmeksizin ölen merhum iş yerinde sevilen ve saygı duyulan bir "abi"ydi çünkü. Bardaktan boşanırcasına bastıran yağmur ve şiddetli rüzgar merhumun toprakla bütünleşmesinin bir bereketiydi, yüz akının bir simgesiydi, taze toprak kokusuyla birlikte merhumun bedeni arınmıştı boyun eğilmişlikten.

    Yaşam nerede? Gerçekte yarın, yarın olsa bile unutur muyuz ölümü? Yarını "mış gibi yaşamlara, karşımızdaki bireyin sorununu kendimize ait bir dert olarak algılamayışımızdan doğan sonuçlara" göre düzenlemezsek düş kırıklığına uğrarız, empati iletişimi kurulmaksızın gelişen toplumlarda açık, net ve yalancı bireyler yetişir. Bu iletişimsizliği ortadan kaldıran tek duygusal düşünce bütünlüğü "sevgi"dir. Sevginin gün yüzüne çıkardığı "insan sever"liktir. Dünya kültürüne "insan sever" olarak imzasını atan ozan Yunus EMRE'nin şiirinden birkaç dizeyi aktarmadan geçemeyiz. Şiirin ismi: "Biz Kimseye Kin Tutmayız."

    "Adımız miskindir bizim
    Düşmanımız kindir bizim
    Biz kimseye kin tutmayız
    Kamu alem birdir bize"


    Çağdaş ekin dünyasında ismi geçen düşün, yazın ve eylem adamları Türk toplumunda örnek bir davranış modeli oluşturup yaşamsal değeri ve anlamı olan çocuklara yönelik olumlu, tutarlı davranışların uygulanması gerektiğini savunmaktadır. Özellikle yaşama değer katan çocukların önemli günlerde onların beyinlerini kazanmanın yollarından birinin tensel ve sözel düşünce birlikteliğini yakalamaktan geçtiği yadsınamaz bir gerçekliktir. Herhangi bir çocuğun başını okşayıp dokunarak ona "merhaba" demek, bu anlamlı sıcaklığı ve şefkati yaygınlaştırmayı başarmak toplumsal bir sorumluluk anlayışının bilinciyle gerçekleşecektir. Sevgi ipleri ancak böyle elden ele iş birliğiyle örülür bir toplumda ve bu amaç doğrultusunda "insan sever" lik gelişir. Evet ölüm ve yaşam; her ikisi de olumsuz koşullara rağmen baş kaldırışın, boyun eğilmişliğe meydan okumanın eseridir.

    Hülya Senday Tuncer


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    5,505,505,505,505,505,50
    2 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


    Buket Çetin

     Kahveci : Buket Çetin


      Zeki Adında Bir Çocuk

    "Zeki, sen gel…" diye seslendi öğretmen. Onun seslenişiyle bir sessizlik oldu sınıfta ve herkes birbirine bakınmaya başladı. Zeki diye biri yoktu ki sınıfta. Sonra arka sıradaki esmer çocuk, başını biraz daha yukarı doğru kaldırarak öğretmenin gözlerine bakıp gülümsedi, anlamıştı kendisine seslendiğini: "benim adım Emre öğretmenim!"

    ****

    Hemen arkasındaki sırada oturuyordu Zeki. Dersler sırasında özellikle de sabahları başını sıraya koyup uyurdu genellikle. O sırasına başını koyup uyuduğu zamanlarda onu izlerdi. Zeki'nin elleri, tırnakları simsiyah ayakkabı boyasıydı her zaman. Alnında çocuk yaşından çok uzak zamanlara ait uzun, derin çizgiler vardı. Sanki kendi yaşıtları gibi değil de daha çok iş güç sahibi yetişkinler gibiydi. O uyurken öldü zannederdi Zeki'yi. Öyle sessiz uyurdu ki Zeki, çoğu zaman teneffüs seslerini ya da hemen yanıbaşında oynayan, hoplayıp zıplayan çocukların seslerini bile duymazdı.

    Öyle sessizdi uykusu ve aslında öyle derin uyurdu ki yaşının seslerini, oyunlarını bile duymazdı. Çocuk muydu sahi Zeki? Çocuktu aslında, ama çocukluğu kulaklarına şöyle bir çalınıp geçen rüzgar uğultusu gibiydi. Böyle derin uykularda yaşayıp giderken acaba, çocukluğun hangi tanımında, hangi boyutundaydı?

    Ayakkabı boyardı Zeki. Her gün okul çıkışında, çarşının aynı kaldırımında yoldan gelip geçenlere seslenir ve eğer bir müşteri çıkarsa keyifle ayakkabılarını boyardı. Bazen boyarken türkü söylerdi. Hep eğlenceli türkülerdi söyledikleri. O böyle türkü söylediği zamanlarda oyun oynadığımız zamanlar aklıma gelirdi, o da oyun diye düşünürdüm ve hatta çevredeki kuşlar bile ona eşlik ederdi. O söyler, kuşlar oynardı… Onun da içindeki kuşlar oynuyor olmalıydı…

    Bir gün okul çıkışı annemle birlikte Zeki'nin boya yaptığı kaldırımın yanından geçerken onu görünce sevinçle zıpladım olduğum yerde. Tam, Zeki, diye seslenecekken annemin sert çimdiği ile neye uğradığımı şaşırdım. "Kes sesini" diyordu annem, "sakın o çocuğa seslenme!..." Ve ben "o çocuğa" seslenmiyordum.

    Seslenmiyordum ama her gün rüyalarıma giriyordu Zeki. Hep onun yanına yaklaşacağım ya da ona sesleneceğim zamanlarda annem karşıma çıkıyordu. Ve ben her derste hep Zeki'yi düşünüyordum, İşlediğimiz her dersin örnek sorusu Zekiydi benim için. Yeni şeyleri öğrendikçe öğrendiklerimi Zeki'nin üzerinde uygulamaya alıyordum. Kimi uyumlu çıkıyordu öğrendiklerimin kimi ise tam tersi.

    Biz derslerde çarpım tablosunu, toplamadaki etkisiz eleman sıfırı, kümeleri, paydaları işlerdik, Zeki uyurdu… Denizleri, ülkeleri, dağları aşardık kanatlarımızla, Zeki uyurdu… Kaldırma kuvvetini, yer çekimini, dünyanın hareketlerini incelerdik, Zeki hep uyurdu. Öğretmen ise bilirdi Zeki'nin yorgunluğunu, dinlenmeye fırsatı olmuyor çocuklar, bırakın uyusun. derdi. Ve Zeki hep uyurdu.

    Zeki uyurken, çarpım tablosunu, boyadığı ayakkabılardan kazandığı paraların hesabıyla öğrendiğini düşünürdüm. Zeki'nin sınıf içindeki varlığı ya da yokluğu etkisiz eleman sıfır gibi gelirdi. O böyle uyurken ve biz sınıfta her şeyi kümelere ayırırken o hep tek elemanlı bir küme olarak kalırdı, sınıfta uyuyan tek çocuk olarak. Ama evrendeki yerini sorguladığımda her sınıfta uyuyan bir çocuk olabileceğini düşünürdüm, o zaman bu sessiz yalnızlığının niteliği değişirdi. Sessizlik aynı kalırdı ama yalnızlık faktörü silinmiş olurdu. Paydalar ise işin en acımasız kısmıydı bana göre Zeki'nin çocuk paydasında hiç payı olmadığını düşünürdüm. Biz denizleri, ülkeleri, dağları aşarken Zeki'nin aşamadığı dağlar var gibi gelirdi ve kanatlarının yaralı olduğu fikri gelirdi aklıma, o dağları aşamayacak kadar. Yaşamda yerçekimi yasasının insan cüsselerinde etkili olmadığını düşünürdüm, babası iş adamı olan Süleyman ve babası gibi, iri kıyım insanlar hep tepelerdeyken, Zeki gibi zayıf ve çelimsiz insanlarsa ayağa kalkmak şöyle dursun kaldırımlara yapışık yaşıyorlardı çünkü. Ama kaldırma kuvveti için aynı şeyi söylemek mümkün değildi, o, kitaplara uyuyordu. Süleyman ve babası gibi yüzeyi geniş olanlar suda dibe çökmüyordu ama Zeki gibi ince ve narin olanlar boğuluyordu bu acımasız sularda. Dünyanın hareketleri ise enteresandı doğrusu, yani yaşamla benzerliği açısından. Dünyanın hareketlerine bakınca ilk göze çarpan ekseninden hiç kaymamasıydı, tıpkı yaşamdaki dünya hareketlerinin ekseninden kaymaması gibi… İnsanlar da acımasızlık ekseninden kaymadıkları sürece varlıklarını koruyabiliyorlardı.Yaşamda da dünyanın hareketleri hep aynı yönde seyrediyordu. Zengin hep zengin ve yoksul hep yoksuldu.

    Öğretmen bilirdi Zeki'nin yorgunluğunu, dinlenemiyor bırakın uyusun, derdi ve Zeki hep uyurdu…

    Acaba yetişkinlerin arasındaki Zekilerde mi hep uyuyordu? Öyle ya birileri yaşam pastasının en kremalı kısımlarını götürdüğüne göre Zekiler hep uyuyor olmalıydı. Çalıştıkları zamanlardan arda kalanlar zaten kısacık zamanlardı ve bu zamanlarda kendi hayatları ve hakları adına çırpınmaya güçleri kalmıyor olmalıydı. Bütün güçlerini zenginleri daha da zengin edebilmek için harcadıktan sonra kendi yaşamlarına güçleri kalmıyordu. Onun için hep çelimsiz ve hayatta hep güçsüzdüler.

    Yıllar sonra öğretmen olacağım ve sınıfımda Zeki'ye benzeyen bir çocuk olacağı küçükken hiç aklıma gelmezdi. Ama zamanın yasaları biraz tuhaf işliyor doğrusu. Düşünmediğiniz şeyler bazen karşınıza çıkıveriyor. Benimse bütün derdim Zekiyle.

    ****

    "Zeki, sen gel…" diye seslendi öğretmen. Onun seslenişiyle bir sessizlik oldu sınıfta ve herkes birbirine bakınmaya başladı. Zeki diye biri yoktu ki sınıfta. Sonra arka sıradaki esmer çocuk, başını biraz daha yukarı doğru kaldırarak öğretmenin gözlerine bakıp gülümsedi, anlamıştı kendisine seslendiğini: "benim adım Emre öğretmenim!"

    Buket Çetin


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    2 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


     Kahveci : Ersin Begeç


    ŞİZOFREN HARİKASI

    Otobüslerin ezip geçtiği şehirlerde çıplak ayak izleri görürüm bazen.. yol kenarındaki ufak beyaz papatyaları, onları evlerden ayıran kahverengi ıslak duvarları; hatta yollara sarkmış kırmızı çatıları izler; hepsine tek tek dokunmuşçasına hissederim.. fakat bu birkaç saniyelik rüya manzaraları, o kadar tanıdık gelir ki, perdeyi aralayıp baktığımda, başka bir hayata dalacakmışım gibi biraz huzur, biraz da korku verir bana.. büyüdüğüm halde hayaller kurup, yaşayabilirim..işin aslı beni uyanık tutan, ceplerimin dolup taştığı sanrılardır bir bakıma..

    Beslenme çantamdan kalan dev kurabiye hatıralarına kadar, çocuğumdur da ben..

    Şizofren bir tarafım da var benim.. ufak bir kız çocuğu ve onun beyaz tenli annesini çağırır; ondan bundan konuşurum.. ya da hiç olmadığım kadar sessizce, oturup onları izlerim sadece.. uzun zamandır tanışık olduğumuzdan hiç rahatsız olmayız birbirimizden.. kızın ince, yaşına göre uzun bacaklarını, annesinin ise bembeyaz boynunu severim.. ışıl ışıl parlayan kahverengi saçlarını o kadar severim ki; odaklanmış film kameraları gibi dar çerçeveden; su gibi net sahnelerde, gözlerimi kısıp hayallere dalarım..

    Onlara tozlu plaklarımı dinletir; yeni başladığım romanımı yazdığım, gün boyu saatlerimi harcadığım masamı, ufak odamı gösterir, kitaplarıma dokunmalarına bile izin veririm..

    Tabi ben bir yazarım aslında.. Ama bazen büyük gemilere kaptanlık yapar, sadece okurum.. bazen de hem okuyup hem de dünyayı dolaşma uğruna yol tepen, bir berduş olurum…

    Ve tabi her dağın yamacında, her şehrin sonunda, her yaprağın altında hep ikisine rastlar, biraz oturup onları izlerim..beyaz elbiselerini, örgülü saçlarını, koşuşturmalarını..

    Bu yüzden evini kitaplarında taşıyan omurgalı bir hayvanımdır ben.. ama ufak kızı ve annesini hep sevmişimdir. Hatta aşık olacak kadar, sevmişimdir.. ama sonra korkup karınca olup, pıtır pıtır uzaklaşmışımdır oradan her seferinde..

    Odamın duvarlarını çevreleyen nem kadar hastayımdır ben.. öksürüklerimin arasında ufak kıza masallar anlatıp, şiirler yazarım.. kitaplarım da zarar görmedikçe ziyanı yok; mum ışığında da yaşarım..

    Reflekslerim, içgüdülerim, dedemden kalma cep saatlerim ve yer çekiminden bihaber düşlerim vardır benim.. ağlamaklı ağaç gövdelerinden, kırık kaplumbağa kabuklarına bakarım uzun uzun.. akşamüstü caddelerde kalan çocuk seslerinin; bir bombada yerle bir edilebilirliğine..

    Oldum olası içimde bir acıma hissi; öksüz baharlara.. ama çocuksuz mevsimleri de bilirim.. yağmur sularıyla dolmuş delik varilin bahçemdeki yerini de.. Hangisi daha güzel, bilmiyorum.. annesi daha berrak, ufak kızımız daha masum.. ama ben yaşlanmaktayım.. diğer insanlar kötüdür, bilirim.. bir filmden kalan replik gibi " dışarıda kötü insanlar var, Sofi." Bu yüzden bahçemin kapısını hep kilitli tutarım..

    Bahçemde dolaşıp kızımla oyunlar oynarken, dışarıdan geçen bazı komşularım şaşkın şaşkın bakıp, "cık cık cık.." derler.. ama ağlamam ben.. sadece üzülürüm; dışarıdaki hayat ne çok karışık, ne karmakarışık insanlar diye..

    Ama şu gördüğünüz masamdan kalkıp gökyüzüne bakarken üç tek yıldız gördüğümde; utancımdan kulaklarıma kadar kızarır, işte derim: "üçümüz için birer tane.."

    Ersin Begeç


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    9,589,589,589,589,589,589,589,589,589,58
    12 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


     Kahveci : Ömer Faruk Hüsmüllü


    Oruç Baba'dan Aforizmalar-9

    *- Boş tenekeyi tıngırtatan ya rüzgardır, ya da "boş!" bir adamdır.
    *- İnsanların benim fikirlerimi paylaştıklarını görünce çok kızıyorum; çünkü yanlışlarımın üzerinde bir örtü gibi duruyor bu paylaşımlar.
    *- Eğer aklını mutlaka satman gerekiyorsa, hiç olmazsa bunu insanlığa yararı dokunacak bir iş için yap.
    *- Kusur insana özgüdür, kusursuzluk meleklere. Umarım melek olduğunu düşünecek kadar aptal değilsindir.
    *- Hak etmeyen bir insana fazla değer vermek, demire altın fiyatı vermek gibidir.
    *- İnsanlarla olan ilişkilerde köprü kurmak da, duvar örmek de gerekebilir. Ama sen gene de her ihtimale karşılık duvarların altına gizli bir tünel de yapıver.
    *- Mutluluk hakkında konuşan bu insanlar (ben dahil), gerçekten mutluluğun yolunu bilselerdi, klavye başında vakit mi geçirirlerdi, yoksa doyasıya mutluluğu mu yaşarlardı?
    *- Düşmanın teslim olanı, savaşanından daha tehlikelidir.
    *- Aşık olduğumda ne kadar aptalmışım! Ne kadar aptalca konuşuyorum değil mi?
    *- Gül'ü artık sevmiyorum, zaten o da bana dikenini batırıyor.
    *- Yıldızlarla eşdeğer olduğu düşünülen sevgili, nasıl oldu da titrek bir muma dönüştü?
    *- Ölülere saldıran alçak, kendini büyük bir kahraman sanır.
    *- Çöplüklerde de nice değerli şeyler vardır. Bazen kıymetli elmaslar bile çöplüklerde bulunmuştur. O nedenle çöplükleri çok da değersizmiş gibi düşünme, orada da bir hazineye rastlayabileceğini sakın unutma!
    *- Ağacın gölgesinin kendisine yararı ne?
    *- Vahşi doğa kanunları, sadece hayvanlar arasında geçerliyse, insanlar arasında geçerli olanlara ne ad vereceğiz?
    *- Parayla mutlu ettiklerini gene parayla daha çok mutlu edenler çıkarsa sen ne yapacaksın?
    *- Bugünü boşuna harcarken, yarını da kaybettiğini fark etmiyor musun? Bugün de dünün yarını değil miydi?
    *- Kötüye aktarılan bilgi, cinayete ortak olmaktır.
    *- Güneşin kendi için doğduğunu sanan ahmak, battığını hiçbir zaman göremeyecektir.
    *- Sırça saraylar yaptıranlar, bir tane cam fabrikası kursalar iyi ederler.
    *- Güvendiğin dağlara kar mı yağdı? Dua et ki çığ da düşmesin üzerine!
    *- İyileştirdiği hastalarından kazandığı para ile zengin olan doktora; doğruları söyleyerek seçmenden oy alan politikacıya az rastlanır.
    *- Devenin eğrisini yılanın eğrisine tercih ederim.
    *- Hayatı bir komedi olarak göremiyorsan, hayat seni komik duruma sokar.
    *- Kemik için kavga eden köpekleri küçük görürüz de, para ya da dünya nimetleri için mücadele eden insanları neden takdir ederiz?
    *- Sürüsünü kaybetmek isteyen çoban, koyunlarını burnu koku alma yeteneğini kaybetmiş tazıya emanet etsin.

    Ömer Faruk Hüsmüllü


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    2 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


     Kahveci : Hasan Tülüceoğlu


    MIZIKA-İ HÜMAYUN'DAN SENFONİ ORKESTRASINA MEHTERAN GÜNCELLEMESİ

    Devletin Üçüncü Selim'le planlı programlı topyekun giriştiği yenileşme(Avrupalılaşma) hareketi maalesef Sultan'ın hayatına mal olmakla birlikte halefi II. Mahmut, o gün için tehlikeli bu kulvarda devlet iradesini ayanlar belasını def edip otoritesini sağlamlaştırdıktan sonra devam ettirdi. Devletin bel kemiği, devamının zorunluluğu aynı zamanda devlet iradesini tehdit eden en büyük bela durumundaki Yeniçeri Ocağı, uzun süren güç uğraşlar sonunda 'Vaka-i Hayriye' adıyla isimlendirilerek kaldırılmıştı. Devlet, Üçüncü Selim'in kurduğu Avrupa tarzı orduda devam edecekti.

    Yeniçeri Ocağı kaldırılıp yerine Avrupa eğitim sistemli yeni ordu kurulunca teşkilat bütünüyle batı usulünde yenilenmek zorundaydı. Bu zorunluluk yüzyıllardır orduyu galeyan ve şevke getirip milli kültürümüzü temsil eden mehterin de kaldırılmasını gerektiriyordu. Mehteran tamamen kaldırılıp yerine 'Avrupa Bandosu' diyebileceğimiz 'Mızıka-ı Hümayun' kurulacaktı. Bu yeni devlet bandosunun devam ettirilebilmesi içinde mızıka okulu açılacaktı.

    II. Mahmut'un, o günkü şartlarda devleti ve milleti temsil eden ancak batı tarzı dışında farklı bir sistemle idare edilen Yeniçeri Ocağını ve beraberinde mehteranı kaldırması gerçekten büyük bir devrimdi. Yeniçeriliğin simgesi olan mehteranın kaldırılmasına o gün toplum tepki göstermemişti. Zira yeniçeriler artık milletin başına bela haline gelmişlerdi. Bu şartlar bilinse bile günümüz muhafazakar ve milliyetçileri II. Mahmut'un mehteranı tamamen ortadan kaldırmasına doğal olarak tepki göstereceklerdir. O gün yaşamış olsaydık başta padişah İkinci Mahmut'u ve devleti, millet düşmanı ilan ederdik.

    Ama gerçek böyle değil. Bu bir zorunlu değişim süreciydi.

    İkinci Mahmut ve devlet yönetimi milleti, tarih ve kültürümüzü temsil etme açısından bir takımda olsa mehteranı şeklen koruyabilirlerdi. Bu açıdan onlar eleştirilebilinir. Hatta yeniçeriliğin küçük bir bölüğü bile şeklen muhafaza edilebilmeliydi. Ancak yeni bir yapılanma söz konusu olunca bu yeniliğin topluma yerleştirilmesi için eskiye ait her şeyin ortadan kaldırılması da bir açıdan haklı bir yaklaşımdı.

    Mehter yerine kurulan Mızıka-i Hümayun, hemen her padişahın yenilikler katmasıyla Cumhuriyet'e kadar devam etti. Bir Avrupa bandosu olan 'Mızıka-i Hümayun', bu özünü korumakla birlikte Cumhuriyet döneminde isim değişikliğiyle mevcudiyetini sürdürdü. Bir ara Milli Eğitim Bakanlığına bağlanmakla birlikte günümüze 'Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası' olarak ulaştı.

    Mehter ise ikinci Mahmut döneminde yeniçerilikle birlikte tamamen kaldırılmıştı. 1900'lere geldiğimizde Avrupa'dan esen milliyetçilik ve milli kültür rüzgarıyla yeniden gündeme geldi. 1911'lerde gündeme düşen Mehteran, Ahmet Muhtar Paşa'nın gayretleriyle 1914'te yeniden kuruldu. Askeri müze bünyesinde bir takım olarak kurulan mehteran, 1934'te zamanın Milli Savunma Bakanı Zekai Apaydın tarafından, "aslına nazaran kifayetsizlik" gerekçesi ile kapatılmıştır.

    Demokrasi rüzgarlarının estiği 50'lilerde, zamanın Genel Kurmay Başkanı'nın, İngiltere ziyaretinde mehter benzeri İskoç Gayda Takımlarının geleneksel şeklini hala muhafaza ettiğini görmesiyle mehter yeniden gündeme geldi. Cumhurbaşkanı Celal Bayar'ın teşvikiyle Genel Kurmay Başkanı Orgeneral Nuri Yamut, 1952'de mehteranı yeniden kurdu.

    12 Eylül darbe döneminde bir ara faaliyeti durdurulan mehter sonrasında yine askeri müze bünyesinde devam ettirildi. Günümüzde birçok belediyelerin, milli tarihimizi ve kültürümüzü yaşatma ve temsil etme anlamında mehter takımları mevcut.

    Mehteran gerçeği bilindiğinde bir çoğumuzun diş bileyerek bakacağı İkinci Mahmut ve dönemin devlet iradesinin kurduğu Mızıka-i Hümayun, her ne kadar Avrupa tarzı bando olmakla birlikte bizimdi ve bize has öğe ve orijinallikler taşıyordu. Mehter nasıl geçmiş kültürümüzün bir parçasıysa 'Mızıka-i Hümayun'da bizim Avrupalılaşma mücadelesinde bir kültürümüzdür. Hem de az bulunur orijinal bir kültürdür.

    Tarih ve kültür değerlerimizi koruma ve yaşatma açısından İkinci Mahmut'un 'Mızıka-i Hümayunu'nun orijinal şekliyle yeniden kurulması gerektiği görüşündeyim. Tıpatıp aynısı kurulacak bir Mızıka-i Hümayun eminim bizi mehteran kadar heyecanlandıracaktır. Başta İkinci Mahmut'un yaptırdığı devlet marşı(mahmudiye) olmak üzere II. Abdulhamit'in 'hamidiye' marşına kadar arada geçen padişahların kendi adlarına bestelettikleri milli marşlar üzerimizde mutlaka etkili olacaktır. Hadi hep tek kutuplu düşünmeyelim. Ayrım yapmadan geçmiş kültürel değerlerimize sahip çıkalım.

    Hasan Tülüceoğlu


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    1 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


     Dost Meclisi


    YORUMLARINIZI GALERiMiZDEKi iLGiLi BÖLÜME BIRAKABiLiRSiNiZ.
    Yorumlarınız için bekleriz.

    Fotograf : Halil Önceler


    <#><#><#><#><#><#><#>

    Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
    dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

    <#><#><#><#><#><#><#>

    Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
    Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
    Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
    Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
    Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.

    Yukarı


     


     Tadımlık Şiirler


    Parça

    Bölündüm,
    Parçalandım,
    Toz tanelerine...
    Bazı parçalarım
    Masalarınızda oturur kahkahalarla güler telaşınıza
    Bazıları ise, komik, serseri
    Saçlarınızda dalgalanır rüzgarda
    Korkak olanlar
    Dolaplarınızda,
    Sinsi sinsi kirletir o çok sevdiğiniz giysilerinizi
    E parçalandım,
    Bir sabah hiç farketmeden
    Hani güneş de doğmuştu saatler önce
    Anlayamadan olan biteni
    Bir rüzgarın başucunda buldum aniden kendimi...
    Bölündüm damlalarıyla yağmurun,
    Ah, bir parçam da yağdı toprağa
    Ayaklarınızın altındadır
    Bir baksanıza..
    Aya uçmaya çalıştı saçımdan kopan parça
    Parmak uçlarım parçalandığında... kondu pis bir bacanın kenarına
    Ve
    Bölündüm
    Parçalandım
    Kimse duymadı parçalanırken çıkardığım sesi
    Halbuki cam kırılmasının çıkardığı ses gibiydi
    Ne bileyim suyun bardağa dökülme sesi
    Ya da
    Çocuklar kızakla kayarken yükselen kahkahalar gibiydi
    Parçalanma sesim
    Ah nasıl üzüldüm kapının önündeki kadın faraşa süpürürken beynimin sağ lobunun köşesini
    "Sen seçtin !" dedi
    parçalarımdan biri üzerinden geçerken rengarenk Boğaz Köprüsü'nün altındaki lüfercik,
    Bilmeden takılacağını ağlarına nasır elli
    Samsun 216 içen kedinin..
    Ah parçalandım,
    Hiç canım yanmadı dağılırken parçalarım evrenin her tarafına

    Acımalı mıydı ki ?
    Parmaklarım,
    Kollarım,
    Başım,
    Kalbim,
    Omuzlarım
    Ve sırtım

    Bir parçam
    Annemin cüzdanında,
    Hep taşısın diye beni yanında,

    Bilmem..
    Acımalı mıydı acaba ?

    Özge Yıldız

    Yazdırmak için tıklayınız.

    Yukarı


     


     Biraz Gülümseyin



    KMTV Sunar...

     


     Kıraathane Panosu



    Polygon Web Studio


    Yazarlarımızın Kitapları


    Merih Günay
    "Martıların Düğünü"

    Nesrin Özyaycı
    "Işık -II-"


    Temirağa Demir
    "Her kardan Adam Olmaz"


    Şadıman Şenbalkan
    "Şehit Analarımızın Çığlıkları"

    Hatice Bediroğlu
    "Düş Kuruyor Gece"

    Cüneyt GÖKSU
    Serpil YILDIZ

    "KÜBA - SARI SICAK BİR PENCERE"

    Merih Günay
    "HİÇ"

    Feride Özmat
    "Yanlış Zaman Hikayeleri "

    C.Eray Eldemir
    "Uzak İklimler"

    Temirağa Demir
    "Edepli Fahişeler"

    Ellerin Söylüyor Sonsuzluğu
    Feride Özmat
    "Ellerin Söylüyor Sonsuzluğu"

    Nesrin Özyaycı
    "ÖLMESEYDİ"

    Yitik Ada Günceleri
    Feride Özmat
    "Yitik Ada Günceleri"

    Hazırlayan: Kadir Aydemir
    "Olimpos Öyküleri
    Mavi Mağara
    Sedef Özkan"
    İyi Kalpli Seri Katil
    Semih Bulgur
    "İyi Kalpli Seri Katil"
    80'lerde çocuk olmak
    Hazırlayan: Kadir Aydemir
    "80'lerde çocuk olmak
    Viking Gemisi ile kıyı kıyı İSTANBUL
    Şebnem Çağlayan"
    Temiraga Demir - Buğu
    Temiraga Demir
    "BUĞU"


    Sedef Özkan
    "Aynı Yaprakta Olmak"


    Yukarı


     


    Akın Ceylan

     İşe Yarar Kısayollar


      Şef Garson : Akın Ceylan

    Çocuklarınızı bilgisayar başından kaldıramıyorsanız en iyi yöntem onları doğru yönlendirmektir. Bu sefer özellikle küçük çocukların bilgi ve becerilerini geliştirmeye yönelik bir web sayfası tavsiye edeceğim http://www.hellokids.com/ Sayfalarda resim çizmekten boyama yapmaya birçok aktivite mevcut. Aslında web sayfası ingilizce ama çocukların bile anlayacağı bir şekilde hazırlandığı için siz velilerin yönlendirme konusunda bir sıkıntı yaşamayacağınıza inanıyorum.

    Böyle İngilizce sayfalar tavsiye ederek biz velileri zor durumda bırakıyorsunuz diyenler için bir de Türkçe web sayfası tavsiye edelim http://www.cocukca.com/ Oyunlar, boyama sayfaları ve çocuklar için eğlenceli diğer örnekleri rahatlıkla kullanabilirsiniz.

    Teknolojik gelişmeleri yakından takip edebilmek için http://www.teknoportal.gen.tr/ sitesini deneyebilirsiniz. Her türlü teknolojik yeniliği takip eden bu portal sayesinde birçok konuda kapsamlı bilgiye ulaşabileceksiniz. Ayrıca bilişim teknolojisiyle ilgili birçok konu da ana başlıklar altında toparlanarak paylaşılmış. Özetle söylemek gerekirse: bu web sayfasında kısa ve öz bilgilerle, kafanız karışmadan teknolojiyi yakından takip edebilirsiniz.

    Diyelim ki her şeyi merak eden ve sürekli soran birisinden bıktınız ama ne yapacağınızı bilmiyorsunuz ya da aslında meraklı olan kişi sizsiniz ve kaynak bulmakta zorlanıyorsunuz. İşte size sağlam bir kaynak http://www.bilgimotoru.com/ O kadar çok sorunun cevabını sayfalarına eklemişler ki maşallah diyorum. Merakını gidermek isteyen arkadaşlar önden buyursun.

    Yukarı


     


     Damak tadınıza uygun kahveler






    http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
    Kahve Molası Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.

    GOM Player 2.1.28.5039 / Windows / 7.21 MB
    http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE
    Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.

    VLC media player for Windows / V.1.1.7 / 20 MB
    http://www.videolan.org/
    İçinde tüm codec kütüphanesini barındıran açık kaynak bir oynatıcı. Bilgisayarınızın olmazsa olmazlarından biri. mp4, mov, mkv dahil hemen her formatta filmi izlemenize olanak sağlıyor. İndirin seveceksiniz.

    7-Zip 9.20 (2010-11-18) for Windows / 1.068 KB
    http://www.7-zip.org/
    Winzip, Winrar gibi sıkıştırma programlarının tek alternatifi. Sadece zip ve rar formatlı dosyaları değil, hemen her çeşit sıkıştırılmış dosyayı açan, minik ama süper bir "Open Source" programı. Kendi formatında yaptığı sıkıştırmanın üzerine yok. İsterseniz zip olarak ta sıkıştırma şansınız var. Hemen indirip kurun, sonra da bana şükredin.

    Yukarı


     


    KAHVE MOLASI ABONELERi Google Grubuna üyesiniz. İlginize teşekkür ederiz.

    ABONELiKTEN AYRILMAK İÇİN :
    KM-abone+unsubscribe@googlegroups.com
    (Gönderdiğiniz mesajın abone olduğunuz adresten gittiğine emin olunuz.)

    ÜCRETSİZ ABONE OLMAK İÇİN :
    Google Gruplar KAHVE MOLASI ABONELERi grubuna kayıt ol
    E-posta:


    Arkadaşlarınıza önermek ister misiniz?


    Uygulama : Cem Özbatur
    2002-23©KAHVE MOLASI - Her hakkı saklıdır. Yayın İlkeleri

     






    Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

    Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



    SON BASKI (HTML)

    KAHVE YANINDA DERGi

    Hoşgeldiniz
    Arşivimiz
    Yazarlarımız
    Manilerimiz
    E-Kart Servisi
    Sizden Yorumlar
    KÜTÜPHANE
    SANAT GALERiSi
    Medya
    İletişim
    Reklam
    Gizlilik İlkeleri
    Kim Bu Editör?
    SON BASKI (HTML)
    YILDIZ FALI
    DÜNÜN
    ŞARKILARI





    ÖZEL DOSYALAR

    ATA'MA MEKTUBUM VAR
    Milenyumun Mandalı
    Café d'Istanbul
    KIRKYAMA
    KIRK1YAMA
    KIRK2YAMA
    KIRK3YAMA
    ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
    11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
    Teröre Lanet!
    Kek Tarifleri
    Gezi Yazıları
    Google
    Web KM




    Hayalin Gitmez
    Ersan Erdura









    Fincan almak ister misiniz?
    http://kmarsiv.com/sayilar/20110419.asp
    ISSN: 1303-8923
    19 Nisan 2011 - ©2002/23-kmarsiv.com