Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 10 Sayı: 1.896

 25 Kasım 2011 - Fincanın İçindekiler


  • GRİP, TELEVİZYON VE TERLİK ... Seyfullah Çalışkan
  • ÖĞRETMENLER GÜNÜ ... Hamdi Topçuoğlu
  • SÖZÜN BİTTİĞİ YER ... Ömer Akşahan
  • Gitmeli artık bu şehirden.. ... Ahmet Şeşen
  • BAYAT MI? ... Banu Özgüç
  • Bedelli - Bedelsiz, Kınalı - Kınasız kuzu ... Nuran Talay
  • EMILY ELIZABETH DICKINSON ... Neslihan Minel
  • Oruç Baba'dan Aforizmalar-39 ... Ömer Faruk Hüsmüllü
  • "OKYANUS BİATLI YANDAŞ YALAKA" GÜNDEMİ YORUMLUYOR ... Abuzittin Tırlak
  • Değer Üzerine III ... Alkım Saygın
  • FAROZ'DA GÜNBATIMI… ... Nihat Malkoç


  • Dost Meclisi, Tadımlık Şiirler, Biraz Gülümseyin, Kıraathane Panosu, İşe Yarar Kısayollar, Damak Tadınıza Uygun Kahveler

  •  



     Editör'den : Kahraman Bakkal?!..


    Merhabalar,

    Nereden aklıma geldi bilmem, deminden beri "Eceli gelen..." diye başlayan atasözünü(!?) tekrarlayıp duruyorum. Olan bitenlerin bunu aklıma düşürdüğünü söylemem sanırım yanlış olur, herhalde beyin kıvrımlarımın bana oynadığı bir oyun bu. Neyse...

    Tayyip Bey'in elindeki kitabı sallayarak Dersim dersi vermesini, hele bir de ardından özür dilemesini ibretle, ağzım açık izledim. Ben içimden geçenleri biliyorum ama her dediğini şöbiyet tadıyla sindiren şaşkınların aklından geçenleri gerçekten merak ediyorum. "Hurraaa, gene çaktı aslan başbakan. Sana kapak olsun Kılıçdaroğlu" mu dediler örneğin? Ya da "Yetmez ama evet" diyerek kerhen mi alkışladılar acaba? Onlar bizler, yaşlar kurular, hamamda bayılanlar sokakta ayılanlar, tuzlular tatlılar diye ayrılmayı özümüze sindirdik te, ayrımcılığın bizzat başbakanlık yapan zat tarafından gözümüz gözümüze sokulmasına hâlâ alışamadık. Uzaklaşıp bu hezeyanın nedenini anlamaya çalışmak galiba en iyisi.

    Herkesin bildiği üç tane rakamla, kumarbaz Kısakürek imzalı kitapla masumların katledildiğini ispata çalışan biri vardı kürsüde. Dönemin tüm yöneticilerini, yani İsmet İnönü'yü, Fevzi Çakmak'ı, Celal Bayar'i, herhalde Adnan Menderesi ve tabi ki en sonunda Mustafa Kemal Atatürk'ü "kara suralılar" olarak niteliyor ve onlar adına milletten özür diliyordu. O kürsüde ahkam kesmesine sebep olanlara, Cumhuriyeti kuranlara cani muamelesi yapıp, karalıyordu aklı sıra. O kürsüde coştukça, gaflet uykusundan uyanmayan yalaka basından belli kurnazlar; "Başbakan elbette Atatürk'ü hedef almıyor, maksadı CHP'yi ve Kılıçdaroğlu'nu sıkıştırmak." diye avuna avuna kıkırdamaya devam ediyordu.

    Be hey taş kafalılar, be hey cilayla avunanlar, be hey "Ama adamlar yapıyor abi." deyiciler, uyanın artık uyanın. Bu şark kurnazlarının nihai hedefi Atatürk'ü bu milletin bağrından sökmek ve kurduğu Cumhuriyet'i dönüştürmek. Bir gün gelecek, birileri çıkıp "Bu Anıtkabir çok masraflı, yeri de iyi para eder, yıkıp yerine AVM yapalım, halkımız bizden bunu ister." diyecek ve eminim bu proje de en az kanal projesi kadar rağbet görecek. Paranoya değil bu dediklerim. Daha Dersim tartışması bitmeden kibar Manisa tarzanı suikast mağduru Arınç beyefendi, sırada "İstiklal Mahkemeleri" var demedi mi? Yeter bu kadar uyku, yeter.

    Dersim için özür diliyormuş. Kimden diliyorsun özrü birader? Yüz yıldır bu memleketin baş edemediği Kürt isyanlarını organize edenlerden mi? 1937'de Dersim'e sıkışmış çetelerle silahlı mücadele eden devrin hükümeti tukaka da, bugün davul zurnayla sınırda karşıladığın teröristlere başka çare kalmayınca bomba yağdıran sen mi meleksin? Zamanın koşullarına göre gereken yapılmış. Ne acıdır ki, kurunun yanında yaş ta yanmış, masumlar da ölmüş ya da mağdur olmuş. Tıpkı bugün Güney Doğu'da zarar gören vatandaşlarımız gibi. Bugün imzaladığın tezkere, kararların altına attığın imzalar, harekat raporları, 30-40 yıl sonra katliam kanıtları olarak birileri tarafından önüne konsun ister misin?

    Bir yalaka vekil "Sabiha Gökçen'in adını havalimanından silmeli." demiş. Söyleyen cahil değil elbette. Sabiha Gökçen adının Dersim'i bombalayan kadın pilot olduğu için verilmediğini gayet iyi biliyor. Sabiha Gökçen'in günahı Atatürk'ün manevi kızı olmasında. Mesela, o dönem müfettiş olarak başbakan Celal Bayar'a Dersim raporu hazırlayan Adnan Menderes'in adını havalimanından silmeyi ağzına bile almıyor. Veya Celal Bayar üniversitesinin adını Emine Hanım diye değiştirmeyi, Allahtan, teklif etmiyor. Üstüne fazla gelmiş olmalılar ki, alınmış, "Celal Bayar bizim kahramanımız değil." deyivermiş aynı Metiner kardeş. Doğru, senin kahramanların Şeyh Sait, Erbilli Şeyh Esat, Mehdi Derviş Mehmet, Nalıncı Hasan, kumarbaz Necip Fazıl, belki de katil Apo'dur, kimbilir? Ama gücün ancak Mustafa Muğlalı isminin kışladan silinmesine yeter de Kenan Evren kışlasına dokunmaya cesaret edemezsin. Sevsinler sizin kahramanlarınızı.

    ...

    KCK operasyonları kapsamında tutuklanan 46 avukatın durumu da trajikomik. Adamlar 10 yıldır her -hafta İmralı'ya gidip aldıkları bilgileri gazeteciler dahil herkese beyan ediyorlar ama bizim işbilir savcılarımızın aklına ancak şimdi geliyorlar. Operasyonların gayesi "İmralı ile Kandil'in iletişimini kesmek" miş. 10 yılda araya kırmızı telefon hattı kurdular haberiniz yok. İletişimi kesmek için bir yıl önce harekete geçmişler, takip başlamış, bir yılda terörist başının verdiği direktifler onlarca şehite malolmuş ama hazretler ancak uyanmışlar. Bravo be size bravo.

    Benden bugünlük bu kadar, kalın sağlıcakla.

    Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

    Cem Özbatur








     


    Seyfullah Çalışkan

     Deniz Fenerinin Güncesi : Seyfullah Çalışkan


      GRİP, TELEVİZYON VE TERLİK

    Grip, ilaçla yedi günde, ilaçsız bir haftada geçermiş. Hafta da doldu yedi gün de ama biz birbirimize çok alıştık, pek kaynaştık ayrılamıyoruz. Grip değil ama bir odada yalnız başıma ateşler içersinde uyumak ve bir sürü abuk sabuk rüya görmekten nefret ediyorum. Ihlamur, çorba, portakal suyu ve antibiyotikten oluşan beslenme diyeti de bir o kadar iğrenç oluyor. Hastalanınca pek bir nazlı oluyormuşum. Bilmiyordum evdekiler söylüyor. Yatağımı salondaki divanın üzerine taşıdım. Taşıdım dediğime bakmayın. Bir battaniye, bir yastık.

    Sizi bilmem ama ben grip olunca onlarca kez, yüzlerce kez aynı rüyayı görürüm. Sürekli yinelen rüyalar anlatamayacağım şekilde zihinsel acılar vermeye başlıyorlar. Bir orman gördüm örneğin aklımda kalan rüyalarımın birinde. Uzun gürgen ağaçları bütün orman tabanını sarı, turuncu ve açık yeşil yapraklarla kaplamış. Ağaçların arasından incecik bir dere akıyor. Ama pırıl pırıl, tertemiz bir dere. Ağaçlardan dökülen o rengârenk yaprakların bir kısmı suların üzerinde yüzüyor. Bir kısmı sularla derenin durgun kenarlarına yığılmış. Derenin küçücük vadisinden azıcık yukarılarında mor mor çuha çiçekleri açmış. Süslü yaprakları ile sıklamenler de var. Yani bir orman sonbaharda ancak bu kadar güzel olabilir. Dereye iniyorum ve bir kucak dolusu rengârenk yaprağı sulara bırakıyorum. Yaprakların içerisinden küçücük bir kertenkele çıkıyor. Elimi uzatıp sudan çıkarmak istiyorum. Daha ben eğilmeden küçük kuyruğuyla göz açıp kapayıncaya kadar hızlıca yüzüp karşıya geçiveriyor. Böyle bir rüyaya can kurban elbette... Ama bu rüya beyninizde yüz kez tekrarlanıyor. Yinelendikçe ne olacağını bildiğiniz için rüyadan çıkıp gitmek istiyorsunuz. Yaprakları dereye atmaktan vaz geçmek istiyorsunuz. Ama ne mümkün? İstemediğiniz bir oyuna zorla katılmışçasına sürekli rüyanın içinde kalıyorsunuz.

    Bir de rüya gibi olmayan rüyalar görüyorum. Örneğin bizim sokağın az ilersindeki sokakların birinde yaşlı iki adam kalıyormuş. Ve her nedense ben onların bazı ayak işerini görüyorum. Onlar için bakkala gidiyorum. Günlük alış verişlerini yapıyorum. Faturalarını falan ödüyorum. Çöplerini çıkarıyorum. Kamu hizmeti cezasına mı çarptırıldım ben de bilmiyorum. Durumdan çok şikâyetçi de değilim. Bana her zaman çok nazik ve sevecen davranıyorlar. O iki yaşlı amcayı seviyorum. Çok akıllı olduklarını düşünüyorum. İki yaşlı erkeğin birlikte ev tutup birbirlerine can yoldaşı olmalarını, çocukların merhametine sığınmaktan farklı bir çözüm üretmiş olmalarını çok akıllıca buluyorum. Ne güzel, biraz daha yaşlanınca ben de böyle bir şey planlamalıyım diye düşünüyorum. Bakkala gidiyorum amcalar teşekkür ediyor. Tüpçüye telefon ediyorum, faturaları yatırıyorum… Bunu bir rüyanın içinde bin kez tekrarlayınca amcalardan da, rüyadan da, sokaklardan da nefret ediyorsunuz. Fatura yatırmayı kim sever ki? Aynı rüyanın içersinde yüzlerce kez aynı mekânda sıra bekleyip fatura yatırıyorum. Beynime bir kurşun sıkıp susturasım geliyor.

    Ben tam kâbusa dönüşen bir rüyadan çıkmayı başarıyorum. Bakıyorum ki sehpanın üzerinde bol limonlu bir ıhlamurun dumanları tütüyor. Al sana bir başka kabus… Hayatta en nefret ettiğim şey gripken ıhlamur içmektir. Bir de tarhana çorbası. Evde bir ses olsun diye televizyonu açıyorum. "Lan ne olacak bu memleketin hali," diyorum. Meşhur kanalda Alçı ve Kekeç ikilisi yine o bildik sohbetlerin birindeler. Biri pas atıyor öteki CHP'yi eleştiriyor. Ama onlar da haklılar. Cemaati veya iktidarı eleştirmeleri mümkün olmayınca geriye bu kalıyor. Esra bütün bekârları evlendiriyor. Bekârlar hiç uslu durmuyorlar. Televizyonda daha çok görünebilmek için birbirlerinin en hayâsız ve en mahrem yerlerine saldırıyorlar. Bu itişmeler bol bol reyting ve para oluyor. Bütün logolarını iktidar partisinin renkleriyle süsleyen ve bütün habercileri işten çıkaran Türkiye'nin haber kanalı Mısır'da Arap baharının kışa döndüğünü, Tahrir meydanında insanların öldüğünü söylüyor. Amerikan kaynaklı Baradey iktidara gelmeden sular durulmayacak gibi görünüyor. Deprem bölgesinde soğuktan ölen çocukları görmezden gelip Suriye'ye demokrasi getirme derdinin peşinden koşuyor. Bütün muhaliflerini ceza evine kapatan, on iki bin kişinin üzerinde terör suçlamasıyla içerde yatan insanıyla dünya rekorları kırmaya çalışan ülkem kendi gözündeki merteği görmeyip başkasının gözündeki saman çöpünü görüyor. Açık açık gazeteciler yazmaktan, televizyoncular haber yapmaktan korktuklarını söylüyorlar. Bizim artık umut veren bir ekonomimiz ve kocaman bir korku demokrasimiz var. Amerikalı yetkili açıklama yapmış. Türkiye'nin Suriye politikasını çok umut verici buluyoruz. (Bu gidişle kendinizi savaşın içinde bulacaksınız) Aferin, çok güzel gidiyorsunuz demiş. Bir de Dersim sorunumuz var ki tadından yenmez.

    Televizyon grip olan bir hastayı karabasanlardan bile daha çok bunaltıyor. Rengini çoktan unutmuş eşofmanlarım içinde uzanıp Bu Gün Ne Giysem programını izliyorum. Eğer eşim ve çocuklarım kıllık yapmazsa evlilik programlarına bir gün mutlaka gideceğim. Benim de kriterlerim, negatif hatta pozitif elektriğim var, ben de insanım. Bu ülkede benden başka otuz yıldır aynı kadınla evli kaç erkek kaldı. Hakikatten biz kaç kişiyiz yahu? Bu gün 24 Kasım, Öğretmenler günü. Ve ben hala azıcık gribim. Son günlerde öğretmenliğin belalı hatta beddualı bir meslek olduğunu düşünmeye başladım. Teröristler Öğretmenleri kaçırır, öğretmenleri öldürür, polis siyasi nedenlerle en çok onları tutuklar, sel baskınlarında, trafik kazalarında ama illa depremlerde hep onlar ölür. Otuz yıla yakındır acılarla kesişmeyen bir tek öğretmenler gününe denk gelemedim. Üstelik öğretmenler günümüz de azıcık çakma… Kenan paşa öyle emretti, 24 Kasım öğretmenler günü oldu. Bu ülke tarihinde onun kadar Atatürk kelimesini çok söylemiş ama Atatürk düşmanlığına ve karşıt devrime bu kadar çok hizmet etmiş başka biri yoktur. Keşke Atatürk'ün Başöğretmen olarak tahta başına geçtiği günü kendimiz Türkiye Öğretmenleri Günü olarak ilan etmiş olabilseydik. Bu günü hediye günü gibi algılayan, kolaycı, duyarsız, keyfi tıkır öğretmenlerin değil ama, bütün acılara ve sıkıntılara rağmen yine de her gün sınıfına umutla, sevgiyle giren ve çocuklarını canı gibi seven, onlara zarar gelmesin diye diri diri yanmaya razı olan bütün öğretmenlerin ÖĞRETMENLER GÜNÜ KUTLU OLSUN.

    Seyfullah
    seyfullah@kahveciyiz.biz


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    6 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


    Hamdi Topçuoğlu

     Kahveci : Hamdi Topçuoğlu


      ÖĞRETMENLER GÜNÜ

    Yıl 1925

    Öğretmenlerin aylıklarının il bütçesinden ödendiği yıllarda İçel'de öğretmenlere maaşları ödenmez. Öğretmenler Birliği Başkanı, durumu Ankara'ya bildirir. Bakan Mustafa Necati, valiye 24 saatte öğretmenlerin aylıklarını ödemesini, aksi takdirde, o ildeki tüm öğretmenleri başka illere atayacağını bildirir. Vali öğretmenlere aylıklarını derhal öder.

    Bakan Mustafa Necati, İçişleri Bakanıyla görüşür, "Valinin öğretmenlerin aylıklarını ödeyebiliyorsa, neden ödemediğini sorar; öğretmene ve eğitime böylesine duyarsız bir valiyle çalışamayacağını söyler."

    Yıl 1970

    Gediz'de deprem olur. Devlet, salt deprem'in vurduğu Gediz'deki değil, Simav, Demirci hatta Gördes'te çalışan öğretmenlere, depremden etkilendiler diye 3 maaş nakit yardım yapar.

    Yıl 2011

    * 20 Ekim'de Van'da deprem felaketi yaşanır ve 64 öğretmen can verir. Deprem bölgesinde doğal olarak eğitime ara verilir. Milli Eğitim Bakanlığı, öğretmenlerin ek ders ücretlerini keser. Sözleşmeli öğretmenlere maaş bile verilmez.

    Sağ kalan öğretmenler sızlanırlar:

    "Biz depremzede öğretmenler, devletimiz tarafından yok sayılıyoruz. Okulları açmaya çalışıyorlar, öğrencilerin psikolojisini bir nebze olsun düzeltelim diyorlar; ancak orada çalışacak öğretmenlerin nerede kalacakları, hayatlarını nasıl devam ettirecekleri konusunda kimse bir şey demiyor."

    * PKK, Diyarbakır ve Elazığ'da eylül ayında 12 öğretmeni kaçırır. Daha sonra da serbest bırakılan öğretmenler kaçırıldıkları dönemdeki ek ders ücretlerinin ve primlerinin kesildiğini öğrenirler.

    İtiraza verilen yanıt bellidir: Mevzuat böyle…

    * Bir milletvekilinin gündeme getirdiği "Elinize PKK bayrağı alıp, onunla bir tankın önünde fotoğraf çektirip bize getirmezseniz buralarda görev yapamazsınız" tehdidi için Milli Eğitim Bakanı Dinçer: " Öğretmenler de dahil olmak üzere ülkemiz genelindeki bütün kamu çalışanlarıyla birlikte vatandaşlarımızın tamamının güvenliğini sağlamakla görevli bakanlığın, MEB olmadığı da herkesçe bilinmektedir." diye konuşur.

    Yıl 1924 - 1938

    Atatürk, her gittiği yerde Öğretmenler Birliğine uğrar, toplantılara katılır, onlara önemli konuşmalar yapar. Bu konuşmalarında öğretmenliğin değerini övücü sözler söyler, onları olağanüstü sevgi ile saygı ile selamlar. Onlara "İrfan Ordusu" der, öğretmenlerin bir yandan da örgütlenmelerini isterdi.

    24 Ağustos 1924 Ankara'da Muallimler Birliği Kongresi'nde "Türkiye Muallimler Birliğinin bütün yurtta örgütlenmesini, Konya'yı olduğu gibi, Van'ı, Hakâri'yi de örgütü içine almasını ve her köyde üyeleri bulunmasını derin bir ilgiyle bekleyeceğim." der.

    Bir söylentiye göre, her zaman yanında bulunanlardan birinin;

    - Paşam, öğretmenler böyle örgütlenir, halkı böyle okutur, halk da okur yazar olarak kendi durumunu beğenmezse, sonra başkaldırır, bizleri buradan kovarlar, sözüne Atatürk:

    - Nerde bizde o talih! karşılığını verir.

    Yıl 2011

    Antalya'da 18-19 Kasım günü yapılan Milli Eğitim Bakanlığı Ulusal Öğretmen Stratejisi Çalıştayına on binlerce "öğretmen" üyesi, ülke genelinde iki yüzün üzerinde şube ve temsilciliği olan Eğitim-İş sendikası davet edilmez.

    Yıl 1925

    "Öğretmen Seyfi Beşe, Kemah'ın İhtik bucağında çalışmaktadır. Bucak müdürünün köylülere yaptığı baskılara karşı çıkar. Bucak müdürü de öğretmeni kaymakama şikayet eder. O da, öğretmen köylüleri kışkırtıyor, diye valiliğe yazar. Vali kendi başına öğretmene bir şey yapmak istemediğinden durumu içişleri Bakanlığına bildirir. İçişleri Bakanı da dosyayı Milli Eğitim Bakanlığı'na gönderir. Mustafa Necati, durumu iyice inceletir ve içişleri Bakanlığı'na: Valiniz öğretmenime bir daha böyle haksız davranırsa, onu valilikten almanızı rica ederim" diye yazar.

    Yıl 2011

    2003- 2011 arasında 11 kez görevden alınan Erzurum İl Milli Eğitim Müdürü Fevzi Budak, 12. Kez sürgün edildiği Kars'tan emekli dilekçesini verir. (Sınıf arkadaşım Fevzi Budak'ı, kamuoyunun bildiği bir isim olduğu için örnekledim. Aslında ben de öğretmenlik yaşamımda hiç soruşturma geçirmeden 5 kez sürgün edilmiş biriyim.)

    Yıl 1928

    Öğretmen arkadaş,
    Öğretmen okullarını bu yıl bitirmişlerin dağıtımında senin de payına…. Maarif eminliği bölgesi içindeki ….. ili düştü.
    ….
    Oraya varır varmaz donatım parasını da alacaksın. (…) Yol uğrağı kentlerde yakalarında yıldız bulunan bir kişi seni bekleyecek ve kılavuzlukta bulunacaktır. Gideceğin yer, hiç de yabancısı olduğun bir yer değildir. Orada seni sevinç içinde bekleyen yurt yavruları, senin gibi okulunu bitirir bitirmez görevi başına koşmuş bayan ve bay arkadaşların … vardır.

    Seni bekleyen yavrularının arasına koşmakta bir dakika gecikmeyeceğine inanıyorum. (…) Görevlerinde başarı diler işe başlama haberini beklerim.

    Maarif Vekili
    Mustafa Necati

    Yıl 1970.

    Erzurum Eğitim Enstitüsünden 30 Haziran'da mezun oldum. 1 Temmuz'da bakanlığın önceden belirlediği Gazi Ahmet Muhtar Paşa Ortaokulu'na depo atamam yapıldı. Mezuniyetin ertesi gün öğretmenliğe başlamanın ve ilk aylığımı almanın hazzını hâlâ yaşarım.

    Yıl 2011

    Gazeteler, "Türk Eğitim-Sen Başkanı İsmail Koncuk, 350 bin öğretmenin atama beklediğini ve mevcut uygulama ile sıkıntıların daha da artabileceğine dikkat çekmektedir." diye haber geçerler.

    Tüm meslektaşlarımın gününü bana öğretmenliği öğreten öğretmenlerimi anarak kutluyorum.

    Hamdi Topçuoğlu
    egerem@yahoo.com


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    4 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


    Ömer Akşahan

     KIRIK TEBEŞİR : Ömer Akşahan


      SÖZÜN BİTTİĞİ YER

    Kim güne güzel başlamak istemez ki? Ama gel gör ki, her sabah en iyi niyetlerle adımı sokağa atmaya görün, sokağa çıkmak üzere bahçe kapınızdan çıkarken daha biri size çarpar! Yok, daha neler dememeli, sizin de başınıza gelir.

    Hangi konuyu ele alsam, içinden çıkılmaz bir noktada olduğunu görünce karamsarlığa kapılıyorum. Örneğin, şu son günlerde dikkat çeken üç konu var: Seçilmiş üç milletvekilinin yarattığı olaylar. İlki MHP'nin Antalya Milletvekili olan Yusuf Ziya İrbeç "dengesiz" davranışlarından dolayı ihracı isteniyor; ikincisi, CHP'den Tunceli Milletvekili seçilen Hüseyin Aygün'ün Dersim İsyanını CHP'ye fatura ettiği konuşmasının Zaman'da yayımlanması; üçüncüsü de Meclis İdare Amiri AKP'li Salim Uslu'nun CHP Tunceli Milletvekili Kamer Genç'i meclis kürsüsünden iterek susturmaya çalışması.

    Al birini vur ötekine!

    Benim anlayamadığım şey, milletvekili adaylarını parti genel merkezlerinde nasıl belirlendiği. Bu üç örnek de gösteriyor ki, genel başkan ve onun görevlendirdiği kişi ya da kişiler bu işi ülke yararına değil kendi çıkarlarına göre belirliyor.

    Bu dönem TBMM'nin de zaten Kanun Hükmünde Kararnameler nedeniyle yok hükmünde çalışacağı çoktan anlaşıldı. Yok kürsü dokunulmazlığı, yok komisyon çalışması, vız gelir tırıs gider. Demokrasi, adı var, kendi yok duruma geldiğine göre varın siz gerisini tahmin edin.

    ***

    Beynimde dolaşan bu karamsarlık bulutlarını dağıtacak pozitif enerjiye yeterince sahip değilim. Çevremde kiminle konuşsam benden farklı olmadıklarını görerek karamsarlık katsayım giderek artıyor. Tüm bu olan biteni göğüsleyecek sinerjiyi ancak torunlarla bir arada olduğumda ya da öğrencilerle buluştuğumda alabiliyorum. Onların tüm masumiyetleri, geleceğe olan kaygılarımı bir anda silip süpürüyor, umut kandili yeniden yanıyor.

    ***

    Siyaset kurumuna ilgimin yoğunlaştığı dönemler oldu; böylesi zamanlarda hep yaşadığım topluma nasıl daha iyi hizmet verebilirimi düşündüm. Ancak yaşadığım bazı olaylar, siyaset adına hareket edenlerin pek çoğuyla yollarımızın örtüşmediğini gördüm. Kişisel çıkarları için bu kurumda bir yer kapanların benim gibi safiyane gelenleri kısa zamanda ekarte ettiklerini gördüm. Don Kişot gibi tek başıma yeldeğirmenlerine karşı savaş açmaktansa, kendi çizdiğim yolda ilerlemeye karar verdim. İnsanın tek başına yapabileceği bir işe yöneldim; kalemimle u savaşı verecektim. Sözün bittiği yerde yazının gücüne sığındım. Yazıyla başımdaki kara bulutların dağılmasını istedim ve bunu bir ölçüde başardım da.

    ***

    Her şeye karşın içimdeki umut tohumunun bir gün yeşereceğine inanıyorum. Bu inancımı da insanlarla özellikle gençlerle paylaşıyorum. Çünkü bizler, yaşadıklarımızı hak edecek yanlışlar yapmadık. Ama görünen o ki, negatif güçler zaafiyetlerimizden yararlanarak güç kazanmışlar. Bugün onların olabilir fakat yarın mutlaka pozitif güçlerin olacak!

    ***

    Her geçen dakikanın hesabını yaparak yeni kayıplar yaşamaktansa ilerleyen her dakikayla birlikte yol almalı. Bu, üretenin, emek verenin de alnında parlayan ışığı demektir. O ışığın izinde yürüyenlerin yapacağı pek çok şey var. Oturan boğadan yürüyen bir karınca her zaman daha değerlidir. İnsanın yaptığı işler kendi için gibi görünse de eğer o iş toplumsal bir çıkarı da içinde barındırıyorsa toplum için de yapılmış sayılır. Örneğin kitap okuma, kişisel bir eylemdir; alışkanlığa dönüşen bu eylem, kütüphane kurmaya dönüştürülürse toplumsal bir boyut kazanır. Böylece bireyden toplumsala giden yol kitaptan geçmiş olur. Deneyin!

    Ömer Akşahan


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    3 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


    Ahmet Şeşen

     Enişte'den Erişte'ler : Ahmet Şeşen


      Gitmeli artık bu şehirden..

    Şu doğduğum şehirden kaçıp gitmeyi.. Sabah trafiğinin zartı zurtu olmadan özgürce gaz pedalına basmayı.. Dandik haberleri dinlemek zorunda olmadan kulağımda nostaljik melodilerle keyiflenmeyi.. Sabahın köründe köprü trafiğine çıkmanın telaşı olmadan kedi gibi gerine gerine uyanmayı.. "Bugün kimbilir ne güzel bir gün olacak ?" diye merak etmeyi.. Hatta; bu merak işini, hayallerini kurduğum geniş bahçeli, tek katlı, ufak tefek bir evin verandasından çayımı yudumlar iken yapmayı.. İstiyorum...

    demiştim ya; "Çok şey mi istiyorum" başlıklı yeni yıl beklentilerimi anlattığım yazımda:
    http://www.kmarsiv.com/sayilar/20101231.asp#sesen
    İşte; yine böyle bir ruh hali içinde atladım arabaya, ver elini Çeşme'nin Çiftlik Köyü..



    Neredeyse hayallerimin evini şirin bir otel olarak yapmış Yıldız Hanım. Adı; House Butik Hotel. Kaldığımız odanın balkonundan çektiğim bu fotoğrafların çok daha güzellerini http://www.housebutikotel.com/ adresinden görebilirsiniz.

    Tam karşıda Sakız Adası. Haftanın en az bir günü Yıldız Hanım'ı bağlasanız durmaz, pazar arabasını kaptığı gibi günü birlik gidermiş alışveriş yapmaya Sakız Adası'na. Fotoğrafın solunda görünen plajın adı Pırlanta Plajı. Yine sol taraftaki tepelerin ardında ( ki o tepeler SİT alanı ilan edilmiş ) bir başka muhteşem plaj sizi bekliyor. Altınkum.. Hepsi topu topu 5-6 kilometrelik bir alan içinde. Dalyan, Aya Yorgi Koyu ve Ilıca gibi çok iyi bilinen plajlar da cabası. Altta solda Altınkum Plajı ve sağda Aya Yorgi Koyu fotoğraflarını sunuyorum :



    Çiftlik Köyü; Çeşme'nin daha bilinen yerlerine nispeten, hem daha sakin hem daha köy sıcaklığında. Otel sahibemiz Yıldız Hanım, kahvaltı için ekmekleri köyün fırınından kendi elleriyle alıp getirmişti sofraya. Sezon dışı orada bulunmanın nimetlerinden de fazlasıyla yararlandık. Gerçi normal sezonda da otelimizin aynı sıcak havayı işlettiğinden eminim ama 2 günlüğüne kimsecikler yoktu otelimizde. Nefis sabah kahvaltılarını Yıldız Hanım'ın marifetli ellerinden ve onunla birlikte aynı masada yedik. Sabah ve akşam sohbetlerini de ev tadında 40 yıllık ahbap gibi gerçekleştirdik. Hatta; "Börek ve kekimi yedirmeden sizleri göndermem" demişti Yıldız Hanım. İçimden; "Hayda, zorla mı olacak ?" diye düşünmeden edememiştim ama gerçekten de zorla yedirmişti sağolsun. Kedi ve köpekten tırsarım ya; acaba sevimli köpeği Daisy'nin bu işte bir parmağı olabilir miydi ? Ne zaman bahçeye çıkmak üzere montumu giymeye kalksam, itiraz edercesine havlayıp durmuştu zira..



    Sonuçta; arabanın ön camındaki manzaradan da anlaşılacağı üzere güzel bir davet var :

    Gitmeli artık bu şehirden...

    asesen@kahveciyiz.biz


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    9,869,869,869,869,869,869,869,869,869,86
    7 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


    Banu Özgüç

     Ayrıkotu : Banu Özgüç


      BAYAT MI?

    Hayat mı bayat yoksa ben mi uzunca zamandır düşünüyorum.
    Bazen her şey yavan geliyor. Yaşam sevincim uçup gitmiş kalkıyorum. Yataktan kalkasım da yok aslında ama sorumluluk bilinci gelişmiş bir birey olduğumdan sanırım, kalkıp sabah rutinimi tamamlayıp işe geliyorum. O zamanlarda hayat gri oluyor. Suratım asılıyor. Canım sıkılıyor. Çekilmez oluyorum çekilmez.
    Bazen hava gri olsa da içim pır pır kalkıyorum. Her yer taptaze kokuyor. İçim umut doluyor. Dünya daha güzel bir yer oluyor. Coştukça coşuyorum. İçimde kelebekler uçuşuyor. Mutlu oluyorum, mutlu ediyorum.
    Bu çok inişli ve çok çıkışlı ruh hallerinin neticesinde bazen yorgun düşüyor bünyem, kendimi kızağa çekiyorum.
    Evet bingo kızaktayım bu aralar, stabilim, kafa boşaltma derdindeyim. Başucumda üstüste dizilmiş kitaplar, okunmayı bekler. Oysa ben oğlumu koklaya koklaya uyutmayı tercih ediyorum akşamları, sonra da lahana gibi televizyon karşısında yayılmayı.
    Ekonomistler bangır bangır kriz tellallığı yapıyor, ben kuzu kuzu seyredip başbakanımızın billur sesinde ekonomizin çok güçlü olduğu masalıyla uyumak istiyorum. Gün içinde dolar bir tavan yapıp bir merkezin müdahalesine uğrarken gözümün önünden haberler bir film şeridi misali geçip duruyor.
    ..Görmüyor bakıyorum sadece.
    Aaa bakmayın benim entelektüel kimlikmişim gibi uzun cümleler kurup gözünüzü boyamaya çalışmama. Beynimin bir tarafında geçen hafta sonu aldığım elbise altına önümüzdeki hafta sonu almayı düşündüğüm ayakkabı için nereye gitsem, çocuğumu kime satsam da alışveriş merkezlerinde rahat fink atsam, kocayı nasıl ters köşe yapıp kredi kartını kapsam gibi tilkiler dolaşmakta.
    Hepsi benim işte
    Ve de benim hayatımın gerçekliği
    Sosyalist düşünümlü kapitalistim ben, duyarlı söylemli duyarsız bazen..
    Hayat ise geçip gidiyor hayal mi gerçek mi bilmeden!

    Banu Özgüç


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    9,839,839,839,839,839,839,839,839,839,83
    12 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


    Nuran Talay

     Kahveci : Nuran Talay


      Bedelli - Bedelsiz, Kınalı - Kınasız kuzu

    Bekliyorduk,
    İstiyorduk,
    Diliyorduk,
    Dua ediyorduk,
    Adaklar adıyorduk,
    Evrene gönderiyorduk,
    Kuantum yapıyorduk,

    Ve sonunda oldu, geldi, kabul oldu, çıktı…

    Sayısal lotoyu,
    Altılı ganyanı,
    Şans topunu,
    Süper lotoyu,
    On numarayı,

    Milli piyangoyu tutturmuşçasına sevindik…
    Artık ülkemizde iki tip asker var.
    Bedelli, bedelsiz.
    Bedelliler, bedelsizler diye ayrılan ancak aynı vatandaşlık görevini yapmış sayılan kınalı, kınasız kuzular.
    Bedelli;
    vatandaşlık görevinin bedelini öder.
    Bedelsiz; vatandaşlık görevini bedeni ile yapar. Ya tezkeresini alır, ya şehit olur ya da gazi.
    Bedelliler sevinirken, şampanyalar patlatırken, bedelsizin boynu bükük kalmış kimin umurunda…
    Hiç değilse bedelli şartlarına erişmenin özellikleri sirküler halinde yayınlansın.
    Şöhret ol,
    Sponsor bul,
    Köşeyi dön,
    Torpil bul,
    Kredi kartından nakit avans çek,
    Eş, dost akrabadan borç al,
    Senet, sepet yap,
    Eşinin, annenin bileziklerini sat,
    Vs. şartlar anlaşılır bir biçimde açıklansın.
    ***
    Ah şu muhalefet…
    Kemal Kılıçdaroğlu "bedelli askerliği referanduma götürelim" diyor. Referandum olmadan sonucu söyleyelim %98,8 evet. Evet, evet, %98,8 evet çıkar. Yenilen pehlivan güreşe doymazmış misali, bağırmaya çağırmaya olmayacak şeylere amin demenin bir anlamı yok.
    Askerlik süresi Altı (6) ay olsun önerisini sunsaydı mesela. Herkes eşit şartlarda vatandaşlık görevini yapsın, bedelli-bedelsiz de ayrıştırmayalım deseydi.
    Muhalefette bir yere kadar.

    Toplum,
    Köylüsü -Şehirlisi,
    İşsizi -Çalışanı,
    Zengini -Fakiri,
    Açı-Toku,
    Taraflısı-Tarafsızı diye bölünmüşken, tümünü kucaklayamamışken Bedelli-Bedelsizi de sıraya koyduk…

    Vatana millete hayırlı olsun…

    Nuran Talay
    Nuran.Talay@PolitikaDergisi.com


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    2 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


     Kahveci : Neslihan Minel


    EMILY ELIZABETH DICKINSON

    "Doğa sıkı sık uğranılan bir evdir. Ama sanat sık sık uğranılsın diye uğraşan bir evdir."
    Emily Elizabeth Dickinson


    Emily Elizabeth Dickinson "Tutku Denizi" Emily Elizabeth Dickinson'ın seçme mektuplarından oluşan bir kitap; İnce görüşüne aldanıp, çabuk okurum diye çantama attığım, ama altını çizmekten, bir türlü bitiremediğim.
    "Tutku Denizi" yaşanmışlıkları, yaşanmamışlıkları barındıran, duygu silkilasyonlarıyla dolu.
    Yazar, duygu geçişlerini çok iyi başarmış.
    Bazı bölümlerinde ki düş gücü ve imgeleri çok başarılı.
    Kendisini; "çalıkuşu gibi küçüğüm ve saçlarım kestane kabuğu gibi koyu renkli ve gözlerim konukların bıraktığı bardakta ki şeri gibiler" diyen yazardan, böyle güçlü imgeler beklemiyor insan.
    Başka bir bölümdeyse;
    "Kendimi değiştiremezdim- Kendi kendi kendimi- suretim küçük geldi bana-"diyor, kendini tarif ederken.
    Editörüne yazarken de; "küçük bir biçime sahibim-ne yazı masanızda kalabalık eder- ne de dehlizlerinizi çenten fare gibi fazla gürültü yaparım."diyor.
    Onda ki güçlü imgelere bir örnek daha; "gemici kuzeyi göremez, ama pusulayı tanır."
    Yazıların büyük bir kısmında, zamandan, ölümden, mutsuzluktan ve hayal kırıklığına uğramaktan bahseden Emily Elizabeth Dickinson'ın yazma amacı her yazarda, olduğu gibi ölümü yenmektir.
    " Zaman kısa ve doludur, küçülen bir kadın giysisine benzer. Bir mektup bana her zaman ölümsüzlüğü hissettirir, çünkü o bedenli bir dost değil, yalnızca düşüncedir."
    Diyerek mektuplarıyla, ölümsüzlüğe ulaşmaktan bahseden, Emily Elizabeth Dickinson'ın yazıları okunmaya değer.

    Neslihan Minel
    neslihancaa@mynet.com


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    2 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


     Kahveci : Ömer Faruk Hüsmüllü


    Oruç Baba'dan Aforizmalar-39

    * Tilkinin dostluğu, tavuğunu çalıncaya kadardır.
    * Acı zevki; zevk de acıyı çağırır.
    * Sevinci bölüşebilirsiniz, ama acıyı asla bölüşemezsiniz.
    * Her zevkin bir bedeli vardır. Ödeyemeyeceğin bir bedel ile tadacağın zevki, şidetli bir acı izleyecektir.
    * Kusurlarını uluorta seslendiren insanlardan kendimi sakınırım.
    * Utanma duygusunun etkilemediği bir insanı yola getirecek yöntem yoktur.
    * Çıkarcılığı eleştirirken bile, kendi çıkarlarını korumaya çalışan insanlar var.
    * Aptallar, ancak aptallara öğüt verebilirler.
    * Namus için, namussuzca cinayetler işlenmiştir.
    * Uyumak isteyeni uyandırmayınız, sürünmek isteyeni ayağa kaldırmak için çaba harcamayınız. Yoksa mutsuzluklarının nedeni olarak sizi görürler.
    * Yalan gerçekten daha çekicidir; ama güçlü değildir.
    * Vazgeçilmez olduklarını sananlar, sürekli kendilerini pazarlamak zorunda kalırlar.
    * Aklın işlemediği hiçbir veri, bilgi olarak kabul edilemez.
    * Sahip olduğun bilgiyi mutlak kabul etme, çürütülebileceği ihtimalini de mutlaka gözönünde bulundur.
    * Bilgi çiçeğinin kokusunu bilen, onu düşünce bahçesine eker.
    * Bilgi ipine tırmanarak göğe de çıkabilirsin, yerin dibine de inebilirsin.
    * Önyargılarından kurtulursan esaretini de sonlandırmış olursun.
    * Bilgilerini başkalarına aktarmaya çalışanlar, büyük bir fedakârlıkta bulunmaktadırlar.
    * Cahil insan, etrafına korku saçar.
    * Bilmediğini kabul etmek, bilgiye ulaşmada ilk ve gerekli bir adımdır.
    * Bilgiyi küçümseyenler, bilgi denizinde boğulmak üzere olduklarının da farkına varamayanlardır.
    * Bilgi ile altı doldurulmayan bir konuşma, temelsiz ev gibidir.
    * Susan bir bilginin, cahilden farkı ne?
    * Dünya ne büyüktür, ne de küçüktür; algıladığın kadardır.
    * Dünyayı, "dünyaya barış getireceğini" söyleyenlerden koruyun!
    * Düşündüğün kadar varsın, düşündüğün kadar yaşarsın, düşündüğün kadar zenginsin, düşündüğün kadar mutlusun.
    * Sonsuzu bilemem, düşünemem, belleğime sığdıramam. O nedenle daima, sınırları çizilmiş bir varlık alanı içinde düşünmek zorunda kalırım.
    * Dış dünya sana da bana göründüğü gibi mi görünüyor? Zannetmem. Çünkü benzer olmamız, algılarımızı aynı yapmaz.
    * Hiç bir şeye başlamak için geç kalmış değilsin. Dilediğin şeyi yapmak için şimdi hemen başlayabilirsin.
    * Her alet, araç-gereç önce düşüncede var olmuştur. Sonra da nesnel gerçeklik kazanmıştır.
    * Evrensel yasalar gibi, evrensel değerler de vardır. Yasaları bulmaya çalıştığımız gibi, evrensel değerleri de aramalı ve insanlığa sunmalıyız. İnsanlığın kurtuluşu buna bağlıdır.
    * Kural koyucu, ilk kuralı kendisine koymalıdır.
    * Uzay neden sonsuzdur? Çünkü öyle olması gerekiyordu. Bir an için sonlu bir uzay olduğunu düşünün. Hemen uzayı sonlandıran o şeyin arkasında ne olduğunu sorgulamaya başlarız.
    * Maddenin varlığını, gücünü inkar etmek safsata ile iştigal etmektir.
    * Yaşam ne uzun ne kısa; olması gerektiği kadardır.
    * Özgürlüğü başlatan da bitiren de düşüncedir. O nedenle prangalı bir insanı köle, prangasızı da özgür zannetme!
    * Kalp, beyni sık sık, beyin ise kalbi arada sırada mağlûp eder.
    * Alçak'ın dünyası iki boyutludur.
    * Onaylayan dost, kazandıran değil, daima kaybettirendir.
    * Bir insanı gerçekten motive etti iseniz, ona dünyaları bile yıktırabilirsiniz.
    * Hatanın kabulü, doğrunun bulunabileceğinin işaretidir.

    Ömer Faruk Hüsmüllü


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    2 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


     Ailenizin Delisi : Abuzittin Tırlak


    "OKYANUS BİATLI YANDAŞ YALAKA" GÜNDEMİ YORUMLUYOR

    Çok Önemli Not: Yukarıda deyimin patenti de tıpkı "terörist eğilimli münafık muhalif" gibi tarafıma aittir, herkesler tarafından göz önünde, ortalıkta ve de gelişigüzel bir şekilde kullanılamaz. Özetle copyright: Abuzittin Tırlak yani!)

    Şinci Uranüs'ümüzün bu pek çok sıcak ve hassaten çok da nemli Muzmet ayının (Bakınız: Türkçe-Uranüsçe sözlük) son gününde, tam remezen arefesinde degül mü efendüm, yani gazetelere bakıyorum da, pek bi memnunum yaaaaa. Bizim takım aynen devam.
    "Daha karpuz keseceğidik" de mi Bertaraf. Aslanlarım benim be! Başlık dediğin böyle atılır yani. Arada ufak tefek hatalar olsa da önemli değel. TBKP'li ile Generali karıştırmak gibi. Hem kabahat Bertaraf'ta değil ki, anasını satıyım adamların hem adları hem de soyadları aynı yani. Bulanıksu ne yapsın değel mi ama....

    Bu arada kafam sayıları neredeyse 3-4'e inmiş olan "terörist eğilimli münafık muhalif" basına takıldı kaldı. Annadığım kadarıyla Kilimlide (Uranüs'te terörist eğilimli münafık muhaliflerin tıkıldığı ada parçası) boş heç yer kalmamış olsa ki bunnar hala çıkabiliyorlar.

    Bak şimdi, yok ordu başındaki çuvalı çıkarmış da, yok şuymuş da buymuş da. Kendin çal, kendin oyna..... Aklın varsa benim şimdi söyleyeceklerime kulak as yani.

    Bir kere üç vakte kadar yasası yapılacak olan (iftiracılar, iftiracılar......bizim her bişeylerimiz ganuni yani, Kanuni nam eski padişahtan utanın icabında...) en baş Gomutan nasıl olmalı: Tamamen asker olacak, yani iki gözü de siyasete gapalı olacak. Yani daha Uranüsçesi, bir yerlerden "sağa dön" gomutu gelecek sağa dönecek, "sola dön" (yannış anlamayın lo, istikamet olaraktan sol yani) gomutu gelecek sola dönecek. Otur diyecekler oturacak, kalk diyecekler kalkacak, savaş diyecekler emrin olur diyecek, dur diyecekler karşısındaki kendisini alnından vuracak durumda dahi olsa emir demiri keser deyip duracak ve de mevta olacak! Eh, bir de "mevta" olma suçundan hakkında soruşturma açılacak icabında.... yani öldükten sonra çok da mantıklı olmuyo ama ossun!

    Dolayısıyla MGK, YGK falan filan bunlara gerek kalmayıp, tümü iptal edilecek tabiatıylan! Gırmızı gitabı da Şehyülislam'dan fetva alaraktan muktedir iktidar yapacak yani! Liboşlardan gelen fikir kırıntılarına da itibar edilebilir bu arada. Özellikle daltaban mı, düztaban mı adını bir türlü hatırlayamadığım birüsü var, fena fikirleri de yok icabında.... Bu arada derin yorumcunuz olarak ben de ilk gırmızı gitapta baş tehlikenin Gemalizm olarak tespit edileceğine garanti verirüm yani....1930 sonrası deeel, onda heç bi tehlike yok esas önemli olan 1915-1930 arasıdur yani.... Oraya çok dikkat etmek gerekür kanımca.....O kısmı zımparayla gazır gibi tüm hafızalardan gazımalıyız hattı zatında.

    Bu önemli saplamayı yaptıktan kelli konumuza dönelim artık.

    Pekiii bu en baş gomutan bu yere nasıl gelecek, yani gelmeli demek istiyorum.

    Bir gere haliylen siciline bakılacak. Yani askeri okula girdiğinden kelli günde beş vakit namaz kılmış mı, ramazanda heç oruç kaçırmış mı, Şakirdinin sözünden heç çıkmış mı, Okyanus ötesine derin bağlılığını heç ihlal etmiş mi, harama çeyrek gözle dahi bakmışlığı olmuş mu?

    Mesela herhangi bir resepsiyonda kalkıp cavur danslarından birini yaparak günaha girmiş ise yandı o.... Harp okulundan çıkarken teğmen, emekli olurken gene teğmen... Başka türlü olmaz yani.......

    Haaaa bir de az daha unutuyordum bakın. Adı asla anılmaması gereken çatık kaşlı kişinin adını anmak gibi bir gabahati olmuş mu, ona da bakmak lazım.... Kendi yurduna dönmek için kadayıfın altının gereken ölçüde kızarmasını bekleyen Okyanus ötesi efendimizin Şeyhülislam olarak gelişinden itibaren de, yılda en az bir kere gendilerinin elini öpmek için kuyruğa girmesi de şart koşulmalı bu arada. Ama öper ama sıra gelmez öpemez orası möhem değel. İşte ordu dediğin böyle olur derkene anaaaa bir de baktım. Dersim'li Has Demokrat Kılıç efendinin o kadar "Susun lan, konuşmayın." demesine rağmen bir başka Dersim'li "çiçek sulayan Genç" dayanamamış gene gonuşmamış mı? Ama bu sefer eyi de olmuş yani. Benim yukarıda uzuuun uzuuun özetlediğim şeyi tek cümle de açık edivermiş.

    Ne demiiişş bu yola gelmez akıl danemiz:

    "Ordu imamın ordusu olacak" artık, İmam Hatipli olmayan (Bak ben bu çok möhem hususu atlamışım, ama o kadar da önemli değel, Çünkü bütün ilköğretim ve Lise külliyen İmam Hatip olacak artıkın...) gomutan olmayacak. E haliylen gomutanlara da artık gomutan değil, "İmam" diyeceğiz ......" demiş! E tabi haliylen öyle olacak, başka ne olmasını bekliyodunuz ki, 2002 de fırına sürülen gadayıfın altındaki ateş her sene birazcık birazcık arttırılarak kadayıfın altının kızarması süreci hızlandırıldı. Çok yakında yanmadan altı ateşten alınacak ve de her bir şey İmamın olacak. Burası % 99,9'u ehil Müslüm bir ülke değil mi kardeşim? Yani o ne öyle layıklık mayıklık. Eskiden olduğu gibi olacak halayıklık......

    Dersimli Kılıç bey bile icabında artık garşı böyle demode fikirlere. Bilumum gericilere karşı, biz ilericilerin yanında saf tutuyor haliylen (Ulan nasıl da yola getirdik k.........sini) Kendi icabında ne kadar demokratik olduğunu göstermek bakımından konuşmayıp, etrafına sokuşturduğumuz bizim takımdan olup ta çaktırmadan forma değiştirmiş önemli şahsiyetleri gonuşturarak ne kadar da ileri demokrat olduğunu gösterdi bugüne kadar yani....,İcabı halinde her şey ileri demokrasi için......Yaşasın Hanamerikanya'nın OrtaUranüs'teki yüce çıkarları.......

    Hanım gızım seni türban gesmez, sen burka giy ya, heç korkma, örtünme özgürlüğünü tepe tepe kullan...bireysel hak ve özgürlükler faslından .....giy burkanı çık Taksimin göbeğine, icabında gerisi fasa fiso. (Ulan Şaban gafama takıldı, tepemin tası attığında gızdığım kişiyi öldürmem de bireysel hak ve özgürlükler faslına girmiyo mu icabında...)

    Neyse, hanım gızım artık adını heç bir durumda anmayarak herkese unutturmamız gereken o çatık gaşlı şahsiyetten korkmana filan da gerek yok. Gastamonu konuşmasını da tarih kitaplarından sileceğiz artık......Şunu bilecen be hanım gızım o bir faniydi.......artık yok yani.....Hemide bak filmini bilem yaptılar çocukluğunda garanlıktan bilem korkuyormuş o zati.....

    Ne dediniz duyamadım! Sen de nereden çıktın be kardeşim......Sade suya limon sıkma icabında....Onun korkup korkmadığını İngilizlerle, Yunanlılara mı sormak lazım......

    Hasbünallah, hasbünallah. Garışma lan lafa...... Burada tarikatdaşlarımıza moral veriyoz icabında......Hemi de yakında tamamen yola getireceğimiz bu melanet yuvası şehirde de tarikatımızın çok sayıda müridi var, bak haberin ola.....

    Zaten ne güzel işin tadını çıkarıp orta sahada top çevirirken, okyanus ötesinin müritleri aziz kardeşlerim de habire oley, oley çekerken, rakip takım biz sahadan çekiliyoruz deyip hükmen mağlubiyeti kabul ederek keyfimizin içine limon sıktılar yani.

    Bir de sen artık unutulmaya başlanan şeyleri hatırlatarak lafımıza limon sıkma. Bak milleti ittirip gaktırıp Kilimlide sana de yer açarım yani ona göre ha.....

    Evet sayın Uranüsün medarı iftiharı okurcumlarım, bugünlük bu kadar yorum yeter... Daha engin ve derin yorumlar için, malum Vakt'inize baktıktan kelli, her zamanki dikkatinizle gayri resmi yayın organımız "Bertaraf" gazetemizin adını anmamıza gerek olmayan malum şahsiyetinin yazı ve yorumlarına da bakınız efendim.

    Bu arada "ulan bu herifte iş var galiba, belki bizim tiraj ıccık yukarı gıpırdar" umuduyla Zabah'a transfer olan Ozanlardan Robespier'in yazılarını da ihmal etmeyiniz derim. Nazik teyzeyi de unutmayın tabii. Her ne kadar kendisinde bir türlü tedavi edilemeyen bazı sendromlar varsa da möhem değel yavaş yavaş atlatacak artık!

    "Biz aslında sizden yanayız, ama çoğunluğa çaktırmıyoruz, çünkü tirajımız düşüyor." diyen diğer teferruatı da alınız derim, ne de olsa evde temizlik olacak, cam silerken kullanırsınız!

    Haydi hoşça ve boşça kalınız. Sakın ola ki "terörist eğilimli münafık muhaliflere" göz gırpmayınız. İşinize, gücünüze bakınız. Ekonomik grizlere gapınızı kapatınız. Olmadı papatya falı açınız.

    By by, hepinizi öptüm yani

    Abuzittin


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    4 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


    Alkım Saygın

     Şâir-Yazar : Alkım Saygın


      Değer Üzerine III

    Encyclopedia of Religins of Ethics, Vol: 11, p. 585-8

    V. Değer ve Vâroluş

    İnsan için var olan herhangi bir dünyâda, olgu ve değer arasındaki ilişkilerin inkâr edilemeyeceği ve bu ilişkilerin birçok anlamı olabileceği düşünülebilir. (1) Onlar, insan zihninde etkin hâldedir ve insan eylemleri ile kurumlarında somut ifâdesini bulurlar. (2) Değerler zihinde, ancak hayâlî ve göreli bir evren oluştururlar. (3) Böylelikle de bâzen gerçek vâroluşları hakkında konuşulamasa da ve vâroluşla değerlerin ilişkisine dâir îtirazlar yapılsa da ideallerin ve kurguların içindedir. Fakat, her ikisi de geçerli olmak ve başarıyla kullanılmak kadar, gerçek vâroluşla ilgili olmalıdır.

    Aksi taktirde, yanlış idealler ve boş kurgular hâline gelirler. Ayrıca, imkânsız olarak kabûl edilen ideal bir şeyi yapma zorunluluğu ve çekiciliğin gücü kaybolur. "Hiç kimse, elindekilerin ötesindekileri yapmaya muktedir değildir." Değerli bir nesnenin vâroluşunda bu değeri tek başına görmenin mümkün olup olmadığı, din için çok önemli bir sorudur. Dinsel bilincin nesneleri, büyük ölçüde bu tür nesneler gibi görünürler ve vâroluşlarının dînî "kanıtları", sonuçta böyle çıkarımlardır.

    Ayrıca bu kanıtlar, gerçekliklerine dâir sağduyulu karşı çıkışlara rağmen, kararlılıkla sürdürülür ve bunların, açıkça kabûl edilmeseler ve "aksiyomlar" ile "a priori doğrular" olarak gizlenseler de diğer bilimlerde de önemli bir işlevi vardır. Tartışmada sonra, bu çıkarımın genelliği içinde değerden vâroluş çıkartılır; şunu hatırlamak gerekir ki tüm değerler, başlangıçta iddiâdır, doğrulanması başarısız olabilir ve bu nedenle, çürük bir iddiâ olarak nesnelerin değerini gerçekten doğrulamak güç görünebilir; yâni, deneyimle desteklenmeyen ve doğrulanmamış nesneler olarak onlar, yalnızca talep olarak görülebilir.

    Mantıksal olarak değerler, postulatlardan başka hiçbir şeyi başlatmazlar. Onları metodolojik ilkeler olarak almak meşrû olabilir; ancak onlar, güncel sorunlarla ilgili endişeleri dikkate aldığımızda, yeterince onaylanıncaya ve doğrulanıncaya kadar deneysel olarak hipotezleri gözetmelidir. Örneğin, amaçların gerçek izinden çıkartmak için ve bütün şeyleri kucaklayan en yüksek amaca ve evrensel mutluluğa doğru yönelim olarak insanlar tarafından kabûl edilen metodolojik varsayımlar meşrû olabilir; fakat bu yüzden, böyle bir amacın gerçekten etkin olduğu veya mükemmel mutluluğu; yâni, acı içermeyen sonsuz ve katışıksız bir hazzı olanaklı kıldığı, ileri sürülebilir mi?

    Bu tür çıkarımların haklı çıkartılabilmesi için, iki varsayım daha gerekli görünmektedir; yâni tüm gerçeklik, insan doğasına uygundur ve tatmin olmak, onun taleplerine bağlıdır. O hâlde, geleneksel olarak varlığın son rasyonalitesinin aksiyomu olarak tanımlanan bu varsayımlar açıkça, varlığın kendisi için doğru kabûl edildiği değerlerden başka bir şey değildir ve eğer onların, kendilerine dayanılarak doğru diye kabûl edilen gerçekler olduğu îtiraf edilirse, arzu nesnelerinin postulasyonunun sınırlarını belirlemek zorlaşır.

    Hattâ bu yapıldığında, metodolojik postulatlar, büyük ve muhtemelen aşırı verilir ve kendilerini doğrulamak kolaylaşır; çünkü, herhangi bir şekilde çalıştığı sürece onların başarısızlıkları her zaman, bizim bilgimizin eksikliğine bağlanır ve bu yüzden, onlara karşı sayılmaz. Böylelikle, olayların akışındaki eksikliği tahmin etmede tüm başarısızlık, "nedensel ilişkiler"in postulatlarını bir tarafa bırakmayı gerektirir. Bu nedenle, her zaman bir değer-postulatının sınanması, bir anlamda, onun gerçekliğini varsayar -buna rağmen bu, mutlak doğru olarak onu kabûl etmek için bu varsayımı yalnızca yeterli bir sebebe dayandırmak anlamına gelmez.

    Yine de vâroluşunun yeterli bir güvencesi olarak değerin yalnızca tanınmasını kabûl etmektense, deneyle doğrulanan bir değer postulatını almak daha iyidir. Deneysel doğrulamanın türleri ve miktarlarının, doğal olarak değerin doğru kabûl edilen nesnelerinin varlığını doğrulamada, özel konu-meseleye bağlı olarak yeterli olduğu düşünülür ve ayrıca, çeşitli değerlerin aradığı ve birbirleriyle uyum içinde olmaya ihtiyaç duymadığı, bâzı tür ve başka bâzılarının tercih edebileceği ve dahası, vâroluşu kanıtlanabilir bâzı değerlerin ilişkisi, söz konusu edilebilir; muhtemelen uzun süre, bu sorunlar üzerine düşünülmeye devâm edilecektir.

    VI. Değer ve Geçerlilik

    Değerden geçerliliğe yukarıda tâkip edilen geçiş, etik ve mantıksal değerler bakımından genellikle varsayılır. Her iki durumda da hareket ettirici, uzun ve aslında teorik olarak bitimsiz bir süreç olan değer iddiâlarını doğrulama zorluğudur. Bu yüzden, mutlaklık iddiâsının baştan çıkartıcılığı ve kendisini kanıtlayan değeri, deneyimdeki etkinliklerinden bağımsızdır. Nitekim, iddiâ edilen mutlak değerler, Kant'ın çok açık bir biçimde ortaya koyduğu gibi, benliğin ve "yasa"nın gereği olarak yalnızca biçimsel iddiâlardır.

    Herkesin kendinde bir amaç olarak kabûl edilmesi gerektiği ifâdesi yalnızca (o şekilde yapılmasa da ve görünüşte yapılamayacak olsa da şeylerin gerçek düzeninde), benliğin bir tanımı olarak kullanılabilir; ahlâk "yasa"sının bu görevinin koşulsuz yerine getirilmesi, yalnızca ödevin-değerin zorunluluğunun bir başka ifâdesidir; her iki durumda da somut olarak ne yapması gerektiği sormak ve gereğini yapmaksa kişinin "görevler"idir. Benzer şekilde, biçimsel her yargı doğru, mutlak ve koşulsuz olduğunu iddiâ eder ve bu iddiâsını sınırlandıracak herhangi bir şey olmadığı söylenir.

    Fakat bu böyleyse, gerçek doğruluğun onaylanması için yanlış bir varsayımın ortaya çıkıp yerleşmesine neden olur. Böylelikle, değerlerin iddiâ edildiği üzere değerlere gerçekten sâhip olup olmadığını ve fiilen kabûl edilen değerlerin geçerliliğini araştırmak, oldukça mümkün ve gereklidir. Bu gerçekten, kritik bir felsefenin başlıca işlerinden biridir. Bu değer sorunu, değerler alanında da oluşur; değer ve olgu arasında ayrım varsayan "-meli" ve "-dır" arasındaki çelişki, onların değerini değerlendirmek istediğimizde, değerlerin değeri konusunda da tekrar ortaya çıkar.

    Açıklama belki, değerlerinin tahminindeki hata ve başarısızlık nedeniyle tüm insan eylemlerinde ve değer kanılarında da mümkündür. Tekrar gözden geçirmeye ve düzeltmeye tâbî olduğu iddiâ edilen değerler, böyle olduklarına karar verilirse, zorunlu olmaktan çıkar; etikte onların başarısızlığını açıklamak için değerleri mantık yüklemleri olarak kullanmak mümkün olduğu için, "yanlış" veya "kötü" olarak dile getirilebilirler. Değer ve geçerlilik arasındaki doğru ilişkilerin belirlenmesindeki zorluk, büyük ölçüde, geçerlilik kavramının kendisinin anlaşılmasındaki güçlük nedeniyledir.

    Biz, ilk bakışta geçerli değeri mutlak ve (teorik olarak) tartışılmaz derecede kabûl etmeye ve ideal bir gerçekliği mantık ve ahlâkta göstermeye alışkınız. Oysa araştırmada, geçerlilik bu anlamda, sâdece biçimsel ve faydasızdır; gerçek değerin bir garantisini aramak da yersizdir. Bu bilimlerin yanı sıra, geçerli ve değerli için de bir kayba yol açar. Ne değerli mutlakâ geçerlidir, ne de geçerli mutlakâ değerlidir. Her ahlâkî düzen, alt ahlâkî güdülerin kullanımına geniş bir yer verir; tüm bilimlerin bunları kullanmaları muhtemel olsa da akılyürütmede bunlar geçersizdir.

    İdeal geçerliliğin sağlanıp sağlanmadığı veya sağlansaydı değerli olup olmayacağı, daha şüpheli görünüyor. Böylelikle, geçerlilik değerini belirlemek değil, derecesi yüksek veya genel kabûl görmüş ve neredeyse tartışılmaz bir anlamı azaltmak ve değer geçerliliğini belirlemek uygun görünüyor.

    Çeviren : Alkım Saygın


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    8,678,678,678,678,678,678,678,678,67
    3 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


    M.Nihat Malkoç

     Kahveci : M.Nihat Malkoç


      FAROZ'DA GÜNBATIMI…

    Gecenin koynunda uyur, karanlıkları yorgan niyetine üstüne örten denizin yavuklusu Faroz… Geceler burada hayatın ağır yükünü taşır sinelerinde. Balıkçıların yorganı masmavi sular olur ıpıslak uykularında. Deniz, bulutlarla ağlaşır dönmeyen yolcularının ardından. Ufkun öte yanında kalanlar, beridekilerin hüznüne ortak olur. Hepsinin de gönül heybesinde sararmış sonbahar yaprakları misali birikmiş hatıralar vardır. Hatıraların mahşerinde cam kırıkları can kırıklarına karışır. Uzaklarda bekleşenler, acıların çeşmesinden içerler kana kana.

    Faroz'a gün doğarken ve Faroz'dan gün batarken görsel bir şölen yaşanır adeta. Bu şöleni hayatında bir kez olsun seyretmeyenler çok şey kaybetmiş demektir. Zira kelimelerle tarif edilemez Faroz'un doyumsuz gündoğumları ve de günbatımları... Güneş suların mavi dudaklarından öper hasret ve iştiyakla. İki sevgilinin buluşması misali sarmaş dolaş olurlar.

    Faroz'un deniz havası ilaç gibidir. Ciğerleriniz bayram eder o havayı doyasıya içinize çektiğiniz zaman. Orda harmanlanmış çocukluğumuzun nadide baharları. Umutlarımız, kederlerimiz, hasret yüklü türkülerimiz dalgakıranların dehlizlerinde yankılanmış gün gece demeden. Hayat orda göstermiş bize acı tatlı yüzünü. Ruhumuzdaki hüzünleri taşırmışız denizin masmavi sularına. Berrak deniz, içimizde biriken zehre panzehir olmuş çoğu zaman…

    Faroz her zaman uysal bir çocuk değildir. Karadeniz gibidir Faroz ve Farozlular… Bazen fırtınalı, bazen sakin… Bu kıyı beldesinde yaşayanların tabiatı, denizinkine ne kadar da benzer. Deniz gibi cömerttir burada yaşayanlar… Bir somun ekmeğini seninle bölüşmeye her zaman hazırdırlar. Fakat damarlarına basmamalı hiçbir zaman… Trabzonluluk ve Trabzonsporluluk ruhlarına işlemiştir bu güzel insanların. Bu kadim şehrin bütün özelliklerini ve güzelliklerini taşırlar ruh köklerinde. Onlar bu şehrin gülen yüzü ve gösterişli vitrinidirler.

    Faroz, sohbetin bir çayın demi kadar koyulaştığı kadim dostlukların gülistanıdır. Zira Faroz'un bir sahil kahvehanesinde içilir demli çaylar… Çayın biri gider öbürü gelir. Burada insanlar çay ısmarlama konusunda birbirleriyle yarışır adeta. Muhabbetler çayın demine ve buğusuna karışır. Taşlar dizilirken masa üstüne, koyulaşır sohbetler bir Rize çayının deminde. Umutlar yeni doğan günle birlikte tazelenir. Zira burada umuttur insanları hayata bağlayan…

    Sabahın alacakaranlığında, in cin uykudayken bir balıkçı teknesi limandan açılır denizlere. Umut yüklüdür güvertesi, onun içindir ki dalgaları yararak ufka doğru yol alır. "Vira bismillah" der içinden kürekleri çeken, bedeni ihtiyar, ruhu genç bir balıkçı… "Rasgele dostum rasgele…" der onunla beraber rızık avcılığına gidenler… Hepsi de denizin diliyle konuşurlar. Dostturlar denizle… Elleri boş dönseler de bozulmaz denizle olan ömürlük dostlukları. Zira deniz ana gibi kucağında taşır onları bir ömür boyunca. Aç kaldıklarında deniz anadan bir somun ekmek isterler. Deniz onları hiçbir zaman eli boş döndürmez geriye.

    Akşamdan denize serilen ağlar, besmele denen rızık anahtarıyla toplanır bir bir… Takalar taşımakta zorlanır gözleri parıl parıl parıldayan hamsileri… Her bir hamsi adresine teslim edilir gözlerinden uyku damlayan balıkçılar tarafından. Evlerde bolluk ve bereket yaşanır. Fakirin de karnı doyar böylece. Ağır yüklerinden dolayı takalarını limana zor çeken balıkçılar, onca yorgunluğa ve uykusuzluğa rağmen başlarlar kolbastı oynamaya. Kolbastı Faroz'un toprağa diz vuruşudur; hırçın tabiata ve dalgalı denize meydan okumasıdır. Bir de Erkan Ocaklı söylemeye görsün türkülerini, ondan sonra kimse tutamaz Farozluları… Kolbastı, Karadeniz insanının enerjisinin bir çeşit dışavurumudur. Bu bir çeşit av dönüşü bayramıdır. Niye sevinmesinler ki… Hem cepleri bayram edecek, hem de fakir fukaranın, garip gurebanın evleri. Aç mideler hamsiye doyacaktır böylelikle. Zihinler keskinleşecektir.

    Köfte balık yemek istiyorsanız Faroz sahiline atmalısınız kendinizi. Burada yenen köfte balığın damaklarınızda bıraktığı doyumsuz ve bitimsiz lezzet, size Akçaabat'ı aratmaz. Gözünüzü ve gönlünüzü bayram yerine döndüren Karadeniz, en doğal ezgilerini cömertçe paylaşır sizinle. Martılar insanlara pek yakındır, yeter ki onlarla paylaşacağınız balık olsun...

    M.Nihat Malkoç
    mnm61mnm@hotmail.com


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    2 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


     Dost Meclisi


    YORUMLARINIZI GALERiMiZDEKi iLGiLi BÖLÜME BIRAKABiLiRSiNiZ.
    Yorumlarınız için bekleriz.

    Fotograf : Servet Yaylı

    Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
    dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

    <#><#><#><#><#><#><#>

    Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
    Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
    Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
    Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
    Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.

    Yukarı


     


     Tadımlık Şiirler


    küçüksün

    küçüksün sevgilim,
    daha küçücüksün
    kapamaya çalışmanın alemi yok,
    aradaki yılları.
    sevdalarımı anlatamam sana.
    alınırsın, dudak bükersin sonra.

    küçüksün inadın hep bundan.
    bilebilir misin ilk gençlik halimi,
    ben aslında o ben değilim.
    aynaya bakıyorum
    solgun, silik bir yüz..
    kurumuş dallarla akranız
    sonbahar akşamlarında..
    nasıl anlatılır ki bunlar sana?
    diyorsun,
    ilkbaharda sevdalandım ben
    sonbahara ne kadar var?
    arada sadece bir yaz
    vaktimiz dar.

    tüm bunları geçelim,
    tekrar çıkabilir miyim
    karaköyden yürüyerek galataya?
    o ilk sebepsiz heyecanla..

    Ceren Çiçek

    Yazdırmak için tıklayınız.

    Yukarı


     


     Biraz Gülümseyin



    KMTV Sunar...

     


     Kıraathane Panosu



    Polygon Web Studio


    Yazarlarımızın Kitapları


    Merih Günay
    "Martıların Düğünü"

    Nesrin Özyaycı
    "Işık -II-"


    Temirağa Demir
    "Her kardan Adam Olmaz"


    Şadıman Şenbalkan
    "Şehit Analarımızın Çığlıkları"

    Hatice Bediroğlu
    "Düş Kuruyor Gece"

    Cüneyt GÖKSU
    Serpil YILDIZ

    "KÜBA - SARI SICAK BİR PENCERE"

    Merih Günay
    "HİÇ"

    Feride Özmat
    "Yanlış Zaman Hikayeleri "

    C.Eray Eldemir
    "Uzak İklimler"

    Temirağa Demir
    "Edepli Fahişeler"

    Ellerin Söylüyor Sonsuzluğu
    Feride Özmat
    "Ellerin Söylüyor Sonsuzluğu"

    Nesrin Özyaycı
    "ÖLMESEYDİ"

    Yitik Ada Günceleri
    Feride Özmat
    "Yitik Ada Günceleri"

    Hazırlayan: Kadir Aydemir
    "Olimpos Öyküleri
    Mavi Mağara
    Sedef Özkan"
    İyi Kalpli Seri Katil
    Semih Bulgur
    "İyi Kalpli Seri Katil"
    80'lerde çocuk olmak
    Hazırlayan: Kadir Aydemir
    "80'lerde çocuk olmak
    Viking Gemisi ile kıyı kıyı İSTANBUL
    Şebnem Çağlayan"
    Temiraga Demir - Buğu
    Temiraga Demir
    "BUĞU"


    Sedef Özkan
    "Aynı Yaprakta Olmak"
    Zabit Londra da
    Semih Bulgur
    "Zabit Londra'da"
      Kesin Bir şeyler Olacak
    Tarkan İkizler
    "Kesin bir şeyler olacak!"


    Yukarı


     


    Akın Ceylan

     İşe Yarar Kısayollar


      Şef Garson : Akın Ceylan

    Bir at nasıl şarkı söyler? Ya peki dört at nasıl şarkı söyler? http://www.horse-games.org/Singing_Horses.htm Hem kısa yolunu verdiğim türden animasyonlar hem de birbirinden eğlenceli oyunlar için bu web sayfasını tavsiye ediyorum.

    Uzun zamandı reklam olmasın diye vermek istemediğim ama keyif aldığım bir web sayfasını sizinle paylaşacağım. http://www.acunn.com/ Haber, Tv, Spor ve Eğlence konu başlıklarıyla web sayfası dört kategoriye ayrılmış. İlk bakışta her yerde rastlayabileceğiniz bilgileri içeren bir web sayfası gibi görünse de. Aslında bazı detaylar ile kendini farklı kılan ve takipçilerini zamanla farkını gösteren bir web sayfası. Özellikle tavsiye ediyorum.

    Bir Kadın Fenomeni adıyla hazırlanmış olan web sayfası http://birkadinfenomeni.com/ Aslında bu web sayfasını birkaç kelimede anlatmak isterdim ama sanırım birkaç kelime yetersiz kalacak. Siz en iyisi bir tıkla yolculuğa başlayın. Bazen keyif bazen de şaşkınlıkla gezindiğin bu site, aynı anda birçok farklı duyguyu yaşamama neden oldu. Editör arkadaşa teşekkür ediyorum.

    Yıldızlı geceleri anlatan en güzel tablo ve en güzel şarkı http://www.vangoghgallery.com/painting/starrynightlyrics.html Starry, starry night. Paint your palette blue and grey, Look out on a summer's day, With eyes that know the darkness in my soul. Shadows on the hills, Sketch the trees and the daffodils, Catch the breeze and the winter chills, In colors on the snowy linen land.

    Yukarı


     


     Damak tadınıza uygun kahveler






    http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
    Kahve Molası Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.

    GOM Player 2.1.28.5039 / Windows / 7.21 MB
    http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE
    Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.

    VLC media player for Windows / V.1.1.7 / 20 MB
    http://www.videolan.org/
    İçinde tüm codec kütüphanesini barındıran açık kaynak bir oynatıcı. Bilgisayarınızın olmazsa olmazlarından biri. mp4, mov, mkv dahil hemen her formatta filmi izlemenize olanak sağlıyor. İndirin seveceksiniz.

    7-Zip 9.20 (2010-11-18) for Windows / 1.068 KB
    http://www.7-zip.org/
    Winzip, Winrar gibi sıkıştırma programlarının tek alternatifi. Sadece zip ve rar formatlı dosyaları değil, hemen her çeşit sıkıştırılmış dosyayı açan, minik ama süper bir "Open Source" programı. Kendi formatında yaptığı sıkıştırmanın üzerine yok. İsterseniz zip olarak ta sıkıştırma şansınız var. Hemen indirip kurun, sonra da bana şükredin.

    Yukarı


     


    KAHVE MOLASI ABONELERi Google Grubuna üyesiniz. İlginize teşekkür ederiz.

    ABONELiKTEN AYRILMAK İÇİN :
    KM-abone+unsubscribe@googlegroups.com
    (Gönderdiğiniz mesajın abone olduğunuz adresten gittiğine emin olunuz.)

    ÜCRETSİZ ABONE OLMAK İÇİN :
    Google Gruplar KAHVE MOLASI ABONELERi grubuna kayıt ol
    E-posta:


    Arkadaşlarınıza önermek ister misiniz?


    Uygulama : Cem Özbatur
    2002-23©KAHVE MOLASI - Her hakkı saklıdır. Yayın İlkeleri

     






    Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

    Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



    SON BASKI (HTML)

    KAHVE YANINDA DERGi

    Hoşgeldiniz
    Arşivimiz
    Yazarlarımız
    Manilerimiz
    E-Kart Servisi
    Sizden Yorumlar
    KÜTÜPHANE
    SANAT GALERiSi
    Medya
    İletişim
    Reklam
    Gizlilik İlkeleri
    Kim Bu Editör?
    SON BASKI (HTML)
    YILDIZ FALI
    DÜNÜN
    ŞARKILARI





    ÖZEL DOSYALAR

    ATA'MA MEKTUBUM VAR
    Milenyumun Mandalı
    Café d'Istanbul
    KIRKYAMA
    KIRK1YAMA
    KIRK2YAMA
    KIRK3YAMA
    ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
    11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
    Teröre Lanet!
    Kek Tarifleri
    Gezi Yazıları
    Google
    Web KM




    Nereye Böyle - Nazan Öncel









    Fincan almak ister misiniz?
    http://kmarsiv.com/sayilar/20111125.asp
    ISSN: 1303-8923
    25 Kasım 2011 - ©2002/23-kmarsiv.com