Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 10 Sayı: 1.899

 16 Aralık 2011 - Fincanın İçindekiler


  • ZEYTİN GÖZLÜ BURSA ... Seyfullah Çalışkan
  • SENLİ... ... Selmin Aratmak
  • KENDİNİ ARAYAN ADAM ... Müşerref Özdaş
  • MODERNDEN BOZMA BANU ... Banu Özgüç
  • Son Kez, İlk Kez ... Neslihan Minel
  • ŞİKAYET DİLEKÇESİ ... Abuzittin Tırlak
  • Hilmi Z. Ülken'in Değer Felsefesi Üzerine II ... Alkım Saygın


  • Dost Meclisi, Tadımlık Şiirler, Biraz Gülümseyin, Kıraathane Panosu, İşe Yarar Kısayollar, Damak Tadınıza Uygun Kahveler

  •  



     Editör'den : Üçün beşin lafı olmaz!..


    Merhabalar,

    Ben taraf değiştirmek istiyorum. Samimiyim, bu memlekette huzur bulmak, gözümün önünde olanı görmemek, var dediklerine eyvallah, yok dediklerine "Allaha şükür" deyip yaşamak istiyorum. Hergün bir melanete dolanmaktan, soytarıların, şakşakçıların, salya sümük yağdanlıkların karanlık suratlarını görmekten bıktım usandım.

    Parası olmayanın insan yerine konmadığı bir memleket haline dönüşüyoruz azar azar. Filler SGK yükünü azaltmak için tepişirken, 15 gündür ilacını alamayan kanserlinin, insülin bulamayan şeker hastalarının hali nicedir ilgilenen yok. 11 milyara çıkan SGK ilaç bedelini nasıl ederiz de aşağıya çekeriz diye firmalarla pazarlık ederken, birilerinin aklına "sağlık pazarlık konusu olur mu?" demek gelmiyor anlaşılan. Bir üniversite hastanesinden istifa eden 380 uzman hekimin yerini ithal doktorla doldurmaya çalışan sağlık sistemi, kimin için var olduğunu unuttu gitti bile. Paran varsa sorun yok, ama ekmeğe yapılan 3-5 kuruş zam sana azap çektiriyorsa, kendine iyi bak, sakın hasta olma.

    Çocukluğumun bir dönemi Eskişehir'de geçti. Şeker pancarını ilk orada tanıdım. Hasat zamanı fabrika kapılarında sıraya giren kilometrelerce uzunluğunda traktör ve kamyonu hiç unutmam. Bulundukları yere bolluk getiren bu fabrikalar artık birer ikişer özelleştiriliyor. Taşı, toprağı, binası aleti, edavatı ile satılıyor. Şartsız şurtsuz, parayı bastırana veriyorlar. Ne üretim ne de pancar alım şartı var. Üretim olmayınca, işçiye de gerek yok. Al sana verimli inşaat alanları. Pancar şekeri yerine glikoz ithal edip boyayıp sat, fabrikayı al, şeker gibi parçala parçala erit. Adaletin bu mu Dünya?

    Geçen hafta, şike yasası nedeniyle sözde parti içi demokrasi veren AKP'li vekiller yüzünden "parti çatlıyor mu acep?" tartışmasına meyleden AKP'de sular duruldu. Şike yasası aynen Gül'e gönderildi, yasalaştı. Yani yorgan gitti kavga bitti. Hele bir de başbaşları sağ salim has odasına dönünce cümle alem hayata döndü. Ağlak Arınç pişmanlık yasasından yararlanmak istediğini söyledi, "istifa ederim" diyen Tayyar da, sokakta hip hop yapmaya başladı. Bu pespayeliğe henüz bir isim bulamadım, var mı önerisi olan?

    "5 mi 7 mi?" tombalasında sıra. Hani bize laf düşse, üçün beşin lafı mı olur, kal ebediyyen orada diyecez ama diyemiyoruz haliyle. Meclis iradesi ile adamı Cumhurbaşkanı yap, ardından gaza gel, "Hem 5 yıl olsun, hem de halk seçsin." diye halka git, evet oyu al, şimdi kalk "5 mi de 7 mi şengül hamamı" diye fal aç. Şaka mısınız siz be? Yaptın bir yiğitlik arkasında dur. Seneye yap seçimi, çok istiyorsan yap Gül'ü aday, alırsa oyu, olur 5 sene daha Cumhurbaşkanı. Ama hesap başka. Tayyip Bey'in o makama çıkmak istediği tarih önemli olan. O ne derse o. Gerisi laf-ı güzaf.

    AGB hayatımıza girdiğinden beri vardır bu tartışma. Reyting canavarı manipülasyona müsait midir değil midir? İlk geldiklerinde 700 tane aletleri vardı, şimdi duyduğuma göre 5000 olmuş. Kimsenin bilmediği deneklere bu aletler veriliyor, sonra izledikleri programlar kayıt altına alınıp günlük rapor tutuluyor. Daha ilk duyduğumda, "Bu isimlere ulaşmamanın imkanı yok mu?" demiştim. Cevap beni tatmin etmemişti, "Bu kadar çok adamla kim uğraşır?" demişti bir abim. Tabi o zamanlar bu kadar para dönmüyordu piyasada, oysa şimdi bölüm başına 2-2,5 milyon lira alan diziler var. Değil 5 bin, 15 bin olsalar, tek tek gidip teşvik şikesi yapmaya değer. Belli ki yapmışlar da. Bakalım altından ne çıkacak? Ben yeni bir reyting kuruluşu çıkacak diyorum. ZÜM - Zevk-i Ümmet Mele'si, peoplemeter yerine de kularşın kullanırlar artık.

    İlk paragrafı ciddiye alıp şükür duasına çıkanlara koca bir destur. Bu densizlikler olduğu sürece biz muhalifiz, böyle biline. Haydi kalın sağlıcakla.

    Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

    Cem Özbatur








     


    Seyfullah Çalışkan

     Deniz Fenerinin Güncesi : Seyfullah Çalışkan


      ZEYTİN GÖZLÜ BURSA

    İnsan sokaklarında dolaştığı, parlarında nefes aldığı, içinde ekmek kavgasına tutuştuğu kente karşı borçludur. Gönül borcumun birazını ödeyebilmek niyetiyle bu yazımda yaşadığım kentten Bursa'dan söz etmek istiyorum. Kitapların her yazdığına inanmayın. Bursa'nın yarma şeftalisi ünlü değildir. Ulucami için bir şey diyemem ama diğer bildiklerinizin hepsini yeniden temize çekmeniz gerek. Şehrin göbeğinde yer alan Merinos Parkı en az öteki tarihi mekânlar kadar önemlidir. Teleferik ve Uludağ'a kentin simgesi olduğu için ilişmeyeceğim. Ama bu kentin şeftalisinin akla gelen ilk tarım ürünü olması kesinlikle yanlıştır. Şeftalinin yerini yıllar önce kara incir almıştır. Sanayi ürünleri dışında yurtdışına en çok ihraç edilen ürün de kara incirdir. Kestane şekeri de bu ilin kent kimliğinin markalarından biridir. Ama artık Uludağ'ın lezzetli kestanelerinden yapıldığını kitaplarda görürseniz bilin ki yalandır. Çünkü kestaneler ya Karadeniz yada Güney Ege'den geliyor.

    Çok sıklıkla adından söz edilmese bile Bursa'da çok ciddi bir zeytin tarımı vardır. Yetişen türler yağlık olmaktan daha çok sofralıktır. Son yıllarda zeytin her gün pazarı biraz daha büyüyen ve değerlenin bir ürüne dönüştü. Avrupa mutfağındaki bütün yemekler bile artık zeytinyağlı tariflerle pişiriliyor. Son on yıl içinde birden Zeytinin alamet-i farikası anlaşılıverdi. Bu yıl Bursa zeytin açısından iyi bir yıl geçirmiyor. Ürün bol ama kalitesiz oldu. Ekim ayındaki erken gelen soğuklar ve yazın beklenenden daha kurak geçmesi zeytinin taneyi doldurmasını engelledi deniyor. Dış kabuğu buruşuk taneler irileşmeden kalıverdi. Hal böyle olunca ünlü Gemlik Zeytini kahvaltı masasındaki yerini kaybedip yağlık oluverdi.

    Bütün tarım ürünlerinde olduğu gibi pazar değeri altın bile olsa üreticinin elindeki her zaman geçmez paradır. Şu anda yağlık zeytinin kilosu bir lira otuz beş kuruş, sofralık seçilmiş zeytin de dört lira. Yağın litresi dokuz lira, birkaç ay sonra pazara çıkan kıvırcık zeytinin kilosu da en az on iki lira olacak. Buna bir çare bulunamadı gitti. Ürün köylünün elinden çıkınca binden altın oluveriyor. Üretici elleri bomboş kalakalıyor. Acaba üreticilerin de para kazanacağı bir gün gelecek mi çok merak ediyorum. Sabah kırağısında yerden zeytin toplamamış biri elbette benim söylediğimde anlamlı bir şey bulamayacaktır.

    Belki de sırf bu yüzden köylüler çocuklarının çiftçi olmasını istemiyorlar. Şehirlere gidip fabrikalarda işçi olmalarına razı oluyorlar ama kendileri gibi ömürleri tarlada geçsin istemiyorlar. Üstelik modern tarım alıştığımız, bildiğimiz her şeyi yerle bir ediyor. Sürekli yeni girdiler yaratıyor. Örneğin dalları sallayan, zeytini yere döken motorlu sallayıcılar var. İyi, güzel ama bu makineler su yakmıyor ki…

    Benim büyüdüğüm kasabada zeytin mevsiminde sığırcıklar gelirdi. Bursa'da henüz hiç görmedim. Binlerce, yüz binlercesi gökyüzünde akan kocaman bir ırmak gibi, bulut gibi görünürlerdi. Avcılar saklandıkları yerden o buluta tüfek atar, sonra da vurdukları kuşları çuvallarla toplarlardı. Çuvalla toplanan bir hayvan nasıl üreyebilsin, nasıl var olabilsin? Belki onlarda kaybolup gitmişlerdi. Sığırcalar zeytin'in de baş düşmanıdır. Yamaçlara inip kalkan kuşlar arkalarında binlerce zeytin çekirdeği bırakıp giderlerdi. Ötüşlerini değil ama siyah parlak tüylerini ve beyaz benekli göğüslerini her zaman çok sevmişimdir.

    Seyfullah
    seyfullah@kahveciyiz.biz


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    4 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


    Selmin Aratmak

     Kahveci : Selmin Aratmak


      SENLİ...

    Seni sevdikçe çoğalıyorum ben , çoğalan parçalarımı alıp bana yakışan en güzel yerlerime yapıştırıyorsun ve her parçadan tekrar yaratıyorsun beni , çoğalıyorum büyüyorum durmadan..

    Önüne geçemiyorum seni düşünürken dudağımda ki gülümsemenin ,
    sonra o gülümseyişin senin için anlamı geliyor aklıma kafamı önüme eğiyorum göremeyişine yanarak... dudağımın yanındaki küçücük gamzemi seyrediyorum yerine..

    Gözlerinde bazen bir çocuk, bazen bir kadın ,bazen sadece bir insan olmayı o kadar çok seviyorum ki..gözlerine konuşmayı , derin derin bakıp konuşmayı özlüyorum..

    Kadınlığımı özlüyorum teninde varolan..sonra o en çok sevdiğin doğallığımı..
    kendimi ruhuna kaptırmayı , kaybolmayı sende, aşkla seviyorum hepsini..
    doya doya seviyorum..tekrar tekrar seviyorum seni..

    Seni çoğaltıyorum kendimle birlikte , umutlarımı çoğaltıyorum ,
    senli olsun diliyorum herşey , senli bir ömür senli bir ölüm diliyorum.

    Selmin Aratmak


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    9,679,679,679,679,679,679,679,679,679,67
    6 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


     Kahveci : Müşerref Özdaş


    KENDİNİ ARAYAN ADAM

    ( Kendine Yolculuk)

    -Bu aralar nasıl desem… kendimi boşlukta hissediyorum biliyor musun?

    Bu odada benden başkası yok ama ben kendi kendime sorular soruyorum işte… Kendimle konuşmaya başladım? Hay aksi… Neler oluyor bana? Yolda yürürken hayatın şifresini çözmek üzereymişim gibi geliyor son günlerde.

    Pencerenin başındayım, camda buğu oluyor nefesim. Kocaman bir daire çizip üstüne bir çizgi atıyorum. Bu daire dünya… İçine hapsolduğumuz dünya ve ben onu hiçe saydım bir çizgiyle.

    İçim dolmuş, taşacak sanki. Bir yol araması gibi nehrin yolunu arıyor duygularım. Bir sigara daha yakmak geliyor içimden. Buğuyu silip uzaklara, gökyüzüne bakıyorum, boşluğa, laciverde ve ötelerindeki karanlığa… Alnım soğuk cama dayalı, ürperiyor içim bir anda. ''Ne kadar anlamsız yaşıyoruz…'' diye düşünüyorum.

    Yüzümde anlamsız bir sırıtmayla sokağa atıp kendimi yürümek geliyor içimden rastgele…
    Benden başka kim bilir kaç kişinin içinden geçiyor bu his? Kendini öylesine atıverip sokağın kollarına yürümek, yürümek, yürümek… Nedensizce, amaçsızca… Belli olmayan bir yere… Kime rastlayacağım kim bilir bir köşe başında… Ve atılıyorum gecenin koynuna birden bunlar geçerken aklımdan. Rüzgâr hafiften yüzümü okşarken aklımın köşelerine takılıp kalanlar serbest kalıyor yavaş yavaş… Hafifliyorum sanki… Bir ses yerleşmiş derinlerime, diyor ki: Sen her zaman güçlüsün, sen önemlisin, sen özgürsün…

    Dur orda diyorum o sese, dur kandırma kendini de, beni de… Bu nasıl özgürlük?
    Her konuda koşullandırmışız hayatımızı, kilitler vurmuşuz kat kat kendi üzerimize… Anlam dediğimiz anlamsızlıklarla dolu hayatımız. Duygularımız yozlaşmış, aşklar, sevgiler, arkadaşlıklar, dostluklar sahte… Her şeye su katılmış durumda, boz bulanık… Çamura batmışız debelenip duruyoruz.

    Çık o zaman o çamurdan, kurtar kendini diyor içimdeki ses. Her zaman kulak asmadığım, duymazlıktan geldiğim o ses. Çıkacağım ama başkalarını da çıkarabilecek miyim acaba? Çamurun nemi ne zaman kurur bu bedenden? Kaldırımda çizgilere basmadan yürümeye devam ederken içimdeki sesi dinlemeye karar verdim o anda…

    Anlamsız mı gerçekten hayat? Yoksa onu anlamsız hale getiren bizler miyiz? Bir değirmen mi hatalarımız, bizi her an daha çok parçalara ayıran? Nasıl bir anlam katmalı hayata? Nereye bakmalı? Ne kadar bakmalı? Ne zaman bakmalı? Gördüğümüzü ve görmediğimizi, kendi okuduğumuzu ve iç sesimizin bize okuduğunu nasıl yorumlamalı?

    Kurgulanmış yaşamlarımızda tepeden tırnağa çamura batık ve yönetmene mahcubuz.
    Su ve toprak bize katık verilmiş.

    Çok uzaklara gitmemi söylüyor ısrarla içimdeki bana yabancı adamın sesi…
    -Ben kulağına nereyi fısıldarsam oraya git! Dur diyene kadar git!
    -Git, git! Durma, git!

    Düşünüyorum o ses bana '' Git'' demeye devam ederken. Beni bırakıp gitti her sevdiğim, ben kalakaldım. Şimdi ben mi gideyim? Kimden gideyim?
    -Kendinden!

    Şu ses… susmuyor bir türlü…

    Bırakıp gitmişlerdi ama bilmiyorlardı ki ben öyle boynu bükük kalakalsam da gidenler kimliksizliklerini, kararsızlıklarını da alıp gider, dönmelere aday olarak. Ama ya kalan? Kılıç elinde, içine atılan kördüğümü çözmeye aday değil midir kalan? Isıtmaya ve ışıtmaya aday değil midir içi üşüyenleri yeniden?
    - Git, git ! diyor hâlâ içime sığamayan, bana yabancı tuhaf adam.
    - Her şeye rağmen git!
    - Al kılıcını da git!
    - Git, çöz bulacağın düğümleri… deş irinli yaraları…
    - Kurtul içindeki kalabalıktan….
    - Gel, bana gel! Bekliyorum…

    BİR GÜN SONRA
    Evde her zamankinden farklı bir sabah yaşanır. Yokluğu fark edilip aranmaya başlanır. Akşam olmuş yeniden, duvarda asılı resmi görülmektedir odasının açık kapısından. Ağlamaktan gözleri şişmiş bir kadın, eve doluşan akrabalar, konu komşu, yüzü asık, korku dolu bir baba… Beklemektedirler öylece alabilecekleri bir haberi.

    BİR AY SONRA
    Hâlâ yoktur kendini aramaya giden adam. Evdekiler ise onun nerede olduğunu, yaşayıp yaşamadığını hâlâ öğrenememiş, hâlâ yol gözlemekte, hâlâ gözyaşı dökmektedir. Ani ortadan kayboluşuna bir anlam verememekte, her an kötü bir haber alabilecek gibi tetiktedir herkes. Belirsizlik içlerini kemirmektedir her geçen dakika…

    BİR YIL SONRA
    Hâlâ dönmemiştir geriye…

    Bir gün çıkar gelir mi geri bilinmez? Aradığını bulabilecek mi yoksa aradığı o kadar uzaklarda değil mi bilinmez. Şu var ki gittiği yerlerde kendini olmasa da bulabileceği, alabileceği, çözebileceği, ısıtabileceği, ışıtabileceği bir şeyler ya da birileri mutlaka olacaktır. Kendi aydınlığına doğru yürümektedir belki. İçindeki onu hiç terk etmeyecek, ona yabancı iken belki artık yakınlaşmış, yolunda yoldaşı olan o ses dur deyinceye kadar yolunda yürümeye devam edecektir.
    Belki de lacivert bir gecede aniden yürüyüp gittiği gibi dönüp geliverecektir şu köşe başından artık tüm umutlar kesilmişken…

    Thales der ki: Her şeyin bittiği anda bile umut vardır.

    Umutsuz kalmayın, derin sulara dalmayın. Yoksa köpekbalıklarıyla birlikte yüzmeyi göze almalısınız. Yürüdüğünüz yolların sizi umudunuza götürmesi dileklerimle…

    Müşerref Özdaş


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    3 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


    Banu Özgüç

     Ayrıkotu : Banu Özgüç


      MODERNDEN BOZMA BANU

    Geçenlerde kankimle konuşuyoruz, yaşlandık, çocuklandık, göbeklendik, vay halimize, gardroplar da perişan, diye yakınıyoruz. Kendimize artık ucuz değil, pahalı ama kaliteli şeyler alacağız, güzel giyineceğiz, biz de genciz , e göbekli olsak da biz de güzeliz, diye birbirimizi bir gaza getirdik ki sormayın gitsin.

    Ertesi gün, o boya küpü şeklinde işteydi. Ben de, çocuksuz hallerimden kalma, o günlerime özenti bir elbise giydim sırtıma, tabi tüm gün göbek içerde dolaşmak zorunda kaldım. Çocuksuz hallerim 2,5 sene geride olduğundan günümüz modasından hayli uzak bir görüntüm vardı. Hem elbise dar hem moda eski … Halimi gören kadınlar suratıma " vahh vah neydi ne oldu, çocuk doğurdu yamuldu" ifadeleriyle acıyarak baktı, erkekler de, o her zamanki halleriyle olaya bodoslama atlayıp, "sen kilo mu aldın? diye sorarak, beni iyice çökerttiler. Akşam eve gittiğimde elbise çöpe ben de diyete girmiştim bile.

    Sonrası eşim için daha vahim tabi. Koşa koşa bir AVM'ye gidersin, kredi kartının oğlumdan kalan boşluklarını bir güzel doldurursun . Bende ki kaliteli giysi alma tutkusu ile poşetler pek dolmadı. İki parça bir şey alabildim, bir de şu platform ayakkabılar var ya, bir karış topuklu, onlardan aldım. Oley dedim, kendimle gurur duydum. Ben de modern olacaktım sonunda.
    İlk provayı, aileye kendimi göstermek maksatlı , bir nikahta yaptım. Elbisemi, altına da yeni son moda ayakkabılarımı güzelce giydim. Ama tabi unutmayın, aynı zamanda çocuklu bir kadınım ben . O gün oğlumun diş çıkaracağı tuttu. O melek çocuk gitti huysuz , mızmız, anacı ve de salyalı bir çocuk geldi. Haliyle, bacaklarıma yapışan bir çocukla gidemeyeceğime göre, saçlarım da ellerim de kuaför yüzü görmedi. Bildiğiniz perişan haldeyim. Son anda duşa girip, saçlarıma şöyle bir fön tutmayı becerebildim. Saçlar ev halinden hallice, makyaj yapılmış, kılık kıyafet tam, kucağımda oğlum, hazırım ben. Fakat oğlum beni öyle görmeye alışkın değil. Çocuk kendisini, annesinin tek kusursuz yeri olan makyajını dağıtmaya adamış sanki. Pek hoşuna gitmiş olacak ki, önce bozuyor , sonra da üstüme kapanıp gülüyor. Salyalar üstümde iz bırakıyor. Görüntüm giderek vahimleşiyor.

    Gittik nikaha ama kimsede "vaaowww" bakışı göremedim haliyle. Tek görebildiğim "neydi ne oldu bakışları"yla zalim kadınlardı ah.. Yetmezmiş gibi, neyime benim bir karış topuk. Bir saat zor dayanabildim, attım kendimi arabaya, tabanlarım şiş, ben perişan halde.

    Neyse, sonra taktım saçlarıma, bu modern görüntüyü yakalayacağım illa. Kuaförüme gitmek istiyorum ama oğlumla yemiyor. Sonumu görebiliyorum çünkü. O "piss piss" deyip, yerdeki tüm saç tellerini tek tek toplamaya kalkacak , büyük ihtimalle benim saçımdaki balyajlar da havada uçuşacak. Akrebim ya, taktım ya. Gözümü kararttım gittim işyerime yakın trendy bir berbere. Oturdum koltuğa havalı bir şekilde, modern bir saç kesimi istiyorum dedim. Tamam, dedi adam, o da havalı bir şekilde.

    Sonuç olarak, nasıl şekil vereceğimi bilemediğim kahküllerim var artık benim. Seksenli yılları bilen bilir, Hani Hülya Avşar'ın , Ahu Tuğba'nın filmleri vardır ya, kahküllü saçlar uçuşur. Kendimi öyle görünce ampul yandı bende.

    Ben seksenlerden nefret ederimmmmmmm………..

    Karpuz kollardan nefret ederim. Kloş eteklerden, dar pantolonlardan, o iğrenç yumurta topuk sivri mi yuvarlak mı belli olmayan kişiliksiz burunlu botlardan.

    O an gönül gözüm açıldı.

    Kahrolsun modernlik dedim , kendime geldim ve özüme döndüm.

    Banu Özgüç


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    9,509,509,509,509,509,509,509,509,509,50
    4 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


     Kahveci : Neslihan Minel


    Son Kez, İlk Kez

    "Son Kez, İlk Kez"in de aralarında bulunduğu, 12. İstanbul Bienali etkinliği, Sabancı Müzesi'nde sergileniyordu.

    Ben de bunu fırsat bilip, cumartesi sabahını, boğaza seyrederek, bu köşkte karşıladım. Saat on sularında, müzenin ikinci katında bulunan cafe dolmaya başladı. On bir gibi rehberimiz, grubun tamam olduğunu, artık gezintiye başlaya bileğimizi söyledi. Ben de üzerimde ki, deri montu elime alarak, aşağıya doğru indim.

    Köşkün arka bahçesinde, hediyelik eşyalar satan, küçük bir yer vardı. Burada biraz oyalandıktan sonra, ailenin resimlerinin olduğu, küçük salona geçtik. Burada Sakıp Sabancı'nın resmi vardı. Sonra yine Sabancı ailesine ait diğer resimler...

    Bu salondan, dosdoğru devam ettiğimiz zaman, büyük başka bir salona açılıyor köşk. Burada, orijinal porselen vazolar, geniş aynalar, altın çerçeveli tablolar, eski antika koltuklar var.

    Salonun her iki tarafı da, bu şeklinde ziyan edilmiş…

    Merdivenlerden yukarı çıktığımız zaman ise; Sophie Calle karşılıyor bizi.
    Afiş de ki erkek resmin aksine, bir bayan Sophie Calle.

    1953 doğumlu Fransız sanatçı, uzun kariyeri boyunca, bazen gözleyerek, bazen de izleyerek insan vücudunu, davranışlarını, acı ve kederlerini, coşku ve heyecanlarını saptamaya çalışmış. Bir anlamda "üçüncü göz" gibi; video, fotoğraf ve yazarı olduğu edebi, felsefi kitaplarla, izlenimlerini sanat dünyasına kazandırmış. Eserlerinde, insan zaafını tasvir eden, kimlik ve mahremiyet gibi konuları işleyen Calle, günümüzün yaşayan en büyük çağdaş sanatçıları arasında.

    Eserlerinde ki derin gözlem gücüne hayran kaldım, Sophie Calle'nin. Bizim hiç aklımıza gelmeyen şeyleri ele almış. Görme engelli bir insanın, son gördükler; bazen bir kanepe, bazen Haydarpaşa, olmuş...

    Kimi bir kaza kurşununa kurban gitmiş, kimi, bir hastalığa…

    Bir de ameliyat sonrası ilk görenler var ki; bunların ki ayrı bir mutluluk...

    Çoğu bir dernek üyesi olan, bu insanlarla yapılan, röportajlar sonucunda, böyle bir şey çıkmış ortaya.
    Benim hiç aklıma gelmezdi. Fransa'dan Türkiye'ye gelip, derneklere ulaşıp, böyle bir proje uygulamak.
    Bir de denizi ilk defa görenler var ki; Bu da bizim ayıbımız.

    Daha önce, bununla ilgili birkaç yazı okumuştum. İstanbul da olup da, denizi görmeyen insanlar olduğundan bahsediyordu. İnanmamıştım. Ama burada ki görüntüleri gördükten sonra, gerçekten inandım.

    Çocukların, olduğu bölüm gerçekte inandırıcıydı. Denize korkarak bakmaları. Ellerini ıslatmaları. Sonra, korkunun yerini sevincin alması ve ıslanmaya başlamaları…

    3 Aralık engelliler günüydü. Engelleri aşanlarla beraber, kutladık bu günü. Fuar alanında, bunu gibi daha birçok engelli vatandaşımız vardı. Kimi yürüyemiyor, kimi duyamıyor, kimi çocuklarda down sendromluydu. Baktıkça içimizin burkulduğu, ya benim başıma gelirse dediği, durumlardı bunlar.

    Onlarla konuşmak, dertleri dinlemek, çok güzeldi.

    Ve yaşamda ardımız da kalan, görmediğimiz ya da görmek istemediğimiz birçok ayrıntı vardı. Ya benim başımıza gelmez dediğimiz, ya da aman bana ne deyip geçtiğimiz.
    Sophie Calle'nin sergiyle, bunun böyle olmadığını bir kez daha anladım. Hele akşam görerek yatan adamın, sabah kalktığında, gözlerinin görmemesi, taksi şoförünün, tartışma sırasında, gözüne gelen bir kurşun sonucu kör olması vb…

    Bu olaylar beni çok düşünürdü. Ya aynısı benim başıma gelseydi???

    Neslihan Minel
    neslihancaa@mynet.com


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    1 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


     Ailenizin Delisi : Abuzittin Tırlak


    ŞİKAYET DİLEKÇESİ

    Sayın Savcım;

    Şikayetçiyim efendim. Bendeniz Kanije Celallenmek Adamı Bayar Üniversitesi Rektörü Tahir Büyüksözüdinler efendim. Her zaman büyük sözü dinlemişimdir, sayın Savcım. Güçlü olan kimse o benim için sahiptir efendim. Arkadaşlarımın köle ruhlu olduğumu söylemelerine aldırmam sayın Savcım.

    Efendim vaktiyle ben herkesin işinde gücünde, rock'unda punkunda munkunda olduğu bir okula atandığımı sanmıştım. Kız erkek sarmaş dolaş bazı istenmeyen vaziyetler görülse de genel durum gayetle iyi idi, yani öyle gözüküyordu.

    Bazı fısıldaşmalar olmuyor değildi, ama ben onları kulaktan kulağa oynuyorlar sanmıştım, sayın savcım.

    Meğerse hükümet aleyhine terörist faaliyetler örgütlemekte imişler efendim. Bunların ele başı olan zıpır, KGB, mi BKG ne ise öyle bir örgütün üyesi olan kişi, Tabii ki gizli bir örgüttür bu mutlaka öyle olmalıdır yani ondan eminim sayın savcım. Gerçi bazı münafık öğretim üyeleri yasaların değiştiğini artık ortada gizli örgüt mörgüt kalmadığını söyleseler de ben inanmadım efendim.

    Karşıma çıkarak bana diklendi bu ele başı. Kanijemizin medarı iftiharı, eşsiz insan, büyük hatip, ulu vekilimiz Levent Hınçal'ın okulumuza gelmesine sinirlenmiş kendileri sözde.

    Aaaaaa, bir de baktım, densiz altı üstü bir öğrencisin sen kim oluyosun da Rektörünün karşısına çıkıyosun yani, bu cesareti kimden alıyosun yani ya . Kim oluyon sen be. Affedersiniz sayın Savcım yani şikayet dilekçesi yazarken birden tansiyonum yükseldi de efendim, üstünüze afiyet bu arada şekerim de var efendim. Hayır, efendim hayır! Kahve pişirmek için değil. Şeker hastalığından muzdaribim yani onu demek istedim.
    Birde karşıma çıkıp Atatürk filan diyor. Önce alttan aldım. Dedim ki çocuğum kimdir bu Atatürk ya?
    Yani bir parti kuruldu da onun lideri filan mı kendileri, hani üniversite gençlerinin siyasi partilere üye olmaları serbest olabilir icabında ama ben Üniversitemde öyle siyasi parti üyesi, siyaset filan istemem bakın haa burası Üniversite burada derslerinizi inekleyerek hoşunuza giden kız arkadaşlarınız olursa öküzün trene baktığı gibi birbirinize müptezel bakışlar atacaksınız hepsi o kadar! Yani öyle birinizi maazallah el ele filan yakalayayım o saat işinizi bitiririm yani. Burası ilim, irfan yuvası. Burada ne aşk meşk olur ne de siyaset.
    Bu densiz bana demez mi "sen Mürteci'misin de Atatürk'ün adını bile bilmiyorsun yani?" "Hemi de ne demek oluyor Kanije milletvekili diye Levent Hınçal'ı konuşmak için bu okula davet etmek! Kendisi laik, demokratik ve sosyal bir hukuk devletinden yana olmadığını açıkça ilan etmiştir." Ben de dedim ki çocuğum senin okulun hangisidir? Hukuk Fakültesi'nde misin? Değilsen sana ne laik, demokratik ve sosyal hukuk devletinden? Sınava girecen de not mu alacan yani?

    Bak ne güzel bahar gelmiş, çiçekler açmış, koyunlar gibi yayılın çimlere otlayın gitsin.

    Bana demez mi bu; "Sizi protesto ediyorum, bu okulda Hınçal konuşamaz." Gene şekerim yükseldi, tansiyonum ve tepem attı ve de dedim ki sen kim oluyon ya ben ki koskoca Rektörüm beni şikayet etmek sana mı kaldı ya. Bir de sinirlenmiş kim görevlendirdi seni lan, sen komünist misin demişim buna. Bu da demez mi; "Atatürk bizi Bursa Nutku ile görevlendirdi. Cumhuriyetin ilke ve değerlerine sahip çıkmadan üniversite gençliği sıfatını hak edemeyiz biz." diye

    O saat ha s.... çektim mi, çekmedim mi hatırlamıyorum yani.

    Arkadaşlarım kollarıma girerek beni hemen makam odama çıkarıp bol miktarda tuzlu ayran içirerek kendime getirdiler. İyice kendime gelmiş olmalıyım öğlen de Kanije kebabı yemeye gittik yani. Pardon sayın Savcım burası sizi ilgilendirmiyordu sanırsam.
    İşte böyle sayın Savcım bu terörist kılıklı komünistlerden şikayetçiyim kendilerinin cezalandırılmalarını talep ediyorum efendim.

    Kanije Celallenmek Adamı Bayar Üniversitesi Rektörü
    Tahir Büyüksözüdinler.
    .....adına mealen kaleme alan

    Abuzittin


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    1 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


    Alkım Saygın

     Şâir-Yazar : Alkım Saygın


      Hilmi Z. Ülken'in Değer Felsefesi Üzerine II

    Hilmi Z. Ülken'e göre bütün değer ve gerçek yargıları, sentetik ve varlığa âittir. Fakat, analitik yargıları dile getiren hâlî yargıları fiilî şekle sokmak mümkün değildir; "Üçgen üç açılıdır" önermesinden fiilî yargı türetemeyiz. Her değer veya gerçek beyânı, hâlî tarzda ifâde edilince sırf formel olarak aynı zamanda bir hakîkat beyânı olur. Bu nedenle, pek çok filozof, değer felsefesini, gerçek ve hakîkat felsefesine karıştırmışlardır. Oysa, değer felsefesinin kendine özgü bir alanı vardır ve onu, gerçek ve hakîkat felsefesine karıştırmamak gerekir. Peki değerler, nasıl konulur ve onları nasıl tanımlayabiliriz? (2001:201)

    Ülken'e göre bu konuda bir "âdetler sosyolojisi" yapmak da mümkündür, değerler sosyolojisi de. Fakat Felsefe'yi ilgilendiren, değerin ve alanının ne olduğudur. Değer denildiğinde, aranılan ve ihtiyaç duyulan bir şey anlaşılır; örneğin, suyun bir değer olması, susadığımızda onu aramamızdan kaynaklanır. Temel ihtiyaçlardan farklı olarak, bir de ruhî yetilerimizin rol oynadığı haz, ihtiras, düşünce gibi ihtiyaçlar vardır. Dolayısıyla değerde öncelikle, psikolojik bakımdan tamamlanmak istenen değerlendirme süreçleri içinde bulunuruz.

    İhtiyaçlarımız, özü bakımından ortaktır ve aralarındaki fark, hakkında oldukları alanların farklılığından gelir. Bunları ise maddî, hayâtî ve mânevî aşağı veya yüksek diye sınıflamak mümkündür. Teknik îcâtlar ve bilimsel keşifler gibi gerek maddî, gerekse mânevî bakımdan insanları tatmin eden bütün değerlerde, ortak bâzı özellikler vardır. Bu özellikleri, onların ya akla, ya gözlem ve deneye, ya da her ikisine birden dayanmalarıdır. Tüm canlılar, temel ihtiyaçları söz konusu olduğunda psiko-biyolojik bir değerlendirme yapıp bu ihtiyaçlarına yönelirler. (2001:202)

    Bu yönüyle "zekâ" veya içgüdü, tüm canlılarda farklı derecelerde görülür. İnsan dünyâsında ise içgüdüye dayalı yetiler yoktur ve insan, içgüdü eksikliğini, kendi deneyimleriyle tamamlamak zorundadır ki bu nedenle, deneyimleri ve aklıyla yüksek fikirleri keşfeder. Bu tür bir deneyimsel alandan farklı olarak, bir de akılyürütmeyi durduran bir değer alanı vardır ve bu alan, ilkel kavimlerde de görülen akıl-dışı ve mantık-öncesi bir zihniyetle tespit edilebilir. İnsan dünyâsında bu iki alan, birbirine sık sık nüfuz eder. İlkel insan da deneyimsel akılla değer tespitleri yapabilir, modern insan da akıl-dışı ve mantık-öncesi bir zihniyetle değer tespitleri yapabilir. (2001:203)

    İlkel insan ile modern insan arasında, bir nitelik farkı yerine nicelik farkı vardır ve modern insanın deneyimsel akılla yaptığı değer tespitleri daha fazladır. Ölümle ilgili olarak yapılan değer tespitlerinde örneğin, modern insan da ilkel insanın kullandığı yoldan gider. İlkel insan, doğar doğmaz modern bir topluma konulduğunda, pekâlâ modern insan hâline gelebilir ki, bu da yetiştirme tarzının değer tespîtinde önemini gösterir. İlkel insanlar, günlük yaşamları söz konusu olduğunda, doğrudan mantık-öncesi düşünme şekliyle hareket etmezler; inançları söz konusu olduğunda ise kendi deneyimlerine aykırı olsa bile, mantık-öncesi düşünme şekillerine göre davranışlarını belirlerler. (2001:204-5)

    Dolayısıyla, değerlere ilişkin iki temel alan tespit edilebilir; bilgi alanı ve inanç alanı. Bununla birlikte yetiler, kesin sınırlarla birbirinden ayrılamaz; zekâ, irâde ve duygululuk olmak üzere ruhun üç ayrı bölümü yoktur. Bilgi alanı ve inanç alanını da kesin biçimde ayırmak mümkün değildir. Bilgi, yalnızca zihnin ürünü değildir ve inanç da yalnızca irâdenin. Başka deyişle inanmak, deneyim ve akılyürütmenin bütünüyle dışında değildir ve bilgide de inanmanın rolü vardır. Zihin, duygu ve irâde etkinlikleri, insanın tüm kişiliğinde bir araya gelir ve bir eylem üzerinde toplanır; kavram, yargı ve akılyürütme de inancın birer âleti olur. (2001:205-6)

    Bilgi, bir olay değil, bir organizasyondur; inanma da bir olay değil, bir organizasyondur. Her ikisi de bilincin varlığa âit iki davranışıdır; birbirlerine indirgenemedikleri gibi, aralarındaki ilişki de görmezden gelinemez. Değerler, bilmek veya inanmakla meydana gelen değerler ya da bilmeye dayanan veya inanmaya dayanan değerler biçiminde sınıflandırılabilir. Fakat, bu ayrım da kesin bir ayrım değildir, aralarında karşılıklı ilişkiler vardır. Bu ayrım daha çok, onları pratik olarak incelemek için yapılan bir ayrımdır.

    Hâlbuki, değerlerde inanma ve bilgi, birbirlerine eşit konumdadır. Dînî değerlerde ise inanma baskındır. Teknik değerlerde ise bilgi, daha ağır basar. Sanat değerlerinde de inanma ve bilgi arasında ortalama bir denge vardır. Fakat tüm değerler, onları gerçekleştirecek bir insana ihtiyaç duyar. Değeri yapanın insan olmadığı durumlarda bile (toprak altındaki mâdenler örneğin), onların değerini açığa çıkartacak bir insana ihtiyaç vardır. İnsanların ihtiyaçları ile nesneler arasında, özel bir ilişki vardır ve değerler, bu ilişki içinde kendi yerlerini bulur. (2001:207)

    Bilgi alanında bilinen nesneler, duyulur şeylerdir ve özne, onlarla temas hâlindedir. Özne ile nesne arasındaki bu ilişkide aşkınlık değil, içkinlik vardır. Değerde ise nesne, bilinci aşan bir alandadır ve nesneyle aşkın bir ilişki kurulur. Bilinç burada ne gerçek, ne de mümkün bilinç olaylarıyla yetinmeyip bunların üzerine çıktığı için aşkın bir ilişki kurar; bilincin kendisini aşması da bununla sağlanır. İhtiyaçlar, şimdiye kadar hep psikolojik bir süreç olarak yalnızca özneyle ilgisinde ele alınmıştır. Öznenin biyolojik yapısının, ihtiyaçları belirlediği düşünülmüş ve bunların, subjektif olduğuna inanılmıştır. (2001:208)

    Yâni, özne bir şeye ihtiyaç duyuyorsa, bilincinde bu ihtiyâcın oluşturduğu karşılığa da muhtâc olduğu savunulmuş ve ihtiyaç ile arzu, bir ve aynı tutulmuştur. Oysa bu anlayış, kabûl edilebilir değildir; çünkü ihtiyaç, arzudan daha geniştir ve arzu, ihtiyâcın bir parçasıdır. İhtiyaçlar, herhangi bir şeyin bilincini gerekser; bilincimizde olmayan bir şeye ihtiyaç duymayız. Bilinç, yaşamı sürdürmek için gereksinim duyduğu şeylerin sağlanması için öznenin ihtiyaçlarının ne olduğunu gösterir ve özne, bilincine verilenler doğrultusunda bunları sağlamaya çalışır.

    İhtiyaç duyulan şeyler, bilincin sınırlarını aşsa bile, bunların da bilinçte bir hareket noktası vardır. Arzu ise bütünüyle bilincin sınırları içindedir ve arzu, bilincin kendisi üzerindeki bir etkinliğidir. İhtiyaçların dış dünyâda bir karşılığının olmasına karşın, arzular söz konusu olduğunda böyle bir karşılık aranması gerekmez. Ancak hem ihtiyaçların, hem de arzunun kaynağı, insanın kendisinin dışında olana yönelmesidir ve varlığın bir bilinç muhtevâsından ibâret olmadığının ispâtı da ihtiyaçlar ve bizim dışımızdaki dünyâyla kurduğumuz ilişkidir. (2001:209)

    İnsan dünyâsı, yalnızca bilgiyle değil, aynı zamanda eylemle de kurulur. Eylemler, nesneye yönelen bilincin etkinliğiyle gerçekleştirilir. İnsan eylemlerinin nesnesi, henüz vârolan bir şey değildir ve bu yönüyle, bir tür bilgi nesnesi olamaz; insan eylemleri, kendi nesnesini kendisi yaratan eylemlerdir. Bilgide, özne ile nesne arasında kesin bir ayrım vardır ve özne, nesneyi karşısına alarak onunla ilişki kurar. Değer söz konusu olduğunda ise özne ile nesne, bir bütün hâlindedir ve aralarına dışarıdan herhangi bir unsur girmez; duyu verileri ile bilinç edimleri, eylemin tamamlayıcı bir unsuru olarak öznenin eylemine katılır ve bu nedenle, ihtiyaçlar ile arzu arasında da tam bir örtüşme gerçekleşir. (2001:210)

    İmdi değerlerde, aşkın alan (kendi başına nesne alanı), nesneyi zaman içinde gerçekleştirerek değerin muhtevâsını oluşturan bilinç verileri ve kendisine veya nesneye yönelen subjektif güç alanı olmak üzere üç farklı alan vardır. Değerler, gerçekten ideale yönelen bir eylem içinde gerçekleşir ve değerlendirme süreciyle gelişir; değerler alanı, her adımla biraz daha genişler. Bilgi nesneleri, aynı zamanda da maddî veya mânevî değer muhtevâlarıdır ve gerek bilmede, gerekse de değerlendirmede gerçek alanı ve mümkün alanını birbirinden ayırmak gerekir. (2001:211)

    Ülken'e göre özne, değerlerin gerçek alanını bilgiyle; mümkün alanını ise inançla elde eder. Her değer, gerçek alanını aşan bir ideal barındırır ve öznenin yalnızca bilinç sınırları içinde kalmasından alıkoyan bir idealizm içerir. Olgu ve ideal arasındaki ayrım, bunların birbirlerine kapalı iki alan olduğunu düşündürmektedir ki, bunu kabûl etmek için de haklı bir neden yoktur. Değerlendirmede, olgu ve değer birlikte içerilmiştir; değerlendirmenin içkin yönü, onun olgusunda; aşkın yönü ise idealinde içerilmiştir. Bu ikisinin kesin bir biçimde ayrılması, değerlendirme etkinliğini olanaksızlaştırır. (2001:212)

    Oysa değerlendirme, bu iki alanı birbirine kenetleyen dinamik bir süreçtir. İdeallerden bağımsız değerlendirme yapmak, özneyi mevcut olana bağlar ve bunun dışına çıkmasını engeller. İnsan, değerlendirmeleriyle kendisine sürekli yeni bir dünyâ inşâ eder ki, bu da değerlerin dünyâya katılmasını ifâde eder. Böylelikle, değerlerin taşıdığı üç unsurdan ilki olan gerçek veri, değerin bilgiyle olan bağını kurar ve değere, dıştanlık ve nesnellik kazandırır. Gerçek veri, değerden önce gelir ve değerlerin nesnelliği, bu verilere bağlıdır. Gerçek veriyi aşkın nesne hâline getiren filozofların önde geleni ise Platon'dur. (2001:213)

    Alkım Saygın


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    3 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


     Dost Meclisi


    YORUMLARINIZI GALERiMiZDEKi iLGiLi BÖLÜME BIRAKABiLiRSiNiZ.
    Yorumlarınız için bekleriz.

    Fotograf : Servet Yaylı

    Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
    dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

    <#><#><#><#><#><#><#>

    Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
    Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
    Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
    Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
    Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.

    Yukarı


     


     Tadımlık Şiirler


    bir şişe

    bir şişe şaraba sığmayan romantizmi
    dudaklarımızın ucuna meze ettik.
    çünkü,
    öldürmeden ölmek rahatlatmıyordu çoğu kez içimizi.
    ne masallarla avunduk,
    avuttuk kendimizi.
    aynalar kırılırken,
    kan damlarken
    var olan tüm inançlarımızın ortasına.

    insandık, hepsi bu.

    Ceren Çiçek

    Yazdırmak için tıklayınız.

    Yukarı


     


     Biraz Gülümseyin



    KMTV Sunar...

     


     Kıraathane Panosu



    Polygon Web Studio


    Yazarlarımızın Kitapları


    Merih Günay
    "Martıların Düğünü"

    Nesrin Özyaycı
    "Işık -II-"


    Temirağa Demir
    "Her kardan Adam Olmaz"


    Şadıman Şenbalkan
    "Şehit Analarımızın Çığlıkları"

    Hatice Bediroğlu
    "Düş Kuruyor Gece"

    Cüneyt GÖKSU
    Serpil YILDIZ

    "KÜBA - SARI SICAK BİR PENCERE"

    Merih Günay
    "HİÇ"

    Feride Özmat
    "Yanlış Zaman Hikayeleri "

    C.Eray Eldemir
    "Uzak İklimler"

    Temirağa Demir
    "Edepli Fahişeler"

    Ellerin Söylüyor Sonsuzluğu
    Feride Özmat
    "Ellerin Söylüyor Sonsuzluğu"

    Nesrin Özyaycı
    "ÖLMESEYDİ"

    Yitik Ada Günceleri
    Feride Özmat
    "Yitik Ada Günceleri"

    Hazırlayan: Kadir Aydemir
    "Olimpos Öyküleri
    Mavi Mağara
    Sedef Özkan"
    İyi Kalpli Seri Katil
    Semih Bulgur
    "İyi Kalpli Seri Katil"
    80'lerde çocuk olmak
    Hazırlayan: Kadir Aydemir
    "80'lerde çocuk olmak
    Viking Gemisi ile kıyı kıyı İSTANBUL
    Şebnem Çağlayan"
    Temiraga Demir - Buğu
    Temiraga Demir
    "BUĞU"


    Sedef Özkan
    "Aynı Yaprakta Olmak"
    Zabit Londra da
    Semih Bulgur
    "Zabit Londra'da"
      Kesin Bir şeyler Olacak
    Tarkan İkizler
    "Kesin bir şeyler olacak!"


    Yukarı


     


    Akın Ceylan

     İşe Yarar Kısayollar


      Şef Garson : Akın Ceylan

    Bir at nasıl şarkı söyler? Ya peki dört at nasıl şarkı söyler? http://www.horse-games.org/Singing_Horses.htm Hem kısa yolunu verdiğim türden animasyonlar hem de birbirinden eğlenceli oyunlar için bu web sayfasını tavsiye ediyorum.

    Uzun zamandı reklam olmasın diye vermek istemediğim ama keyif aldığım bir web sayfasını sizinle paylaşacağım. http://www.acunn.com/ Haber, Tv, Spor ve Eğlence konu başlıklarıyla web sayfası dört kategoriye ayrılmış. İlk bakışta her yerde rastlayabileceğiniz bilgileri içeren bir web sayfası gibi görünse de. Aslında bazı detaylar ile kendini farklı kılan ve takipçilerini zamanla farkını gösteren bir web sayfası. Özellikle tavsiye ediyorum.

    Bir Kadın Fenomeni adıyla hazırlanmış olan web sayfası http://birkadinfenomeni.com/ Aslında bu web sayfasını birkaç kelimede anlatmak isterdim ama sanırım birkaç kelime yetersiz kalacak. Siz en iyisi bir tıkla yolculuğa başlayın. Bazen keyif bazen de şaşkınlıkla gezindiğin bu site, aynı anda birçok farklı duyguyu yaşamama neden oldu. Editör arkadaşa teşekkür ediyorum.

    Yıldızlı geceleri anlatan en güzel tablo ve en güzel şarkı http://www.vangoghgallery.com/painting/starrynightlyrics.html Starry, starry night. Paint your palette blue and grey, Look out on a summer's day, With eyes that know the darkness in my soul. Shadows on the hills, Sketch the trees and the daffodils, Catch the breeze and the winter chills, In colors on the snowy linen land.

    Yukarı


     


     Damak tadınıza uygun kahveler






    http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
    Kahve Molası Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.

    GOM Player 2.1.28.5039 / Windows / 7.21 MB
    http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE
    Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.

    VLC media player for Windows / V.1.1.7 / 20 MB
    http://www.videolan.org/
    İçinde tüm codec kütüphanesini barındıran açık kaynak bir oynatıcı. Bilgisayarınızın olmazsa olmazlarından biri. mp4, mov, mkv dahil hemen her formatta filmi izlemenize olanak sağlıyor. İndirin seveceksiniz.

    7-Zip 9.20 (2010-11-18) for Windows / 1.068 KB
    http://www.7-zip.org/
    Winzip, Winrar gibi sıkıştırma programlarının tek alternatifi. Sadece zip ve rar formatlı dosyaları değil, hemen her çeşit sıkıştırılmış dosyayı açan, minik ama süper bir "Open Source" programı. Kendi formatında yaptığı sıkıştırmanın üzerine yok. İsterseniz zip olarak ta sıkıştırma şansınız var. Hemen indirip kurun, sonra da bana şükredin.

    Yukarı


     


    KAHVE MOLASI ABONELERi Google Grubuna üyesiniz. İlginize teşekkür ederiz.

    ABONELiKTEN AYRILMAK İÇİN :
    KM-abone+unsubscribe@googlegroups.com
    (Gönderdiğiniz mesajın abone olduğunuz adresten gittiğine emin olunuz.)

    ÜCRETSİZ ABONE OLMAK İÇİN :
    Google Gruplar KAHVE MOLASI ABONELERi grubuna kayıt ol
    E-posta:


    Arkadaşlarınıza önermek ister misiniz?


    Uygulama : Cem Özbatur
    2002-23©KAHVE MOLASI - Her hakkı saklıdır. Yayın İlkeleri

     






    Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

    Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



    SON BASKI (HTML)

    KAHVE YANINDA DERGi

    Hoşgeldiniz
    Arşivimiz
    Yazarlarımız
    Manilerimiz
    E-Kart Servisi
    Sizden Yorumlar
    KÜTÜPHANE
    SANAT GALERiSi
    Medya
    İletişim
    Reklam
    Gizlilik İlkeleri
    Kim Bu Editör?
    SON BASKI (HTML)
    YILDIZ FALI
    DÜNÜN
    ŞARKILARI





    ÖZEL DOSYALAR

    ATA'MA MEKTUBUM VAR
    Milenyumun Mandalı
    Café d'Istanbul
    KIRKYAMA
    KIRK1YAMA
    KIRK2YAMA
    KIRK3YAMA
    ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
    11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
    Teröre Lanet!
    Kek Tarifleri
    Gezi Yazıları
    Google
    Web KM




    Mother of Mine
    Neil Reid









    Fincan almak ister misiniz?
    http://kmarsiv.com/sayilar/20111216.asp
    ISSN: 1303-8923
    16 Aralık 2011 - ©2002/23-kmarsiv.com