Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 10 Sayı: 1.888

 23 Eylül 2011 - Fincanın İçindekiler


  • SENİ YAZMASAM OLMAZ MI? ... Seyfullah Çalışkan
  • EŞE VEDA FOTOĞRAFI ... Hamdi Topçuoğlu
  • Serçeler ve Yılanlar ... Sarahatun Demir
  • Hoşgeldim mi? ... Banu Özgüç
  • ÇİÇEKLERİ DÖKEN BAHAR ... Müşerref Özdaş
  • Oruç Baba'dan Aforizmalar-31 ... Ömer Faruk Hüsmüllü
  • ADİL-İYYE MACERALARIM 1.FASIL ... Abuzittin Tırlak
  • Değiş(eme)mek.. ... Aslı Gültekin


  • Dost Meclisi, Tadımlık Şiirler, Biraz Gülümseyin, Kıraathane Panosu, İşe Yarar Kısayollar, Damak Tadınıza Uygun Kahveler

  •  



     Editör'den : Sıfırdan Sonsuza!..


    Merhabalar,

    Buradan memleketimin insanına ne zaman "Koyunsun" desem, sürüden biri çıkıp bana küfrediyor. Kendince tatmin oluyor elbet ama sonucu değiştiremiyor. Koyun gelmiş koyun gidiyor. Alın işte, adamın partisi bugün seçime girse %55 oy alacakmış. Alır tabi, bu his, acı isot yemek gibi birşey. Yedikçe insanın yiyesi geliyor, iştahı açılıyor, "Biraz daha, biraz daha" diye yalvar yakar oluyor. Baştaki adem kendisine bizzat "koyunsunuz" diyor, ona kızmıyor, bencileyin hakikati suratına vurunca aslan kesiliyor. Adamın en has lafı "Koyun bile gütmemiş..." değil mi? Kime söylüyor? Ana muhalefetin liderine. Bunu ona hakaret olarak kullandığına göre kendinin koyun çobanlığında "usta" olduğuna inanıyor. Peki bu durumda koyun kim oluyor? Bizatihi siz sayın ablalarım, abilerim, siz. Karaman mı yoksa Merinos musunuz artık siz aranızda karar veriverin, olur mu?

    Okumayan, yazmayan, olan bitenle değil, aptal kutusundan kendine zerkedilenlerle ilgilenen koyun biraderlerim ve dahi ablalarım için etraf düğün dernek. Öylesine akıl tutulması yaşıyoruz ki, önümüzde olup bitenlere bile inanmıyor, bize söylenilenle yetiniyoruz. 2001'in Eylül ayında bugünün parası ile 1.55 TL olan ABD dolarının başımıza ne işler açtığını biliyor ama bugün 1.84 TL olan dolardan korkmuyoruz. Ne söylediyse, ne söz verdiyse tam tersine evet diyen bir adam tarafından güdülüyoruz ama hala o "Şerefsiz" dedikçe "Oley" çekiyoruz. Yok ben değil, siz çekiyorsunuz. Ben ne çekiyorsam içimden çekiyorum, Allah biliyor.

    Geceyarısından sonra kanallar arasında dolaşın göreceksiniz, hemen hepsinde üç beş zat-ı muhterem oturmuş terörü tartışıyor. Ne yapmalı da bu terörü sona erdirmeli diye fallar açıyorlar. "Ne yapmalı" sorusuna her kafada bir cevap var, dolayısıyla orası pek berrak değil. Ama "Ne yapmamalı" konusunda en azından benim kafamda soru işareti yok. Tayyip Bey'imizi dinleme, duyduğuna inanma, yaptığını hiç yapma. Yalan üstüne yalan söyledikten, ispat edemeyen "şerefsizdir" dedikten sonra, çıkan ses kayıtlarını inkar edemeyen, lafazanlık yapıp hükümetle devleti birbirinden ayırıp zeytinyağlığa özenen bir muhterem zat tarafından güdülüyoruz işte. Ne acıdır ki, bir iki tanesi hariç o koca medyadan biri çıkıp ta "Ne diyosun sen amca?" diye soramıyor memleketimde.

    Sıfır sorun prensibiyle sonsuz soruna varma becerisi(!?) gösteren bu zihniyet amacına yavaş yavaş ulaşıyor maalesef. Ele geçirilmesi gereken köşebaşları kalmadı artık. Hemen her yerde amaçlarına ulaştılar. Şimdi ki korkuları yetişen neslin palazlanması. O çocukları birbirine kenetleyen "Atatürk" tutkalına tiner karıştırmakla meşguller şimdilerde. Bir meczup ve hırsıza emanet edilen Milli Eğitim'den Atatürk'ü çıkarmakla uğraşıyorlar şu sıralar. Atatürk ilkelerine bağlı nesiller yetiştirmek milli eğitimin görevleri arasından çıkarıldı kaşla göz arasında. O ne hınçtır ki, mümtazer denilen bir yaratık, besleme gazetesindeki köşesinde şu lafları edebiliyor; “Atatürkçülük, Atatürk ve Türk’ün milli ve manevi değerleri, ideolojik zırvalardır. Bunların ülkeye ve Türklüğe hiçbir faydası olmamıştır, aksine zararı olmuştur. Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer’in bu gibi zırvaları eğitimden temizlemesi, çağ atlamak için en büyük engeli ortadan kaldırmıştır.” Zırvaları(!?) temizleyen bakan da; "Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulduğu sırada ortaya atılan Cumhuriyet ilkesinin zayıfladığını ve işlevini kaybettiğini görüyoruz. Halk için ve halk adına yönetim diye tabir edilen Cumhuriyet kavramının aslında artık bizim için çok fazla bir mana ifade etmediğini söylememiz de mümkündür…” diyerek, Türkiye Cumhuriyeti’nin başlangıçta ortaya koyduğu laiklik, cumhuriyet ve milliyetçilik gibi birçok temel ilkenin değiştirilmesi gerektiğini savunuyordu kısa süre önce.

    Peki, bu ikisinin piri, büyük üstadları, elini bırakıp eteğini öptükleri Tayyip Bey'imizin Mısır'a "Laiklik" tavsiye etmesine ne demeli? Ben ses çıkaran her yerimle kahkahalarla gülüyorum, siz ne yapacağınıza kendiniz karar verin. Bilahare hoşçakalın.

    Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

    Cem Özbatur








     


    Seyfullah Çalışkan

     Deniz Fenerinin Güncesi : Seyfullah Çalışkan


      SENİ YAZMASAM OLMAZ MI?

    Sana verdiğim sözü tutamadım. Önceleri nasılsa unuttu diye avundum. Hatta bir ara unuttuğundan adım gibi emindim. Aylar sonra gelip tekrar anımsattığında yanıldığımı anladım. Artık kaçacak yerim kalmadı. Yalanlara sığınmaya çalışıp kaytarmaya çalışmaktansa yıllar sonra da olsa en iyisi seni yazıp kurtulmak. Tekmili otuz iki kısım birden değilsin ya sonuçta… Mademki; adımız yazara çıktı, öykücüyüz dedik, yazayım da kurtulayım en iyisi. Seni çok iyi tanıyorum diyebilmeyi çok isterdim. Sana deli gibi âşıktım diyebilmeyi de… Ama hayır, biz hiç kadar ileri gidemedik. Azık kendin vardın, azıcık da beklentilerimi kattım. Kelimeler ekledim sağ yanına, sen oldun. Açıkçası benim istediğim kadın oluverdin. Olmasına oldun ama ne kadar kadın, ne kadar dişi, ne kadar çekiciydin. Tam olarak anlayamıyordum. Daha fazlası olsaydı, örneğin çok daha yakın olsaydık, çok zaman geçirseydik seninle bu iş nereye varırdı? Bu da başka bir bilmece olarak kalacak.

    Yalnızlıktan geberdiğim bir zamanda gelmiştin. Ama öyle az buz değil hani, içimi acıtıyordu. Bunu kim bilmez ki? Üç aşağı beş yukarı herkes yaşamıştır. Senin bir zamanın vardı. Saatlerimi kurmasam bile çıkıp gelirdin. Sen gelmeden önce ben bir yada iki duble votka içmiş olurdum. Zaman azıcık sarhoş olurdu. Votkaya başlamadan önce yalnızlık o kadar feci kanatmazdı içimi. İçtikçe daha beter olurdum. Bileklerim kesmeyi düşünmezdim ama odamın duvarları üstüme üstüme gelirdi.

    Sen minnacık bir şeydin. Küçücük çıtı pıtı… Konuşmaya başladığımızda boyundan büyük laflar dökerdin eteklerinden. Ulu orta , herkesin sarıldığı yaldızlı cümleler. Ama çok sevimliydin. Bende bir civcivi okşamaya duyulan o içsel tepkiyi tetikleyen bir yanın vardı. Neden bilmiyorum ama bende sevme isteği, okşama hevesi yaratırdın. Gülüşlerinde dünyayla dalganı geçiyormuş görüntüsü veren bir rahatlık ve muziplik vardı. Dudaklarının kıvrımları, geç bunları, sen giderken, ben dönüyordum der gibiydi. Bendeki görüntülerinde hep uzak bir noktadan bakardın. Örneğin odanın en uzak köşesinden, sahildeki uzak bir banketten, odanın en uzağındaki kanepeden bana gülümserdin. Mesafeli, dikkatli, sıcak ve çelişkili olurdun.

    Sen mi bana gelirdin, yoksa ben mi sana giderdim, başka bir bilmeceydi. Bana kalırsa ben sana giderdim. Geceleyin Polatlı ovasından süzülüp geçen bir trene binerdim. Anızlara yıldız yağarken, pencereden gökyüzüne bakardım. Neden illa tren, neden gece vakti? İnan bilmiyorum. Belki de çocukluğumda Ankara Ekspresi ile bu ovayı geçtiğimdendir. Belki de trenler bana kavuşturmayı daha çok anlattığı için… Ama gerçek bilinçaltımın hangi sularında oynaşmaktadır. Bilmiyorum…

    Şimdi kısacık saçlarınla, çocuksu bakışlarınla bir resim çizsem… İşte bu küçük elli kız sensim desem. Bakışlarında biraz oynaş, gözlerinde kurnazca bir ışıltı yapsam mor ve kırmızılardan. Mavi neden bu kadar az benim resmimde diyeceksin. Ama ben hiç umudu koymadım ki senin şarkılarına. Biraz depresif, ama hüzünlü bir kızdın görürdüm genelde… Dokunsam, gözünün üstünde kaşın var desem kavgaya tutuşacak bir portre oluverir aniden… Mesafeli kalmaya çalışırdım, korkardım…

    Kitapları severdin, şarkılara bayılırdın genelde. Küçük dağların tepesinde, seni hep kendince otururken bulurdum. Bir akşam, dereden tepeden konuşurken üçüncü birayı içiyorum demiştin. Zırt pırt işemeye mi gidiyor acaba diye düşünmüştüm. Meyhaneden çıkıp eve giderken çişini tutamayıp yol kıyısındaki ağaç diplerinde işeyen erkekler geldi aklıma. Tanıdığım kadınlar genelde içmezdi. Sen hem şaşırtıcı, öte yandan da hemen gerçek oluverirdin. Elbette sen bilemezsin, sarhoş kadınlar genelde erkekleri korkutur. Çünkü bize ağır, adabıyla içmek erkeklere özgüdür diye öğretilmiştir. İçen kadın çirkefe, kavgaya, rezalete meyillidir gibi algılardım. Rahat tavırlarına bir yanım özenirken, öte yanım çekinirdi. Bulaşma oğlum, derdim kendime, bu kadından uzak dur…

    Sana kendimce bir isim koymadım. Baharla, denizle, kuşlarla buluşturdum seni, ama çiçeklerin arasına yerleştiremedim. Hep sivri, biraz dikenli bir halin vardı. Güzeldin, tatlıydın ama kaktüs meyvesi gibi çokça dikenliydin. Tadına ulaşabilmek için zorlu bir yolu geçmek gerekirdi. Kaşlarına, gözlerine, dudaklarına kötü söz söylemedim. Güzeldiler… Ve aslında tutkuyu söyleyen tılsımlar da taşıyorlardı. Elbette içimde bir yanım dokunmak, öpmek ve koklamak arzusu da duyuyordu, öte yanım yürü yoluna git diyordu. Sen benim bu halimi anlayıp çekingenliğimle dalganı geçiyordun. Tadını çıkara çıkara… Şimdi bunca zaman sonra, sen benim kötü zamanlarıma denk geldin. Yoksa gününü görürdün desem kaç para… Zayıf zamanlarıma denk geldin. Biraz yaklaşabilsen, azıcık bam telime dokunabilsen, oyuncağın olabilirdim.

    Sende hep çözemediğim bir bulmaca vardı. Örneğin önce sıcaktan yakınırdın. Sonra rüzgârdan, bir başka gün yağmurdan… Bir işin vardı, evin ve herkesin adından hayranlıkla söz ettiği bir kasabada yaşardın. Yerli yersiz yakınmalarını dinlerdim. Anlayamazdın. Mutlu olmak için ne isterdin? Yakınmayı, sürekli şikayet etmeyi huy edinmiş bu kız derdim. Şimdi böyleyse bunun ihtiyarlığı hiç çekilmez… Gülüp geçerdim…

    Şiir yazardın sen geceleri. Uzun şiirler, tınısında hüzünler, çıkmaz sokaklar ve yolunda gitmeyen kırık aşk hikâyeleri olurdu. Ben de öykülerde hep içine karanlıklar çökmüş insanları anlatırdım. Birisi çıkıp bize baksa, yazdıklarımızı okusa ikimizi de biraz sonra intihar edecek sanırdı. Senin fesleğenleri, sardunyaları ve yaşamayı ne kadar sevdiğini kırk yıl düşünse tahmin bile edemezdi. Başkası bilir miydi şiir sevdiğini, söylemiş miydin? Bilmiyorum… Liseli bir kızın uçarı halleri içinde şiirlerini bana okuturdun. Şiirden anlamazdım ama okurdum, gösterdiğin için kendimi sana yakın hissederdim. Haberin bile olmazdı ama ben gizliden gizliye sevinirdim.

    Bir gün öğle üzeri, asfaltların güneşten hamur gibi yumuşadığı bir saatte seni aradım. Bankalar Sokağının arkası tıka basa otobüs doluydu. Telefona hiç tanımadığım biri çıktı. Ben filancayım dedi. Özür dileyip kapatacaktım aslında. Sonra telefonun kendisinin olmadığını, mecbur kalıp baktığından söz etti. Sesinde alaycı gülüşlerden tanıdığım bir çıngırak çalıyordu. Çok geçmeden telefonu sana verdi. Konuşurken bir ara, kurduğun cümlelerin arkasında civelek bir kahkaha patlayıvermişti. Sonraki cümlelerin hepsi aniden anlamını şimşek hızıyla yitirmişti. Oysa zaten ben aramadan önce kararsızlıklar içinde dönüp durmuştum. İşte o an bütün konuşma hevesimi kaybedip aradığıma pişman oluvermiştim. Zaten hava çok sıcaktı, sıkıntımı da ekleyince su gibi ter içinde kalıvermiştim.

    O gün, o öğle üzeri, kaldırımın kıyısından kocaman otobüsler geçerken, senin yaşadığın o kasabaya hiç gitmemeye karar veriverdim. Kendimi kızdım, durmadan kendi yarattığı imgelere sarılan hayal gücümün bana oyun oynadığını anladım. Zihnimde canlanan kara kalem kurgular beni her gittiğim kentte acemi bir gezgin yapıveriyordu. Öğlen vakti içmek huyum değildi ama Konak'ta bir birahaneye oturdum. O gün, o öğlen, sıcağın en insafsızında bir bira içtim, bir tane daha, iki, üç, dört, beş… Salak kafam benim, aptal, beceriksiz ve işe yaramaz düşlerim. Hayır, düşündüğün gibi olmadı elbette. Oturup ağlamadım. Şükürler olsun ki sen bende ağlanamayacak kadar azdın… Sadece çok aptal olduğum için kendime kızdım.

    Güneş körfezin sularında kıpkırmızı ve sarhoşken, Konak'tan metroya binip Zehra'ya gittim. Onu sevmezdim ama ne önemi vardı. O beni her zaman severdi. Beni kapıda görünce çocuklar gibi sevindi. Bakkala gidip biralar aldı. Taraçadaki asmanın altına oturduk. Hiçbir şey sormadı. O çok iyi bilirdi ki, ben ona nedensiz gelmezdim. Şirinyer'de şehrin ışıkları yıldızları solgun gösterirken içtik. Gökyüzünde acayip bir pembelik… Hiç konuşmadan içtik. Olur, olmaz düşlerin peşinde koşmaktansa keşke bu kızı sevebilseydim diye düşündüm. Ertesi sabah kendime geldiğimde otobüse atlayıp İzmir'i ve Zehra'yı kendi haline bırakıp kaçtım.

    Seyfullah
    seyfullah@kahveciyiz.biz


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    4 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


    Hamdi Topçuoğlu

     Kahveci : Hamdi Topçuoğlu


      EŞE VEDA FOTOĞRAFI

    Hangi gazeteye baksam aynı fotoğrafı görüyorum: Yaşlı bir adam, mezara kürekle toprak atıyor. Soluk mesafesinde, ensesinde takım elbiseli, kara gözlüklü dört beş adam… Sanki mafya filmlerinden kopyalanmış bir sahne.

    Fotoğraftaki yaşlı adamı biliyorum. O, bazılarının Ergenekon Terör Örgütü dedikleri davadan 7 aydır tutuklu olan Doğan Yurdakul'dur. Mezar, hastalığı döneminde görmesine izin vermedikleri eşinin mezarı, ensesindekiler de sivil polislerimiz.

    Doğan Yurdakul'la hayatta hiç yüz yüze gelmedim. Oysa iki komşu ilçede doğmuşuz. İkimiz de Karialıyız. Yurdakul, eline silah almış mıdır bilmem; ama onun, silahtan daha tehlikeli şeyler kullandığı kesin.

    Doğan Yurdakul, 1946'da Aydın'ın Bozdoğan ilçesinde doğmuş, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni bitirdikten sonra Paris Sorbonne, Vincennes ve Cenevre üniversitelerinde lisansüstü öğrenim görmüş, "Yenigün", "Ulus", "Vatan", "Aydınlık", "Evrensel", "Siyah-Beyaz", "Günaydın" gazeteleri ile "Kim", "Yön" ve "Devrim" dergilerinde çalışmış. "32. Gün" adlı televizyon programının Ankara temsilciliğini yürütmüş bir gazeteci ve Fransızca - Türkçe Sözlük, Abi, Sırların Kavşağında, Reis -Gladio'nun Türk Tetikçisi, Bay Pipo, Bir MİT Görevlisinin Sıradışı Yaşamı: Hiram Abas adlı kitaplara imza atmış bir yazardır.

    Fotoğraf bana, Ömer Aras'ın İstanköy 'ün 2. Dünya Savaşı' nda Almanlar tarafından işgal günlerinden anlattığı bir anısını çağrıştırıyor.

    "… Avluda upuzun yatmış bir alman askeri gördük. Adamın boyu iki metre var. Kafasından vurulmuş. Üstünde o gün giyinmiş gibi elbiseler var; ama kafasına sinekler üşüşmüş. Annem başındaki tülbendi çıkardı. Adamın yüzünü örttü. Eve gittik; ama Almanlar, askeri bizim öldürdüğümüzü sanacaklar diye korkumuzdan sabaha kadar uyumadık.

    Şafak vakti bir cip geldi. Cipte bir subay, bir asker, bir de şoför vardı. Askeri bizim öldürdüğümüzü sanacaklar diye korkudan tir tir titriyordu. Subay:"Bu örtüyü kim örttü?" diye sordu. "Mama" dedim. "Danke schön!" dedi. Biraz olsun rahatladım.

    Subay, önce cesedin boynundaki künyeyi aldı. Sonra ceplerini karıştırdı. Adam Ganilerin evine girmiş, incir almış. Cebinden bir de Rodos sigarası ve çakmak çıktı. Subay, bana bir şeyler söyledi. Bana, cesedi kaldırmam için emrettiğini anlamıştım. Ben, ufak tefek biriydim. O dev gibi adamı kaldıramazdım; ama çaresiz yüklendim. Doğal olarak başaramadım. Sonunda cesedi üç kişi kaldırdık, cipe koyduk. Subay, eliyle cesedin yanını gösterdi, sen de bin, dedi. Annem ağlamaya başladı; ama Alman hiç umursamadı. Cipe bindim, cesedin ayak ucuna oturdum. Araba bir süre anayola doğru gitti ve işlenmemiş bir tarla kıyısında durunca indik. Subay, elime bir kazma verdi. Sert bir sesle bir şeyler söylerken eliyle mezar işareti yaptı. Toprağı kazmaya başladım…" ( Çiftçi Diplomat- Ömer Aras)

    Devam edemiyorum. İşgalde miyiz ki o fotoğrafla bu anı arasında böyle bir bağ kuruyorum, diyorum kendi kendime. Ama o bir metre geride duran tutukevi aracı…Kara gözlüklü adamlar… Acaba Doğan Yurdakul azılı bir katil ya da Deniz Feneri, PKK ya da KCK tutuklusu olsaydı aynı fotoğrafı çekmek mümkün olabilir miydi, diye soruyorum bu kez kendime.

    Şimdi birileri, Doğan Yurdakul'un yaşadıklarını bana, sana, ona yaşatmak isterse kim engel olabilir? Halk mı, yargı mı? İçimde öfkeye benzer bir şeyler tetikleniyor. Bir an Doğan Yurdakul oluyorum.

    Hangi magma daha yakıcıdır
    Böylesine bir ayrılıktan
    Hangi zaman dindirebilir
    Böylesine bir fırtınayı
    Toprak, su, hava, ateş
    Ne varsa varlığa dair
    Alfabesi göğüs cebindedir
    Artık kırım ve kıyımlar
    Kıyamın amentüsü bilinecektir.

    dizeleri dökülüyor dilimden, İçimdeki fırtına diner gibi oluyor. Bir kez daha anlıyorum: Şiir, ruhu sağaltan en değerli ilaç. De ki melat süngeri. Öfkeyi, acıyı binlerce gözeneğine çekip yumuşatıyor.

    Hayatın izini sürmek için tekrar gazetelere dönüyorum. Doğrusu medyamız, günümüz devlet yöneticilerini bu tür görüntülerin vebalinden aklamakta çok mahir.

    Devletlu gazetecilerimiz: "Bu fotoğraf için ne düşünüyorsunuz?" diye sormuşlar.

    Saygıdeğer Cumhurbaşkanımız da "Bunlar kötü uygulamalar, kötü uygulamalar... Üzüldüm doğrusu gerçekten." demiş.

    Ne demesini bekliyorlardı ki!

    Üzülmek insani bir duygu. Elbette cumhurbaşkanları da üzülür. Ama devleti yönetenlerin üzülmek dışında yapmaları gereken görevler yok mu?

    Bence devlet yöneticilerinin, "Ben bu görüntülerin doğmaması için ne yaptım?" sorusunu vicdanlarına sormaları, üzülmelerinden daha yararlı ve gereklidir?

    Benim insan yanım da devlet anlayışım da bana bunu söyletiyor.

    Hamdi Topçuoğlu
    egerem@yahoo.com


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    6 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


    Sarahatun Demir

     Pergelin Divit Ucu : Sarahatun Demir


      Serçeler ve Yılanlar

    Çünkü biz seninle tam da buradan başlamıştık sevdayı dibinden çürütmeye
    Görüyorduk ikimiz de; sanıyorduk ki aptalı giyinmek üzerimize birbirimizden habersizken yapıldığında, bu bir marifet…
    Marifetin en kıvrımsız dönemecinden başladı yol
    Derken adımlarını saymaya başladın sen
    Ben daha bağlayamamışken ayakkabı bağlarımı

    Gittiğin yerden dönemeyeceğini anladığın kadar gerçeklerle yüzleşmiş olduğunda
    Bir serçenin ağladığında öldüğünü öğreneceksin belki ucuzlatılmış bilgiler kılavuzu olan takvim yapraklarının arka notlarında
    Serçeler ağladığında ölür
    Yılanlar da bir serçe gözyaşına duyarsızlaşmışsa serçenin kuş beyni yılanı öldürür
    Belki sen serçenin gözyaşını akıttığını bir takvimin sayfasında okuyup öğrenirsin
    O günün tarihini hep iç cebinde saklarsın hatta
    Aynı gün anlarsın zira
    Bir kuş beyinlinin fikirlerini küçümsemek kuş bakışı bir yanılgıdır aslında
    Hadi , bir yılanla serçenin kusursuz aşkından bahset onlara

    Sarahatun Demir
    sarahatundemirycc@gmail.com


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    11 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


    Banu Özgüç

     Ayrıkotu : Banu Özgüç


      Hoşgeldim mi?

    Ne zamandır yazasım var birşeyleri. Daha doğru kafamdan sürekli yazıyorum da yazdıklarımı paylaşasım var. Ama böyle yazmaya başlayınca bitiveriyormuş kelimeler şu boş World dosyasına bakınca onu anladım. Ve de nedendir bilmem kafamda sürekli aynı cümle "bu kalbin kadar temiz sayfayı bana ayırdığın için çok teşekkür ederim" le başlayan anı defterlerinin boş sayfaları. Evet bu klişeyi ben de yaptım, hem de çok kereler, ilkokulda şuan isimlerini bile hatırlayamadığım için facebookda bile bulamadığın nice ilkokul arkadaşımın sakladılarsa defterlerinde var benim cümlelerim. Gördüğünüz gibi işe yarıyor hala işte. Yazmaya başladım sanırsam.

    Kendimi dilim döndüğünce anlatmakla başlayabilirim aslında. Serbest çağırışım, ilk aklıma gelen kitapkolik.Ha sanmayan ki bilinçli.Edebi ve entelektüel düzeyi yüksek cümleler kurabilecek kadar değil asla. Daha çok bilinçdışı fiziksel ihtiyaç benimkisi. Eline ne geçerse okuyan türden.Orta okul yıllarımda(evet bildiğiniz 80 sonrası kayıp kuşaktanım) Yaşar Kemal ve Barbara Cartlant'ı aynı anda okuyabilecek türden şuursuz.

    Genel itibariyle ne amaçla geldiğimizi bilmediğimiz dünyada sahici olmaya çalışankendi doğrularıyla yaşamaya en azından gayret eden,değer yargıları dayatılandan farklı olduğundan kendini ayrıkotu hisseden ve de diğer ayrık otlarını bulmaya çalışan,kimi zaman felsefe yapıp derin düşünen kimi zaman kredi kartının dibini görecek kadar populist olabilen, yemeği içmeyi, gezmeyi çok seven, birey olmaya çalışan,iyi insan olmanın zorluğunun farkında olan ama olmaya çalışan...

    İlk aklıma gelenleri yazdım.
    Kendime bu kadar anlam yüklediğinin farkında olmayanı da ekleyebiliriz.

    Topluma göre önce çalışan kadın, sonra eş ve de anneliğin bu kadar güzel olduğunu bilmeden senelerce yargılayıp sonradan dilini ısıran bir anne.
    Kendime göre bir dünya kurdum dişimle tırnağımla,
    Zor bir yaşantım oldu, 9 yaşımdan beri kendi hayatımın sorumluluğunu aldığım,
    Ama bu zorlukların altın değerinde olduğunun farkındayım.

    Kabul ederseniz paylaşmak isterim sizinle

    Hoşgeldim mi?

    Sevgilerimle

    Banu Özgüç


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    9,719,719,719,719,719,719,719,719,719,71
    7 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


     Kahveci : Müşerref Özdaş


    ÇİÇEKLERİ DÖKEN BAHAR

    Biz her şeyi biliriz ama yanlış biliriz

    Mısır püskülünü andıran sarı saçları ve genellikle omuzlarından aşağı sarkan bluzlarıyla, erkeksi sesiyle belirlenmiş bir konu ile ilgili sorular sormak ve halkın nabzını yoklamak üzere şehir şehir dolaşan Pakize Suda bu defa programına rast geldiğimde ( Türkiye Konuşuyor) Kırıkkale sokaklarında dolaşıyordu. O günkü sorusu şuydu: Arap Baharı

    Sarışın sunucu Arap Baharı nedir? sorusunu sordu genç ya da yaşlı gelip geçenlere. Aldığı cevaplar oldukça ilginçti.

    Sunucu: Arap baharı nedir, Arap baharı? ( Nedense iki kez yineliyordu her defasında )
    Cevaplar:
    - Bir baharat çeşidi galiba
    - Bir renk mi?
    - Sıcaktan dolayı oluşan bir esinti miydi?
    - Suriye, Mısır, ,Tunus gibi ülkelerin özgürleşmesi
    - Arap dünyasına yapılan çıkartma
    - Arapların yaptığı bahar eğlenceleri
    - Ortadoğudaki birlik beraberlik
    - Vallahi ben buranın yabancısıyım, bilmiyorum
    - İlk defa sizden duydum...
    - Bir çiçek ismini andırıyor
    - Başbakanın yaptığı gezi
    - Biliyorum da hatırlayamadım şimdi...
    - Ot mu, bir bitki mi? ( cevaplayan yine bir kadın)
    - Recep Tayyip Erdoğan'ın Ortadoğu'da liderliğe oynaması
    - Bir tohum atıp çiçeğini beklersin, öyle bir şey
    - Ortadoğu'da yaşanan değişim
    - Müslüman ülkelerin hepsinin bir araya gelmesi, kenetlenmesi
    - Arap ülkelerindeki devrim
    - Erdoğan'ın Ortadoğu'daki Müslüman ülkelere yaptığı ziyaretler
    - Araplarla olan ticari ilişkilerimiz gibi bir şey
    - Arapların yeni dönemde girdiği idare biçimi...
    ..............
    Ve daha neler neler...
    Verilen cevaplar okuduğunuz gibi oldukça ilginçti. Kimi hiç duymamış kimisi de duymuş ama ne olduğu hakkında bilgisi yoktu, pek azı da ne olduğunu kısmen biliyor ya da tahmin ediyordu.

    Peki nedir bu Arap Baharı?

    * İlk melteminin Tunus'tan esmeye başladığı oradan tüm Ortadoğu'ya yayılan ve dünyanın geriye kalanı tarafından büyük bir ilgiyle izlenmekte olan büyük bir toplumsal sarsıntıdır Arap Baharı.

    * Tunus'tan başlayıp Mısır üzerinden Yemen'e, Bahreyn'e, Suriye'ye, Cezayir, Ürdün'e ve Umman'a kadar yankılanan halk isyanlarıdır.
    ( Tunus: 14 Ocak 2011 , Mısır: 17 Ocak 2011, Cezayir: 5 Ocak 2011, Ürdün: 14 Ocak 2011, 27 Ocak 2011'de Lübnan, 16 Ocak 2011'de Sudan, 17 Ocak 2011'de Umman, 21 Ocak 2011'de Fas, 18 Ocak 2011'de Yemen, 17 Ocak 2011'de Moritanya'da ilk gösteriler başlamıştı)
    Son günlerde Türkiye ve dünya Libya ve Suriye üzerine yoğunlaşmış durumda.
    * Tunus'ta yirmi küsur yıllık, Mısır'da ve Yemen'de otuz küsur yıllık diktatörlerden kurtulma harekâtıdır Arap Baharı.

    * Tunus'ta ve Mısır'da geniş halk yığınlarını isyana sürükleyen, her iki ülkede de son yirmi yıldır kesintisiz biçimde uygulanan İMF ve Dünya Bankası reçetelerine, dünya ölçüsünde yeni bir sosyal yıkım saldırı demek olan "küreseleşme" politikalarına bir başkaldırıdır bu bahar.

    * Bulutsuz gökyüzünde çakan bir şimşekler gibi görülen, bu ülkeye dışarıdan ve uzaktan bakan hemen herkes için tamamen bir sürpriz olan, hızla güç kazanan bir ayaklanmadır bu bahar.

    * Yaseminler baharda ve yazda çiçeklerini açsa da Tunus'ta tam tersi çiçeklerini döktü Yasemin...

    * İngilizce'de Arabian Spring olarak ifade edilen bu devrimlerin Türkçe'ye geçişi Arap Baharı şeklinde olmuştur.

    * Arap Baharı, Kuzey Afrika ve Ortadoğu Arap ülkelerinde (Tunus, Mısır, Yemen, Suriye, Libya) gerçekleşen halk ayaklanmalar devrimlere verilen addır.

    Arap baharı ne kadar bahar? Binlerce kişinin ölümünün ve tutuklanmasının ardından '' Bahar '' yakıştırması ne kadar doğru?

    Gerçekten başlayan bu değişimlerin sonu bahar, güllük gülistanlık olabilecek mi? Ya bizim memleketimizin dağlarına, bahçelerine bahar ne zaman gelecek? Sonbahar mevsimine yeni girdiğimiz ama hala yazdan kalma sıcakları yaşadığımız şu günlerde Türkiye kara kışa mı hazırlansın yoksa Arap baharını inşa etmek için girişimlerine devam mı etsin? Ne kadar başarılı olabilecek bu girişimlerde?

    Halk ayaklanmalarına yol açan büyük toplumsal hoşnutsuzluk ve öfke birikimini takiben tüm dünyanın ilgiyle izlediği, ne tam içinde ne tam dışında olabildiği bu devrimler nereye doğru yol alacak, yeni dengeler tam olarak ne zaman kurulacak bilemiyoruz.

    Bu programlardan öğrendiğim bir şey var ki biz her şeyi biliriz ama yanlış biliriz. Doğru bilgilere ulaşmaya çalışmanız, gündelik hayatı sürdürürken toplum ve dünya gelişmelerinden çok uzak kalmamanız dileğiyle…

    Müşerref Özdaş


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    3 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


     Kahveci : Ömer Faruk Hüsmüllü


    Oruç Baba'dan Aforizmalar-31

    *- En büyük başarıları elde edenler, büyük başarısızlıklar karşısında tekrar çaba harcayanlardır.
    *- Dilinin yanlışlarını düşüncen düzeltmek zorunda kalır.
    *- Düşüncenin, düşünen kafada kalmasını isteyen bir zihniyet, düşünce özgürlüğüne karşı demektir.
    *- Öfke, aklın katilidir.
    *- Aklını sadece kullanmakla kalma; onun imkan ve sınırlarını da tanı. Böylece boyundan büyük işlere kalkışmazsın.
    *- Bedeninizi güçlendirmek için nasıl ki egzersiz yapıyorsanız, zekânız için de yapınız.
    *- En kötü reklam, kişinin kendi aklının reklamını yapmasıdır.
    *- İyi yargıç yetştiremeyen milletler; iyi, kalıcı devlet de kuramazlar.
    *- Zaman ne ileriye gider, ne de geriye.
    *- Krala imrenen dilenci çoktur, ama inanın dilenciye imrenen kral da vardır.
    *- Doğa ölümsüzlüğe izin vermez; verseydi kendi sonunu hazırlamış olurdu.
    *- Ölüm bazı canlılar için en büyük iyilik yerine geçebilir.
    *- Korkaklar, ölmesini bile beceremezler.
    *- Ölüm olmasaydı, hayat gene bu kadar zevkli olur muydu?
    *- Hasta olmasanız da aradabir hastanelere giderseniz nelere sahip olduğunuzu daha iyi anlarsınız.
    *- Cesaret başarı için gereklidir, ama tek başına yeterli değildir. Cesarete akıl ve alın terini de eklemek gerekir.
    *- Elinde silah olan her şeyi av zanneder.
    *- Dürüst, namuslu kişi borcunu ödedikten sonra huzur ve mutluluk duyar.
    *- Düşündüklerini diline aktarmadan önce birkaç kere daha düşün.
    *- Hırsız hırsızın malını çalarsa kendi sonunu da hazırlamış olur.
    *- Istırapların olgunlaştıramadığı bir insan var mıdır?
    *- Çok konuşmak, çok bilmenin göstergesi değildir.
    *- Öfkeyi frenlemek maharet ister.
    *- Her umutsuzlukta mutlaka bir umut vardır.
    *- Küçük şeylerle uğraşanlar, büyük şeylerle uğraşmaktan vazgeçmişler demektir.
    *- Şans daima şanslı olduğunu düşünenlerden yanadır.
    *- Düşünce kayığını yüzdüren hayal rüzgârıdır.
    *- Sürekli; bilgi ışığa, bilgisizlik ise karanlığa benzetilmiştir. Tabii bu ışığın istenilen, karanlığın ise istenilmeyen olarak algılanmasına yol açmıştır. Ben burada karanlığa karşı bir haksızlık yapıldığını düşünüyorum. Çünkü karanlığın o kadar güzel, mutluluk verici tarafları var ki!..
    *- Akıl bilgi mi yapar, yoksa zaten yapılmış olan bilgileri mi bulur?
    *- Emeksiz elde edilen bilgi kişiyi felakete sürükleyebilir.
    *- Bilgelere ve bilginlere teşekkür boçluyuz, bize bıraktıkları için.
    *- Bilgi ağacını atalar diker, çocukları ve torunları ise bakımını üstlenir. Bizim için dikilenleri en iyi bir şekilde bakmamız gerekirken, çocuklarımız ve torunlarımız için de bilgi ağacı dikmemiz gerekir.
    *- Bu aralar bilmediğini kabul eden insanlara öyle hasret kaldık ki!..
    *- Dogmaların yönlendirdiği insandan korkun, sonra bir daha korkun; tedbirli olmak istiyorsanız bir daha korkun!
    *- Kararsızlığını yendiysen övünebilirsin; çünkü bilmem farkında mısın, ama gerçekten çok büyük bir iş başardın.
    *- Karşındaki kişi seni bilgisizlikle suçladığında "acaba doğru mu?" diye sorabiliyorsan haksız bir suçlama ile karşı karşıyasın demektir. Ama ilk tepkin bu suçlamaya itiraz etmek ise doğruluk payı oldukça yüksek demektir.

    Ömer Faruk Hüsmüllü


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    3 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


     Ailenizin Delisi : Abuzittin Tırlak


    ADİL-İYYE MACERALARIM 1.FASIL

    Efendüm, bu defa şahsen gendümün başından geçen bir olayı ele almak istemekteyim. Ailecek bir arabamız var, çok şükür. Bu arada bir miktar trafik cezası da yemekteyiz haliylen.

    İşte geçen günlerden biründe ailecek İzmir içinde seyir halindeyken megersem hız ihlali yapmışak. Bah bah bah sen ne zaman olmuş bu ve de hangi güzergahta!!? Traffic polisimın amcam birebir yazmış yani tutanağa.

    Günlerden bir gün, her boşta gezer emeklinin yaptığı gibi tesadüfen sohbetine olta ucu olarak takıldığım bir traffic polisımın amcamın anlattığına göre, şinci söyle bir uygulama varmış. Gezici radarlar ilen çoğunlukla bir minübüz oluyor haliylen bu, trafiğe çıkarak arkadan gelen kendi halindeki gariban şöförlerin birazcık hızlı gitmeleri halinde gendilerine, daha dogrisi gıyaplarında plakalarına ceza yazılmakta ve bu durumda kabak gibi fotoğraflanmaktaymış efendüm. Şinci bu araçlar genellikle orta şeridi kullanmakta olup, bu durumda gıllanan şöförler kendilerini sağa atarak kaza yapmayı da göze alıp gazı kökleyebilmekteymişler. Aha ben anlatan traffic polisimının yalancısıyım şahsen.

    Şimdiiii, ben bu çok möhem hususu bizim düldülü dehlemekte olan sevgili gızıma, ki haliylen İzmir'in en iyi sürücülerindendir kendilerü, çünkü benim kızım olmaktadır icabında, kısaca özetlemek istedüm. Cevaben her zaman olduğu gibi iki kısa bir uzun baş sallama almaktan öte, içinden de şunları söylemekte olduğuna adım gadar eminüm yani! Çünkü gaz pedalı üzerindeki basınçta biraz daha arttı bu arada!

    - (..... he, he tabii. Yav bu ihtiyarlar da yaşlandıkça çekilmez oluyor be! Yol kenarındaki bu salak tabela 70 yazıyor diye, şimdi bu yolda yetmişle gidip etrafa acemi salak tripleri çekmem mi gerekiyor! Fesüphanallah!)

    Veee, öndeki çok yakışıklı olduğundan, hain emellerine alet olmamız gaçınılmaz olan minübüs bozuntusundan şöyle bir ses duyulur!!!!
    - (Inınıııın yakalandı salak, gel koçum gel, hem de 34 plaka, zevkle çakıyorum sana cezayı goçum benim! Şlaaak)
    - Ulan hıyar ağası, peki sana kim ceza yazacak, yani arkandan gelen araca ceza yazabilmek için senin ondan daha hızlı gitmen gerekmiyor mu!? Başka hangi ülkede var üç kuruşa otuz beş köfte! Önce sen hız ihlali yaparak, arkandaki düldüle gel gel yapacaksın, sonra da şrraak ceza!
    Tabiatıyla güzel hallerine meftun olduğum ceza minibüsünün bu icraatından anında haberdar olmamız mümkün olamadı.
    Veeee, günlerden bir gün, o meşum an geldi! Sayın postacı kapıyı üç kere çaldı. Malum tebligat burnumuza dayandı.
    - Buyurun efendim, trafik cezanız, güle güle yatırın, (nice yeni cezalara inşallah, amin!)
    - Eeeee, saol yani postacı kardeş, ben de sekiz gözle, postacı gelse de bana trafik cezası getirse diye bekliyordum....
    Gün olur, akşam gelir, keraat vaktine erişilir:
    - Sevgili gızım! Ha bu gördügün kaat parçası trafik cezasına benziyur. Bir bak bakalım, ben mi yanılıyorum acaba!
    - Anaaaa, bu ne be! Höst lan, icabında da bir miktar çüşşş yani! Ne zaman olmuş bu?
    - Hani ben sana hain emellere sahip hain minübüzlerden bahsediyordum ya, o gün olmuş olsa gerek!
    - ( Anlamlı iki kısa bir uzun bir bakış attıktan kelli) Kolayı var sevgili Babam, bu iş yasaya aykırı nasıl ossa. (Haydaaa, yasayı sen mi yazmıştın yaaa!) Bak ben sana İnternetten şak diye dilekçe örneği ile emsal kararı buluvereyim, sen de git Adliyeye okeeey! Yani ceza meza yok, unut gitsin.
    - (Gene göründü bana gurbet yolları vay, vay, vay!) E. Napalım, gidelim bari.

    Abuzittin Tırlak oturur, bir güzel örnek dilekçeyi en yakışıklı şekilde mevcut duruma uydurur, ekine emsal kararı da bir güzel oturtur ve de yallah, "İzmir Adliye Sarayı"na efendüm.

    MERAK EDİNİZ, DEVAM EDECEK

    Abuzittin


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    3 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


     Kahveci : Aslı Gültekin


    Değiş(eme)mek..

    Bugün "lobotomi" kelimesiyle tanıştım. Lobotomi;beyne yapılan psikiyatrik cerrahi müdahale demekmiş. Sabah kahvaltısında, Kennedyler'in hayatını anlatan bir belgesel seyrettim televizyonda. Tüyler ürperticiydi. John Fitzgerald Kennedy'nin babası Joe Kennedy, kızı Rosemary Kennedy'ye lobotomi ameliyatı yaptırmış. Gerekçesi, Rosemary'nin yaşıtlarından biraz geri olması ve Kennedy ailesinin leke götürmez bir üne, geçmişe ve geleceğe sahip olmak istemesiymiş.. Belgeselden öğrendiğim kadarıyla, bu suikastlerin, trajik ölümlerin arkasında, Rosemary'ye yapılan bu haksızlıklar olduğu düşünülüyor. Ben "mükemmeliyetçilik hastalığı" diyorum. Kibir de olabilir tabi.. Bu belgeseli izleyince aklıma Titanik geldi.. "Bu gemi asla batmaz." Denilerek çıkılan yolculukta, geride bırakılan canlar.. Mükemmeliyetçi olmak insanı hataya sürükler.. Biz insanız ve kusurlarımızla varız.. Kızını, mükemmellik hastalığı uğruna, duvarlara boş bakan bir insana dönüştürünce mükemmel mi oldu..? Eleştiri değil bunlar elbette ki.. Türkiye'de de var böyle örnekler.. En basiti; tipik aile düzeninde, kız çocukları liseye kadar sıkılır,evden çıkarılmaz.. Ama sonra hoop kız üniversiteyi kazanır,al sana bildiğin kabak çiçeği.. Üniversitede yaşayabildikleri kadar yaşıyorlar,sonra evlerine dönüp hiçbir şey olmamış gibi eski hayatlarına dönüyorlar. İnsanlar özeleştiri yapmaksızın, karşılarındakini eleştirirken;mum dibine ışık vermez hesabı,kendi diplerindeki karanlıklardan bihaber oluyorlar. İnsan kınadığı şeyi yaşamadan ölmezmiş hesabı, başlarına gelince "vay efendim ben ne günah işledim de bunlar geldi başıma" diye dizlerini dövüyorlar..

    Son günlerde izlediğim belgesellerden sonra, insanlığımdan utanır oldum. Allah'ın bizim için yarattığı, düzene koyduğu, ASLInda biz olmasak her şeyin yerinde kaldığı şu dünyayı kanla kirletiyoruz, düzeni bozuyoruz;sonra da depremlerden, fırtınalardan, sellerden şikayet ediyoruz.ASLInda tüm bunların bizim bozduğumuz düzen neticesinde olduğunu unutup, kıran kırana bir isyana giriyoruz. Hem ailemizde,hem etrafımızda, hem ülkemizde, hem tüm dünyada hataları kendimizde aramak yerine; sürekli birilerini,bir şeyleri değiştirmeye çalışıyoruz. çok klasik olacak,ama değişime kendimizden başlamak yerine, düzeni kendimize uydurmaya çalışıyoruz.Sonra da vay efendim küresel ısınma,vay efendim depremler, ay efendim fırtınalar,seller diye dövünüyoruz. Çernobil gibi bir utanç belgesi varken;hala utanmadan sırf güçlü olmak adına,nükleer santraller kuruyoruz. Canlı canlı derileri soyulan hayvanların,o can acısıyla çığlıklarını kürk diye üzerimizde taşıyoruz.. Ve biz hala sokaklarda insanız diye dolaşıyoruz..

    Aslı Gültekin


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    4 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


     Dost Meclisi


    YORUMLARINIZI GALERiMiZDEKi iLGiLi BÖLÜME BIRAKABiLiRSiNiZ.
    Yorumlarınız için bekleriz.

    Fotograf : Mehmet Hamurkaroğlu


    <#><#><#><#><#><#><#>

    Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
    dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

    <#><#><#><#><#><#><#>

    Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
    Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
    Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
    Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
    Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.

    Yukarı


     


     Tadımlık Şiirler


    SUSKUN

    Sus, kimseler duymasın.
    Duymasın ölürüm ha.
    Aydım yarı gecede
    Yeşil bir yağmur sonra...
    Yağıyor yeşil.

    En uzak, o adsız ve kimselersiz,
    O yitik yıldızda duyuyor musun?
    Bir stradivarius inler kendi kendine,
    Yayı, reçinesi, köprüsü yeşil.
    Önce bendim diyor ve sonra benim...
    Ölümsüz, güzel ve çetin.
    Ezgisidir dolaşan bütün evreni,
    Bilinen, bilinmeyen ıssızlıkları.
    Canımı, tüylerimi sarmada şimdi
    Kendi rüzgarıyla vurgun...
    Sarıyor yeşil.

    Rüya, bütün çektigimiz.
    Rüya kahrım, rüya zindan.
    Nasıl da yılları buldu,
    Bir mısra boyu maceram...
    Bilmezler nasıl aradık birbirimizi,
    Bilmezler nasıl sevdik,
    İki yitik hasret,
    İki parça can.
    Çatladı yüreği çakmaktaşının,
    Ağıyor gök kuşaklarının serinliğinde
    Çağlardır boğulmuş bir su...
    Ağıyor yeşil.

    Yivlerinde yeşil güller fışkırmış,
    Susmuş bütün namlular...
    Susmuş dağ,
    Susmuş deniz.
    Dünya mışıl-mışıl,
    Uykular derin,
    Yılan su getirir yavru serçeye,
    Kısır kadin, maviş bir kız doğurmuş,
    Memeleri bereketli ve serin...
    Sağıyor yeşil.

    Aydım yarı gecede,
    Neron, çocuk kitaplarında çirkin bir surat,
    Ve Sezarsa, bir ad, yıkıntılarda.
    Ama hançer taşı sanki
    Koca Kartaca!
    Hani, kibrit suyu vermişlerdi üstüne
    Bak nasıl alıyor, yigit,
    Binlerce yıl da sonra
    Alıyor yeşil.

    Vurur dağın doruğundan
    Atmacamın çalkara,
    Yalın gölgesi.
    Kuş vurmaz, tavşan almaz,
    Ama aç, azgın
    Köpek balıklarıydı parçaladığı
    Bak, Tiber saygılı, suskun.
    Bak nilüfer dizisi zinciri.
    Bunlar bukağısı, kolbağlarıdır,
    Cihanın ilk umudu, ilk sevgilisi,
    Ve ilk gerillası Spartakus'un.
    Susuyor yeşil.

    Sus, kimseler duymasın,
    Duymasın, ölürüm ha.
    Aymışam yarı gece,
    Seni bulmuşam sonra.
    Seni, kaburgamın altın parçası.
    Seni, dişlerinde elma kokusu.
    Bir daha hangi ana doğurur bizi?

    Ruhum...
    Mısra çekiyorum, haberin olsun.
    Çarşılarin en küçük meyhanesi bu,
    Saçları yüzümde kardeş, çocuksu.
    Derimizin altında o olüm namussuzu...
    Ve Ahmedin işi ilk rasgidiyor.
    İlktir dost elinin hançersizliği...
    Ağlıyor yeşil.

    Ahmed ARİF

    Yazdırmak için tıklayınız.

    Yukarı


     


     Biraz Gülümseyin



    KMTV Sunar...

     


     Kıraathane Panosu



    Polygon Web Studio


    Yazarlarımızın Kitapları


    Merih Günay
    "Martıların Düğünü"

    Nesrin Özyaycı
    "Işık -II-"


    Temirağa Demir
    "Her kardan Adam Olmaz"


    Şadıman Şenbalkan
    "Şehit Analarımızın Çığlıkları"

    Hatice Bediroğlu
    "Düş Kuruyor Gece"

    Cüneyt GÖKSU
    Serpil YILDIZ

    "KÜBA - SARI SICAK BİR PENCERE"

    Merih Günay
    "HİÇ"

    Feride Özmat
    "Yanlış Zaman Hikayeleri "

    C.Eray Eldemir
    "Uzak İklimler"

    Temirağa Demir
    "Edepli Fahişeler"

    Ellerin Söylüyor Sonsuzluğu
    Feride Özmat
    "Ellerin Söylüyor Sonsuzluğu"

    Nesrin Özyaycı
    "ÖLMESEYDİ"

    Yitik Ada Günceleri
    Feride Özmat
    "Yitik Ada Günceleri"

    Hazırlayan: Kadir Aydemir
    "Olimpos Öyküleri
    Mavi Mağara
    Sedef Özkan"
    İyi Kalpli Seri Katil
    Semih Bulgur
    "İyi Kalpli Seri Katil"
    80'lerde çocuk olmak
    Hazırlayan: Kadir Aydemir
    "80'lerde çocuk olmak
    Viking Gemisi ile kıyı kıyı İSTANBUL
    Şebnem Çağlayan"
    Temiraga Demir - Buğu
    Temiraga Demir
    "BUĞU"


    Sedef Özkan
    "Aynı Yaprakta Olmak"


    Yukarı


     


    Akın Ceylan

     İşe Yarar Kısayollar


      Şef Garson : Akın Ceylan

    Dünya'nın hali ortada. Yerküresiyle, atmosferiyle tehlike sinyalleri verip duruyor. Küresel iklim değişikliği bir dert; seller, taşkınlar, buzulların erimesi, kıyıların denizler tarafından yutulması ihtimali, kuraklık... Beslenme başka bir dert; besin bulanlar için GDO'lu ürünler, denetimsiz tarımsal ilaçlama, sakıncalı katkı maddeleri... Bulamayanların sorunu karmaşık değil: Sadece açlık! Enerji savaşları, temiz su savaşları... Yani gidişat iyi değil. En güçlü ya da yoksul olanların büyük çoğunluğu, kendi küçük ya da büyük çıkarını esas alarak, kendini dünyanın merkezine koyarak yaşıyor. Herkesin mazareti var! Müzik; yaygın, eneji dolu, durdurup kendini dinleten ya da arka plana geçip çaktırmadan varolan... Seçtiğimiz parça: "Divane Aşık Gibi" Bilmeyen yok, sevmeyen yok... www.agaclar.net 'ten Fırat Çavaş, doğdukları iller farklı, yaşadıkları mekanlar farklı, zevkleri, yaşama bakış açıları farklı 45 müzisyeni, varolan gerçekleri bir kez daha hatırlatmak için bir araya getirdi: Doğa için çal! Ben bu video'nun http://vimeo.com/6902099 web sayfasındaki kısayolunu sizlerle paylaşıyorum. Hem izlemesi, hem de dinlemesi zevkli ama en önemlisi, anlamı çok büyük bu projeye duyarsız kalmayalım.

    Eğer Doğa için çal projesinin ne durumda olduğunu merak ediyorsanız http://www.dogaicincal.com/ web sayfasında projenin son videosunu izleyebilir ve hatta dostlarınızla paylaşabilirsiniz. Tabi bu zamana kadar bu projede neler olmuş? Ben de katılabilirmiyim gibi sorularınıza da cevap bulabilirsiniz. Video'daki süpriz isimleri görmek için sonuna kadar dikkatle izlemenizi tavsiye ediyorum.

    http://www.kendinyapsitesi.com/ Kendi işini kendi yapanların web sayfasıdır. Aslında fazla yorum yapmaya gerek yok. Özel projeler, sorular cevaplar ve bilgi paylaşımının bol miktarda olduğu verimli bir paylaşım sitesi diye özetleyebiliriz.

    Bu da ramazan imsakiyesi http://www.diyanet.gov.tr/turkish/namazvakti/vakithes_imsakiye.asp

    Yukarı


     


     Damak tadınıza uygun kahveler






    http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
    Kahve Molası Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.

    GOM Player 2.1.28.5039 / Windows / 7.21 MB
    http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE
    Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.

    VLC media player for Windows / V.1.1.7 / 20 MB
    http://www.videolan.org/
    İçinde tüm codec kütüphanesini barındıran açık kaynak bir oynatıcı. Bilgisayarınızın olmazsa olmazlarından biri. mp4, mov, mkv dahil hemen her formatta filmi izlemenize olanak sağlıyor. İndirin seveceksiniz.

    7-Zip 9.20 (2010-11-18) for Windows / 1.068 KB
    http://www.7-zip.org/
    Winzip, Winrar gibi sıkıştırma programlarının tek alternatifi. Sadece zip ve rar formatlı dosyaları değil, hemen her çeşit sıkıştırılmış dosyayı açan, minik ama süper bir "Open Source" programı. Kendi formatında yaptığı sıkıştırmanın üzerine yok. İsterseniz zip olarak ta sıkıştırma şansınız var. Hemen indirip kurun, sonra da bana şükredin.

    Yukarı


     


    KAHVE MOLASI ABONELERi Google Grubuna üyesiniz. İlginize teşekkür ederiz.

    ABONELiKTEN AYRILMAK İÇİN :
    KM-abone+unsubscribe@googlegroups.com
    (Gönderdiğiniz mesajın abone olduğunuz adresten gittiğine emin olunuz.)

    ÜCRETSİZ ABONE OLMAK İÇİN :
    Google Gruplar KAHVE MOLASI ABONELERi grubuna kayıt ol
    E-posta:


    Arkadaşlarınıza önermek ister misiniz?


    Uygulama : Cem Özbatur
    2002-23©KAHVE MOLASI - Her hakkı saklıdır. Yayın İlkeleri

     






    Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

    Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



    SON BASKI (HTML)

    KAHVE YANINDA DERGi

    Hoşgeldiniz
    Arşivimiz
    Yazarlarımız
    Manilerimiz
    E-Kart Servisi
    Sizden Yorumlar
    KÜTÜPHANE
    SANAT GALERiSi
    Medya
    İletişim
    Reklam
    Gizlilik İlkeleri
    Kim Bu Editör?
    SON BASKI (HTML)
    YILDIZ FALI
    DÜNÜN
    ŞARKILARI





    ÖZEL DOSYALAR

    ATA'MA MEKTUBUM VAR
    Milenyumun Mandalı
    Café d'Istanbul
    KIRKYAMA
    KIRK1YAMA
    KIRK2YAMA
    KIRK3YAMA
    ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
    11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
    Teröre Lanet!
    Kek Tarifleri
    Gezi Yazıları
    Google
    Web KM




    Lady Laura
    Tamara









    Fincan almak ister misiniz?
    http://kmarsiv.com/sayilar/20110923.asp
    ISSN: 1303-8923
    23 Eylül 2011 - ©2002/23-kmarsiv.com