Ekonomik Ticaret



Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 5 Sayı: 1.104

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 7 Aralık 2006 - Fincanın İçindekiler



 



 Editör'den : İyi günler!..

Merhabalar,

Üzerinize afiyet biraz nevazil olmuşum. Ayak bileklerimden itibaren her eklem yerimde fırtınalar kopuyor. Bir aspirin dopingiyle gidip yatayım izin verirseniz. Malum yarın iş var. Hepinize güzel bir gün diliyorum, aman kendinize bakmayı ihmal etmeyin. Esenkalın.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur








Yukarı


 


 Kahveci : Ayşegül Yalız


Çocukluğum vardı bir zamanlar

Çocukluğum vardı bir zamanlar ip atladığım,
Çocukluğumda büyük bir ailem vardı hiç canımın sıkılmadığı.
Babaannem vardı dizinde sıkılmadan oturduğum.
Babaannemin ortancaları vardı rengarenk , gözleri dolduran.
Etrafında yakalamaca oynamaya doyamadığım demir çitlerle çevrili bahçenin içinde
Bir erik ağacım vardı üzerinden bir kere olsun beni düşürmemiş olan,mis kokulu kara üzüm salkımlarının oldugu asmalı yol başında ,
Sıcacık, masum ,ufacık bir evim vardı ,o yolun sonunda , hiç usanmadan evcilik oynadığım.
Salıncağım vardı asla sallanmaya doyamadığım, üzerinde nice mutluluklar yaşadığım.
Tavşanım vardı gezmekten çok hoşlanan, onun da yavruları vardı sonradan en sevdiğim arkadaşlarım olan.
Çingenelerim vardı bahçe dışında çıktığımda kaçırılmaktan korktuğum

Şarkılarım vardı söylemekten hoşlandığım

Yıllara aldırmayan kırmızı pinokyo bisikletim vardı kendisinde sürmeyi öğrenen bir sürü kişinin olduğu.
Tamirci amcam vardı bisikletimin tekerini şişiren, arızasına bakan.
Terzi amcam vardı dükkanın basamağında sohbet ettiğim.
Fotoğrafçı amcam vardı ilk yaşımın, ikinci yaşımın… ilk kardeşimin, ilk bayramımın,ilk okul günümün… anlarını ölümsüzleştiren.
Berber amcam vardı babam akşamları geciktiğinde ilk onun dükkanına baktığım.
Poğaçacı amcam vardı sabahları beslenmeme poğaça aldığım.
Mahsen amcam vardı çikolata aldığım.
Komşu teyzem vardı perdesinin arkasından gizlice bizi gözetleyen, kızı vardı salıncak arkadaşım, bir de eşi vardı dedemi tüm gün boyunca yalnız bırakmayan.
Bir komşu teyzem daha vardı huuuuu diye seslendiğinde korkup saklandığım , oğlu vardı ilk ve son oyun arkadaşım.
Yan komşum vardı herkesin deli dediği, ne yapacağı belli olmayan.
Tren yolum vardı bahçemizin arkasından akıp giden, raylarında kola kapağı ezdirdiğimiz.
Asker ağabeylerim vardı nöbet tutan askeri sınırlı mahallemizin başında.
İrice bir lokantacı amcamız vardı beni öpmesinden hoşlanmadığım.

Camim vardı şadıravanında dedemin hayratı olgunu yazan bir levhalı.
Tek arabanın zor geçtiği bir köprümüz vardı sokağa çıktığımızda bize sınır olan.
Dükkanımız vardı betonunda sek sek oynadığımız, önünde bir de ağacımız vardı adını bilmediğim, dedemi sularken izlemekten hoşlandığım.

Evet benim de bir çocukluğum vardı. Ama şimdi
Artık büyük bir ailem yok canım çok sıkılıyor.
Artık dizinde oturacağım babaannem yok.
Artık ne ortancalarımız ne de erik ağacım yerinde duruyor. Çitlerle çevrili bir bahçem bile yok.
O sıcacık, masum ,ufacık evimin yerinde artık o civardan geçen insanlar dinlensin diye adını dinlenme parkı koydukları gereksiz birkaç bank ve kurumuş otlar var.
O mis kokulu kara üzüm salkımlarının sardığı yol da artık semtin atık sularının kokusu hakim.
….
Artık o zaman dilimden düşmeyen şarkılarımda yok. Neredeyse her kanalda her saat başı türeyen şarkıcıların, bestem dedikleri birkaç cümleden oluşan tekerlemeleri aldı onların yerini radyolarda.

Pinokyo bisikletim de yok artık kimbilir parçaları nelere malzeme olan.
Duydum ki tamirci amcam iyi değilmiş hayatından bir parça ümidi kalmayacak kadar..
Terzi amcam hala terzi ama o eski günlerindeki sohbetlerinin özlemi,kimsesizliğin huzursuzluğu diktiği neredeyse her pantolona her gömleğe yansımış.
Fotoğrafçı amcamın bana tattırdığı ilklere devam edemedi. Oysa ki daha liseye ,üniversiteye gidecektim. Artık unutulmaz oldu onun ölüm ile götürdüğü ilklerin tadı.
Berber amcam da artık yılların verdiği yorgunluğu yansıtır hale gelmiş.
Poğaçacı amcam dan haber alamadım ve artık sabahları beslenme de hazırlanmıyor bana.
Mahsen amcam hala çikolata seçmekte en zevk aldığım yer, tabi yolum düşerse mekanına.
Komşu teyzemin perdesinin arkasından gizlice gözetleyecek kimsesi kalmadı ,kızını da çok genç yaşta kaybetmesinin acısını yıllarca yaşadı ve bu ilk ördüğüm ölümün acısının onu ne kadar üzdüğünü. küçük yaşta anlamıştım
Eşi o kadar yorulmuş ki yaşamaktan artık geçmişini hatırlatacak hiçbir şeyin umurunda olmadığını anlatmak ister gibi " kızım seni tanıyamadım , deden kim di senin ? dediği gün anladım yaşamanın ne kadar zor olduğunu ,bir yerde aklın bile durduğunu.
Diğer komşu teyzemin huuuuu diye seslendiğinde korkup saklanacak ufak kızda yok artık. Yan komşum kendisinden hiç beklemeyen bir şeyi yapıp sessizce ortadan kaybolmuştu.
Tren yolum yıllara inat , yapılan o parkın arkasından hala akıp gidiyor , ama onun akıbeti de meçhul, bakalım alışa bilecek mi üzerinde yol alacak yeni makinalara.
Asker ağabeylerim de yıllardır ,yorulmadan , vatan aşkları hiç bitmeden nöbetteler.
İri lokantacı amcamız beni öpemiyor artık ama daha kimbilir kaç kız çocuğunu büyüttüğünü.

Camim yerinde duruyor ama yorgun
Artık köprümüzden arabalar gayet rahat geçiyor ama sokağa çıktıklarında sınır olacak bir tane çocuk yaşamıyor civarında..
Ne dükkanımız ne de betonu artık yok, yerle birler şuan .Sek sek oynayacak yaşım geçsede hala oradan geçerken taşın yere düşme sesini duyabiliyorum.

Şuan o yıllarımın nasıl geçtiğini anlamadan koskaca bir yirmiüç yılı geride anılar ile bırakmışım. Yaşadıklarım bana o günlerin asla geri gelmeyeceğini öğretiyor.
Bu acı bir şey elbette.
Ama işte en acısı insanın çocukluğunu anlatacak, hatırlatacak hiçbir şeyin yerinde durmuyor olması.
Ama yine de insan yaşamayı öğreniyor. Yeni yıllar , yeni yaşlar beraberinde yeni bir sürü şeyi beraberinde getiriyor. Mühim olan onlarla yaşamaya alışmak diyelim kendimizi avutalım .

Ayşegül Yalız


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


6,006,006,006,006,006,00
4 Kahveci oy vermiş.

 


 


Selda Eruzun tetik

 Kahveci : Selda Eruzun Tetik


   Bartu'ya...

Aynada son bir defa kendine baktı. Geride bıraktıklarını düşündü… Bu eve tekrar döndüğünde hiçbir şey eskisi gibi olmayacağını düşündü. Bir fotoğraf karesine sığabilecek kadar küçük bedeni, fotoğraf flaşlarının cılız ışıklarıyla gülümsediği gölgesini hafısazına kazıdı…Arabaya bindiklerinde şehrin zifiri karanlıktan, tan vaktine döndüğünü fark etti sonra. İçi ısındı. Şaşırttı düşündükleri onu. Hayır, dedi kendi kendine. Bu yaşadıklarının, insanoğlunun çoğalma kelimesine yüklediği zafiyetleri, kullanmasına müsaade etmeyeceğim. Bana yaşadıklarımı tasdik edermişçesine, huzurlu bir gülümsemeyle veda edeceğim bu son saatlere. Sonra düşünmekten vazgeçti geçmiş denilen anların, bir fotoğraf hükmündeki yaşadıklarına. Gözlerini kapadı. Bu çoğalmaya yüklediği hayalleri hatırlamaya çalıştı. Hiçbir şey gelmedi aklına. Tekrar düşündü. Gün ışığını gördü önce. Sevindi bir an. Ama bu ışıklar hayallerinin ışıkları değildi. Tanıdık bir siluet belirmeye başladı sonra. Düşünceler yavaş yavaş bir gölge gibi düştü yüreğine. Açtı kapadı gözlerini. Açtı kapadı defalarca. Olmadı. Ne gün ışığını silebildi gözlerinden ne de hafızasından gölgesini. Ne zaman başlayacak bu serüven diye haykırdı, eşine. Az kaldı canım, hastaneye kimse gelmemiş daha, onu bekliyoruz dedi. Sonra gelince hemen başlayacaklarını da eklemeyi de unutmadı. Her doğumda, beklemekten sıkılan annelerin isyanının sebebini anladı ve hak verdi onlara.. Her doğum vaktinde başlamalıydı. Ne vaktinden önce, ne de sonra. Bu isyan kaçma ile kalma arasındaki kavgada doğumdan kaçıştan yana tavır koyuşuydu. O güne kadar hiç bilmediği bu duyguların ne kadar güçlü olduğunu fark edişin sebep olduğu işe yaramayan bir hamleydi sadece. Sanki o an doğum başlasa bütün bu ıstırap bitecekti.

O güne kadar galiz isyanlar savurmuştu yaşadıklarına. Güzel kelimesiyle nitelendirilebilecek her şeyin onu terk ettiğini sanmıştı . Ya da bütün terk edilişleri o gün fark etti. Her gün bir güzellik terk ederken onu, bir rakamının nesnelerin dünyasındaki mütevazılığından olsa gerek, "bir"lerin toplanıp bütünü oluşturduğunu bilemedi. Her şeyiyle bütün bu duygularının kaynağının geçici bir dönemlik olduğuna inanıyordu. Mutlu bir evlilik yapmış, huzurlu bir yuvaya sahip olmuş, hepsinden önemlisi az sonra tüm bu sahip olduğu duygularının meyvesini alacaktı kucağına. Fakat derinlerde bir yerde yaşadığı kuşkular beynini kemirip duruyordu. Ezelinden beri isteği saygın bir iş ve kendi istekleriyle yoğrulmuş bir iş yaşamı, anneler ve babalardan uzak kararlar verebileceği bir yer edinememişti. Ona göre yaşadıklarının, başarısızlıklarının, fark edilemeyişinin, onu üzen, mutsuz eden her ne varsa sebebi bu kıskaçlardı.Farklı zaman dilimlerinde, çok daha güzel bir hayat yaşayacağına inandırmıştı kendini. Bu dönemin acısı ancak zamanla küllenir diye düşünmüştü.. Yaşanmışlıklar ve yaşanacaklar aynı kaldırımları adımlayamaz, aynı havayı teneffüs edemezdi. Beklemeyle paylaşılan ve paylaşılacak olan her şey onun acısını artıracaktı. Öyleyse bu paylaşımı bitirmenin vakti gelmişti. Ne kadar da kolay olacaktı her şey. Bunları düşünürken eskiler ne kadar da abartmış doğumu diye düşünmeden edememişti. Doğumun ilk durağında, ilk dinlenme tesisinde yeni bir hayat kollarını açacaktı ona. Bu yeni bir yaşam, yeni insanlarla yeni bir hayata başlamak demekti.

Her zaman annelik ve doğum kelimelerine fazlaca anlam yüklendiğini düşünürdü. Ne annelik abartıldığı kadar zor ne de doğum o kadar ıstırap verici olmalıydı. Bu iki kavram üzerine bütün anlatılanlar, bütün yazılan hikayeler insanoğlunun abartma iştiyakının bir sonucu olmalıydı. Aylardan beri yaşadığı hamilelik döneminde onu zorlayacak hiçbir şey görememişti. Hatta bazen, bebeğiyle tek bir bedenden çoğulluğa geçeceği için üzüldüğü de oluyordu. Yolda karşılaştığı yeni doğum yapmış bazı kadınların, bebekleri için söyledikleri "Ah keşke hep içimde kalsaydı" manidar sözlerine de içten içe hak vermişti. Bu hak veriş onları anlamak demekti. Bu hak vermeler, "Ah! Şimdi ben bu sorumlukla nasıl baş edeceğim …" şeklinde başlayan korkuların kapısını açtı ona.. Gözlerini kapadı. Pencereden dışarıya doğru baktı.Boyunca ettiği sözler üzerine gelmeye başladı. Sonra hastaneye gelenlerle oda daralmaya başladı. İyice daraldı ve sıkılmaya başladı. O kadar sıkıldı ki, kemikleri kırılacak, toz olup etrafa dağılacak sandı. Avazı çıktığı kadar bağırmak istedi, sesi çıkmadı. Onu bebeğine götüren yol göründü sonra.

Dokuz ay boyunca bütün hayallerini derininde barındıran bu kısa yol rahatlattı onu. Kısacık yol boyunca yorulduğunu fark etti. Bir türlü yol bitmiyor, uzadıkça uzuyordu. Bindiği asansöre doğru baktı. Ameliyathane çok yakındaymış gibi görünüyordu. Ama ilerlemeye başlayınca yol uzuyor, oda uzaklaşıyordu. Bıkmadan usanmadan konuştu ve gülümsedi. Kan ter içinde yolun sonuna vardı. Yalnız kaldığında biraz dinlenmek istedi. Yattığı sedyeden etrafını seyretmeye çalıştı. Sabırsızlıkla kulağına yankılan bebek seslerini dinledi ve biraz sonra kendi bebeğinin ağlamasını dinleyeceğini düşündü. Tekrar etrafına baktı. İçerde başka doğum yapmış kadınların olduğunu fark etti. Yanına gelen doktorunu fark etti. İçi heyecandan titredi . Doktoruna diğer doğum yapmış kadının iniltilerini işaret etti. Doktoru önemsemedi diğer kadını. Sadece doktorunun değil hiç kimsenin onu fark etmediğini anladı sonra. Sanki içeridekilerin hepsi, bütün yanındakiler, kördü. O an birisinin yaklaştığını gördü. Kafasını kaldırdı. Yaklaşınca tekrar doktorunu gördü ve doğumda eşinin de yanında olmasını istediğini söyledi . Doktor çok rahattı, yüzünde huzur veren bir ifade ile onu destekleyip yanından geçti. İçinden seslendi doktoruna teşekkür etti. Duymadı. Peşinden eşi geldi yanına, sarılmak istedi ona, bir gölge gibi ellerinin arasına aldı karısını, içindeki tüm endişeler geçip gitti. Ameliyathanenin ışıkları yandı ve müzik çalmaya başladı. İçerisi soğuktu, çok üşüdü ve gözleri yaşardı. Ama ağlamamalıyım dedi. Tuttuğunu zannetti yüreğine akan gözyaşlarını. Arkasını döndü ve eşinin elini sımsıkı tutmaya başladı. Birazdan anne baba olma unvanına kavuşacaklardı . Doğum başladığında içindeki kıpırtıları fark etti önce. İçinden bir şeyler kopuyordu. Merakla kasıldı uzun uzun. Bir süre bekledi, eşinin gözlerine baktı, içi boşalmaya, rahatlamaya başladı. Bebeğinin ağlama iniltileri geldi, ardından. Kafasını kaldırıp görmeye çalıştı. Doktoru ona baktı. Karşısında kocaman gözleriyle ağlayan bebeğini fark etti önce. Sonra kucağına verdiler bebeğini. İçi dışı karma karışıktı.. Bağırdı sevincinden, haykırdı. Duyan olmadı. Takat kalmadı dizlerinde. Kollarıyla sarmaladı bebeğini. Sonra üzerindeki hafifliği fark etti. Sarsıla sarsıla ağlamaya başladı.

Işığa doğru baktı. Eşinin hala arkasından ona doğru destek verdiğini fark etti.Bir yandan da her anı kameraya görüntülemeye çalışmasını izledi. Hemşire bebeğini yıkamak üzere kucağından hafifçe aldı. Her bebek sevgiyle başlayan bir yolda hayatta merhaba der dedi kendi kendine. Bebeğine doğru baktı. O kadar güzel göründü ki ona, yeni bir şey keşfedecekmişçesine bakmaya devam etti....

Selda Eruzun Tetik


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


7,007,007,007,007,007,007,00
3 Kahveci oy vermiş.

 


 


 Kahveci : Çağdaş Uzgur


kar tanesi

korkularla yaşanır mı? peki ya hayallerle?
yada gerçeklerle..

peki gerçek ne?
hayallere ulaşamama korkusu mu yoksa korkunun yarattığı hayaller mi? bilmiyorum..

kendilerini birbirine paralel zanneden şekiller beynimde karmaşık şekiller gibi, kar yağıyor gibi..

her gece rüyasında güneşin buz tuttuğunu gören bir kar tanesi rüyamda şimdi..
mevsim; yazın kışla tanıştığı ama güneşin karları eritemediği, karlarında ateşi söndüremediği zamanlar.. anları yokedilmiş zamanlar..
bir kar tanesi..
düşüyor düşmekten korkarak..
havada eriyip gitmek istiyor, bir kartopunun parçası olup bir yerlere fırlatılmadan..
yeşil vadi ile mavi suların birleştiği yerdeki gizemli ve puslu havanın serinliğini yaşayamadan..
düşüyor hala..
bekleyiş uzun...
zaman kavram olmaktan çıkıyor o bencil bekleyişin umarsızlığında..

sessizlik..
ve sonra gerçek belirir tenimde,
sabah güneşinin beni uyandıran yakıcı sıcaklığı...

Çağdaş Uzgur


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


8,008,008,008,008,008,008,008,00
5 Kahveci oy vermiş.

 


 


Solmaz Akça

 Kahveci : Solmaz Akça


  LUCİFER

Uykusu kaçmıştı. Yüreği huzursuzdu. İçinde bir kuş kanat çırpıyordu. Susamıştı, karanlıktı ve korkuyordu. Yattığı yerde önce sağa, sonra sola döndü. Yorganı kafasına kadar çekti. Sarılacağı birini aramış da bulamamış gibi, yorgana sarıldı. Gözkapakları kapanmıyor, uyku gözlerini teslim almıyordu. İçi huzursuz, yüreği basık, beyni bulanık olduğu için mi uyuyamıyordu? Oysa ki; artık koskoca kadın olmuştu korkacak ne vardı? Çocukken karanlıktan korkması normaldi ama şimdi, şimdi niye korkuyordu.? Keşke zamanında annesinin sözünü dinlemiş olsaydı da tek başına eve çıkmaya karar vermiş olmasaydı. Gündüz vakti evini saran huzur, sıcaklık, mutluluk ve keyif veren yalnızlık; gece karabasanların gelmesiyle kaçışıyordu kuytulara. Şimdi kimin koynuna girecekti, çığlıklarına kim yetişecekti. Düşüncelerini dağıtmaya, korkularını silmeye çalıştı yüreğinden. Olmadı.

Yatağı sanki iğne doluydu, nereye dönse iğneler batıyordu bedenine.Üstüne doğru geliyordu sanki bir gölge. O gölge pis bir yüze dönüşüyordu zaman zaman. Bildiği duaları okumaya çalıştı. Ama sanki sureler birbiri içine hapsolmuştu. Duaların gücüne tılsımına inanırdı. Fakat ne yazık ki dua okuyamadığı için, onların bir yardımını da görememişti. “Pis iblis dili bağlıyorsun. Beni yanıltmaya çalışıyorsun” diye söylendi içinden. Yoksa duaların hepsini ezbere biliyordu. Ama şimdi korkudan hepsi birbirine karışıyordu. Sıkı sıkı kapattığı gözlerini yavaşça araladı. Önce zifiri bir karanlık belirdi. Ardından karanlığa alışan gözleri afişlere takıldı. Afişlerdeki kişiler sanki kanlı-canlı karşısında duruyordu. Kalp atışları hızlandı. Soluğu kesilir gibi oluyordu. “Bu korkudan kurtulmak için ne yapmalıyım?” diye kendine sordu. Aklına mantıklı bir çözüm yolu gelmiyordu. Sorusuna karşı, cevapsız kaldı. Bir ara sağa-sola dönmekten dolayı altından kaymış olan çarşafın potluğunu fark etti. Bu pamuklu yeşil nevresim takımını annesi almıştı. İlk ev hediyesiydi bu çarşaf. Annesi ayrıca bu nevresimi verirken; “terini çeker, seni hasta etmez” demişti. Çarşafı tuttu. “Bu korkuyla yaşamaktansa ölmeli” dedi kendi kendine. Ama nasıl ölmeliydi. Ayağa kalkıp kapıya yönelecek kadar bile cesaret yoktu bedeninde. “ Çarşafı altımdan çeksem, boğazıma dolasam ve boğsam kendimi” diye düşündü. Ama yok kendini boğamazdı ki... Saçmaladığını fark etmişti fakat bu korkudan kurtulmanın da bir yolunu bulamıyordu.

Korktuğu aslında karanlık değildi. Hırıstiyanlık dininde adı “LUCİFER”olan “ŞEYTAN” dı. “En kolayı korkuya teslim etmek kendini” , dedi. Karşısında duran afişteki adama dikti gözlerini. Afişteki ince, sivri yüzlü, top sakallı, iri dudaklı, alt dudağının altında gamzesi bulunan, kaşları muntazam, saçları küt, gözleri kırmızı, şehvetle bakan bir adamdı. Adam, sanki lucifer’ın büründüğü yeni bir kimlikti. İçinden “yeter bu korku. Beni mi istiyorsun, gel al. Senin emrine girmeye hazırım. Bedenim, ruhum ve görünen kısmımla ben sana teslim oluyorum. Bu korkularla yaşamaktansa korkunun kendisi olurum daha iyi. Hadi al beni ve korkularımı çek bedenimden” dedi. Bu cümlelerle cehennem ağzını açmıştı, kendi cehennemine gidecek yolu açtığını bile bile sözleri tekrarladı. Sonra ağlamaya başladı. Ne kadar süre ağladığını bilmiyordu. Ama bir süre sonra yorgun düşen gözlerine inen ağırlıkla yavaşça kepenklerini kapattı ve uykuya daldı.

Sabah geç kalktı. Karşısındaki aynaydı ilk günaydını ona sunan. Sabahları kalkıp yatağında iyice bir gerinir, on-on beş dakika boyunca aynada kendisini seyrederdi. Kendisini güzel buluyordu. Özellikle sabahları uyandığında. Yine aynada kendisini seyredip ardından soğuk suyla duş aldı. Bedenini kurulayıp, üstünü giyindi. Kahvaltı etme alışkanlığı olmadığından bir bardak portakal suyu içti. Çalışma odasına geçip bilgisayarı açtı. Dün bütün bir gün bilgisayarın başında geçmişti. Bugün de aynı durum söz konusu olacak gibiydi. Yazı dizisi için ilginç bir konu bulduğuna inanıyordu. Konu “Şeytan” dı.

Okuldayken bitirme tezi için Chrıstopher Marlowe’un, Doktor Faustus’unu almıştı. Sonrasında da Dante’nin, İlahi Komedya’sını incelemişti. Ve o yıllardan beri en çok merak ettiği ve en çok korktuğu şey olmuştu “Şeytan”. Zaten merak duygusu ona göre şeytanın ruhu ele geçirmeye başlaması demekti. Sonuçta merak çoğu zaman beraberinde olumsuzlukları da getiriyordu. Buna en güzel örnek, merakına yenik düşen Pandora değil miydi? Ona bir kutu teslim edilmiş ve asla açmaması istenmişti. Ama Pandora bir kez merak duygusunun büyüsüne kapılmıştı. Ruhu merak ateşiyle yanıyordu. Ruhundaki ateş sönsün diye kutuyu ucundan açmaya kalktı. Ama kutunu kapağı açılınca maalesef tüm kötülükler serbest kalmıştı. Merak Pandora’nın ve onun nazarında tüm insanların felaketi olmuştu. Bütün bir ay boyunca gece-gündüz Marlowe’un, Doktor Faustus’u üstüne kafa patlatmıştı. Konu ve yapı itibari ile Goethe’nin, Faust’unu andırıyordu. Ama ayrıntılarda yatan şeytan ve şeytanın yoldan çıkardığı karakterlerin belli farklılıkları vardı. Dolabının üstündeki dosyaları indirdi. Bitirme tezinin de içinde yer aldığı dosyayı buldu. Marlowe’un kitabındaki bir söz onu çok etkilemişti zamanında. O zamanlar aldığı notlara göz gezdirdi. Sonuçta bitirme tezinin konusu olan kitapta da şeytanın yoldan çıkardığı bir adam anlatılıyordu. Marlowe’un hoşuna giden o sözünü bulup tekrar okudu.

“Si pecasse negamus, falimur, et nulla est in nobis veritas”
“Hiç günahımız yok dersek, kendimizi aldatırız, içimizde doğruluk yok demektir.”

Altında kitapla ilgili notlar vardı.

“Ve Faustus onu uyaran, koluna damga gibi yapışan yazıya aldırmadan ruhunu şeytana satar. Homo, fuge...(insanoğlu kaç) diyen Tanrıyı hiçe sayar. Ve böylece kendi sonunu yazmış olur. Ruhunu şeytana teslim etme saati geldiğinde, Faustus’un söylediği sözler hata yapan hemen hemen her insanın sona yaklaşırken söylediği tarzdandı. ‘ruhum bir damla su ol da dökül okyanuslara, bulunma bir daha! Tanrım, Tanrım, bana öyle gazapla bakma! Yılanlar, engerekler, bırakın biraz nefes alayım. İğrenç cehennem açma ağzını öyle! Gelme Lucifer, gelme!’

En büyük korkusuyla o zamanlar tanışmıştı Sanem. Ş E Y T A N. Gün gelip en büyük korkusunu bir yazı dizisi olarak hazırlayacağı aklına gelmezdi. Ama son günlerde patlak veren “satanizm” ve “büyücülük” gibi kavramların patronu sayılırdı şeytan. Bu yüzden insanları uzak tutmak -belki de kendi korkusunu yenmek-için şeytanı yazmaya karar vermişti. Tekrar aldığı notlara çevirdi dalan bakışlarını.

Her insan gibi Faustus’unda zaafları var. Bilimi içine alan her şeyi öğrenmek istiyor. Ve her şeyi aynı anda öğrenemeyeceğinden ruhunu şeytana satıyor. Şeytan 24 yıl boyunca Faustus’un her istediğini, her dilediğini gerçekleştirecek ve sonuçta (24 yıl sonra) Faustus ruhunu şeytana verecekti. Faustus Rönesans adamı. Varoluşçulara göre ideal bir tip çünkü varoluşçu bir düşüncesi var. Fakat sonunda düşüncesini inkar ettiği için varoluşçuluk siliniyor. Yaptığı anlaşmadan aşkı tanıyınca pişmanlık duyuyor. Bilginin gücünün etkisiz kaldığı tek şey var AŞK...”

Sanem notlarından birkaçını yazısına ekledi. Şeytanın bilinen adlarından birkaçını yazdı. Demogorgon, Belzebul, İblis, Baal Zebub, Mefistofeles, Lucifer ve daha birçoğu. Şeytan... Bütün kötülüklere kapısını açan. Son günlerde çok çabuk düşüncesi dağılıyordu. Bir anda aklında bir soru belirdi. “Neden, kadınlar şeytandır?” diyorlardı. Yine dikkati dağılmıştı. Ve gece yaşadıkları aklına düştü. “Bu akşam ışıkları yanık bırakıp uykuya dalmalıyım” dedi. İçindeki korkular gitgide büyüyordu. Akşam yatağında söyledikleri aklına geldi. “Allah’ım beni affet. Korkum yüzünden söylediğim sözler için beni affet” dedi. Odasındaki posterleri ve resimleri bir bir aşağı indirdi. Hepsini yırtıp çöpe attı. Gece uyandığında karşısında sırıtan bir iblis görmek istemiyordu. Nefes almak, sıkıntılarından kurtulmak için dışarı attı kendisini. Bir taksiye binip evinden ve düşüncelerinden uzaklaşmaya çalıştı.

Sanem, İstiklal caddesinde yürürken yaşadığını hissetti. Coşku, rahatlık, umursamazlık, huzur hepsi bu caddeden ona gülümsüyordu. Elleri cebinde, yüzünü yalayan soğuk rüzgara inat yürüyordu. Fakat bir süre sonra soğuktan yüzü kızarınca bir kitapevine girdi. İçerisinin sıcaklığı gülümseyerek boynuna dolandı. Kaslarının gevşediğini hissetti. Kitaplara göz attı. Hepsine selam verdi. Kitaplar onun her zaman en yakın dostları olmuştu. Ve ne zaman bir kitapçıya girse ruhu huzur bulsun, çığlıkları dinsin diye kendine bir kitap alırdı. Kendini böylece huzurlu hisseder, ruhu çığlık atmayı keserdi. Yeni çıkanlar, klasikler, şiir kitapları, mistik kitaplar... Hepsine tek tek göz attı. Hepsiyle konuştu. Hal hatır sordu. Sonra Fransız yazar Georges Bataille’ın, Edebiyat ve Kötülük kitabını aldı.

Ayhan Işık sokakta sürekli gittiği kafeye attı kendini. Orta şekerli bir türk kahvesi söyledi. Kahveyi yudumlayıp, telvenin ağzında bıraktığı geçmiş duygusunu sessizce yutarken, bir yandan da kitaba göz gezdirdi. Emily Bronte , Baudelaıre , Michelet , William Blake , Sade , Proust , Kafka ve Genet’le kötülüğe bakışı anlatıyordu kitap.

Sarı saçlı, hafif kilolu, gözlüklü, beyaz tenine turuncu benekler düşmüş, dişleri muntazam, kaşları ince, burnu küçük ama biraz sağa doğru eğri , kulakları sanki bütün dünyada olanları duyacakmış gibi dışarı açılmış, gözleri insanın derinlerine bakıyormuş gibi duran, orta yaşlı ve sevimli bir kadın yanına yaklaştı.
"Fincanını kapat da falına bakayım. Bugün gelen giden de pek yok. Hem belli ki sorunların var. Bunları da konuşuruz."

Sanem fincanını kapattı. Kadın isminin Şevval olduğunu söyledi. Sanem bu ismi yakıştıramadı ona. Başka bir şey olmalıydı adı. Bazı insanların adı, kendilerine yakışır. Ama bu kadının ki yakışmamıştı. İsmi yakıştıramamıştı ama kadının yüzü sevimliydi ve güven veriyordu. Kadın fincanı açar açmaz; "Yüreğin boğar olmuş seni. Bir mil çekilmiş gözlerine sanki. İnançların yıkılmış ardı ardına. Korktuğun şeye teslim etmişsin kendini. Sonrasında da tövbe etmişsin. Geceleri uyuyamıyorsun. Bunun nedeni başucundaki dolapta duran incil ve haç. San bir şey soracağım. Sen Müslüman mısın? "

"Evet, elhamdülillah Müslüman’ım."

"O zaman haçlarla, incillerle, kiliselerle işin ne?"

"Araştırma yapıyorum."

"Bırak bu araştırmayı. Merakın sonunda felaketin olacak. Araştıracak başka şey mi bulamadın? Korktuğun şey çok güçlü üstüne gitme yoksa ona esir olursun. O başındaki haçları ve incili hemen yak. Ya da birilerine ver. Yoksa huzursuzluğun artacak ve sonunda kendini yakacaksın. Anladın mı beni? Başka söze ne hacet. Dediklerimi yaparsan rahatlayacaksın."

Sanem şaşkınlıktan büyümüş gözbebekleriyle geçmişe daldı. Ermeni bir arkadaşı vardı. Adı Hırant. Gerçekten de onunla kiliselere gider araştırma için cemaatle muhabbet ederdi. Ve kilisede ona verilen Meryem ana broşu, haç, tespih ve incili başucundaki dolaba koymuştu. “Bu kadın bunları nasıl bildi” diye kendi kendine sordu. Son günlerde her yerde “kahve içene, fal bedava” promosyonu başlamıştı. Kendisi inanmazdı bu tip kandırmacalara. Ama ya bu kadın, bu kadının söyledikleri ne olacaktı? Nasıl bilmişti, nasıl tarif etmişti odasını bile? Neye inanacağını bilemedi. Ezan sesi yükseldi ilerideki camiden ve ses kulaklarını doldurdu. Sonra ruhuna işledi ezan. Ağladı. Eve döndü. Haçları, broşu, tespih ve İncilleri bir poşete koydu. Araştırmasıyla ilgili dosyaları alıp bahçeye indi. Elindeki çakmağı yakıp yakıp söndürdü. Dosyalara baktı. Gücü var mıydı? Dosyadan çıkardığı notları aldı eline, çakmağı yaktı. Ucundan tutuşmaya başlayan notlar can çekişerek yok olmaya başlıyor, “beni kurtar” diye yalvarıyordu sanki. Şeytan, ateş demekti. Ve kendi ateşiyle yok ediyordu Sanem onu şimdi. Kağıtlar elinden düştü, yanmaya devam ettiler. Poşetten çıkardığı incilin sayfalarını ateşe attı. “Korkularım yanıyor, gözyaşlarım, yalnızlığım, huzursuzluğum yanıyor” diye içinden geçirdi. Sarsak adımlarla çıktı merdivenleri. Evinin kapısından içeri girdi. “Bu ev artık nefes almalı” diye söylendi. Tüm camları, balkon kapılarını açtı. Tüller oynaşmaya, ev cıvıldamaya başladı. Bilgisayarının başına geçip tüm araştırmasını sildi. Yeni bir konu bulmuştu. Ama önce “artık korkusuz yaşama vakti” dedi. Başına yeşil bir tülbent bağlayıp dualarını okudu. Ellerini açıp tövbe etti. “Şeytanın şerrinden sana sığınırım. Beni kötünün yolundan uzak tut ya Rab” dedi.

Solmaz Akça
solmaz.ca@hotmail.com


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
3 Kahveci oy vermiş.

 


 


 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, aşağıdaki adresten tek tıklamayla zevkle okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın... Ayrıca bugünden itibaren duygu ve görüşlerinizi yorum olarak yazabilirsiniz.
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_1.asp

Devamı yok. BİTTİ

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Bu romanı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,588,588,588,588,588,588,588,588,58
              444 Kahveci oy vermiş.
58261 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı


 


 Dost Meclisi


YORUMLARINIZI GALERiMiZDEKi iLGiLi BÖLÜME BIRAKABiLiRSiNiZ.
Yorumlarınız için bekleriz.

Fotoğraf : Servet Yaylı

Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 7.563 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.

Yukarı


 


 Tadımlık Şiirler


Korsika

Acını soysuzlar uzağında
Cam kenarı ayırttım
Ben kalkayım, geç olmuş
Uzun durmuşum seninle
Zaman geldi
Zamanlar hep vakitlerden öncedir bende
Çok uzakta unutmuş, sislerin ardına terkedilmiş
İnsanlarını değil, havasını sevdiğim bir şehir gibiydi
Korsika adası için cam kenarı ayırttım denizi
Gerisi koridor
... Soylulara yakın
Yalnızlık bu
Kabul görecek elbet
Uzakta sis oluyorsun
Yedi asır, yedi mevsim
Düşünme beni
Su akar yatağını bulur
Pijamasızdır
Biraz kirli
Olsun
Kıvrılır
Uyur

Sarahatun Demir

 


 Biraz Gülümseyin




KMTV Sunar...

Yukarı


 


 Kıraathane Panosu


İstanbul için Son Hava Durumu
ISTANBUL ISTANBUL
Ankara için Son Hava Durumu
ANKARA ANKARA
İzmir için Son Hava Durumu
IZMIR IZMIR
Kaynak: http://www.meteor.gov.tr

Yukarı


 


Akın Ceylan

 İşe Yarar Kısayollar


  Şef Garson : Akın Ceylan

Cevapsız soru kalmayacak sloganıyla yola çıkan cevapla isimli bir web sayfası var. Öncelikle bir soruya cevap vererek işe başlıyorsunuz. Verdiğiniz her cevap karşılığında size bir soru sorma hakkı veriyor. Örnek olarak http://www.cevap.la/addanswer.php?q_id=2783 kısayolundaki soruyu cevaplayarak işe başlayabilirsiniz. Cevabınızı yazıp cevapla butonuna tıkladığınızda size bir soru sorma hakkı verilecek. Sorunuzu ve alt kısındaki alana mail adresinizi yazarak sor butonuna basınca kendi sorunuzu da kaydetmiş oluyorsunuz. Sorunuza verilen cevaplar doğrudan vermiş olduğunuz mail adresine geliyor.

İnternet üzerinden TV ve Radyo kanallarını online olarak izleyebilmenize olanak sağlayan bir web sayfası http://www.izle.tv/ Alt bant üzerinde "sitene TV player ekle" ve "Sitene Radyo player ekle" kısımlarını web sayfası sahiplerine özellikle tavsiye edebilirim. Sadece tv ve radyo değil gazetelerle ilgili bilgilere de ulaşabilirsiniz.

Yoga denildiğinde aklınıza ne geliyor? Sessiz ve sakin bir ortamda tek başınıza bağdaş kurup düz bir zemine oturmak. Ellerinizi yanlara doğru açıp, avuçlarınız açık durumda ama başparmaklarınız ile orta parmaklarınızın uçları birbirine hafifçe temas edecek şekilde durmak. Sırt dik, gözler kapalı ve aklınızda deniz kıyısında olduğunuzu düşünüyorsunuz. Dudaklarınız kapalı olduğu halde "ımmmmm" gibi genzinizi gıdıklayan bir ses çıkarıyorsunuz. Sizce bu yoga mı? http://www.lifetimetv.com/reallife/health/wellness/yoga/ web sayfasına girip yoga hakkında bildiklerinizi unutmayı ve belkide hiç bilmediğiniz yeni şeyler öğrenmeyi denemenizi tavsiye ediyorum.

Yıllar geçsede genç yaşlı, bilgisayara meraklı her bireyin en az bir kez oynadığı bir oyun vardır Prince of Persia http://www.gamespot.com/promos/princeofpersia-game/flash/ web sayfasında bu oyun yine sizleri bekliyor. Oynamayan kalmasın.

http://www.tipyazilimlari.com/
Kahveci dostlarımızdan Fatih Çakırca yönetimindeki bir yazılım sitesi. “TIPYAZILIMLARI”, GSS (Genel Sağlık Sigortası) ve SSK W-ELF (Web Elektronik Faturalama) sistemleriyle birlikte INTERNET uygulamaları, yenilenen “TIPYAZILIMLARI” Hastane Bilgi Yönetim Sistemleriyle sizleri bekliyor.

Yukarı


 


 Damak tadınıza uygun kahveler




http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.

Yukarı





Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM













Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20061207.asp
ISSN: 1303-8923
7 Aralık 2006 - ©2002/06-kmarsiv.com