Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 11 Sayı: 1.945

 30 Kasım 2012 - Fincanın İçindekiler


  • SOKAKLAR SESSİZ KONUŞUR -4 ... Seyfullah Çalışkan
  • Ben bilmem Muhteşem Edi bilir ... Ahmet Şeşen
  • Yaşamın Esintisi ... Nevriye Hamitoğlu
  • Çivit Mavideki Işıltılar ... Buket Çetin
  • Akdenizli olmak ... Neslihan Minel
  • BİZİMKİLERİN KAFASINA NEYLE VURURSAK AYILIRLAR ACABA? ... Abuzittin Tırlak
  • Başbağlar Türküsü ... Alkım Saygın


  • Dost Meclisi, Tadımlık Şiirler, Kıraathane Panosu, Damak Tadınıza Uygun Kahveler

  •  



     Editör'den : Babaymış, yok artık!..


    Allah akıl sağlığımıza mukayyet olsun. Amin. Fehmi adıyla maruf, Koru soyadlı, beşikten goygoycu yazar beyin bir son yazısı var ki, akıllara ziyan. Yani neresinden tutsan elinde kalıyor. 2 gün önceki yazısında "Tayyip Bey'i anlamak.." isimli bir şeyler karalamış. Babaymış Tayyip Bey, bizler de çocukları. Hem dövermiş hem severmiş. Ama ne istiyorsa bizim iyiliğimiz için istermiş. Fikrini söyler azarlar, bilahare bizim haklılığımız ortaya çıktığında mertçe(!?) geri çekilirmiş. Kürtaja tukaka dedi diye kürtaj mı yasaklanmış ya da Rasim'in karısından alıntıyla, 3 çocuk istemiş te gidip yatak odasının kapısında nöbet mi tutmuş? Eli kanlı katillerin katlinden, dizilerin illa gerçek olmasından yanaymış. Babaymış işte, istermiş ama dövmezmiş, bizi dinler doğru yola gelirmiş. Ha bu arada durumdan vazife çıkaranlar da yok değilmiş. Bu kadarı kadı kızında da olurmuş. Sonunu da şöyle bağlamış Koru Bey: "Çocuklar ne zaman büyür? Babaları hakkında haklı çıktıkça..." Biz büyüdük, ölmek üzereyiz Fehmi Usta, sesimiz geliyor mu?

    Dedim ya, neresinden bakarsan bak kocaman bir sıfır yazı. Sanırsın, yılların, biat etmiş nefer de olsa, gazetecisi değil, 13 yaşındaki yazma heveslisi kaleme almış. Başkan babaya methiyeler düzmek uğruna nerede yaşadığını unutan, demokrasiden ne anladığı meçhul, başbakanın görev alanından bihaber bu yazar bozuntusunu şiddetle kınıyorum. Kendisi çocuk olmayı seçebilir, yediği, yiyeceği azarları sineye çakebilir, "Babam" diye yanaşıp, "Sultanım" diye uzaklaşabilir ama bana nameler yazıp Recep'i Tayyip etmeyi beceremez. Bunun adı gazetecilik değil medya şebekliğidir.

    ...

    Gün geçmiyor ki bir aymazlıkla karşılaşmayalım. Son haber yeni seçilen kamu denetçisinden. Adamın Tayyip Bey'e yakınlığı aşikar, haydi oradan geçtik, kendisi Dink'in ölümüyle sonuçlanan süreci başlatan zat-ı muhterem. Yalnız, asıl savunması iç yakan, insanı burkan cinsten. "Dosyanın içinde Hrant Dink olduğunu bilmiyordum." demiş Bay Ömeroğlu. Hrant'ın adı resmi kayıtlarda Fırat ya, Fırat Dink'i tanıyamamış sayın ombudsman. Padişah şeyhülislam olarak en katı kadıyı seçiyor ve Muhteşem Yüzyıl'a rahmet okutuyor. Burası Türkiye, ben bir garip vatandaş.

    Tayyip Bey'in muhteşem çıkışı da trajikomik aslında. Ben şahsen kendisinin adam gibi dizi seyrettiğini sanmıyorum. Başından sonuna izlemişliği hele hiç yoktur. Ama birilerinin dolduruşu ile gaza gelip böyle bir çıkış yapabiliyor. Yalnız çıkıştığı halkın "bis" isteklerine karşılık verip, herzaman ki Padişah uslübuyla yargıyı göreve davet etmeyi unutmuyor. Yoksa, ne onun muhteşem yüzyılla uğraşacak hali var, ne de yargının ceza verecek maddesi. Tayyip Bey sağdan soldan yediği yumrukları savuşturup fiske ile sayı almaya çalışan boksör gibi, gongu bekliyor. Çok üstüne gelmesinler diye de hergün yeni bir senaryo yazılıp oynanıyor memlekette.

    ...

    Atatürk'ün kemikleri sızlıyordur eminim. Nice badirelerden sonra yaptığı kılık kıyafet devriminin içine edildiğini iyi ki görmedi ama hissettiğine iddiaya girerim. İşin komiği, asıl meseleyi kamufle etmek için ne sonuçlar doğurabileceğinden bile habersiz eklerle kanun yapıyorlar. Türbanı taktırmak için çocukları soyuyorlar. Formayı çıkarıp yerine ne giyemeyeceğini söyleyince demokrasinin şaha kalkacağını sanıyorlar. Bu işi savunanların ya çocuğu yok ya da akli melekelerini yitirmişler. Sosyal statü farklılığının, 2 dakikada hazırlanıp okul yoluna düşmenin, kimseden geri kalmamanın yegane simgesi formayı çocuklardan çıkarmayı matah birşey sanıyorlar. Dünyanın en acımasız insanlarının çocuklar olduğunu sanki bilmiyorlar. "Aaaa sen 3 gündür aynı gömleği giyiyorsun, ezik misin oğlum sen?" sorusuna kendi çocukları maruz kalmayacağı için rahatlar. Alamayacak, giyemeyecek olanlara da bir bakan formül üretiyor. "Devlet alır." Allahım sen benim aklımı koru.

    Yazacak, dokunacak çok şey var ama geç oldu kesmek zorundayım. Gelin size fıkra gibi, çok taze gerçek bir hikaye anlatayım da gülümseyerek veda edelim.

    Benim hanım dün 1 günlüğüne Trabzon'a gitti geldi. Dönüş yolunda uçağın tekerlekleri yerden kesilir kesilmez bir yolcunun telefonun çaldığını duyuyorlar. Herkes homurdanmaya başlıyor. Adam sinirli hareketlerle telefonu çıkarıyor, açıp karşıdakine bağırarak "Oğlum uçaktayım, niye arıyorsun, kapatsana telefonu." diyor. Sonra da diğer yolculara dönüp, başını n'apayım anlamında sallayarak gülümsüyor. Ne demiştik? Burası Türkiye, öylesi de var böylesi de. Kalın sağlıcakla.

    Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

    Cem Özbatur


     


    Seyfullah Çalışkan

     Deniz Fenerinin Güncesi : Seyfullah Çalışkan


      SOKAKLAR SESSİZ KONUŞUR -4

    Tahir Hoca kendi yağında kavrulup giden bir adamdı. Namı Hoca olarak anılırdı fakat imam falan değildi. Birkaç parça bağı vardı, bir iki parça da pamuğu. Hepsini toplasan elli dönüm etmez. Etmesin varsın. Gediz ovası anaçtır. Bire kırk verir. Elli dönüm arazi bir haneyi geçindirip gider. Tahir Hoca gibi çalışkan ve tutumlu insanlara yeter de artar bile. Hoca bu kasabaya otuz sene önce Makedonya’dan göçmen gelmiş. Çalışmış çabalamış. Kendine ev yapmış, tarla tapan almış. Geçinmek şöyle dursun varsıl bile sayılırlardı. Tahir Hocanın parası pulu kendine kalsın. Ben kızı Necibe’den söz etmek istiyorum. Hoca’nın bütün kasaba gençlerinin aklını başından alacak kadar iki güzel kızı vardı. Kıpkırmızı saçlı kar gibi beyaz tenli, mavi gözlü cam gibi pırıl pırıl kızlar… Eskiler “Kız kısmının bahtı güzel olacak. Gözleri güzel olsa kaç yazar. Ekmek banıp yiyemezsin ya,”derler. Belki de haklılar.

    Güzel kızların heveslisi çoktur ama sevdalısı az olur. Çünkü güzel kızların yanına yaklaşmak zordur. Zengin olmak lazım… Yakışıklı olmak da… Bütün gençler kız için yanıp tutuşulur ama hep o kız beni beğenmez ki. Benden daha nice nice iyileri varken bana mı bakacak diye düşünürler. Öyle ya davul bile dengi dengine. Belki bu yüzden Hoca’nın kızı Necibe’nin ilk yavuklusu fırlama olarak nam yapmış Kel Bekir oldu. Kel dendiğine bakmayın fırça gibi sarı saçları vardır. Çocukken babası kafasını sıfıra vurdurduğu için birileri kel demiş. Adı da öylece kalıvermiş. Her zamanki gibi yine armudun iyisi ayıya düştü. Yüzsüz, arsız, terbiyesiz Kel Bekir kızın gönlünü çalıverdi... İçkici, kavgacı, güvenilmez herifin teki. Kasabada bir tane bile seveni yoktur. Nerede bir hır çıksa illa taşın altından bu çıkar. Gizli gizli arka bahçede görüşmeler, düğünlerde, bayram yerlerinde buluşup konuşmaları uzun sürmedi... Bir sabah duyuldu ki Necibe bu kel, bu geberesiyeciyle kaçmış. Kasabanın en güzel kızlarından Necibe bir kelin ardından çekip gitmiş. Bütün gençler şaşkın, bütün gençler kıskanç biraz.

    Tahir Hoca ertesi sabah kızının Kel Bekir ile kaçtığını öğrenince kahrından yataklara düştü. O günden sonra adamın huyu suyu tamamen değişti. İnsan içine karışmaktan da uzak durdu. Camiden, kahveden el ayak çekti. Cami dönüşünde ahbaplarıyla Meteorolojici Abdullah’ın duvar dibinde dikilip saatlerce sohbet etmeye bayılan adam birden sus pus oldu. Kimseyle görüşmek istemiyor, kızının kaçmasından utanıyordu. Üstelikte Kel Bekir gibi hayırsızın birisiyle... Ve ölünceye kadar sus pus yaşadı. Kel Bekir ile Necibe iki hafta sonra kaçıp gizlendikleri İzmir’deki akrabalarının yanından kasabaya döndüler. Birkaç ay sonra da bayram bahanesiyle barışmak için Tahir Hoca’nın kapısını çaldılar. Barışmayıp ne yapacaklardı? Barışmasına barıştılar ama arada hep bir soğukluk kaldı. Tahir Hoca’nın damadına kanı bir türlü ısınmadı.

    Dünyalar güzeli Necibe ile Kel Bekir ilk çocukları dünyaya gelinceye kadar kayın babasının evinde oturdular. Sonra Mezarlık Mahallesinde kiraladıkları iki göz bir eve taşındılar. İşte sorunlar da tam o zaman başladı. Hayatı boyunca çalışmamış, orda burada haytalık yapmış, babasından aldığı harçlıklarla sigara ve çay parasını denkleştirmiş genç adam baba ve eş olmanın üstesinden gelmekte zorlanıyordu. Başkasının tarlasında gündelikçi olarak çalışıp eve ekmek getirmek Bekir’e uygun bir şey değildi. Büyükler yardım etseler bile geçim sıkıntısı mutluluklarına gölge düşürdü. Kıskançlık bahanesiyle eşini dövemeye başladı. Dayak yiyen Necibe kaçıp kaçıp babasının evine sığınmak zorunda kalıyordu. Bir iki derken Tahir Hoca dayanamayıp kızına ve damadına evinin kapılarını açtı. Bu bile yaldızları dökülmüş mutluk tablosunu yeniden onarmaya yetmedi. Kavgalar ve kıskançlık dayakları sonrası boşanmaya karar verdiler. Araya girenler sayesinde yeniden barıştılar. Her boşanma aşamasında geldiklerinde ve yeniden bir araya getirildiklerinde çocukları oldu. Fırtınalı evlilikleri onları üç oğlan bir kız çocuğu yaptı.

    Hiçbir zaman ağız tadıyla ve huzur içinde ekmek yiyemediler. Tahir Hoca kahrından birkaç yıl sonra öldü. Eniştesi ve ablası ile aynı evde yaşamak istemeyen küçük kız kardeş uzak köylerden bir polise ile kaçtı. Ve bir daha o eve hiç dönmedi. Hala nerede olduklarını birkaç yakın akrabası dışında bilen bile yoktur. Kel Bekir geçen onca yıla rağmen eşini dövmekten hiç vazgeçmedi. Hiç olgunlaşmadı, durulmadı. Bir gece yarısı eve her zamanki gibi sarhoş geldi. Kaynanasını kapı dışarı atıp çocukların gözü önünde karısını bıçakladı. Kavganın eksik olmadığı evden gelen çığlıklara aldırmayan komşular ne olduğunu öğreninceye kadar epey zaman geçti. Karnından bıçaklanan Necibe çok kan kaybetti. Daha çekilecek çilesi varmış. Ölümün kıyısından döndü. Birkaç hafta hastanede yattı. İyileşir iyileşmez boşanmak için Saruhanlı Adliyesine gitti. Kâtiplere dilekçeler yazdırdı. Her zamanki gibi birileri araya girip ölümden dönen kadın ile Kel Bekir’i barıştırdılar.

    Bazı insanlar güzel bir tek gün bile yaşamadan bu dünyadan göçüp giderler. Necibe’nin kaderi de böyle yazılmıştı. Yedi yaşına kadar normal gelişen erkek çocukları okula başladıkları yılın ardından yavaş yavaş zayıflamaya başlıyorlardı. Birkaç yıl içinde kuruyup iğne ipliğe dönen çocuklar yatağa düşüp ölüyorlardı. Büyük çocuklarını kaybettiklerinde ötekileri de aynı kaderin beklediğini henüz bilmiyorlardı. Bütün erkek çocuklarda için süreç aynı işliyordu. Kadıncağız gülüp oynayan, koşan oğullarının yatalak olmalarını, gözlerinin önünde küçücük kalmalarını ve ölümlerini çaresizlikle izledi. Dört çocuğundan bir tek kızları hayatta kaldı ve büyüdü. Kızları Cemile on sekiz yaşına bastığı gün Yörüklerden bir delikanlıyla kaçtı. Doğduğu günden beri kavga ve hırgür içinde geçen günleri arkasında bırakmayı istemişti. Kel Bekir hem kızını hem de oğlanı gördüğü yerde vurup öldüreceğine kahvede yemin etti. Yeminini tutmaya vakit bulamadan hastalandı. Üç ay hastane hastane doktor doktor gezdi. Bütün yaşamı boyunca kocasından dayak yemiş, artık güzelliğinin esamesi bile kalmamış Necibe eşine oğullarına bakar gibi baktı. Kel Bekir hastalandıktan beş ay sonra kanserden öldü. Babası ile karşılamaktan kaçan kızı ve damadı ancak cenazesinde o eve gelebildi.

    Seyfullah
    seyfullah@kahveciyiz.biz


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    5 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


    Ahmet Şeşen

     Enişte'den Erişte'ler : Ahmet Şeşen


      Ben bilmem Muhteşem Edi bilir

    Gündem Araştırma Merkezi’nin ( GAM ) bu haftaya ait raporu “Muhteşem” oldu. Bu sütunlardaki yazılarımda da zaman zaman rastlamışsınızdır ki; özellikle göbeğinden söz ederken hep “Muhteşem” demişimdir Sevgili Editör’ümüz ( Edi ) için. Haftaya damgasını vuran “GAM” raporu açıklanınca da aklıma ister istemez “Muhteşem Edi” gelmiş, dermişim ve ben de telefonun tuşlarını bir çırpıda çevirivermişim :
    ( Dermişim deyince; bunların bir belgesel olmadığının, hayal ürünü olduğunun ve hem kurgusal hem de duygusal olmayıp uykusal olduğunun altını da dikkatlice çizermişim )

    - Senden başka muhteşem bilmem bilirsin Edi’ciğim. Nasılsın, yaşıyor musun ? Hala uçak sırtında Milano senin, Londra benim, Viyana kapılarında kimbilir kaçıncı keredir dolaşıyor musun ? Yoksa; yırtıyorsun dağları da enginlere sığmayıp taşıyor musun ?
    - Bana bak, yoksa sen o muhteşem dediğin göbeğimi ufaktan ufaktan kaşıyor musun ?

    - Haşaaa Muhteşem’im Editörü’m ! Hani çoluk, çocuk diyar ellerde okuyor da, hani iş güç demir, çelik, hurda.. Hal hatır sorayım dedim ben de bu arada..
    - Gidip geliyoruz elbette, sonuçta bir elimiz parada ama bir ayağımız da karada. Senin oğlanın ne işi varmış da gitmiş teee uzaklardaki kıta denen o adada ?

    - Kanguru dünyasında Aborijinlerle birlikte Doktora yapası gelmiş. Salya sümük yolladık, hatta gözyaşlarımızla Bülent Amca’sını bile solladık.
    - Benim birader de senin kardeşin Bülent gibi bir ağlıyor ki sorma. Bir de sesi var ki yahu ne oluyor diye hiç mi hiç hayra yorma.. Neyse, aramazsın, hayırdır, anlat durma...

    - Günlerdir içmedim yemedim, ben bilmem Muhteşem Edi bilir dedim, velhasılı sana danışayım istedim. Acaba, yazılarıma biraz çizgi falan eklesem mi ?
    - Sen düşünme bunları, gerekirse ben çızarım...

    - Emeklinin, işçinin, öğretmenin durumu iyice içler acısı, çok dertlendim, acaba yazılarımda bu duruma biraz olsun kızabilir miyim ?
    - Sen dert etme yahu, gerekli görürsem ben kızarım...

    - Açlık, yoksulluk, işsizlik aldı başını gidiyor, millet perişan. Bari bu konularda biraz olsun ağzımı bozmak istiyorum.
    - Sen bozma, gerekli olduğuna inandığımda ben bozarım...

    - Herşeyi sen mi yapacaksın yahu, neticede aynı coğrafyada değil miyiz ?
    - Gerekirse değil Coğrafya’yı, Tarih’i de yeni baştan ben yazarım...

    - Tamam canım verdilerse eline bir saz, biraz gaz, ne istersen onu yaz. Zora geldiğinde az naz, biraz niyaz, yetmedi ne güne duruyor sanki o caz ?
    - Bana bak banaaa ! Benim adım hafiye, uymaz bana öyle gizemli ve derin kafiye..

    - Hiç eser kalmamış muhterem eski havandan, yine ne oldu da sinir katsayın prim yapmış tavandan ?
    - Anlamadınsa daha açık yazayım; her lafında bir uyak, yapma bana öyle ayak !

    - Biliyorsun kelimelerle oynamayı pek beğeniyorum, hemen hemen her yazımda da üzerine afiyet deniyorum.
    - Eee, uzattın ama senin işverenin kim araştırıp soralım. İyice ihtiyarladın, söyleyeyim de seni artık kapı önüne bostan korkuluğu diye koyalım.

    - Muhteşem Edi dedik... Klavyemizin bağrı delik deşik... Yıllardır; Kahve Molası kapılarında yazılarımızla seni besledik... Maaş mı istedik ?... Sosyal sigorta mı bekledik ?...
    - Ahaaa ..! O ne öyle gizem ve derin anlamlar içeren sürekli 3 nokta ?

    - Hönk !..
    - Bu 2 nokta daha iyi ama “Hönk” demişsin kesin bunun da altında var bir gizem, üstelik bir de fazladan ünlem koymuşsun desem. Acaba; engin duygularla dolu bir halet-i ruhiye içerisinde “Hımmm” diye kısa ve öz olarak mı söylesem ? Ne dersin, takayım mı sana şimdi bir kulp ?

    - Gulp .
    - Hah şöyle ! Yutkunma ! Adam gibi tek nokta ile bitir, yazılarına da ver biraz çeki-düzen. Bak bakalım 3-5 kişiden başka etrafta kimse kaldı mı beni üzen, her lafıma kaş kaldırıp göz süzen ?

    - . koyarım işte buraya. Yazının başlığında dememişim boşuna, sanırım senin de gitti hoşuna. Her zaman hayran olmuşumdur zaten o muhteşem göbekli dik duruşuna. Kapı önüne koydurtma beni, bir el atıver haydi şuna.
    - İşte böyle aferin, hiç düşünme sen bu konuyu öyle derin derin. Baksana evladım, şu ihtiyara şimdilik Etliye Sütlüye Dokunmaz ( ESD ) kontenjanından bir yer verin, altına da “V gözüm < üzerinde” yazılı o kilimlerden serin.

    İşte bu sözlerle kapattı telefonu Muhteşem Edi. Sanırım;
    “İlahi Muhteşem Edi, Kahve Molası saltanatın ~a dek sürsün”
    sözlerimi duydu da;
    “Sen bir ömürsün...”
    diye yaptığım 3 noktalı kafiyeyi duymadı. Eh, iyi ki duymadı !...

    asesen@kahveciyiz.biz


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    6 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


    Nevriye Hamitoğlu

     Kahveci : Nevriye Hamitoğlu


      Yaşamın Esintisi

    Rüzgara benzer yaşam
    Bazen ılık eser, bazen soğuk, bazen de sıcak
    Yaşam ılık esince tekdüze olur hayatımız
    Yaşarız aynı günleri ardı ardına
    Aynı sabahlarda aynı güneş doğar
    Aynı akşamların gecelerinde aynı rüyalar vardır.
    Bazen bu aynılık sıkar bizi
    Ve bir şeyler yaparız değişmek için
    İşte o zaman farklılaşıverir hayatımız!
    Ruhumuz yeniden doğmanın tadına varır.

    Soğuk estiği zaman yaşamımız
    Kötü olan her şey bizim yanımızdadır
    Olumsuzluklarla doludur hayatımız
    Mutsuzluk, gözyaşı, kibir, kıskançlık bizi sarmalar
    Yapışır kaderimize, ya da onu kaderden sayarız
    Kötü şanstır bazen yaşamın soğukluğu
    Bazen de başarısızlığın sonucu…
    Bunu değiştirmek elimizdedir aslında
    Soğuktan sıcaklığı tercih etmek
    Ama ilk önce görmek gerekir
    Soğuk yaşamımızın sadece soğuk düşüncelerimize ait olduğunu
    Suçlu olan sadece bizleriz aslında
    Fark edebilmektir önemli olan kendimizi
    Farkında olabilmek hatalarımızın, kibrimizin ve kötülüklerimizin…

    Yaşam sıcak estiğinde mutluluk vardır hayatımızda,
    Mutluluğu yakalamak, hatta onun için savaşmak…
    Gözlerimiz çevremizdeki güzellikleri görerek bakar
    Güneş daha anlamlı doğar, yıldızlar daha çok parlar geceleri,
    Şarkılar, kuşlar, çiçekler, dostluklar değerli olur bize
    Karşımıza çıkan olumsuzluklara bile iyi bakmayı bilir yüreğimiz
    Yaşamın sıcaklığı sevgiyle, hoşgörüyle doldurur içimizi
    Hayat güzeldir her günüyle
    En güzel yaşam, yaşamın sıcak estiği zamandır.

    Sıcak estiği zaman yaşamımız
    Anlamlı olur hayatımız


    Nevriye Hamitoğlu
    nevriye.h@hotmail.com



    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    9,809,809,809,809,809,809,809,809,809,80
    5 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


    Buket Çetin

     Kahveci : Buket Çetin


      Çivit Mavideki Işıltılar

    “Neden bu saatte yola çıktım ki” diye geçirdi içinden. Sonra bu soruyu yola çıkmadan daha önceleri de defalarca kez sorduğunu hatırladı. “Bu yola çok daha önce çıkmalıydım” diye düşündü sonra. İkindi vaktinin ardından gelen akşamın ufuktaki elleriyle düşmüştü yola. Düşmeden çok önceden beri “geç kaldım” diyordu. “Geç kaldım.” Çoğu zaman geç kalmış olmanın ardından yolu iptal etmeyi düşünüyordu. Hiç gidilmeden. Tuhaf bir tesadüfle ya da tuhaf bir karar anıyla yola çıktığında ise korkulu bir gece başladı onun için. Zifiri karanlık değil çivit mavi bir gece…

    Yolda yürürken başını kaldırdığında ileride duran kocaman bir şey gördü. Akşamın alaca karanlığında ne olduğunu göremediği şeyi anlayabilmek için yaklaşmakla varlığından tedirginlik duyarak kaçıp gitmek arasında kaldı bir an. İri iri açılmış gözbebeklerine gece mavisinin içinde uzaktaki bu cismin görüntüsü düştü. Korku ve merakla bir gidip bir geri dönmek arasında kaldığı yol ortasında kararsızca beklerken birden uzaktaki şeyin kıpırdadığını fark etti. O kıpırtıyla ayaklarından biri bir adım geriye doğru giderken kalbinin de hızlı hızlı çarptığını fark etti. Olduğu yerden hiçbir yere gidemedi sonra ve o şeyin kendisine doğru yaklaştığını fark etti. Göz göze geldiler o an. Gördüğüne inanamadı birden. Bu gerçek olabilir miydi? Gecenin bir vakti yolun ortasında gördüğü dev bir kurt olabilir miydi? Üstelik gözlerini dikmiş, dişlerini gösteren bir kurt!

    Ne yapmalıydı bilemedi bir an. O an gördüğü şeye hayretler içinde kalsa da yola çıkmadan çok daha öncesinden belliydi zaten. Böyle bir şeyle karşılaşabilirdi. Ama o, öncesinden kestiremedi, zaten tuhaf bir tesadüfün getirdiği tuhaf bir karar anıyla, çıkmıştı yola.

    Sonra bir sürü düşünce geçti aklından. Çığlık atabilirdi. Yardım isteyebilirdi. Etrafta hiçbir ses, hiçbir kimse, onlardan başka hiçbir şeyin varlığı sezilmese de belki çığlığını duyanlar olabilirdi. Ama çığlık attığında karşısındaki dev yaratık ta onu bir hamlede midesine indirebilirdi. Birisinin onu duyabilme ihtimali kadar attığı çığlık onun yok olma ihtimali de olabilirdi. Böyle büyük bir riske girmenin doğru olmadığına karar verdi.

    Ya da diye düşündü. Tıpkı onun kendisine yaklaştığı gibi usul adımlarla yavaş yavaş geriye doğru gidip sonra yeterince uzaklaştığında hızını artırarak koşarak kaçabilirdi. Ama bu düşüncenin de hemen ardından bu dev yaratığın aynı usul adımlarla peşinden gelebileceğini düşündü. Ve kaçıyorum zannederken bir kez daha yok oluyor olabilirdi.

    Belki de tıpkı onun yaptığı gibi keskin bakışlarını bu dev yaratığın gözlerine dikmeli ve ona öfkeli öfkeli bakmalıydı. Belki böylece korkup gerisin geri geldiği gibi kaybolup giderdi. Ama daha düşüncesini bile sonlandıramadan karşısındakinin dev bir kurt olduğunu ve onun kendisinden korkma ihtimalinin çok düşük bir ihtimal hatta olamayacak bir ihtimal olduğunu düşündü.

    Sonra yerden taş alıp atmak aklına geldi. Ama görünürde ne bir taş, ne de ona benzer başka bir cisim vardı. Zaten taşı atmasıyla kurt da onun üzerine kendini atabilirdi. Ve emindi ki bir lokmalık ya da sadece bir pençelik bir zahmete girmesi yeterli olurdu. Ve yine emindi ki belki kurdun karnını doyurmaya yetmezdi ama en azından açlığını dindirebilecek kadar bir büyüklüğe sahipti.

    Bu düşünce anları boyunca dev kurdun karşısında dikildi durdu. Ne bir adım arkaya ne bir adım ona doğru yaklaştı. Sadece olduğu yerde bekledi.

    Sonra bu dev kurdun yeşil mavi gözlerinden incecik bir damlanın aşağıya doğru süzüldüğünü fark etti. Gecenin çivit mavisi o bir damla yaşın üzerinde yanıp yanıp sönerken bir başka yaş daha geldi hemen ardından. Bir başka, bir başka, bir başka daha… Gecenin çivit mavisinde çok daha uzaklardan bile görülecek ışıltılar yanıp yanıp söndü.

    Ne yapmalıydı bilemedi bir an. Sonra yere doğru çöktüğünü fark etti. Usul adımlarla yanına yaklaştı ve tek bir ses kaldı gecenin çivit mavisinde: “Sen yaralanmışsın”.

    Buket Çetin


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    2 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


     Kahveci : Neslihan Minel


    Akdenizli olmak

    Akdenizli olmak bir ayrıcalıktır bence!
    Ilımlı olmak, hayata daha sıcak bakmaktır.
    Çünkü insan, doğduğu şehrin ikliminden, doğasından ve bitki örtüsünden muhakkak etkilenir. Tabii ki bir de yediği yemeklerden.  Akdeniz havasının ılıman olmasından dolayı olacaktı, insanları daha pozitif ve daha anlayışlıdır. İş yerlerinde bile daha esnek davranırlar bu yüzden. Komşuluk ilişkilerine de yansır bu sıcaklık.
    Gerek denizin mavisinden olacak, gerekse bol sebzeli zeytinyağlı yemeklerinden, şiire ve edebiyata düşkün olur Akdeniz insanı. Çünkü ruhunda vardır onun güzellik kavramı. Güzel olan her şeye âşıktır o. Resme, müziğe ve şiire…
    Geçmişten günümüze doğru irdelersek, sanat eserlerinin muhakkak Akdeniz’le kesişir yolu...
    Eski Yunan Edebiyatı’ndan, Roma Edebiyatı’na kadar, daha birçok yerde karşılaşırız Akdeniz’le.
    Mesela Homeros Akdenizlidir. İlyada, Odisede. Seferis’te…
    Sadece Yunan Edebiyatı’yla kalmaz dağılım. Buradan İtalya, Fransa, İspanya’ ya kadar uzanan uzun bir yoldur bu...
    Örneğin Fransa’nın Daudet’i, İspanya’nın Lorca’sı da, Akdeniz esintileriyle yazmıştır yazılarını.
    Bu yumuşak iklim, bizim yazarlarımızı da etkilemiştir tabii ki. Sait Faik’in, Halikarnas Balıkçısı’nın, eserlerinde de Akdeniz gizlidir.
    “Ötelerin Çocukları”nda, tipik Akdeniz insanını anlatır, Cevat Şakir.
    Dinlerin doğuş yerleri de Akdeniz’dir. Hıristiyanlık, Musevilik ve Müslümanlık da Akdeniz kökenlidir doğum olarak.
    Bu topraklarda doğmuş, buradan dağılmışlardır yeryüzünün her köşesine...
    Kısacası Akdenizli olmak bir ayrıcalıktır…

    Neslihan Minel
    neslihancaa@mynet.com


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    2 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


     Ailenizin Delisi : Abuzittin Tırlak


    BİZİMKİLERİN KAFASINA NEYLE VURURSAK AYILIRLAR ACABA?

    Geçenlerde bizimkilerin olduğu bir ortama takılmak zorunda kaldım. Muhabbeti bir koyulttuk, bir koyulttuk ki demeyin gitsin! Hep aynı konu, hep aynı temalar.....

    Kim, kime ne demiş? Kim kime yakınmış? Yok, Başkan çok iyi strateji izliyormuş da, Gürsel yavaş yavaş tasfiye ediliyormuş....Aslında o iş öyle değilmiş, kardeşim. Böyle düşünenler fena halde yanılıyormuş, o kaçın kurrasıymış, sonacıma ani bir atakla gerçek hedefi olan Genel Başkanlık koltuğuna bile oturabilirmiş....

    Özetin özeti: Kim kiminle? Kimin eli, kimin cebinde? Kime yanaşırsak, bizde kıyısından köşesinden bir şeyler kaparız acaba? Bütün gün okey oynayan ilçe yöneticilerimiz var, iyi mi? Hani gözümle görmesem, yok ulan o kadar da olmaz ki derim!

    Havlarsak mı, önümüze kemik atarlar, miyavlarsak mı, ciğer verirler? Hep aynı minvalde konuşmalar.....

    Aslında kanıksamam lazım, ama naparsınız her seferinde şaşırmaktan kendimi alamıyorum! Aklım dumura uğruyor! Türkiye elden gidiyor, bizimkilerin muhabbetine bak!

    Akıllar, fikirler, ilkeler, siyasetler, mücadele gündemi gibi şeylerden hiç söz eden yok! Körler sağırlar birbirini ağırlar misali, ilçe başkanı “filanca önemli, zevat gelecek, lütfen teşrif buyurunuz” ya da “Belediye Meclis üyemiz filancanın falancası öldü...Cenazesi....”SMS’leri atıyor.

    Mübarek Mezarlıklar Müdürü sanki! Parti faaliyetine bakınız hele bir yol.... Ya da üyelerinden aidat toplayabilmek için poposunu bile kımıldatamayan bir Parti, arada sırada biletli yemekler düzenleyerek koltuk kapma sevdası peşinde olan çorbacılardan mangır toplamayı tercih ediyor!!!!

    Ya kardeşim, anneler, babalar ve öğretmenler sıkıntıdan kıvranmakta! Başımızda 4+4+4 garabeti varken bir de giyimde serbestlik muhabbeti çıktı. Birileri çıksa da önderlik ederek sıkı bir mücadele başlatsa, tozunu atsak ortalığın, akl-ı selimin tekrar galip gelmesini sağlasak....

    Asıl işimiz bu olmalı değil mi? Ama bizimkilerde tık yok! Ülkemizin eğitimi batırılırken ne yaptık Allah aşkına şu ana kadar? Kocaman bir hiç.....


    Malum muhabbetten sonra eve gelince Ali TOPUZ’un anılarını açtım. Türkiye’nin çok daha farklı koşullarda olduğu günlerde İNÖNÜ’nün genel başkan olarak katıldığı son Kurultay’la ilgili bölümü bir daha okudum.

    Bir Parti hep geri, geri mi yürür be? İnsanlar biraz da ileriye doğru adım atmalılar kardeşim, nedir bu yahu, nedir be!!!???

    Tek, tük kimi milletvekilerimiz, İsa GÖK, Dilek Akagün YILMAZ, Kamer GENÇ, Muharrem İNCE ve birkaç isim daha neredeyse tek başlarına bir yerlerde çırpınıp duruyorlar. Tabii bu arada NeoYCHP’nin derin ilişkileri içinde, gelecek seçimlerde onları da tasfiye etmenin ince hesaplarının şimdiden yapılmaya başlandığına hiç şüphe yok! Tıpkı Şahin MENGÜ gibi...

    Tam bu satırları yazarken Böyyük Başgan’ın yeni bir garabeti düştü internet sitelerine, bizim Başkan milletvekillerine “medya yasağı” getirmiş iyi mi? Efeeendim, “parti içi demokrasiiiiii.....”

    Hadi ya! Bak sen hele, şu “hitler” demokrasisinin güzelliğine bir yol......Çünkü CHP milletvekilleri Dersim’li Kılıç Ağa’nın kapı kulları, onların akılları ve fikirleri yok! Hangi medya organı ile neyi, ne zaman ve nasıl konuşacaklarını bilebilecek akıllar ve fikirlerden yoksunlar! Milletvekillerine bu kadar büyük bir hakaret olabilir mi yahu! Sen kim oluyorsun da insanların beyinlerine ipotek koymaya kalkıyorsun efendi! İnsanların düşüncelerine sınır, fikirlerine sansür koymanın neresi demokrasi benim güzel arkadaşım!

    Ha, siz de malum şahsiyetin “ileri” demokrasisini savunuyorsanız, bakın ona bizim mahalle de “faşizm” diyorlar!!!!

    Kimsin sen ya.......Hadi kış kış TESEV’e, anca giden yani.........

    Başımızdaki Dersimli Kılıç Ağa sanıyor ki, ne yaparsa yapsın ya da ne söylerse söylesin, malum zihniyete temelden karşı olanlar çaresizlikten hep kendi partisine oy verecekler! Dinciliğe yaslanıp kara çarşafa rozet taktırarak hem dincilerden oy alacak, hem de kendi tabanından....Öyle ya taban için “laikliğin” hiçbir önemi yok!!!


    Parti tabanı da çok saf ya, bazı zaman ve mekanlarda tepkileri yatıştırmak için sıkça “Atatürk” derse, bu şark kurnazlığını yerler nasıl olsa. O öyle zannediyor! Bir sonraki rauntta ise Mürteci, Yobaz Seyit Rıza’ya el uzatmalar, çaktırmadan Cumhuriyete küfür etmeler falan......

    Hayır; hayat, yaşadıklarımız ve yaşayacaklarımız tıpkı bir çimento gibi yurtseverleri birleştirmeye başladığında, seçim sandığında öyle bir tokat yiyecek ki, örgütünü bitirmeye çalıştığı o zaman anlaşılacak!

    Tepedeki kerameti kendinden menkul yöneticilerin değil, bu partinin hiçbir titri olmayan sıradan üyelerinden oluşan parti örgütünün, yıllar içinde oluşmuş temel değerleri, kırmızı çizgileri VAR aslında.

    Bunlar arasında “laiklik”, “ırk, din, dil, cinsiyet farkı gözetmemek” “devrimcilik” çok önemli bir yer tutuyor.


    Çarşafa parti rozeti takmak, Cumhuriyetçileri teker teker partiden atmak gibi geçmişte yaşanmış ve halen yaşanmakta olan bazı olaylara bakılarak sanılıyor ki “tepki yok”.

    Aslında tepki çok! Tepkinin gösterileceği kanalların henüz yaratılamamış olması, tepkinin gösterilememesi, tepkilerin hep bireysel ve küçük çevrelerle sınırlı kalması, bütün mesele bu. Korkarım ki bu küçücük tepkiler, zamanla büyüyerek seçim sandığında patlayacak!

    Başından beri yırtınıp duruyorum, tanıdığım bütün parti üyelerine anlatmaya çalışıyorum. Bugünkü asıl temel meselemiz, ilk atmamız gereken adım, parti içindeki yurtsever muhalefetin kendi içinde örgütlenebilmesidir. Hepimizin hızlı haberleşme amacıyla kullanabileceği bir iletişim kanalı, bir araya gelebileceğimiz yerler olmalı, mahalle derneklerine, kahvelere, sendika şubelerine hareket getirebilmeliyiz diye. Bana bir haber ulaştığında hemen koşup gitmeliyim. Tartışmalı, konuşmalı, karar almalı ve tüm demokratik yolları kullanarak eyleme geçmeliyiz. Genel Merkez protesto sağanaklarından nefes alamaz hale gelmeli.

    İşte o zaman bazı milletvekilleri silaha sempati fışkırtacak, ya da Mürteci ve yobazların yanında saf tutacak cesareti bulamazlar. Kimse de arkalarında duramaz.


    İzmir’den kalkıp Kayseriye gittiğimde, Kayseri’de partinin Cumhuriyetçi, Yurtsever muhalefetini nerede bulabileceğimi bilmeliyim. Kurultayda tüm Türkiye çapında ortak bir tavır alabilmeliyiz muhalefet olarak. Böyle olursak güçlü olur ve tepkimizi koyabiliriz.

    Böyle olmadığı zaman sadece seçim sandığına bireysel olarak yansıyor tepkimiz. Bakıyorsunuz pek çok parti üyesi ya seçimde oy kullanmamış ya da bir başka partiye oy vermiş.

    Bu durumu bile analiz etme yeteneğinden yoksun bir Genel Merkezimiz var!


    Geçtiğimiz yerel-genel seçimleri baz alacak olursak; yerel seçimlerde İzmir’in bütün il ve ilçelerini alırken, Genel Seçim’de mevcut milletvekili sayısının yarısına bile ulaşılamamasının nedenlerinin ne olabileceğini sorgulamadılar bugüne kadar.

    Çok uzun bir süreden beri, (gördüğünüz gibi Baykal-Sav ikilisini de aklamıyorum) Partiyi öyle bir hale getirdiler ki, Örgütte ne istek, ne moral, ne çalışma şevki, ne mahallelere gitme arzusu, ne kahve toplantısı düzenleyecek enerji kaldı.

    Ali Topuz döneminin örgütsel çalışma geleneklerini unutturdular. Çalışmak, dedikodu yapmak ve boş laf üretmekten ibaret hale geldi.


    Ahmet, Mehmete demiş ki, yerel seçimde kim aday olursa, kim kime ne söylerse, nasıl olurmuş? Yok Ali aday olursa, Veli ne tepki koyarmış? Veli aday gösterilirse seçimi kaybetme ihtimali var mıymış? Bir Allahın kulu da çıksın, tek bir projeden söz etsin! Yok kardeşim, yok!

    Bak şehrimizin ve ilçemizin temel sorunları bunlar, bunları gündeme getirelim, sürekli gündemde tutalım, İlçe’nin, İL’in kapısını aşındıralım, hala olaya yerel yönetim adayları için “ön seçim” yapılacak diye bakıyoruz ya, – çok safız ya! “ön seçim”, “çarşaf liste” parti örgütünü aptal yerine koyanların tüzüğe koydukları basit bir aldatmacadan ibaret- bu konuların adayların gündemlerine girmesini sağlayalım, bu temelde politika ve çalışma yaparsak, oy toplayabiliriz diyenlere “Don Kişot” gibi bakılıyor. Birazcık sen konuşmaya kalktığında, bir ilçe yöneticisi “uzaydan gelen yaratık” gibi yüzüne bakıyor. “Okeyime limon sıkmasana lan!” der gibi yani.

    Öyle ya, böyle düşünenler delirmiş olmalı, adam gibi çalışmak delikanlıyı yorar ne de olsa. Merkezin göndereceği paraları, naylon ve kağıda gömüp, çevre kirliliği yaratarak bunları dağıttık mı, iş bitiyor nasılsa. Harç bitti, yapı paydos yani!

    Heeeeyyy millet uyanın yahu, ayağa kalkın biraz! Tamam, anladık bu yöneticileri biz seçmedik, “mahşerin üç atlısı” seçti, tamam da “pes, bizden de bu kadar mı yani?”

    Bırakın faydasız muhabbetleri. Yerel yönetim nedir? Niye seçilir? Belediye başkanları ne gibi bir duruş sergilemelidir? Kemalist belediyecilik nedir? Nasıl yapılır? Nasıl olmalıdır, böyle bir başkanın bakış açısı? Haydi birazda bunları konuşalım.....

    Yoksa önümüzdeki dönemde; çiçek, böcek, süt, mandalina, kültürel faaliyetler gırla gidecek, varoşlardaki yoksullarda gene garip garip yüzümüze bakmaya devam edecek....

    Abuzittin


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    2 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


    Alkım Saygın

     Şâir-Yazar : Alkım Saygın


      Başbağlar Türküsü

    Şu dağlar, şu ovalar, şu uçurumlar,
    şu toprak, şu dere, şu kavak,
    bakar bakar ağlarım.
    Ben ağlarım, gökyüzü ağlar;
    içimde volkanlar patlar.
    Başbağlar’ı yakıp yıktılar,
    kadınlar karalar bağlar.

    Yol büktü yaman dağlar,
    sarp kayalar önlerinde eğildi.
    Yekpâre sürüleriyle bütün,
    bütün çakallar onlara râm etti.
    İki inek hesâbı, iki dağın arası;
    çiftesi doruk, gözleri katran.
    Yağmur ertesi çiçekleriyle açan
    ve kırmızı kiremitleriyle
    bütün köyümüzü kana buladılar.

    Vakitlerden akşamdı,
    ezan yeni okunuyordu.
    Câmînin önünde toplaşan köylüler;
    kimisi abdest alıyor,
    kimisi saf tutuyordu.
    Başbağlar sessiz,
    Başbağlar bir bebek kadar
    mâsumdu.

    Havada ne bir kuş,
    yerde ne bir karınca vardı;
    görmüşlerdi sanki olacakları,
    tanık olmamak için bu ayıba,
    köyümüzü terk etmişlerdi.

    Kurulduğu günden beridir köyümüz,
    minâreden ezan eksik olmadı.
    Eşkıyâ köye indiği vakit,
    önce câmîyi zapt etti;
    ezanı yarıda kesti.
    Eşhedü en lâ ilâhe illâllah,
    yetiş yâ Muhammed,
    yetiş yâ Resulallah!

    Bir can pazarı ki sorma,
    dağılıp sokak aralarına bir,
    câmîden bizi sürüklediler.
    Ölüm listeleri ellerinde,
    isimlerimizi okudular bir bir;
    evlerinde olanları getirmeye gittiler.

    Köye dağıldıkları vakit,
    akbaba misâli
    etrâfımızda döndüler.
    Kapılar yumruklandı,
    camlar kırıldı.
    Kadınların bileziklerine,
    yaşlıların kefen paralarına,
    ve dahi, çocukların harçıklarına bile
    el koydular.

    Köy meydanında toplandık,
    evlerimizi gösterdiler bize.
    Alın terimizle yaptığımız evlerin içine
    bomba döşemelerini,
    ahırlarımızın ateşe verilmesini,
    arabalarımızın yağmalanmasını izlettirdiler.
    Ak gerdanlı ak kuzularım,
    kurtulmak isterken alevlerin orta yerinde;
    birbirlerine sokuldular,
    içime işledi sesleri.

    Can telâşı sardı hepimizi,
    çığlık olmanın arifesinde;
    serimizde bir yol var, gider ölüme.
    Siperi çakıl tânesi karıncalar,
    bir yol yardıma geldiler.
    Toprağın nabzı bizim nabzımız;
    dağlar yırtıldı, güneş ufka battı;
    kan sesleri bu, bizim sesimiz.
    Ağaçlar yandı, sular çekildi;
    bir bir ufalanan taşlar bizim izimiz.

    Dere kenârına dizdiler kadın ve çocuklarımızı,
    yanlarına bir şeyler bıraktılar.
    Telsiz düzeneği sandık önce,
    kaçmasınlar diye belki,
    onları dinlediklerine inandık.
    Ne biliriz benim babam,
    telsizden bomba yapmışlar.
    Erkekleri kurşuna dizerken,
    kalanları havaya uçurmak istemişler.

    Yanan evlerin,
    sönen ocakların,
    ölen yiğitlerin,
    yetim yavruların dehşetiyle bir;
    terkisinde şenlik alaylarıyla
    ve silâh yüklü katarlarıyla,
    köyümüzden çekildiler.

    Kanlı sloganları,
    kanlı gömleklerine yapışmış bir deri gibiydi;
    sürünerek önümüzden geçtiler.
    Zehirlerini akıtmışlardı artık,
    inlerine geri döndüler.

    Bilir misiniz benim babam;
    sâhipsiz kalmak bu ülkede,
    kurşuna dizilmek, bir hâin gibi,
    eşkıyâ elinde kevgir edilmek,
    ölmeden önce öldürülmek;
    kaderden sayılır.

    Yok benim babam,
    bu dünyâda yüzümüz gülmeyecek;
    kader bize n’apsın,
    devlet bizi yok bilecek.

    Başbağlar ölü,
    Başbağlar öksüz,
    Başbağlar vîrân,
    yandım aman.

    Alkım Saygın


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    10 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


     Dost Meclisi


    YORUMLARINIZI GALERiMiZDEKi iLGiLi BÖLÜME BIRAKABiLiRSiNiZ.
    Yorumlarınız için bekleriz.

    Fotograf : Mehmet Hamurkaroğlu

    Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
    dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

    <#><#><#><#><#><#><#>

    Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
    Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
    Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
    Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
    Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.

    Yukarı


     


     Tadımlık Şiirler


    İÇİNDEN DOĞRU SEVDİM SENİ

    İçinden doğru sevdim seni
    Bakışlarından doğru sevdim de
    Ağzındaki ıslaklığın buğusundan
    Sesini yapan sözcüklerden sevdim bir de
    Beni sevdiğin gibi sevdim seni
    Kar bırakılmış karanlığından.

    Yerleştir bu sevdayı her yerine
    Yüzünde ter olan su damlacıklarının
    Kaynağına yerleştir
    Her zaman saklamadığın, acısızlığın son durağına
    Gül taşıyan cocuğuna yerleştir
    Ve omuzlarına daracık omuzlarına
    Üşümüş gibisin de sanki azıcık öne taşırdığın
    Tam oraya işte, uçsuz bucaksız bir düzlükten
    Bir papatya tarlasıyla ayrılmış göğüslerine yerleştir
    Ve esmerliğine bir de, eski bir yangının izlerinin renginde
    Saçlarının yana düşüşüne, onları bölen ikiliğe
    Alnından başlayan ve ayak bileklerinde duran
    Yani senin olmayan, seni bir boşluk gibi saran hüzne
    Yerleştir onu bir kentin parça parça aklında tuttuğun
    Kar taneleri gibi uçuşan
    Ve her gün biraz daha hafifleyen semtlerine
    Yerleştir bu sevdayı her yerine.

    Ekledim ben tattığım her şeyi denizlere
    Bildiğim ne varsa onlar da hep denizlerden
    Sen de bir deniz gibi yerleştir onu istersen
    Sevdayı
    Ve köpüklendir
    Ve yaşlandır ki işte kederi anlamasın
    Ama dur, her deniz yaşlıdır zaten
    Öğrenmez ama öğretir mutluluğu
    Bizim sevdamız da öyledir, iyi şiirler gibi
    Biraz da herkes içindir. Ve gelinciğin ikinci tadına benzemeli
    Var eden kendini birincisinden
    Yani bir sevdayı sevgiye dönüştüren.

    Ben şimdi bir yabancı gibi gülümseyen
    Tanımadığın bir ülke gibi
    İçinde yaşamadığın bir zaman gibi
    Tam kendisi gibi mutluluğun
    Beni bekliyorsun
    Ve onu bekliyorsun beni beklerken.

    Edip CANSEVER

    Yazdırmak için tıklayınız.

    Yukarı


     


     Kıraathane Panosu



    Polygon Web Studio


    Yazarlarımızın Kitapları


    Merih Günay
    "Martıların Düğünü"

    Nesrin Özyaycı
    "Işık -II-"


    Temirağa Demir
    "Her kardan Adam Olmaz"


    Şadıman Şenbalkan
    "Şehit Analarımızın Çığlıkları"

    Hatice Bediroğlu
    "Düş Kuruyor Gece"

    Cüneyt GÖKSU
    Serpil YILDIZ

    "KÜBA - SARI SICAK BİR PENCERE"

    Merih Günay
    "HİÇ"

    Feride Özmat
    "Yanlış Zaman Hikayeleri "

    C.Eray Eldemir
    "Uzak İklimler"

    Temirağa Demir
    "Edepli Fahişeler"

    Ellerin Söylüyor Sonsuzluğu
    Feride Özmat
    "Ellerin Söylüyor Sonsuzluğu"

    Nesrin Özyaycı
    "ÖLMESEYDİ"

    Yitik Ada Günceleri
    Feride Özmat
    "Yitik Ada Günceleri"

    Hazırlayan: Kadir Aydemir
    "Olimpos Öyküleri
    Mavi Mağara
    Sedef Özkan"
    İyi Kalpli Seri Katil
    Semih Bulgur
    "İyi Kalpli Seri Katil"
    80'lerde çocuk olmak
    Hazırlayan: Kadir Aydemir
    "80'lerde çocuk olmak
    Viking Gemisi ile kıyı kıyı İSTANBUL
    Şebnem Çağlayan"
    Temiraga Demir - Buğu
    Temiraga Demir
    "BUĞU"


    Sedef Özkan
    "Aynı Yaprakta Olmak"
    Zabit Londra da
    Semih Bulgur
    "Zabit Londra'da"
    Karyadan İyonyaya
    Hamdi Topçuoğlu
    "Karya'dan İyonya'ya"
    Kesin Bir şeyler Olacak
    Tarkan İkizler
    "Kesin bir şeyler olacak!"


    Yukarı


     


     Damak tadınıza uygun kahveler






    http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
    Kahve Molası Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.

    GOM Player 2.1.28.5039 / Windows / 7.21 MB
    http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE
    Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.

    VLC media player for Windows / V.1.1.7 / 20 MB
    http://www.videolan.org/
    İçinde tüm codec kütüphanesini barındıran açık kaynak bir oynatıcı. Bilgisayarınızın olmazsa olmazlarından biri. mp4, mov, mkv dahil hemen her formatta filmi izlemenize olanak sağlıyor. İndirin seveceksiniz.

    7-Zip 9.20 (2010-11-18) for Windows / 1.068 KB
    http://www.7-zip.org/
    Winzip, Winrar gibi sıkıştırma programlarının tek alternatifi. Sadece zip ve rar formatlı dosyaları değil, hemen her çeşit sıkıştırılmış dosyayı açan, minik ama süper bir "Open Source" programı. Kendi formatında yaptığı sıkıştırmanın üzerine yok. İsterseniz zip olarak ta sıkıştırma şansınız var. Hemen indirip kurun, sonra da bana şükredin.

    Yukarı


     


    KAHVE MOLASI ABONELERi Google Grubuna üyesiniz. İlginize teşekkür ederiz.

    ABONELiKTEN AYRILMAK İÇİN :
    KM-abone+unsubscribe@googlegroups.com
    (Gönderdiğiniz mesajın abone olduğunuz adresten gittiğine emin olunuz.)

    ÜCRETSİZ ABONE OLMAK İÇİN :
    Google Gruplar KAHVE MOLASI ABONELERi grubuna kayıt ol
    E-posta:


    Arkadaşlarınıza önermek ister misiniz?


    Uygulama : Cem Özbatur
    2002-23©KAHVE MOLASI - Her hakkı saklıdır. Yayın İlkeleri

     






    Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

    Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



    SON BASKI (HTML)

    KAHVE YANINDA DERGi

    Hoşgeldiniz
    Arşivimiz
    Yazarlarımız
    Manilerimiz
    E-Kart Servisi
    Sizden Yorumlar
    KÜTÜPHANE
    SANAT GALERiSi
    Medya
    İletişim
    Reklam
    Gizlilik İlkeleri
    Kim Bu Editör?
    SON BASKI (HTML)
    YILDIZ FALI
    DÜNÜN
    ŞARKILARI





    ÖZEL DOSYALAR

    ATA'MA MEKTUBUM VAR
    Milenyumun Mandalı
    Café d'Istanbul
    KIRKYAMA
    KIRK1YAMA
    KIRK2YAMA
    KIRK3YAMA
    ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
    11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
    Teröre Lanet!
    Kek Tarifleri
    Gezi Yazıları
    Google
    Web KM




    Diana - Paul Anka









    Fincan almak ister misiniz?
    http://kmarsiv.com/sayilar/20121130.asp
    ISSN: 1303-8923
    30 Kasım 2012 - ©2002/23-kmarsiv.com