Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 11 Sayı: 1.930

 27 Temmuz 2012 - Fincanın İçindekiler


  • GİDE GİDE DEMİRCİ-CİDE-2 ... Seyfullah Çalışkan
  • HAVALE ... Ahmet Şeşen
  • Kule ... Sarahatun Demir
  • OKYANUS BİATLI YANDAŞ YALAKA ZİBİDİ İLE ZİBİDOŞ’U ÖVÜYOR! ... Abuzittin Tırlak
  • Zeitgeist (Zamanın Ruhu) ... Neslihan Minel
  • Kant Etiğine Giriş II ... Alkım Saygın


  • Dost Meclisi, Tadımlık Şiirler, Kıraathane Panosu, İşe Yarar Kısayollar, Damak Tadınıza Uygun Kahveler

  •  



     Editör'den : Bıktım ben bu sıcaklardan!..


    Bilenler bilir, bilmeyenlere de ben söyleyeyim, benim sıcakla aram bozuktur, geçinemeyiz, sürekli didişiriz. Öyle ufak çaplı ağız dalaşı da değil, adamakıllı şiddet uygularız birbirimize. O, kovalar dolusu kızgın sıvılar döker başımdan aşağı, ben kutup soğuklarını salarım üstüne. Bir o, bir ben yara alırız ama yılmayız, savaşır dururuz. Şaka değil, nefret ediyorum sıcaktan, dolayısıyla yazdan. Giren çıkan sıvı dengesini, hiç olmazsa bir nebze yağla bozmak isterim ama başaramam. Girenden çok sıvı çıksa da kütle/yağ oranım değişikliğe uğramaz. Gıdı gıdılığını, göbek göbekliğini hiç unutmaz.

    Nem oranı yüzde seksen doksan olunca benim asfalyalar atar, hava ulaşımı sekteye uğrar, su yollarındaki kapasite artışına barajlar dayanmaz, kapaklar çatlar. Tek çözüm en yakın su birikintisine kapağı atmaktan geçer. İşte, bu haftanın başında 2 günlük sürpriz bir yolculukla uzaktaki bir birikintiye ulaşmayı becerdim. Sevimli Caretta'ların üreme çiftliğinin az gerisinde konuşlandım. Etrafı çevreleyen yapay gölcüklerin birine girdim, diğerinden çıktım. Dış sıcaklık 45 derece iken 33 derecelik suya dalıp ne kadar serinleyebilirse insan, işte ben de o kadar serinledim. Yahu, insan suyun içinde terler mi? Terler, ben terledim. Hele, 45 derece eğimli kaydırak tabir edilen renkli borulardan kayarak, küçük ve alçak olduğu için, 40 dereceye kadar ısınan suya düşmek her kula nasip olmazdı, bana oldu. Etrafta cirit atan Sibirya köylülerinin dışında durumdan memnun olan yoktu sanırım ama herkesin yüzünde "Yandım anam" nidası ayan beyan görülüyordu.

    Sayılı gün çabuk geçti, döndüm geldim köyüme. Baktım burası oradan beter. Üstüne bir de katlamalı köprü çilesi, kapandım odama, çektim perdeleri, açtım iklim aletimi, koydum önüme geri sayım saatimi. Vaktin geçip kışın gelmesini bekliyorum. Anladığım kadarıyla sadece ben değil, sevgili yazar dostlarım ve hatta okur kahveciler de benimle aynı durum ve duygudalar. Ağustos ayı daha beter olacak diyorlar. Öyle olursa, ne kimsenin bana yazı göndermeye ne gönderilen eposta ile kahve molası vermeye kimsenin mecali kalmaz. O nedenle Ağustos ayında ancak yazılar birikirse yeni sayı yayınlamaya karar vermiş bulunuyorum. Bu arada yarım kalan projelere, iklim aletim sağlam kaldığı sürece, el atıp yol almak niyetindeyim. Serin havalarla kalın, bol bol su için. Görüşmek üzere.

    Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

    Cem Özbatur








     


    Seyfullah Çalışkan

     Deniz Fenerinin Güncesi : Seyfullah Çalışkan


      GİDE GİDE DEMİRCİ-CİDE-2

    Yeni bir okula, yeni bir yaşama başlamış heyecanlı, pırıl pırıl gençleri Demirci bir dizi yasak ile karşıladı. Siyaset Kenan Paşa yüzünden yasaktı. Ama sadece sol siyaset yasaktı. Devrim kelimesini kullanmak yasaktı. Ağzı yukarıdan açık “s” çizmek yasaktı. Sosyalizm, proletarya. eşitlik, özgürlük hapse atılmanıza neden olabilecek kelimelerdi. Üç kişi yan yana gezmek de yasaktı. Toplu gösteri ve yürüyüş kapsamına giriyormuş. Okuldaki uygulamalara itiraz etmek, hakkınızı aramak da yasak... Kot pantolon ve diz üstüne çıkabilen etek giymek zaten yasaktı. Öğrenciler devlet memurları kılık kıyafet yönetmeliğine uygun olarak okula geleceklerdi. Bu yasakları canını istediği gibi genişletip daraltanlar sonra da kızlarımız türbanla okula giremiyor diye velveleyi kopartacaktı. En önemlisi ve en komiği bir kız veya erkeğin sürekli birlikte takılmaları da yasaktı. Öğrenciler reşit olduğu için evlenebilirlerdi ama flört yasaktı. Görücü usulü olursa amenna... O yıllarda hata kaza benimde kız arkadaşım vardı. Babaannesiyle birlikte kalıyordu. Kızcağızın babaannesini çağırıp kızın erkeklerle geziyor demişler. Okul yönetiminin neler yaptığına bir bakın? Kadıncağız iki gözü iki çeşme torunu okuldan atılacak diye korkuyla geldi. Sizin için böyle böyle diyorlar, sevgiliymişsiniz dedi. Ne desem ki değiliz dedim. Neyse birinci yılın sonuna doğru arkadaşlığımız sona erdi kadıncağız rahat bir nefes aldı. Horoz Corç her pazartesi ve Cuma günleri merdivenlere birkaç basamak çıkar yeni yasakları ve karşılığında göreceğimiz cezaları açıklardı. Ama asıl önemlisi sürekli olarak sizden adam olmaz, bu kafayla siz bu okulu bitiremezsiniz söyleminin beyin yıkar gibi sürekli tekrarlanmasıydı. İstiklal Marşı ve bayrak törenlerine geç kalmak veya katılmamak zaten yasaktı. İşin ilginç tarafı yasaklar ülkücülere yasak değildi. Onlar okulda canının istediği gibi davranırlar bütün yönetici ve öğretmenlerle kardeş kardeş gül gibi geçinip giderlerdi.

    Otuz iki yıl sonra Cide’de buluşup hala birbirimize kanayan yaralarımızı gösteriyorduk. Denizin üzerinde güneş batıyordu. Bağıra çağıra rengerank ve hafif esintili bir akşam denizin üzerinden küre dağlarına kadar uzanıyordu. Deniz önce sarı, sonra turuncu ve arkasından mora akıp kendi akşamının şiirlerini akşam renkleri ve denizi kırmızı, turuncu, mor renkli bir şiire götürürken Karadeniz’ in ılık sularında kendi şiirini yıkıyordu. Martılar, dere ve orman, limandaki eski tekne büyülenmiş gibi akşamı seyrediyorlardı. Uzun boylu, hatta upuzun boylu bir adam önündeki bira şişesine baktı. Kalkıp yenisi alsa bu güzel manzarayı kaçıracaktı. Ben keyfimden mi içiyorum diye düşündü. Cide bu kadar güzel olmasaydı keşke. Akşamın çağrısına kapılmamak insanın elinde değil ki…

    Demirci Eğitim Yüksek Okulunun bir akademik kadrosu yoktu. Öğretmen Lisesinde görevli öğretmenler acil ihtiyaçtan yüksek okulda öğretim görevlisi oluvermişlerdi. Örneğin Okul müdürü Türkçe Öğretimi dersine gelirdi. Bütün derslerinde fasa fiso mevzulara takılıp iki saati havaya savururdu. Sınavlarda ne sorulacağını, adamın bizden bu derse ilişkin hangi yeterlilikleri beklediğini bir türlü anlayamadık. Öğretmen sınıfa girer yazın derdi. En çok kullanılan öğretim yöntemi yazdırmaydı. Dersler boyu yazardık. Böylece soru soramazdık, hocam şurasını anlamadım diyemezdik. Tartışma açmak veya öğretmenin görüşünü eleştirmek kara listeye alınmak demekti. Artık ağzınızla kuş tutsanız o dersten geçemezdiniz. Sadece birkaç dersimizin kaynak kitabı vardı. Gerisi öğretmenlerin sır gibi sakladığı kendi kaynaklarında gizliydi. Öğretmenin yazdırdığı kadarı nemize yetmiyordu. Asıl sorun yirmi sayfalık bir metinden sınıf geçemezdiniz. Bir gecede oturup topunu ezberleyebilirsiniz ama geçemezsiniz. Seksen veya doksan beklediğiniz, iyi geçmiş bir sınavdan yirmi alıp kalırdınız. Elli yeter puanken kırk dokuz alıp kalmak modaydı. Öğretmen burada seni ben bıraktım, canım ne isterse onu yaparım mesajını açık açık vermiş olurdu. Okulun ilk döneminde inek bir öğrenci olmama rağmen altı veya yedi dersin sadece birisini geçebilmiştim. Asılan listelerin başında vurgun yemiş sünger avcısı gibi çakılıp kaldım. Bütün öğrencilik yaşamım boyunca hiç bu kadar başarısız olmamıştım.

    Otuz iki yıl sonra Cide’de buluşup aynı öyküleri birbirimize yeniden anlattık. İçimizde tek bir damla bile safra kalmasın, hepsi denize, ormana, toprağa karışıp gitsin istiyorduk. İri, kocaman dev gibi bir adam ses tonunun içine binlerce ezgi, binlerce renk ve duygu yükleyerek şiirler okuyordu. Hareketleri binlerce yıl eskilerde kaybolmuş bir şamanı andırıyordu. Şiir biter bitmez içimizden biri “İşte buna içilir,” diyordu. Bu fırsat kaçar mı? İçiyorduk. Yeterince şarabımız vardı. Bahanesini de bulduk mu dudaklarımız pembe kadehlerle buluşuveriyordu. İçmek için çok şiirimiz vardı. Çok fazla da bahanemiz.

    Seyfullah
    seyfullah@kahveciyiz.biz


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    6 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


    Ahmet Şeşen

     Enişte'den Erişte'ler : Ahmet Şeşen


      HAVALE

    Hepimizin bildiği gibi; biz Türk Milleti’nin 2 özelliği ön plana çıkmıştır. Herhangi bir konuda sorumluluğu asla üstümüze almaz; ya
    “Konu ile hiç ilgisi olmayan bir yere”
    ya da; en kestirme yoldan
    “Allah’a havale..!”
    ederiz.

    Örneğin; çocuk, düşüp kafasını masaya çarpsa, masayı tekmeleriz. Üstüne üstlük;
    “Ah olsun sana, seni yaramaz masa seni ..!”
    diye bir de mizansen ekleriz. Ve hatta; aklı başında bir yakınımız;
    “Yahu, masanın ne günahı var ..?”
    şeklinde bir soru sorsa da, bari hıncımı ondan çıkarsam diye hazırda bekleriz. Belki de bildiğiniz diğer bir örnek olarak; hani birbirleriyle savaşa kalkışan ve aralarına her geçen gün bir yenisi katılan ülkelerle ilgili olarak Allah’ın her seferinde;
    “Merak etmeyin, onlar işlerini bilirler..”
    diyerek melekleri sakinleştirmesi ve fakat Türklerin de savaşa katılmasıyla birlikte;
    “Hay aksi, iş bana düştü, zira bunlar her işlerini hep bana HAVALE ederler..”
    fıkrası verilebilir.

    Bir zamanlar; “1 KOY - 3 SOY” goygoylamasıyla birilerinin ekmeğinin yanına NEVALE olmaya çalışanlar ne yazık ki umduklarını bulamamış ve “3 BOY - 1 DOY” şeklinde tersine razı olmuşlardı. TERS bitmesine rağmen bir türlü DERS almayıp savaştan medet uman yeni KAFİLE, herhangi bir GAİLE düşünmeksizin önce MAAİLE fotoğraf kareleri arasında “sıfır sorun” edebiyatı ile başladıkları BOP-GOP haritası yollarında; HOP diye bir anda “sırf sorun” çıkartan bir çukurun içine düşüverdiler.

    Şimdi söylenecek şarkı olsa olsa; “ÇİLE bülbülüm ÇİLE...” olacaktır. Uzattıkça uzatılan meşhur “ÇİLEEE....“ bölümüne ise; bakalım o davudi seslerin gücü nasıl yetecektir ? DİLE kolay değil, 90.yıl virajındaki Cumhuriyet tarihimizin en önemli mesajlarından biri olan; “Yurtta BARIŞ cihanda BARIŞ” söylem ve eylemi; “Demokrasi getireceğiz” masalı şeklinde bir büyük HİLE yoluyla ve üstüne üstlük BİLE BİLE çöpe atılmış, yerine “Yurtta tüm değerlerinle ÇATIŞ cihanda ona buna KARIŞ” şekline dönüşmüştür.

    Karar vericiler ve ortalığa verip veriştiriciler bir kere bastı mı ZİLE, hele birkaç taşerona verilmişse bu İHALE, bundan sonraki barış çabaları ne yazık ki NAFİLE ..! Kumrular gibi baharı bekleyen zavallı ARAP, şimdi hem bol baharatlı hem de hali epey bir HARAP. Arap Baharatları ile demokrasi lezzeti verilmeye çalışılan humus yerine bir el hamas, diğer el kaide. Oysa şarkımız ne der; dinle, her daim arbede peşinde koşan ABeDe : “Senden bilirim yok bana faide”. En sevdiğim biralardan birisidir ALE. Ve fakat ABeDe’nin tetikçiliğinden vazgeçseler HELE bi de.. Kısa okunuşu yok ne de olsa Arapça’dan devşirmedir İMALE. Öyleyse; uzun okuyalım : Müslümanlıklarından vazgeçtim, bunların kardeşliği nerede ? Bir bilen söylesin, sahi bunlar nasıl bir AİLE ?

    Allahtan şimdilik bu savaşın “Direnen Mızıkacıları” var; Bolşoy’dan BALE gez, Pekin’den ŞİLE göz, Tahran’dan FİLE arpacık soğanı gibi. Avro batağındaki ABe’nin kodamanlarının konuyla ilgili düzenlediği ise sadece ucuz bir DEFİLE. Oysa gönül ister ki; bu çirkin ve yalan-dolan-talan üçgenindeki oyunlara karşı atmalıydık masaya bir VALE. Kimbilir; belki de düşmezdik hiç mi hiç bu HALE. Belki kurtulurdu JALE ve LALE.. Belki de barış içinde yaşar giderdi coğrafyadaki tüm MAHALLE..

    Şarkımı söyleyeyim daha fazla bozmadan dilimi...
    DALEEE..! DALE don DALEE...
    Tatildeyim, en iyi siz anlarsınız ruh halimi...

    asesen@kahveciyiz.biz


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    5 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


    Sarahatun Demir

     Pergelin Divit Ucu : Sarahatun Demir


      Kule

    Gülünce saçına gidiyor parmakları

    Ben, saat kulesi arkasındayım

    Belki zaman kavramımı orada düşürmüşümdür beklentisiyle

    Gülünce, havaya kaldırıyor ellerini

    Nasıl içten bir savaş

    Gülüyor

    Elleriyle, saçlarıyla

    Ben saat kulesi arkasında

    Kendi gülemediklerimi gömmek için gelmiştim

    Artık vazgeçtim

    Sarahatun Demir
    sarahatun@mynet.com


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    5 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


     Ailenizin Delisi : Abuzittin Tırlak


    OKYANUS BİATLI YANDAŞ YALAKA ZİBİDİ İLE ZİBİDOŞ’U ÖVÜYOR!

    Sevgili okurcumlarım, bugünkü yazımda mümtaz medyamızın sevimli şahsiyetlerini ele almak istemekteyim yani. Tabiî ki şıp diye anladınız. Konuklarımız kanal kanal gezerek terörist eğilimli münafık muhaliflere habire çakan Zibidi ile Zibidoş. Tencere yuvarlanmış kapağını bulmuş, bunlarda karı koca olmuş iyi mi?

    Çok severim yani ben bunları, bunlar olmasa ekranlarda münafık muhaliflerle didişerek pis gomonislerin hain oyunları nasıl ortaya çıkarılabilirdi ki! Nedir bunların işi? Terörist eğilimli münafık muhaliflerce, kendilerinin yaptıklarını iddia ettikleri gibi "İyi, güzel ve doğru" bir şeyler üretmek denen lüzumsuz işlerle iştigal etmek yerine, okuyucu mokuyucu, seyirci meyirci kim varsa ortalıkta, bunlar için sayfalarca akıldanelik, alavere dalavere Kürt Memet nöbete, istemem yan cebime koy fikirleri üretmek....Bittabi karlı olan ve prestij kazandıran durum bu durumdur.

    Devre göre Liboş olmak, devir değiştiğinde light solcu gözükerek çaktırmadan kontgerillayı öpmek ve de hatta durum onu gerektirdiğinde hemen dinci olabilmek....İcabında her daim her nabza göre içirtecek bir şerbeti bulunmak.....

    Ha şimdi diyeceksiniz ki, eskiden beri böyle miydi bu iş? Tabii ki bana milattan öncesi kadar eski gelen malum yıllarda, gazetecilik diye de bir meslek vardı ve de o zamanlarda ne Zibidi’ye rastlanırdı, ne de Zibidoş’a. Yani TV ekranları bir renksizdi, bir renksizdi o kadar olur. Ben mesela sadece Dallas’a bakardım. Neydi o öööle gardişim ya ciddi ciddi haber okumalar filan. Accık sırıtın be kardişim, dimi ama yaaa!!!

    Soonacıma bir de gazeteler vardı tabii. Bazı aklıevveller ciddi ciddi okumalık yazılar yazarlardı haa.... Bazıları da bunları okurdu eyi mi? Cıbıldak garı resmi modası filan da yoktu o zamanlar. Alıyon yani üçbeş kuruş verip bi kaat parçası. Siyah beyaz bişi işte. İşin yoksa boş boş bakıp dur.

    İyi ki milletin tepesine Kenan Paşamın balyozu indi de, bu balyoz sayesinde gözelim medyamıza renk geldi. Sanırsam Zibidi ile Zibidoş’un ortaya çıkışı da bu gözelim 80’li yıllara denk düşer yani.

    Ve de benim gözeller gözeli medyam bir canavar gibi sararak toplumu, kuşatıverdi bütün kamuya zararlı düşünceleri. Bir nevi beyin yıkama gibi düşünün bunu derim.

    Birbiri ile konuşmaya çalışan insanları yok etti önce bu bizim medya. Çünküm ne demişti Evren paşa; “Konuşan kafalara zararlı fikirler üşüşür, böyyükler her şeyi sizden daha iyi düşünür.” Anaaa, “paşa” mı dedim. Eyvah! Editör sil oluuum o kelimeyi oradan hemen. Tehlikeli, cıs ve kaka o kelime. Bi daaa asla ve kat’a kullanılmamalı.......

    Ne o öööle, eğitim önemli bi işmişte yok Halkeviymiş, yok Köy Enstitüleri imiş........

    Bırak oluuuum bu işleri yaaa. Paran varsa salla çocuğu Hanamerikanya’ya gelince, bi köşe tutsun medyada bak ne gözel fikirler yumurtluyor icabında. Zibidi ile Zibidoş olmak kolay mı? Tabii ki önce para gerekiyor yani....

    Zararlı neşriyat ile eğitim görmüş yaşlı moruklar taifesi kendi ilkokul, lise yıllarına baktıkları zaman bu durumu görüyorlar zati. Amanında, amanın bizim zıpırların anlayamayacağı kadar açık bir Türkçe konuşan idealist öğretmenler, sosyoloji ve felsefe ilen mantık falan gibi zararlı bir müfredat. Bi de kendi aralarında münazara yapıp tartışıyodur da bu moruklar iyi mi? Hatta utanmadan kompozisyon bilem yazanlar vardır içlerinde...... Gidip tiyatro falan çalışan, kitap okuyan zıpırlar bilem vardı, Allah bilir bunların arasında!

    Beyniniz çürüdü moruklar, sizin beyniniz çürüdü yaaa... Bırakın bu güzide organı, kullanmayın, diri kalsın, eskimesin gardişim yaaa.....

    Bu çağdaş eğitim meğitim filan ayaklarını da atın bi tarafa oluuum ya....Bırak mahallenin çocukları internet kafelere, şiddeti öpen oyunlara filan takılsınlar icabında. Napcekler öööle bilgi, milgi. Geçiniz bunları yahu....

    Allahtan Evren amcam bi darbede her şeyi halletti yani. Düşünme müşünme anında bitti, kaşınma dönemi başladı icabında.

    Sonacıma “çok kanallı TV” dönemine girdik....ne güzel...Dershane eğitimi çıktı piyasaya, hatta ufaktan soygunmatik bir yapı bilem oluştu.

    Benim canım cemaatim nasıl da damardan giriverdi bu sayede bu eğitim işine.....Cebini dolduran doldurana.....

    Bilim bi gelişti, bi gelişti sormayın gitsin. O kadar ki dedikoducu mahalle garılarını bilem psikolog yaptık yani. Psikolojisi bozulan TV kanalını arıyor, canı sıkılan da köprüden atlıyor. Oh ne güzel!!!

    Zibidi ile Zibidoşta büyük bir keyifle günümüzü yorumluyor.

    Veee, o gözelim final anı geldi. Inıııınnn...... Artıkın 12 yıllık kesintili, kısıntılı ve kasıntılı temel eğitimde dini bütün bir gençlik yetişecek. Gomonislik tarihe gömülüyor yani artık....Neler olmayacak ki bu yeni müfredatta....... Arapça derslerinden tutta, okul mescitlerinde çocuklara toplu Cuma namazı gıldırmak, onları toplu halde Umre’ye götürmek gibi her bişi var.

    Ben boşuna demiyorum. İşin temeli eğitim azizim, eğitim. Taaa Ana Okulundan alacan bu veletleri, Arapça dualarla torna makinesinin bi ucundan bi sokacan, 12 yıl sonra diğer uçtan badem bıyıklı, kara çarşaflı gençler olaraktan çıkacaklar yani.....

    Bu durumda Gemalizmi de alacan, müzeye kaldıracan artık......Benim tüzük senin tüzüğü döverle uğraşan, bilumum ilçe ve il kongrelerinde ileri demokrasinin sosyal versiyonunu başarıyla uygulayan, ufaktan ufaktan ve de çaktırmadan mezhepçiliğe soyunan aklı kıt akıl daneler bakıp bakıp ağlaşsınlar diye....

    Abuzittin


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    3 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


     Kahveci : Neslihan Minel


    Zeitgeist (Zamanın Ruhu)

    “Sevginin gücü, güce olan sevgiyi yendiğin de, dünya barışı tanıyacaktır.”
    Sri Chinmoy Chose


    'Zeiggeist, Zamanın Ruhu, kapitalizmi anlamak isteyenler için ideal bir belgesel.
    İlginç, bir o kadar da düşündürücü bir uyanış filmi, Zeitgeist. İlk izlediğimde, bu bir oyun mu? diye düşünmüştüm.
    Sonra, anlatılanların bir oyun değil, gerçeğin ta kendisi olduğunu fark ettim.
    İzledikçe, bu kadar mı olur dedirten, bir çok sahneyle karşılaştım.

    Neler yoktu ki film de. İranlı, Muhammed Musaddık'n ABD'nin desteğiyle, darbeyle, yönetimden uzaklaştırılması. Krişna ile Mısır Tanrısı Horus arasında ki benzerlikleri. Farklı güçler sahip olmaları, öldükten üç gün sonra, tekrar dirilmeleri. Bu tanrıların Hz. İsa ve gamalı haçla ile ilişkilendirilmesi.

    İnsanların, bu benzerlikleri görünce, çok şaşıracaklarına inanıyorum. Özel güçler, on iki havari vb. birçok özelliğinin, yüzyıllar öncesinde de var olması, ülke tanımaksızın bütün dinlerde, ortak olması ilginç şeyler.

    Bu filmde ki goruntülerelere, komplo teorisi denilmesi çok yanlış bence, bilimsel verilere dayanarak yapılmış, irdelenmiş, sağlam bir alt yapısı olan; hayatı, bambaşka bir gözle gormenizi saglayan, aslinda gerçeği tam anlamıyla anlatan, hayali olmayan, bir belgesel.

    Burada beni üzün, şaşırtan şeylerin başında, ilaç ve silah firmaların yaptıkları oldu. Sırf para kazanmak için onca insanın hayatını hiçe sayarak, acımadan o kadar insanı harcamak. Özellikle de “hıv” taşıyan ilçaların bile bile piyasaya sürülmesi.

    Kapitalist rejimin, insanın, insanı özelliklerinin değişimine yol açtığı, hatta yok olmasına neden olduğu, bu kadar aşikar.

    Paraizm, o kadar çok etkili ki, günümüzde, insanlık, merhamet, iyilik gibi kavramlar değerini kaybetmiş. İnsanoğlu eskisinden daha diktatör, daha barbar olmuş.

    Sırf groballeşme uğruna, kendi değerlerini hiç düşünmeden yok edebilir hale gelmiş.

    Şimdi, acımadan bütün insanları ezebiliyor. Borçla, faizle, tehtitle vb. daha bir çok şeyi kullanarak, utanmadan. Bunu yaparken de, ırkçılığı, cinselliği, dini o kadar iyi kullanıyorlar ki, siz fark etmiyorsunuz bile, usul usul.

    Televizyon, bunlar için en ideal araç. Durmadan değişen filmler, eğlence programları, albenili reklamlar.

    Beyninizi birileri, durmadan dolduruyor. Tek dertleri: düşünme! yeter ki düşünme! ve düşünmememiz için ne gerekiyorsa yapıyorlar.

    İnternetle, televizyonla, cep telefonuyla, alışverişle. Tek amaç; uyutmak.

    İnsanların bilinçli olması ve yattıkları, bu kış uykusundan, uyanması gerekiyor artık. Ve bilinçli bir devrim, bir silkiniş.

    Ve de sevginin gücü! Hayatın amacının farkına varış! Her şeyin sadece para olmadığının, bunun yanında, paylaşmanın, dostluğun olduğunun.

    Bütün hayatın, sadece koşturmak için yaratılmadığının.

    Öğretilerini, beğenerek okuduğum, Mohandas Karamçand Gandi'nin şu sözleri, söylemek istediklerimi tam olarak anlatır gibi;

    "Hayat, lunaparkta bir gezinti gibidir, gezinti başladığında, onun gerçek olduğunu düşünürsün, bir süre sonra gürültü ve çok eğlence olur. Bu gezide, uzun süre kalanlar, sorular sormaya başlarlar, bu gerçek mi? yoksa sahte bir gezinti mi? Ve aralarından cevabı hatırlayan insanlar, geriye dönüp şöyle derler: Hey merak etme, korkma sakın! çünkü bu sadece bir gezinti! "

    Artık uyanma zamanı geldi!!

    Neslihan Minel
    neslihancaa@mynet.com


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    3 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


    Alkım Saygın

     Şâir-Yazar : Alkım Saygın


      Kant Etiğine Giriş II

    Leibniz-Wolff rasyonalizminden kopuşla birlikte inceleyeceği saf pratik aklın etkinliğini Kant, Stoa Okulu’nun görüşlerinden yararlanarak ele alacaktır. Nitekim, Stoa Okulu’na göre akıl, “En Yüksek İyi”ye hizmet eder ve onun bilinmesini sağlar. İnsanın ödevi ise bunu anlamak ve En Yüksek İyi’nin hizmetine girerek onun gerçekleşmesini sağlamaktır. Bu da ancak insanın sonlu arzu ve isteklerinin üzerine çıkmasıyla sağlanabilir. [1] İnsan, En Yüksek İyi’ye karşı çıkarak özgürlüğünü gerçekleştiremez; bu durumda, kendisinin kölesi olur ve sonlu bağımlılık ilişkileri içinde yaşamak zorunda kalır. [2]

    Diğer taraftan, Stoa Okulu’na göre insanın ikili bir varlık yapısı vardır ve insan, bir yönüyle doğanın, diğer yönüyle de toplumun bir parçasıdır. Özgür eylem söz konusu olduğunda insan, bu ikisi arasında bir uyum ve denge kurmak zorundadır ki, bunu da yine akıl aracılığıyla başarır. [3] Hâliyle, özgür insan için doğanın yasaları ile toplumun yasaları arasında uzlaşmaz karşıtlıklara yer yoktur; ancak, özgür isteme söz konusu olduğunda akıl, sonlu arzu ve isteklerinden bağımsız olarak insanı En Yüksek İyi’nin gerçekleşmesi yönünde harekete geçirir ki bu görüşler, Kant’ı da doğrudan etkileyecek ve Kant, etiğinde bu görüşlere özel bir yer verecektir.

    Kant için bu “En Yüksek İyi”, aslında saf pratik aklın nesnesinin, hiçbir koşula bağlı olmayan kendi totalitesidir ve karşılığını, “iyi isteme”de bulur. İyi isteme ise insan özgürlüğünün kendinde bir amaç hâline getirilmesi ve tüm akıl sâhibi varlıkların aklın koruyuculuğu altında mutluluğa lâyık olmaları, bu şekilde yaşamaları; bunu alışkanlık hâline getirmeleridir. [4] İyi isteme, kendi koşulsuzluğu ve mutlaklığı içinde kendi değerini bir başka şeyden değil, doğrudan doğuya kendisinden alır ve ancak akılsal bir zorunlulukla bu değeri ortaya koyar; “En Yüksek İyi”, akıl sâhibi bir varlığın iyi istemeye dayalı eylemleriyle açığa çıkar.

    Bununla birlikte, Stoa Okulu’na göre doğal yaşamda, canlılar arasında irâdeye dayalı herhangi bir örgütlenme yoktur ve burada canlılar, belirli dönemlerde yalnızca kendi ihtiyaçlarını karşılamak için bir araya gelirler, sonra da dağılırlar ve kendi doğal yaşamlarına geri çekilirler. Oysa, insan toplumlarındaki örgütlenmenin en yüksek amacı, tüm insanların En Yüksek İyi’ye hizmet edecek bir yaşam tarzını gerçekleştirmelerini sağlamaktır. Kendi özgürlüklerini bu insanlar, “evrensel dünyâ yurttaşlığı” içinde gerçekleştireceklerdir [5] ki, bu görüşler de Kant’ın “amaçlar krallığı” hakkındaki görüşlerine yansımıştır.

    Kant felsefesinin en yüksek amacı, bir bilimi kesin bilim olarak olanaklı kılan şeyin ne olduğunu açığa çıkarmak ve bu yolla ahlâk metafiziğini de kesin bilim olarak kurmaktı. Bu ise temelleri matematiğe ve Newton fiziğine dayalı doğa bilimlerinin incelenmesiyle sağlanacaktı. Nitekim, bu bilimlerde kullanılan sentetik a priori önermeler, hem kesin bilim olmaklığı belirleyecek, hem de ahlâk metafiziğini kesin bilim olarak olanaklı kılacaktı. Dolayısıyla, Kant felsefesinin temel kavramlarında bu eğilimi görmek mümkündür ve Kant, incelediği kavramlara ilişkin olarak en az doğa bilimlerindeki kadar kesinliğe ulaşmak ister.

    Geleneksel metafizikte, şimdiye kadar iki temel anlayış ortaya çıkmıştı; rasyonalist gelenek ve empirist gelenek. Bunlardan rasyonalist gelenek dogmatizmle, empirist gelenek ise skeptisizm ve ateizmle sonuçlanmıştı. Rasyonalistler, aklın ve diğer bilme yetilerinin sınırlarını incelemeksizin, akla belirli birtakım hedefler koymuşlar ve bu hedeflere nasıl ulaşılacağını da dogmatik biçimde belirlemişler, bu yolla metafizik sistemler kurmuşlardı. Ancak, bu sistemlerde ahlâk ve özgürlük ilişkisini tartışmamışlar ve sonuç olarak sistemleri, özgürlüğün olanaklı koşullarının ortadan kaldırılmasıyla sonuçlanmıştı. [6]

    Empiristler; özellikle de İngiliz empiristleri ise hareket ettikleri öncüllerin çeşitliliğinden dolayı, birbirlerinden farklı sonuçlara ulaşmışlar, nelik ve nasıllık soruları karşısında çelişkilere düşmüşler ve onlar da pratik aklın ışığı altında akıl ve özgürlük ilişkisini mutlak bir zorunluluk içinde kuramamışlardı. Başka deyişle geleneksel metafizik, akıl ve özgürlük ilişkisi bağlamında, çağın bilimlerinin çok gerisindeydi ve Kant, çağının bilimsel gelişmeleri karşısında metafiziğin de “kesin bilim” olarak ortaya çıkmasının olanaklı koşullarını, geleneksel metafizikteki bu unsurların eleştirisi üzerinden temellendirecekti.

    Böylelikle Kant, metafiziğe ilişkin sentetik a priori önermelerin olanaklı koşullarını araştıracak, kendisinden önceki filozoflar tarafından şekillendirilen metafizik tartışmalarının eleştirisine girişecek ve bunları, aklın gerek teorik, gerekse de pratik bakımdan sınırlarını inceleyerek ve doğa bilimleri modeline dayalı olarak yapacaktı. Zîrâ, “tecrübeye dayanan doğa bilimlerinde matematik bir form vardır; matematik, genel ve gerekirlilik taşıyan a priori bir bilgidir. Tüm felsefe târihinde hiçbir empirist, doğa yasalarında matematik bir form göremedi. Saf Aklın Eleştirisi’nin bir görevi de bu bilgi formlarının araştırılması ve açık bir biçimde gösterilmesidir.” [7]

    Metafiziğin başlıca sorunları, olanaklı en geniş ifâdesiyle tanrı, özgürlük ve ölümsüzlük idelerinde toplanır. Nitekim, tanrının vâroluşu ve doğası, insan özgürlüğünün koşulları ve ölümsüz bir ruhun vâroluşu sorunları, tüm metafizik tartışmalarının merkezinde yer alır. Fakat, bu konulara ilişkin olarak doğa bilimlerindeki kadar kesin birtakım sonuçlara ulaşabilmesi için Kant, bilme yetilerinin olanaklı sınırlarını ve bunlar arasındaki ilişkileri incelemekle ve bunlara ilişkin genel yasaları saptamakla bu araştırmasına başlaması gerektiğini düşünür; aksi takdirde, havanda su dövüleceğine inanır.

    Diğer taraftan, geleneksel metafizikte şimdiye kadar hep, bilgilerin nesnesine göre düzenlendiği ve nesnenin varlığının bizim dışımızda olduğu kabûl edilmiştir. Oysa, nesnenin kendisi verili olmadan önce, bilme yetilerinin a priori birtakım belirlenimleri vardır ve bilgiler, bu belirlenimlerin bilme yetileriyle ortak etkinliğinin ürünleridir. Bilginin koşulları, bu yetiler tarafından belirlendiği gibi, bilginin ne şekilde anlamlandırılacağı da yine bu yetiler tarafından belirlenir. Nesnenin bizim dışımızdaki varlığını ise bilemeyiz, yalnızca bizde uyanan etkilerini biliriz ve neyin olanaklı etkiler içinde olup neyin olmadığını araştırmadan bu tartışmalar çözülemez. [8]

    Kant’ın “eleştirel felsefe”si de aslında, “insan zihninin güçlerinin, eğilimlerinin ve tasarruflarının dizgesel bir keşfi ve yetkilendirilmesidir. Düşünce, eylem ve duygunun her alanında Kant, ilkin zihin tarafından yapılan katkıyı araştırır ve sonra da bu katkının eleştirel bir değerlendirmesine girişir. Farklı deneyim alanlarında; bilgide, ahlâkta ve estetikte ortaya konan ürünün ya da sonucun bir bölümü, dâimâ öznenin ya da eyleyicinin etkinliğine atfedilebilir. Felsefe de Kant açısından, işte bu öznel katkının eleştirisidir. Bu bakımdan Kant’ın felsefesi, özellikle bir özne felsefesi olarak görülebilir.

    Bu bağlamda, Kantçı felsefeyi nitelemede kullanılan ‘Transcendental İdealizm’in ne anlama geldiğine bakacak olursak, bu öznenin öz-doğasına ilişkin bir özelliği bulgulayabiliriz. ‘Transcendental İdealizm’in dilegetirimi (formülasyonu) şudur: Duyularla algıladığımız gerçeklik, kendi tümellik ve zorunluluk temellerini (nesnel geçerlilik temellerini), bilen öznede mevcut bilme koşullarında bulur.” [9] Kant’ın Eleştiri’lerinde özgürlük idesi ise diğer idelerden daha önemli bir noktada konumlandırılır. Çünkü, saf aklın idelerinden biri olan bu ide, pratik akıl tarafından nesnel gerçekliği tespit edilebilen tek idedir ve bu gerçeklik, metafiziği kesin bilim olarak olanaklı kılacaktır.

    Ahlâk yasasının olanaklı koşulu özgürlüktür ve özgürlük de ahlâk yasasını; yâni, pratik alana ilişkin sentetik a priori bir yargıyı olanaklı kıldığı için, Kant felsefesinin ve etiğinin merkezine yerleşir. Ahlâk yasası, hem deneysel alana ilişkindir; yâni, sentetik bir önermedir, hem de deneyden gelmez; yâni, a priori bir önermedir. Başka deyişle ahlâk yasası, sentetik a priori bir önermedir ve tıpkı doğa yasalarındaki gibi bir yasalılığı taşıdığı için, ahlâk metafiziğini kesin bilim olarak olanaklı kılar; özgürlüğe ilişkin olarak geleneksel metafizikte düşülen yanılgılardan da uzak durmayı sağlar.

    Geleneksel metafizik ise tanrı, özgürlük ve ölümsüzlük idelerini, aklın yalnızca teorik yanı bakımından incelemiştir. Kant ise metafiziğe bütünüyle farklı bir yöntem sunmak ister ve geleneksel metafiziğin “Nedir?” sorusundan önce, nesneyi bilme tarzına ilişkin olarak “Nasıl?” sorusunu sorar; nesne ile bilme edimi arasındaki ilişkiyi inceler. [10] Eleştiri’lerinde Kant, bilginin içeriğinden bağımsız olarak, aklın yapısını ve bilgi oluşum süreci içindeki etkinliğini araştırmaya koyulur ve bu yolla hem sentetik a priori önermelerin olanaklı koşullarını açığa çıkartmaya, hem de ahlâk metafiziğini kesin bilim olarak kurmaya çalışır.

    Nitekim “matematikçi, bilim adamı, doğa filozofu... İnsan olarak onlar, kendi nihâî hedeflerini metafizikten kaçınmaktan duydukları bir hoşnutluk içinde arasalar bile, yine de şunları sorabileceklerdir: Nereden geldim? Bütün bu şeyler nereden geliyor? (...) Saf Aklın Eleştirisi, bu karanlıkta bir meşâle tutuşturur; (...) o, kendi anlığımızın karanlık uzayını bize aydınlatır.” [11] Dolayısıyla Kant, teorik felsefesini pratik felsefesine bir hazırlık olarak görüyor, pratik aklın eleştirisi için saf aklın eleştirisine gereksinim duyuyor; ahlâk metafiziğini ya da saf pratik aklın eleştirisini, bilme yetilerine ilişkin bu incelemeleri üzerine kurmak istiyordu.

    Bununla birlikte, eylem alanına bakıldığında, “bilen özne” ile “eyleyen özne” arasında, aslında hiçbir kategorik ayrım yoktu. Fakat, bu yetilerin incelenebilmesi ve aralarındaki ilişkilerin gösterilebilmesi için Kant, bu türlü ayrımlara gidecekti. Önce, bu yetileri birbirlerinden ayıracak, sonra bunların etkinliklerini ayrı ayrı belirleyecek ve aralarındaki ilişkileri araştıracak, daha sonra da hangi yetilerin hangi etkinliklerinin bir tür sınır aşımı içerdiğini saptayarak olanaklı bilgiye sınır çizmeye çalışacaktı. Bu araştırmasına Kant, duyarlık (Sinnlichkeit) ile anlama yetisini (Verstand) ayırmakla başlar.

    “Kant, her şeyden önce şunu sorar: Bilgi olgusu nedir (Quid facti)? Bilgi olgusu, (yargı vermemizi sağlayan) a priori tasarımlara sâhip olmamızdır. Bunlar, kimi zaman basit ‘sunumlar’dır: Mekân ve zaman, görünün a priori biçimleri, kendileri a priori olan ve ampirik sunumlardan veya a posteriori içeriklerden (örneğin, kırmızı renk) farklı olan görüler. Kimi zaman da bunlar, tam anlamında, ‘tasarımlar’dır: Töz, neden gibi; ampirik kavramlardan (örneğin, aslan kavramı) ayrılan a priori kavramlardır. ‘Quid facti?’ sorusu metafiziğin konusudur. Mekân ve zamânın a priori görülerin sunumları olması, Kant’ın mekân ve zamânın ‘metafizik açıklaması’ dediği şeyin konusudur.” [12]

    Olanaklı tüm bilgimiz, iki bilme yetisinin ortak ürünüdür; duyarlık ve anlama yetisi. Bilgi deneyden başlasa da bilginin tamâmı deneyden gelmez; deney, hiçbir zaman zorunlu bir bilgi sunmaz. Nitekim, “Kant’ın ‘deneyim’den anladığı, düşünce veya yargı verme yeterliği içeren öz-bilinçli bir farkındalıktır. ‘Bilgi’den anladığı ise öz-bilinçli öznenin kendi deneyimi hakkında sâhip olduğu yargılar içersinde ifâde edilebilen bir bilgi türüdür.” [13] Hiçbir deney yargısı, zorunlu içeriğini deneyle temellendiremez. Bunun yapılabilmesi için, anlama yetisinin etkinliğine ihtiyaç vardır.

    Kant’a göre şimdiye kadarki Felsefe’de, bilgiyi belirleyenin nesnesi olduğu savunulagelmiştir; oysa Kant, evren teorisi hakkında Kopernik’in yaptığını bilgi teorisine uyarlamak ister ve bilgi oluşum sürecinde öznenin etkinliğini ön sıraya yerleştirir. Bilgi, nesnesine uygun olmak zorunda değildir; çünkü nesne bilinemez, yalnızca nesnenin Ben’de uyandırdığı olanaklı etkilenimler bilinebilir. [14] Bir şeyi bilmek, nesneden gelen olanaklı etkilenimlerin bu form ve kategorilere uygun olmasıyla olanaklıdır. Bilmek, kavramları görünün saf formları ile anlama yetisinin kategorilerine bağlamaktır. [15]

    Kant’tan önce Hume, gerçekliğin bilgisinin kavramsal biçimlerinin ve özellikle de nedensellik ilkesinin kaynağının deney olamayacağını; bu bilginin çağrışımlara dayandığını savunmuştu. Kant ise o zamâna kadar etkisinde kaldığı Leibniz-Wolff rasyonalizminden, Hume’un bu görüşüyle kopacaktır. Gerçeklik önceden verili, hazır, vb. birtakım kavram, ilke veya önermelerden yapılacak dedüksiyonla bilinemez; bu yolla bilinmeye çalışıldığında, tanıtlanması gereken şey tanıtlanmış kabûl edilerek özne, yüklemde tekrar edilir ki bunun anlamı, yüklemin özneye yeni bir şey katmayacağıdır.

    Duyarlık ve anlama yetisi arasındaki ayrım ise bilgi oluşum sürecinin incelenmesi içindir. Bu süreç bu iki yetinin ortak etkinliğine dayandığı için, aralarındaki ayrım da ontolojik bir ayrım değildir ve özne, bilme yetilerinin bu ortak etkinliğini, kendisi hakkındaki bilinciyle dolayımsız olarak duyumsar. Bu yetilerden duyarlık, öznenin alırlığıdır (receptivite). Bu alırlık, nesnenin varlığı ve nesneyle karşılaşma sonucu öznede oluşan tasarımsal durumu belirli bir değişiklikle ortaya koyar. Bu değişiklik, nesneye ilişkin belirli birtakım görüleri (Anschauung) oluşturur.

    Başka deyişle duyarlık, nesnelerin özneyi etkilediği biçimde görülerin alırlığı, alınma kapasitesidir. Görü ise doğrudan bir deneyim nesnesiyle bağlantılı olan tikel bir tasarımdır. Kavram ise dolaylı bir deneyim nesnesiyle bağlantılı olan ve anlama yetisinde kaynağını bulan bir tasarımdır. Anlama yetisi ise düşünme ve kavramlar oluşturmayı sağlar. Bu yeti, kendi nitelikleriyle öznenin kategorileri tasarlama gücünü ifâde eder. Nesnelere ilişkin tasarımlar, görüler tarafından oluşturulur; soyut ve genel tasarımlar ise anlama yetisi tarafından ortaya konur. Anlama yetisinin etkinliği, öz-bilinç edimlerine eşlik eder ve deneyime anlam kazandırır. [16]

    Olanaklı tüm bilgimizin deneyle başlaması; bilginin içeriğinin deneyden gelmiş olması, bilgi oluşum sürecinde yalnızca deneyin etkin olduğu ve olanaklı tüm bilginin yalnızca deneyden geldiği anlamına gelmez. Bu süreçte, anlama yetisinin kavramları da etkindir. Kant, kategorileri nesneye ilişkin olarak değil, özneye ilişkin olarak ve anlama yetisinin etkinliği içinde araştırır. Bilgi, duyarlığın yasalarına konu olduğu ölçüde duyusal ve anlama yetisinin kategorilerine konu olduğu ölçüde de rasyoneldir. [17]

    Anlama yetisi, kategorilerin âit olduğu yetidir; bu yeti aracılığıyla oluşturulan yargıların birleşmesini ve bu yolla çıkarımda bulunmayı sağlayan yeti ise akıldır. Dolayısıyla akıl, nesnelerle ya da duyarlıkla ve duyarlığın saf görü formlarıyla doğrudan bağlantılı olmak yerine, anlama yetisine bağlıdır ve yalnızca anlama yetisinin duyarlıkla ortak etkinliğiyle deneysel bir kullanım kazanır. Bununla birlikte akıl, nesnelerin kavramlarını kendi başına yaratamaz, onları yalnızca düzenler ve belirli bir birlik altında toplar, bilgi oluşum sürecine katılmalarını ve çıkarımlarda kullanılmalarını olanaklı kılar. [18]

    Notlar:
    [1] Felsefe Târihi; Mâcit Gökberk, Remzi Kitapevi, İstanbul 1999, syf: 92-3
    [2] Stoacılık; Jean Brun, İletişim Yayınları, İstanbul 1997, syf: 88-9
    [3] Felsefe Târihi; Alfred Weber, Sosyal Yayınlar, İstanbul 1991, syf: 94
    [4] Immanuel Kant’ın Felsefesi; Heinz Heimsoeth, Remzi Kitapevi, İstanbul 1986, syf: 145
    [5] Batı Felsefesi Târihi, Cilt I; W. Thomas Jones, Paradigma Yayıncılık, İstanbul 2006, syf: 485-7
    [6] Kant’ın Yaşamı ve Öğretisi; Ernst Cassirer, İnkılâp Kitapevi, İstanbul 1996, syf: 85-6
    [7] Immanuel Kant ve Transendental İdealizm; Tuncar Tuğcu, Alesta Yayınları, Ankara 2001, syf: 46-7
    [8] Kant, Çağdaş Felsefe, Cilt VI; Frederic Copleston, İdea Yayınevi, İstanbul 2004, syf: 45
    [9] “Yargı ve Bilinç: Kant’ın Özne Felsefesi Üzerine”; Taylan Altuğ, Kant’ın Eleştirel Felsefesi, Payel Yayınevi, İstanbul 1995, syf: 11-2
    [10] Kant’ın Yaşamı ve Öğretisi; Ernst Cassirer, İnkılâp Kitapevi, İstanbul 1996, syf: 143
    [11] A.g.e. syf: 156-7
    [12] Kant Üzerine Dört Ders; Gilles Deleuze, Öteki Matbaası, İstanbul 2007, syf: 49-50
    [13] “Yargı ve Bilinç: Kant’ın Özne Felsefesi Üzerine”; Taylan Altuğ, Kant’ın Eleştirel Felsefesi, Payel Yayınevi, İstanbul 1995, syf: 10
    [14] Bilgi Felsefesi; A. Kadir Çüçen, Âsâ Kitapevi, Bursa 2001, syf: 214
    [15] Aydınlanma Felsefesi Târihi; Ahmet Cevizci, Ezgi Kitapevi, Bursa 2002, syf: 234-5
    [16] Arı Usun Eleştirisi; Immanuel Kant, İdea Yayınevi, İstanbul 1993, syf: 415
    [17] Immanuel Kant’ın Felsefesi; Heinz Heimsoeth, Remzi Kitapevi, İstanbul 1986, syf: 88
    [18] Kant’ın Yaşamı ve Öğretisi; Ernst Cassirer, İnkılâp Kitapevi, İstanbul 1996, syf: 198-202


    Alkım Saygın


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    4 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


     Dost Meclisi


    YORUMLARINIZI GALERiMiZDEKi iLGiLi BÖLÜME BIRAKABiLiRSiNiZ.
    Yorumlarınız için bekleriz.

    Fotograf : Dr.Servet Yaylı

    Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
    dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

    <#><#><#><#><#><#><#>

    Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
    Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
    Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
    Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
    Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.

    Yukarı


     


     Tadımlık Şiirler


    Yalnızlığa övgü

    Bu bir yalnızlığa övgü yazısıdır.
    Bu bir insansızlığa övgü yazısı.
    Bu belki de yalnızca bir iç çekiş…
    Bir bekleyiş sadece…

    Şimdi hangi özgürlük bağrına basar bizi
    Hangi kalpte diner sancılar
    Benliksizliklerimizle tutunmaya çalıştğımız şu koca dünyada
    Hangi ümit besler bizi.

    Yalnızlığımızda bile yer yok bize
    Öylesine terk edilmişiz

    Şimdi gözyaşlarının bile bir anlamı yok
    Öyle bir acı ki
    Bir yağmur damlası kadar hür
    Bir çocuk gülümsemesi kadar kederliyim.

    “Ey tabiat çok yalnızsın değil mi?
    Ben de senin kadar yalnızım.”

    Şimdi hangi ayna gösterir gerçekleri
    Hangi puslu aydınlığı taşırız içimizde
    ağlarız hayallerimize
    tüm hayalsizliğimizle

    Ne diyordu Ulis?;
    “Haydi içelim
    Yok olup giden bütün umutlara
    Kurduğumuz tüm hayallere rağmen
    Hiç değişmeyen dünyaya.”

    Özge Yörük

    Yazdırmak için tıklayınız.

    Yukarı


     


     Kıraathane Panosu



    Polygon Web Studio


    Yazarlarımızın Kitapları


    Merih Günay
    "Martıların Düğünü"

    Nesrin Özyaycı
    "Işık -II-"


    Temirağa Demir
    "Her kardan Adam Olmaz"


    Şadıman Şenbalkan
    "Şehit Analarımızın Çığlıkları"

    Hatice Bediroğlu
    "Düş Kuruyor Gece"

    Cüneyt GÖKSU
    Serpil YILDIZ

    "KÜBA - SARI SICAK BİR PENCERE"

    Merih Günay
    "HİÇ"

    Feride Özmat
    "Yanlış Zaman Hikayeleri "

    C.Eray Eldemir
    "Uzak İklimler"

    Temirağa Demir
    "Edepli Fahişeler"

    Ellerin Söylüyor Sonsuzluğu
    Feride Özmat
    "Ellerin Söylüyor Sonsuzluğu"

    Nesrin Özyaycı
    "ÖLMESEYDİ"

    Yitik Ada Günceleri
    Feride Özmat
    "Yitik Ada Günceleri"

    Hazırlayan: Kadir Aydemir
    "Olimpos Öyküleri
    Mavi Mağara
    Sedef Özkan"
    İyi Kalpli Seri Katil
    Semih Bulgur
    "İyi Kalpli Seri Katil"
    80'lerde çocuk olmak
    Hazırlayan: Kadir Aydemir
    "80'lerde çocuk olmak
    Viking Gemisi ile kıyı kıyı İSTANBUL
    Şebnem Çağlayan"
    Temiraga Demir - Buğu
    Temiraga Demir
    "BUĞU"


    Sedef Özkan
    "Aynı Yaprakta Olmak"
    Zabit Londra da
    Semih Bulgur
    "Zabit Londra'da"
    Karyadan İyonyaya
    Hamdi Topçuoğlu
    "Karya'dan İyonya'ya"
    Kesin Bir şeyler Olacak
    Tarkan İkizler
    "Kesin bir şeyler olacak!"


    Yukarı


     


    Akın Ceylan

     İşe Yarar Kısayollar


      Şef Garson : Akın Ceylan

    Ülkemiz genelinde artık standart olarak kullanılmaya başlanan karekod uygulamasını siz de kendiniz için kullanabilirsiniz. http://invx.com/ web sayfasına girdiğinizde “enter your text” yazan kısma istediğiniz bir web sayfasını, ismi, adresi veya açıklamayı yazın. Karekod’unuz hemen hazır. Bu kod herhangi bir karekod okuyucuyla tarandığında içine yazdığınız bilgi ekranda görülecektir. Daha sonra bu karekod’u resim olarak ister arabanıza ister özel eşyalarınıza bastırabilirsiniz.

    http://sinemabirmucizedir.blogspot.com/2010/02/amator-yuzuklerin-efendisi.html “Kate Madison adlı Yüzüklerin Efendisi fanatiği amatör bir sinemacı yaklaşık 50 bin dolar gibi komik bir parayla Tolkien'in kitabından uyarlanan 60 dakikalık film internette 500 bin defa izlendi.İşin ilginç yanı bu kadar küçük bir bütçeyle büyük bir prodüksiyona imza atmak az buz kolay bir iş değil.Madison filmde emeği geçen 400'den fazla kişiyi bedavaya çalışmaları için ikna etmesi sinema tutkusunun hiçbir engel karşısında kaybolmayacağının büyük bir örneği.” Bu filmin web sitesi: http://www.bornofhope.com/ Filmi seyretmek için ise: http://www.mefeedia.com/watch/26279407

    Hayatımızda vazgeçemeyeceğimiz şeylerden bir tanesi de yemek yemektir. Bunu hem söyleyen hem de yaşayanlardan biri olarak http://www.oktayustam.com/ web sayfasını tavsiye ediyorum. Açılış sayfasına koydukları pastalar ve börekler kilo vermek isteyenlere pek uygun olmasa da incelemeye değer. Bu web sayfasında hoşuma giden diğer özellik ise, kendi tarifinizi gönderdiğinizde yayınlamaları oldu. Afiyet olsun dostlar.

    Yukarı


     


     Damak tadınıza uygun kahveler






    http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
    Kahve Molası Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.

    GOM Player 2.1.28.5039 / Windows / 7.21 MB
    http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE
    Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.

    VLC media player for Windows / V.1.1.7 / 20 MB
    http://www.videolan.org/
    İçinde tüm codec kütüphanesini barındıran açık kaynak bir oynatıcı. Bilgisayarınızın olmazsa olmazlarından biri. mp4, mov, mkv dahil hemen her formatta filmi izlemenize olanak sağlıyor. İndirin seveceksiniz.

    7-Zip 9.20 (2010-11-18) for Windows / 1.068 KB
    http://www.7-zip.org/
    Winzip, Winrar gibi sıkıştırma programlarının tek alternatifi. Sadece zip ve rar formatlı dosyaları değil, hemen her çeşit sıkıştırılmış dosyayı açan, minik ama süper bir "Open Source" programı. Kendi formatında yaptığı sıkıştırmanın üzerine yok. İsterseniz zip olarak ta sıkıştırma şansınız var. Hemen indirip kurun, sonra da bana şükredin.

    Yukarı


     


    KAHVE MOLASI ABONELERi Google Grubuna üyesiniz. İlginize teşekkür ederiz.

    ABONELiKTEN AYRILMAK İÇİN :
    KM-abone+unsubscribe@googlegroups.com
    (Gönderdiğiniz mesajın abone olduğunuz adresten gittiğine emin olunuz.)

    ÜCRETSİZ ABONE OLMAK İÇİN :
    Google Gruplar KAHVE MOLASI ABONELERi grubuna kayıt ol
    E-posta:


    Arkadaşlarınıza önermek ister misiniz?


    Uygulama : Cem Özbatur
    2002-23©KAHVE MOLASI - Her hakkı saklıdır. Yayın İlkeleri

     






    Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

    Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



    SON BASKI (HTML)

    KAHVE YANINDA DERGi

    Hoşgeldiniz
    Arşivimiz
    Yazarlarımız
    Manilerimiz
    E-Kart Servisi
    Sizden Yorumlar
    KÜTÜPHANE
    SANAT GALERiSi
    Medya
    İletişim
    Reklam
    Gizlilik İlkeleri
    Kim Bu Editör?
    SON BASKI (HTML)
    YILDIZ FALI
    DÜNÜN
    ŞARKILARI





    ÖZEL DOSYALAR

    ATA'MA MEKTUBUM VAR
    Milenyumun Mandalı
    Café d'Istanbul
    KIRKYAMA
    KIRK1YAMA
    KIRK2YAMA
    KIRK3YAMA
    ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
    11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
    Teröre Lanet!
    Kek Tarifleri
    Gezi Yazıları
    Google
    Web KM




    Harem - Sarah Brightman









    Fincan almak ister misiniz?
    http://kmarsiv.com/sayilar/20120727.asp
    ISSN: 1303-8923
    27 Temmuz 2012 - ©2002/23-kmarsiv.com