Kahve Molası 5 Yaşında



Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 6 Sayı: 1.192

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 17 Nisan 2007 - Fincanın İçindekiler



 



 Editör'den : 1826 Gün!..

Merhabalar

Üşenmedim hesapladım. Tam 1826 gün olmuş. 1826 günün 1192 gecesinde sizlere Kahve Molası hazırlayıp yollamışım. Beş koca yılı geride bırakıp altıncı yıla girmişiz. Beğenenleriniz de olmuş, beğenmeyenleriniz de. Destekleyenleriniz olduğu gibi, kızıp köstek olanlarınız da olmuş. Önce yazmaktan korkan sonra değme yazarlara taş çıkartanlarınız olmuş. Ben yazar olmak istiyorum deyip gelenlerinizin yanında, tüm yazılarımı sil diyenleriniz de olmuş. Bir kere görünüp ağzımıza bal çalanlarınız, 1826 gündür benimle olanlarınız olmuş. Ne yapmak istediğimi anlayanlarınız da olmuş, anlamamakta ısrar edip, herşeye rağmen takılıp kalanlarınız da. Kahve Molası, 5 yılda 3 kere tüm abone ve üyelerini sıfırlayıp yeniden başlamış ama değişen birşey olmamış. Yayınlanan yazı sayısı altıbine yazar sayısı beşyüzdoksanüçe ulaşmış. Birlikte, hastalıklar, ölümler, başarılar, hayal kırıklıkları yaşamışız ama vazgeçmemiş beş yıldır haftanın beş gecesi bıkmadan, usanmadan, istikrarı bozmadan, eşsiz bir yayını sürdürmüşüz. Reyting peşinde değil, insan peşinde koşmuşuz. Ve bugünlere sizler sayesinde gelmişiz. Altıncı yıla girdiğimiz bu günde önce kendi sırtımı sıvazlıyor, sonra bana verdiğiniz güç için hepinize yürekten teşekkür ediyorum. Sağlığım elverdiği sürece sizlerle daha nice yıllar beraber olmak üzere yarına kadar hoşçakalın.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur








Yukarı


 


 Kahveci : Gül Çakır


Yağmur yağıyordu…

Yağmur yağıyordu… cama vuran damlaların sesinden korktuğu için uyuyamamıştı küçük kız. Annesini yanında istedi bir an. Belki de babasını. Uzun zaman olmuştu onları görmeyeli, uzun zaman olmuştu onları öpmeyeli…

Karanlıktan korktuğu için yanık bıraktiği 15 wat bir ampul loş bir ışık yayıyordu pembeye boyalı odasına. Ama bu da yetmiyordu ki. O, yıldızların kucağında uyumak istiyordu. Bir zamanlar anneannesinin anlattığı masalları yeniden dinlemek istiyordu küçük kız…

Bir süre sonra yağmur durdu. Evinin hemen yan bahçesindeki göletteki kurbağaların bağrışları doluştu bu kez odasına. İşte, yine korkmuştu. Biliyordu, yine uyku yoktu ona o gece…

Ellerini gökyüzüne doğru kaldırdı önce. Dua etmek istiyordu ama hangi duanın nasıl okunacağını bile bilmiyordu. Ne diyebilirdi ki. "baba" diye başladı, küçükken anneannesi Tanrı'ya baba demesini öğretmişti ona. "baba, duy sesimi nolur, anneme kardeşime ve babama benim için minik minik öpücükler kondursun meleklerin" diyebildi sadece ve ; AMEN…

Karnından gelen kurbağa sesini fark etti sonra bir an. Yoksa dışarıdan bir tanesi o fark etmeden azgından midesine mı kaçmıştı. Midesi bulandı minik kızın. Sağ elini karnına götürdü, garip birşey yoktu. Aklına o an gelen şey rahatlattı onu. Sadece sabahleyin bir kaşık bal yemişti. ve o sesi çıkaran boş midesiydi. Rahatladı bir an.

Gözlerini kapamayı denedi, uyumayı… başaramıyordu. O hala anneannesinin masalları ile uyumak isteyen minik bir kızdı sadece.

Ve…
Kimsenin bilmediği birşey vardı.
Aslında, anneannesi ona hiç masal anlatmamıştı….

Gül Çakır
gulcakir9@hotmail.com


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


8,008,008,008,008,008,008,008,00
5 Kahveci oy vermiş.

 


 


Ahmet Borucu

 Kalem Çizikleri : Ahmet Borucu


  ADIM ALİ

Yaşam mı? Ölüm mü? Yaşam ile ölüm arasındaki ince çizgi… Vatanın da yaşamanın suç olduğu insanlar için…

Kendimi izliyorum…:

Odanın eşiğinde durmuş, içeriye bakıyorum. Tütsü kokuları geliyor. Mumlar yanıyor. Tütsü kokuları ile mum alevleri, odadaki yatağın üzerinde birleşip adeta dans ediyorlar. Gözlerim kamaşıyor.

Yatakta biri yatıyor. Kimi yerleri kırmızılaşmış beyaz çarşafı kafasına kadar örtmüş.

Ve onun yanında da iki kişi… Yüzleri buruşmuş, yanaklarından yaş akan iki kadın… Yüzlerini net olarak göremiyorum. Onlara yaklaştıkça benden uzaklaşıyorlar. Tanıdık geliyor; ama tanıyamıyorum.

Biliyorum ki oda da feryatlar kopuyor, ama hiçbir şey duymuyorum.

Yatağa yanaşıyorum, onlar benden uzaklaşsa da yatak benden uzaklaşmıyor. Yer yer kırmızılaşmış çarşafın ucundan tutuyorum, yavaşça kaldırıyorum. Saçlarını görüyorum…

****

" Ali, hadi oğlum, gelsene artık, geç kalacaksın okula"
" Geliyorum, anne!"

Bedenimi ve ruhumu inciten, sarsan o rüyayı yine görmüştüm. Yine etkilenmiştim ve yine aynı yerde sona ermişti. "Benim orada ne aradığım, ağlayan o iki kadının, yataktaki o insanın, mum alevlerinin ve tütsü kokularının" ne anlama geldiğini artık düşünmüyordum. Alışmıştım…

Kimseye anlatmamaya söz vermiştim rüyamı, ta ki ilk gördüğümden bu an'a kadar ve yine de kimseye anlatmayacaktım. Kendime bile..

Yataktan kalkmış, yatağın kenarında bir müddet oturmuş, terliklerimi giymiş, pencerenin yanında perdeyi aralamış, birden dışarıya bakarken buldum kendimi. Yerlerde ki su birikintilerini ve zeminin yaş olduğunu gördüm. Kaldırımlarda bir yerlere koşuşturan insanları, yoldan geçen tek tük hususi otomobilleri, minibüsleri, sık sık geçen askeri araçları, askeri araçların içindeki silahlı kadınları, erkekleri, az da olsa benim yaşıtımdaki çocukları gördüm.

Perdenin yanından ayrılıp yatağımın yanındaki dolaptan okul elbisemi alıp, aynanın karşısında giyinmeye başladım. Ayna da kendimi izlerken yanaklarımda çıkmaya başlayan tüycükler dikkatimi çekti. Onlarla oynayarak, elbisemi giyiyordum.

Bir yandan annemin beni çağıran seslerini dinliyor, bir yandan anneme cevap veriyor bir yandan da elbiseme bakıyordum. Ayna da kendime son kez baktım ve oturma odasında hazırlanmış kahvaltı sofrasına gittim.

Sıradan bir kahvaltı sofrası… Ortada leğenin üstünde geniş bir tepsi, tepsinin üzerinde haşlanmış yumurtalar, küçük bir tabağın içinde peynir parçacıkları, kolayca sayabileceğim zeytinler, çatallar, içi dolu çay bardakları, ince ince kesilmiş ekmek dilimleri!.. 'Her gün aynı şey!' diye geçirsem de içimden biliyordum ki babamın bütçesi buna yetiyordu. Hele bir de böyle zorlu günlerde başka şeylerde beklemek olmazdı.

Kahvaltı ederken bizim yerimize çatal sesleri konuşuyordu, birbirleriyle. Birbirimize bakmakla yetiniyorduk. Gözlerimiz bizim yerimize konuşuyordu, sanki.

Önce babam kalktı, sofradan. Sırtına eskise de vazgeçemediği hırkasını giydi. Ranzada uyuyan kız kardeşimin yanağından öptü, benim başımı okşadı, anneme cebinden çıkardığı paradan biraz verip, 'Allahaısmarladık!' diyip, çıkıp, gitti, ayakkabıcı dükkânına.

Gitme sırası bendeydi. Geç kalmıştım zaten. Annemin ve uyuyan kardeşimin yanaklarından öpüp, ranzanın üstündeki çürük kalemimi ve iki defterimi alıp, ben de yola koyuldum.

Okul ile evimin arasında bayağı bir mesafe vardı. Ve bende bu uzun yolda sıkılmamak için yolda gördüklerimi sayardım. Yine öyle yaptım. Okulun kapısından girdiğimde tam dört insan, iki otomobil, bir helikopter, yedi tane de askeri araç görmüştüm. Kimisi bize aitti, kişisi de karşı tarafa..

Askeri araçları gördüğüm de, vatanımın toprakları üzerinde öldürücü silahlar taşıyan metal yığınlarının gezmeye gidermiş gibi yollarda gezdiklerini hissettiğim de vücuduma sancı girerdi. Rahatsız ederdi beni. Üç günlük dünyada neden savaşların olduğunu, insanların neden sebepsiz yere öldürüldüğünü, neden yaşamayı bir suç olarak algıladıklarını anlamazdım. Herhalde büyüsem de anlamayacaktım.

Tek katlı, yer yer sıvası dökülmüş, üç odalı, dışarıdaki hayatı içeriye sokmayan okuluma gelmiştim. En sevdiğim yerlerden biriydi, okulumuz. Oyunlar oynardık, öğretmenimiz bazen hediyeler dağıtırdı, her gün ikinci saatten sonra bahçedeki çiçeklerimizi sulardık.

Bugün nedense anlayamadığım bir şekilde çok mutluydum. Hatta arkadaşlarım bile çok mutluydu. Her tarafa tebessümcükler dağıtıyorduk. Zannedersem bu mutluluğumuzun nedeni o iğrenç, korkutucu, tüylerimizi diken diken eden 'siren' sesini duymayışımızdır.

Dedim ki kendi kendime..: 'Oğlum Ali, bugünün keyfini çıkar, bir daha da bulamazsın belki de böyle bir gün..'

Bende öyle yaptım. Okul çıkışı top oynamaya karar verdik, arkadaşlarla. Toprak sahaya gidene kadar 'göz kırpmama' oyununu oynadık. Saniyeler tuttuk. Üçüncü oldum. Toprak sahaya kadar koştuk. Askeri bölgeye pek uzak olmayan boş ve ıslak arsada top oynadık. Goller attım, arkadaşıma çelme taktım, o da bana taktı, sırayla kaleye geçtik, birazcık kavga ettik, sonra yine oynadık, yine goller attım. Ayaklarımıza takılan boş kovanlara ve kafamızın üstünden vızır vızır geçen helikopterlere inat bol bol tebessümcükler dağıttık etrafa.

Artık akşam oluyordu. Güneş yavaş yavaş dağların ardından kaybolmaya başlamıştı. Ve dağılma vakti gelmişti. Ailelerimiz bizi merak edebilirdi.

Herkes sözleşmiş gibi yavaşça yerinden kalktı. Konuşmadan birbirimize el sallayarak, tebessümcükler ederek dağıldık. Her birimizin evi başka başka yerlerdeydi.

Eve doğru yol alırken, yolda her gördüğüme tebessümcükler veriyordum. Kimisi tebessümcüklerime cevap veriyordu kimisi vermiyordu. Hatta vermeyenler daha çoktu diyebilirdim. Somurtkan suratları gördükçe bende ki o güzelim duygu da kayboldu.

İnsanların yanlarından geçerken fısır fısır konuştuklarını duyuyordum. Birbirlerine sır veriyorlarmış gibi konuşuyorlardı. Yine de o fısır fısır kelimelerin arasından bir şeyler duymuştum: '…patlamayı duy…?' , '…kişi ölmüş!' , '…çok şiddetliydi!…' , '…yazık ol…' , '…çocuklarda var…'!

Ve daha nice nice korkunç ve bir o kadar da alışkın olduğum şeyler duymuştum. Hemen anlamıştım zaten ne konuştuklarını.

Demek ki duymamıştık, nasıl duyabilirdik. O kadar mutluyduk ki…

Konuşmaların ve düşüncelerimin arasından eve kadar geliş zamanımın nasıl geçtiğini anlamamıştım.

Bahçe kapısının önündeydim. Kapıdan tam adımı atmış ilerliyordum ki, dikkatimi oturma odasının perdeleri çekti. Hayret, perdeler sarı rengine bürünmemişti, siyahımsı renkteydiler.

"Annem, akşamları hiçbir yere gitmez ki!' diye geçirdim içimden.

Bahçe ile ev kapısının arasında ki mesafeyi geçmiş, anahtarımı kapı deliğine sokarken, kapının açık olduğunu anladım ve içerden de bir takım garip ve tanıdık seslerin geldiğini duydum.

Açık kapıdan içeri girdim. O tanıdık ve garip seslerin geldiği yatak odasına doğru ilerlemeye başladım. İlerledikçe burnuma taziye evlerine gittiğimde oralar da hissettiğim koku geliyordu. Ve her adım atışımda yatak odasından çıkan sarı renkli ışık süzmeleri…

Odanın kapısının önünde durmuş, içeriye bakıyordum.

Bu an'ı yaşamış gibiydim. Sanki geleceğe yolculuk yapmış, bu an'ı yaşamış ve sonra geri dönmüştüm.

Kokular arasında, yatağın üstünde, çarşafın altında büyük bir kabartı fark ettim. O kabartının hemen solunda da iki beden.. Biri başını yatağa gömmüş, hıçkıra hıçkıra sarsıntılar geçiren bir kadın; diğeri de ağlamaktan elamsı gözleri mum ışığında parlayan küçük bir kız..

Yavaşça yaklaştım o kabartıya. Yatağın başucuna geldim. Onlar bana, ben yataktakine batarken, eskiden beyaz şimdi de kimi yerleri kırmızılaşmış çarşafı korkunç tereddütler geçirerek bacaklarına kadar çektim.

Otuz beş - kırk yaşlarında, yüzü morlaşmaya başlamış, ince bıyıklı, hafif sakallı, boyun kısmı kırmızı renge bürünmüş bir adam.

Ellerim, kollarım, bacaklarım ve tüm vücudum titreyerek o kocaman, yıkılacağına kolay kolay inanmadığım, sabah işe giderken giydiği hırkanın üstünde ki o kırmızı küçük deliğe gözümü kırpmadan bakıyordum.

Eğer arkadaşlarım burada olsaydı, yaşamanın suç olduğu vatanımda bağırarak diyecektim ki..: 'Bakın bana, tutun saniyeleri, gözümü kırpmıyorum işte, oyunu ben kazandım!'.

Evet, oyunu ben kazanmıştım, gözlerimi bir an dahi olsa kırpmadan, kokular, ışıklar ve odayı sarsan o dehşet çığlıkların arasından o kocaman bedene bakıyordum!..

****

Burası benim vatanım…
"Ah'ların, vah'ların" hiç eksik olmadığı yer..
Rüzgârların esmediği, yağmurların yağmadığı, güneşin açmadığı yer..
Toprağın üstünde otun, çiçeğin, ağacın yetişmediği; yeşillik namına hiçbir şeyin olmadığı yer..
Toprağın cesetlerle dolduğu yer..
Sabahları, insanların siren sesleriyle uyandıkları yer..
Açlıklarını hissetmemek için karınlarının üstüne taş bağladıkları yer..
Konuşmayı unutan insanların yaşadıkları yer..
Anaların, babaların, yârenlerin, çocukların yaşama küstükleri yer..
Anaların, bebeklerine süt yerine kan emzirdikleri yer..
Anaların: 'Yavrumm..' diye inledikleri yer..
Babaların, sabah işe çıkıp, akşam ölü bedenlerinin geldiği yer..
Çocukların, oyuncak kamyon, bebek yerine boş kovanlarla oyun oynadıkları yer..
Çocukların hayallerinden değil de, ölümden bahsettikleri yer..
Çocukların, kalem yerine silah tuttukları yer..
Çocukların gülmeyi unuttukları yer..
İnsanların akıllarından 'savaş, ölüm' kelimelerini çıkartmadıkları yer..
'Yokluk, açlık, sefillik, fakirlik' kelimelerinin, yaşamlarından eksik olmadıkları yer..
'Sevgi, aşk, arkadaşlık, dostluk, iyi, güzel' kelimelerinin bilinmediği yer..
Hiçbir harfin, hecenin, kelimenin, cümlenin anlatmaya gücü yetmeyeceği yer..
Burası benim vatanım..
****
Ve ben..
Adım Ali. Yaşım, on iki.
Kendi kendime söz verdim: 'Bugün okula gitmeyeceğim!..'
Bahçemdeki çiçekleri sulayacağım.
Anneme sarılıp, kokusunu -belki, son kez- koklayacağım.
Dört yaşındaki, ela gözlü kız kardeşimi öpücüklere boğacağım.
İçime, yüreğime, yapabildiğim kadar, yaşama sevinci yükleyeceğim.
Ve ben, söz verdim, anneme: 'Babam için gözyaşı dökmeyeceğim!'.

Ahmet Borucu


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


9,839,839,839,839,839,839,839,839,839,83
6 Kahveci oy vermiş.

 


 


 Kahveci : Gül Uğur


Niçin' e Yanıt Yok

Her, gün batımını izlerken hayallerim film şeridi gibi geçerdi bilincimin akışından. Kendimi, güneşin kızgın ışıltısı içine hapseder, bütün negatifliğimi yakar, sonra da yenilerdim hücrelerimi adeta. Bu durum, her bir katmanımı damıtan, derin bir analiz olurdu benim için. Ama o gün, böyle olmadı…

Saat 16.30, pencerenin önünde otururken güneşin batışını fark etmemiştim bile. İki bardak çay ile yanıma yaklaşıp elindeki bardağı bana uzatarak;

-Gökyüzünün rengi ne kadar güzel, öyle değil mi? Demişti.

Ben ise;

-Eskiden olsa hayallere dalardım ama şimdi çok farklı. Dedim.
Aslında değişen hiçbir şey yoktu. Yine aynıydı bütün düşler, düşünceler. Nedendir bilmiyorum ama saklamaya çalıştım kendimce düşlerimi, içimdeki O'na dairleri. Çünkü saklasam da saklamasam da bir anlamı yoktu artık.

Yüzünde tuhaf bir tebessümle karşıma oturdu. Dalıp gitti, kırgın gölgesine yaşamın. O dalıp gittikçe bakışlarımın içindeki dünyaya, ben kuytu bir köşeye saklıyordum düşlerimi, tüm yaşananlara inat. Ve buharlaştırıp uçurmak istiyordum her, gün batımındaki sonsuzluğa. Ama dönüp dolaşıp yeniden yerleşiyordu hücrelerime.

Sustum… Sustuk… Nedensizce susturduk yüreğimizi. Şimdi konuşmaya çalışsak da olmuyor. Çünkü niçin' e bir yanıt yok! Ve hep niçinler' e takılı kaldığımız için daha umutlarımızı saflaştıramadan, bulanık bir tortu halinde dibe çöktürdük, yaşayacaklarımızı.

Yaşam kavramında, niçin' e yanıt yok! Bu anlamsız sözcüğün oluşturabileceği anlamları ararken içimizi acıtmayalım artık…
" Yıldızlar ateşböceği sanılmaktan korkmazlar" der, Tagore.
Sonra da ekler yine;

" Kırın o sert, o ağır kabuklarınızı. Kurtulun bu yükten. Korumuyor o kabuklar, aksine zarar veriyor bize. Yalnızlığa mahkûm ediyor bizleri. Hem hepimiz bir yıldızız. Ne çıkar ateşböceği sansalar bizi…"

Gül Uğur


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


9,919,919,919,919,919,919,919,919,919,91
11 Kahveci oy vermiş.

 


 


 Kahveci : Murat Heper


Kırmızı Alarm

Kız arkadaşınızla oturmuş bir film izliyorsunuz... Kucağınızda çekirdek kasesi,çit çit çitleterekten. Dayamış başını göğsünüze, siz saçlarını okşuyorsunuz o da keyifle mırıldanıyor, bu tatlı anların keyfini birlikte çıkarırken birdenbire yüzü bembeyaz kesiliyor,kaşları çatılıyor,demin okşadığınız saçlar mısır püskülü gibi cansızlaşıyor,yüzündeki hazzın izleri kaybolup yerine ani bir öfke bulutu peydahlanıveriyor.Kızcağız yattığı yerden sinirle doğruluyor,haliyle merak ediyorsunuz ,yanlış bir şey mi yaptım diye :

- Noooluyor ya ?
- Mırırmrılrırrl ...
- Hı?
- MıRıLmIrIlMıRıL....
- İyi misin ?
- Sus be karnım ağrıyor zaten!...

Ciyuv! Ciyuv! Ciyuv! Sirenler çalmaya başladı, hemen KIRMIZI (!) ALARM durumuna geçin. Sakın paniklemeyin ! Endişeye mahal yok. Gerekli tedbirleri aldığınız zaman bu kriz ortamını kolaylıkla aşabilir, siz de iyi bir kriz yöneticisi olabilirsiniz.
Öncelikle aşağıda yazdıklarımı dikkatle okumanızı ve yazılanların ışığında hareket etmenizi tavsiye ederim. Aksi halde yanınızda veya karşınızda bulunan etten kemikten, dünya güzeli bomba patlayabilir ve ağır hasar alabilirsiniz…
İlk adımda, kadınların adet öncesi sendromunu derin derin yaşadıklarını ve bu sendroma sizleri de doya doya ortak ettiklerini ; her ayın belli günlerinde ananızdan emdiğiniz ak ve helal sütün itinayla burnunuzdan sağılacağını bilmelisiniz…

Doğal olarak gülü seven dikenine katlanacaktır ama bu gülün dikenleri çeliktendir ve ne eldiven ne de başka bir şey yaralanmanızı engellememektedir.

İkinci adımda, KIRMIZI (!) ALARM durumuna geçtikten sonra bütün sakinliğinizi muhafaza etmeli, bir dervişi hatta duvarları bile kıskandıracak düzeyde mülayim olmalısınız. Alarmın en yüksek seviyede olduğu bu gibi bir durumda sabırlı olmayan birinin kafasına uzaktan kumanda atılması veya sırtından aşağı buz gibi bir bardak suyun boşaltılması ihtimali hiçte uzak değildir.

Bu kadar şeyi anlattın ağabey, sağ ol, "artık sadede gel, KIRMIZI (!) ALARM belirtilerini söyle de bilelim" dediğinizi duyar gibiyim. Hadi sizi fazla meraklandırmayayım, buradan buyurun :

1) PANALGINE ile kanki oluverirler…

Çok büyük bir sancı çektikleri için (hakikaten zor bir durumdur Allah yardımcıları olsun) ekmek gibi, su gibi, hava gibi PANALGINE' e ihtiyaç duyarlar .Evde bolcana PANALGINE bulundurmakta her zaman fayda vardır. Yoksa gecenin bir yarısında kapı kapı nöbetçi eczane aramak zorunda kalabilir, siz eve dönene kadar geçen sürede bolca beddua sahibi olabilirsiniz…

2) Çikolata Krizleri tutuverir bir anda…

- Necmi?? ,Neeeeccccmiii ! NECMİİİİİ !! Bir saattir bağırıyorum cevap versene..
- Kulağımda kulaklık var duymadım.
- İşine gelmedi mi duymazsın zaten deden gibi, evde çikolata var mı?
- Ne biliim ? Mutfaktaki dolaba baksana,sen daha yakınsın,
- Baksan nolur sanki? Ben sana geçen Mayıs ayında su getirmiştim ama..Ühüü!...
- ?????... Tamam, tamam ...

3) Bitkinlik yaşarlar ....

Dayanılmaz ve çekilmez bir yaşam şekli oluverir, bir süreliğine sizin için ... Her istenileni anında yerine getirmek zorundasınızdır. " Peki " demek bile ters etki yaratabileceğinden " peki " ile zaman harcamamalı, hemen olay yerine koşarak derhal talebi karşılamanız gerekmektedir…Arkasındaki yastığı puf puflamak için yerinizden kalkar, tam poponuzu koltuğa yerleştirmek üzereyken bir de çorap ister, getiriverirsiniz.Bu dönemde istekler bir türlü bitmez.Bir an önce yatıp uyuması için mumlar yakar, adaklar dilersiniz...

4) Bunalımları bitmez bir türlü...

"Beni kimse sevmiyooo" veya "zaten anlasaydın beni " türünden söylemlerini ve çelişkilerini atlatabilmek için epeyce bir psikoloji kitabını yalayıp yutmanız gerekebilir.Yüz bilmem kaçla başlayan "psikolojik destek hatlarının" aranması da kısmen bir fayda sağlayabilmektedir...

5) Kendini aşırı beğenme(me) hissine kapılıverirler...

Ben çok çirkinim değil mi ? Bu ne bu sivilce mi ? Gibi sorulara vereceğiniz cevap asla İMDAAAAAT olmamalıdır.Her zaman anlayışla ve her şeye rağmen sevecen yaklaşmalısınız.Sonuçta onun elinde olan bir şey yoktur. Çünkü elinden geleni her şeyi size yapmış , ardına da bir şey bırakmamıştır…

6) Karnım çok aç çözülmezi…

- Ye hayatım canın ne istiyorsa ye… De, cipsle kadayıf yemek biraz garip değil mi ?
- Sana ne ! Yediğim lokmaları mı sayıyorsun yoksa, gözüne mi battı ? Çok konuşma da şurdan biraz Cola koyuver !!!
- (Tövbe tövbe) Yok canım estağfurullah ne sayması ???

Türünden dialoglara muhatap olmamanızı, özellikle " hayatım" " bir tanem" , "aşkım" ifadelerini sık sık kullanmanızı öneririm.Çünkü arada bir yediklerinden başını kaldırıp tebessüm etmesini teşvik edecek, yaşadığınız o kısacık anlar size bir ömür huzur gibi gelecektir...

Hepsini atlattınız ve herşey bitti sandınız değil mi? Yanılıyorsunuz bunun 25 gün sonrası da var ve o 25 gün sonralar da uzun yıllar boyu en azından siz kanatlanıp terk- i diyar edene kadar devam edeceğinden dolayı yapacak hiç bir şeyiniz yoktur, beyhude çabalara girişmeyi düşünmeyin.

Unutmayın kadının kalbine giden yol onları anlamaktan geçer.Kadınları anlamaya çalışmak erkeklerin bir nevi kurtuluş reçetesidir..

Murat Heper


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


9,679,679,679,679,679,679,679,679,679,67
6 Kahveci oy vermiş.

 


 


 Dost Meclisi


YORUMLARINIZI GALERiMiZDEKi iLGiLi BÖLÜME BIRAKABiLiRSiNiZ.
Yorumlarınız için bekleriz.

Fotograf : Leyla Ayyıldız

Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 4.580 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.

Yukarı


 


 Tadımlık Şiirler


DİLEMMA

Adının en çıkmaz harflerini uykularıma yastık yapıyorum.
Önce sağa ve sonra sola,
hiçbir türlü sırtüstü uzanmıyor sevda.
Önüme çıkan ilk rüyaya atlayıp,
sana kaçıyorum Dilemma.
Sözlerimin saçını tarayıp,
karşına çıkamadım hiçbir zaman.
Yüreğinin orta yerine oturup ağlasam;
geri döner misin bana?

Türkü boyu yol alan bir otobüsle sana geliyorum.
Koltukların en kuytusuna yaslanıp,
derin derin nefes alıyor, yokluğunun anısına,
ismini cama kanımla yazıyorum.

Adının yolları dar ve karla kaplı tüm anılar.
Sana koştuğum nisanları,
ömrümüzün sonbaharlarına kurban veriyorum.
Oysa çok denizler geçmiştim kağıttan gemilerle…

Sana susan boğazımdan yakamozları toplayıp,
sunmaz mıydım yoksa sana?
Uykularımı yarım bırakıp, sana yürüyorum Dilemma.
Sokak lambaları resmimi çiziyor yollara.
Suretimi eziyorum gördüğüm tüm su birikintilerinde, eksiksizce…
sensizliğin gölgeleri arasında kayboluyorum.
Koca bir yalnızlık çoğalıyor benimle birlikte, ufak bir kentte...
Aşkın dumanı tütüyor bacalarda.
Oysa içimdeki yangın arınmadı daha.
Sana çıkmayan tüm yollar yerin dibine batsın Dilemma!

Kendimi aşka hazırladığım boy aynama resmimi çiziyorum.
Kendime bakıp, seni görmekten sıkıldım.
Kapıları üstüme çarpıp, kaçmaktan da…
Sabaha dönmeyen gecelerden geçtim yokluğunda.
Sarhoş bir irkintiyle seni kusuyordum.
Boğazımın sularına parmak basıp,
kanatıyorum içimde ne varsa.

Buluşturmuyor hiçbir sabah seni bana.
Adının çıkmaz harfleri uykularıma gergef işli.
Durmadan kanayan bir yarayı yüreğime nakşettin ve gittin.
Anıların hesap sorduğu bir vakitte,
önüme çıkan ilk ölümle sana geliyorum Dilemma!

Cumhur Karahan

 


 Bulmaca - Sudoku




SUDOKU bir mantık bulmacası. "Suji wa dokushinsha ni kagiru" nın kısaltılmış hali, "Sadece tek sayıya izin var." diye tercüme edilebilir.

Kuralı çok basit. Her boş kareyi 1'den 9'a kadar bir rakamla doldurmak zorundasınız. Ama karelere yazılacak rakamları öyle ayarlayacaksınız ki, her satırda, her sütunda ve 3 x 3 kareden oluşan her blokta 1'den 9'a kadar bütün rakamları kullanacaksınız.
Gitmek için tıklayın.
Kolay gelsin.



 


 Biraz Gülümseyin




KMTV Sunar...

Yukarı


 


 Kıraathane Panosu


İstanbul için Son Hava Durumu
ISTANBUL ISTANBUL
Ankara için Son Hava Durumu
ANKARA ANKARA
İzmir için Son Hava Durumu
IZMIR IZMIR
Kaynak: http://www.meteor.gov.tr

Yukarı


 


Akın Ceylan

 İşe Yarar Kısayollar


  Şef Garson : Akın Ceylan

Bilgisayarınızın ekranında kullanabileceğiniz muhteşem duvar kağıt’ları ister misiniz? Hepsi birbirinden güzel ve özenle seçilmiş yüksek çözünürlüklü örnekler için http://www.socksoff.co.uk/index.html kısa yolunu tıklayabilirsiniz. Bu web sayfasında doğrudan resimlere değil ama resimleri bulabileceğiniz kaynaklara ulaşabileceğiniz kaynak web sayfalarına kısa yollar veriliyor. Sol üst taraftaki wallpaper ikonuna tıkladığınızda ise bu web sayfasının wallpaper arşivine doğrudan ulaşabiliyorsunuz.

Flash animasyonlar ile bir çok şeyin başarıldığına ve görsel anlamda zevkli çalışmalar çıkarıldığına şahit olduğunuza eminim. http://www.lionetwork.net/images/Hanuka-LH.swf web sayfasındaki çalışma mumlara bile şarkı söyletecek kadar güzel bir çalışma olmuş. Mumlara ister tek tek ya da isterseniz toplu olarak şarkı söyletmek mümkün.

Flash oyunlardan hoşlanan çocuklarınız için küçük bir örnek daha http://www.davidandgoliathtees.com/index.php?mode=DLG web sayfasında yaramazlık yapmaya bayılan çocukların ilgisini çekebilecek üç eğlencelik oyun var.

Eğer ; O'nu hatırladıkta başı göğe ermişçesine ya da asansör boşluğuna düşmüşçesine ürperiyorsa yüreğiniz... ömrü saatlere sıkışmış bir kelebek telaşıyla O hüzünden bu neşeye konup kalkıyorsanız gün boyu nedensiz... ve her konduğunuzda diğerini iple çekiyorsanız bu hislerin... O'nunlayken pervaneleşen yelkovanlar, O'nsuz mıhlanıp kalıyorsa yerine, bir akrep kadar hain... http://www.yazilar.net/

Yukarı


 


 Damak tadınıza uygun kahveler






http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.

Yukarı


 


KAHVE MOLASI ABONELERi Google Grubuna üyesiniz. İlginize teşekkür ederiz.

ABONELiKTEN AYRILMAK İÇİN :
KM-abone-unsubscribe@googlegroups.com
(Gönderdiğiniz mesajın abone olduğunuz adresten gittiğine emin olunuz.)

ÜCRETSİZ ABONE OLMAK İÇİN :
Google Gruplar KAHVE MOLASI ABONELERi grubuna kayıt ol
E-posta:


Arkadaşlarınıza önermek ister misiniz?


Kahve Molası MS Internet Explorer 5.0+ ve 800x600 Res. için optimize edilmiştir.
Uygulama : Cem Özbatur - 2002-07©KAHVE MOLASI - Her hakkı saklıdır. Yayın İlkeleri

 






Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM













Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20070417.asp
ISSN: 1303-8923
17 Nisan 2007 - ©2002/07-kmarsiv.com