Oy kullan



Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 6 Sayı: 1.239

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 25 Haziran 2007 - Fincanın İçindekiler



 



 Editör'den : Yandım Allah, bu ne sıcak!..


Serin haftalar,

Yok tamam ben vazgeçtim bu yazdan. Daha üç gün oldu sıtkım sıyrıldı, umudu kestim. Zaten kış nedir görmedik. Tamam bitsin artık yaz. Yerine ne koyarsanız makbulümdür. Sıcak olmasın da. Vallahi 2 günde bir damacana suyu tek başıma içtim. Bu demektir ki, kıpırdamadan oturduğum koltuğun üzerine bir damacana su boşalttım. Dediklerine göre bunlar iyi günlerimizmiş. Yandık ki, tam yandık. Üstüne bir de su biterse, seyreyleyin siz gümbürtüyü. Aman Allah beterinden korusun, yoksa asfalyaları attırıp don paça sokaklarda koşmaya başlarım kimse tutamaz beni. Şu anda da farklı durumda değilim. İki metre önümdeki vantilatörün eriştiği katkatlarım serin ama altta üste kalanlar, arka bahçeye bakanlar alev alev yanıyor. Sorunun çoğu sanırım evde. Kışın harcamak için ısıyı depoluyor mu ne? Neyse...

Haber sitelerini şöyle bir dolaştım. Değişik bir haber yok. Hatta açıklanan Sonar anketi bile eskilerinin aynı. Seçimin galibi Tayyip Bey. Üç dört partinin barajı aşma durumunda vekil sayısında hatırı sayılır bir düşme olsa da sonuçta ipi o göğüslüyor görünüyor. Burada iş kararsız kasım seçmenle, kararlı ama dağınık seçmenin aklıselimine kalıyor galiba. Elbette burası Türkiye, gün doğmadan neler doğar kestirmek güç. Amma velakin ateş olmayan yerden duman çıkmaz diyerek, anketlere inanmamazlık aymazlığını göstermeye hiç gerek yok. Kaldı ki, bir önceki seçimde birkaç yalaka hariç yanıldıklarını pek görmedik. Bu sefer bundan ders çıkarmayı başarmalı, Tayyip Bey ve ekibini en azından iktidardan emekli etmeliyiz. Ha gayret...

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur








Yukarı


 


 Kahveci : İdris Kenç


LİMON AĞACI

Oldukça yoğun bir gün geçirmiş, dinlenme salonuna yorgunluk kahvesi içmeye gitmiştim. Yeni bir misafirim olduğu haberiyle odama döndüm. Siyah takım elbiseli, otuz yaşlarında, oldukça düzgün fiziğiyle misafirim, odamda beni ayakta beklemekteydi.

"Merhaba, benimle görüşmek istiyormuşsunuz buyurun sizi dinliyorum."dedim. Gülümseyerek.

Karşımda ne istediğini bilen biri edasıyla gözlerimin içine bakıyor ve beni süzüyordu.
"Merhaba" dedi işaret etmiş olduğum sandalyeye oturarak,

"Bana yeni bir ülke yaratmamı ve yeni bir başlangıç yapmamı istiyorlar. Sizce bu mümkün mü?" dedi.

Beklemediği bir darbe almış boksör gibi afalladım.

"Biraz daha açık konuşamaz mıyız? Yaratmak, inşa etmek gibi mi?" dedim. Birazda afallamamı savuşturmak.

Güldü ama yılların yorgunluğu, hayal kırıklıkları, serzenişleri, özlemlerini okuyabiliyordum yüzünden. Gülerek bunları kapatmayı beceremiyor sanki çokta umursamıyordu.

"Benden kaçmamı bekliyorlar, bilmezler ki özlemlerimden dolayı hep kaçtım. Artık kaçacak yerim kalmadı. Bugün elime ulaşan bir mektupla." dedi ve derin düşüncelere daldı. Tekrar konuşmaya yeltendi nedense sustu.

"Pekâlâ, uzunca bir süre laflayacağa benziyoruz. Bu arada bir şeyler içmek ister misiniz?" diye sordum.

Kabul etmeyerek bir sigara yaktıktan sonra devam etti konuşmaya…

"Gidecek başka bir ülke yok, yaratmaksa; bizi şekillendiren, elmas gibi yontan etkenleri unutamayacağımıza göre ya da beynimize format atamayacağımız gibi, gitmek ya da kaçmak adına çırpınışlar da nafile. Yeryüzünde bulunan canlılar arasında kendini en iyi kandırabilen ya da tek kandırabilen biz insanlar, kendi içimize yöneldiğimizde ancak bunu fark edebiliyoruz. Oysaki denizi besleyen dereler, çaylar, nehirler gibi değil mi? bizi de acılarımız kırıklıklarımız sevinçlerimizdir besleyen. Deniz nasıl ki onlarsız olamıyorsa, bizim kaçışlarımız da nafile."

Soluklanmadan ve beni de hayrete düşüren tane tane konuşmasıyla sıkıntılarını anlatan değil de nasihat eden birinin edasıyla konuşmaktaydı. Böyle bir durumla ilk defa karşılaşmanın şaşkınlığı ve bu sohbetin de hangi mecraya doğru kayacağının merakıyla dinlemekteydim.

"Kaçışlar, nebatat bahçelerinde seyre sergilenmiş, köklerinden, yurtlarından koparılmış ve güneşin az olduğu ülkelere getirilen limon ağaçlarına benzer. Güneşle beslenen bu ağaçlara, projektörler ve suni güneşlerle yaprakları doyamayacağına, kurumaktalar zamanla. Bizler de köklerimizden ve gerçeklerimizden kaçarak kendimizi kandırmaktan başka bir şey yapmamaktayız. Kendimize uygun olan koşullardan; acı, güzel ne varsa kaçmak, işkenceden başka bir şey olmazsa gerek."dedi.

Birkaç kez müdahil olmak geçti içimden. Öyle kendinden emin ve buna müsaade etmeyecek gibi konuşuyordu ki cesaret edip bölemiyor ve usulca öğretmenini dinleyen öğrenciye çevirmişti beni ve ben de uslu bir öğrenci olmaya kararlıydım açıkçası.

"Kimi tutkular rehberimiz olur yaşam boyunca. Kollarıyla bizi sarar. Sorgulamadan peşlerinden gider ve hiç pişman olmayacağımızı biliriz. Ama gidebilirsek. Daha gölgemiz düşmeden hayata, kalın kapıları kapatmakta nesine. Oysaki kalın kapıları aralamak gerek. Uzaklaştırdığı ellerine uzanıp zorla boynumuza dolamak gerek. Bin yıllık yalnızlıktan sıyrılmışçasına sarılmak, rüyalarını bile kucaklamak gerek." dedi.

Ve uzunca bir süre sustu. Söyleyeceklerinin henüz bitemeyecek gibi olduğundan, göz uçlarımla süzmekten başka bir şey yapmıyor ve bu duygu fırtınalarına iten nedeni ve neden özellikle adımı belirterek benimle görüşme isteğini düşünüyordum.
Ve devam ederek…

"Oysaki neleri heba ettik kaçmak adına. Hayat, cömert tanrıların bir hediyesi değil midir bizlere. Güzelliği, acıları, sevinçleri, hüzünleriyle bir bütündür. Bir taze kadın gibidir. Gem vurmasına izin vermeli duygulara, istediğine boyun eğmeli. Annem hep öyle yapmamı istedi. Ama bugün bunun pekte doğru karşılandığını ya da adil olduğunu kabullenemeyecek kadar kederliyim. Yine de böyle olmalı. Sizce?" diye sordu.

Neden susuyor ve dinliyordum ki. Evet, kesinlikle benimle alay ediyor bir şeyleri gözüme sokarak öğretmek istiyor gibiydi. Gözlerimin içine öyle bakıyordu ki karşısında duramayacak kadar öfke saçıyordu. İçimden, sanki tüm bunları ona yaşatan benmişim gibi bana baktığından hiddetleniyordum. Ve ilk defa varlığından ve konuşmasından rahatsız oluyordum. Sualine cevabımı beklemek gibi bir niyeti yoktu. Soluklanmadan…

"Hayat, bizlere sunarken nimetlerini sonsuz, sınırsız, bizler perde perde kabul eyledik. Ne yazık ki hep işimize gelenle ilgilendik. Ya anlık zevklerimizin kurbanı eyledik ya da kaçtık. Yeni kurbanlar yaratarak. Ve ben böyle bir yaşamı tercihle karşı karşıya bırakıldım. Birilerinin kurbanıyım." dedi.

"Kabullenmeyebilirdin." Kendimi tutamadan ilk defa sözünü keserek dedim.

Cevap vermeye gerek duymadan uzun bir süre sustu. Bu sefer beni süzen kendisiydi. Gözleri kan çanağına dönüşmüştü ve o an çocuklar gibi ama sessiz derinden ağladığını gördüm. Görüşmem maçı kazanmaya yeminli bir boksörün randevusuna dönüşmüştü. Buna kuşkum kalmamıştı. Bu sefer beklenmedik başka bir yumrukla büsbütün afalladım. Bu gözler hafızamın yabancısı olmadığı gözlerdi, beni çok eskilere, meslek hayatıma başladığım ilk yıllara götürdü. Hafızam tazelenmekteydi. Şaşkınlığımı daha atamamışken üstümden…

"Peki, doktor bey siz nasıl becerebildiniz yeni bir ülke inşa etmeyi? Annemin de muhtemelen bilmek istediği cevaptı bu. Ama bugün cenaze merasimiydi. Yazık hiçbir zaman öğrenemeyecek." dedi.

Asıl can alıcı söyledikleri bunlardı benim için. Evet, çokta yabancısı değildim anlattıklarının. Başım önüme düşmüştü. Bu sefer içten, acıklı ama hıçkırarak ağlayan bendim. Ne kadar zamandır ağladığımı bilmiyordum. Başımı kaldırdığımda masamda bulunan fotoğrafım ve adını dahi öğrenemediğim misafirim yoktu. Ama adımı biliyordu.

İdris Kenç
idriskenc@hotmail.com


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
1 Kahveci oy vermiş.

 


 



 Kahveci : Nejat Güç


BOĞAZDA BİR CENAZE

Anlatılanlara ve kitaplarda yazılanlara göre köyü Fatih Sultan Mehmet kurmuştu. Mimarlar, duvarcılar, taş ustaları, işçiler kaleyi inşa ederken hemen yakınlardaki bir yamaca kendi evlerini yapmışlar, surlar tamamlanınca da ayrılmak istememişlerdi. Padişah dört ay kadar kısa bir sürede kalenin bitmesine çok sevinip oranın bir köy olmasına izin vermişti. Bir nehir gibi akan boğaz sularının yanıbaşına, çınar ağaçlarının dalları arasına gizlenmiş bu küçük gölgeli köy, bir masal kadar güzeldi.

Az ötedeki İstinye tersanesinde, karşı kıyıdaki Beykoz kundura fabrikasında çalışan işçiler, günün ilk vapuruyla kente inen memurlar, balıkçılar geçen zamanla birlikte tek tek evlerini satıp uzaklara, Reşitpaşa, Kağıthane sırtlarına, hatta Zeytinburnu, Ümraniye taraflarına gitmişlerdi..Kentin yeni zenginleri , her sokağından denizin göründüğü, korularından kuş seslerinin işitildiği bu semtte ev alabilmek için neredeyse birbirleriyle yarışıyorlardı. Antikacı dükkanları, çeşitli mağazalar, önlerinden geçerken bile içlerine bakmaya çekindikleri loş ışıklı kafeteryalarla dolan mahallelerinde yaşamak, kalan son yerli halka artık acı veriyordu.... Her geçen gün biraz daha azalıyor, biraz daha yok oluyorlardı..

Bir zamanlar çocukların oynadıkları çıkmaz sokaklar, yabani otların kapladığı boş arsalar, üç beş mezar taşlı küçük hazireler, aynalı meydan çeşmelerinin başı artık boştu... Önceki yıllarda sadece çitlerle çevrili bahçelerin etrafı, şimdi herşeyi gizleyen yüksek duvarlarla örtülmüştü... İçlerindeki kocaman evlerde çocuklar oynar, ip atlar mıydı, kuyularında cinler yaşar mıydı, bir kadın işe uğurladığı kocasına el sallar mıydı, yaşlı bir adam henüz gün ağarırken çiçeklere su verir miydi, dut ağaçlarının dallarına salıncaklar kurulur muydu. Bütün bunları ne bilen vardı, ne de bir duyan....

Köyden ayrılmak zorunda kalanlar sadece ölümlerinde toplanırdı.. Anneler, babalar, dedeler, amcalar, teyzeler mahallenin yakınlarındaki bir mezarlığa gömülüydü...Burası belki kentin en büyüleyici mezarlığıydı... Surların tam dibindeydi...Denizden esen rüzgarla kıpırdanan selvilerin arasından görünen ve insana nedense hep bir dere hissi veren boğaz suları, Arnavutköy burnunda ansızın beliren bir şilep, gırgırları ısrarla takip eden martılar, karşı kıyıdaki bir yalının camlarında arada bir menevişlenip sönen akşam güneşi, mezarlığı bir rüyaya dönüştürürdü... Yeni zenginler, sokaklarını, hazirelerini, türbelerini, çeşmelerini, bağlarını, bahçelerini, bostanlarını, kıyılarını hepsinin ötesinde de bütün çocukluk hatıralarını almışlardı ama mezarlıklarını ele geçirmeyi başaramamışlardı....

Cenazeleri olduğunda önce kıyıdaki iki katlı bir caminin avlusunda toplanırlardı. Padişah surlar inşa edilirken bu küçük ahşap camiyi tam denizin kıyısına yaptırmıştı.Şimdi alt katta, yazları çay bahçesine çevrilen bir büfe, iki de antikacı dükkanı vardı... Büfe sahibi köye yeni yerleşenlerdi...Kıyıda el arabasıyla sütlü mısır, koz helva satıp balıkçılara yardım ederken işlerini büyütmüş. Vakıf idaresinden caminin altındaki bu büfe yerini kiralayıp, zamanla genişleterek bir çay bahçesine dönüştürmüştü... Şimdi camiinin musalla taşı masaların arasında kalıyordu...Büfeci mermeri beyaz bir örtüyle saklamış, üzerine kocaman bir vazo yerleştirmişti. Boğaz köyüne dışardan ilk kez gelen biri , o beyaz örtünün, renk renk çiçeklerin, aslında bir musalla taşını gizlediğini hayal bile edemezdi.

Doğduğu mahalleden ayrılmak zorunda kalanlardan biri de Aliydi... İlk bakışta genç mi, yaşlı mı olduğu kolay kolay anlaşılamayan, çelimsiz vücutlu, yaşadığı acı her ne olursa olsun gülümseyebilme yeteneğini geliştirmiş bir adamdı... Yaşlı annesi gece ansızın ölünce Ali, ertesi gün cenaze işlemleri için eski köylerine gitti... Bir ilkyaz sabahıydı.... Hava iyiden iyiye ısınmıştı.... Ali önce caminin hocasıyla konuştu sonra da aşağı avluya, daha doğrusu çay bahçesine indi... Saatin henüz erken olmasına rağmen müşteriler masaların yarısını doldurmuş, garsonlar ellerinde kocaman tepsiler, semaverlerle koşturmaktaydı. .Günün ilk çayını içen büfeci, Ali'den bugün bir cenaze geleceğini, öğle namazından sonra kaldırılacağını işitince irkildi, bütün neşesi kaçıverdi..

Niçin kışın ölmezdi bunlar, yağmurların alabildiğine yağdığı, tipiden karşı kıyıların görünmediği, rüzgarın kudururcasına estiği, fırtınadan ağaç dallarının kırıldığı, çay bahçesinin kapalı olduğu zamanlar değil de güzel bir bahar gününde cenazeleriyle gelirlerdi..Yılın neredeyse ilk güneşli ve ılık tatil günüydü.. Öğle vakti masaları, hasır iskemleleri toparlayıp, bir kenara yığmak, avluyu boşaltmak, musalla taşının örtüsünü kaldırmak gerekti...Bütün bunları düşünmek büfe sahibini dertlendirmiş, sinirinden her zamanki gibi midesi sancımaya başlamıştı..

" Merak etmeyin " dedi büfeci, öğlen güneşiyle daha da ısınacak havayı, sahilleri dolduracak insanları aklına getirmemeye çalışarak " cenazeniz geldiğinde hazır olur burası "

Öğle vakti kentin uzak mahallerinden gelen köyün gerçek sahipleri caminin avlusunda toplanmaya başlamıştı. Hepsi de her cenazede yaşanan ve aynı biçimde tekrarlanan bu hüzünlü oyunu iyi biliyordu...Yaz aylarında Hoca elinden geldiği ölçüde çabuk cenaze namazını kıldırır, duasını bitirir, tabutu hızla mezarlığa doğru yola çıkartırdı.. Cenazeye katılanlardan hiç birinin, namaz bitimi köyün içlerindeki o gölgeli, çiçek kokulu sokaklarda gezinmeye, artık mumları yanmayan türbelere gidip hatıralarıyla yüzleşmeye gücü yoktu. Bir masal yaşanmış ve bitmişti...Köyün iskelesi çoktan beri lüks bir lokanta olarak kullanılmaktaydı...Fırınları, kasapları, sabahçı kahveleri, manavları, bakkalları, terzi dükkanları, vapurları, sokakları ne varsa hepsi değişmişti...Şimdi tek istedikleri , cenazenin bir önce kaldırılması ve bu anılarla dolu, artık tanımadıkları eski mahallelerinden, buldukları ilk vasıtayla kaçıp gitmekti.

Ali en ön saftaydı. Annesinin tabutuna elini dokunsa, değecekmişçesine yakındı. Namazını bitiren eski köy ahalisi, avluda aceleci adımlarla birikiyordu. Annesi ne severdi bu tarihi, ahşap camiyi...Ramazan geceleri arka karanlık sokaklardan, o hep kendisinin taşıması için annesine yalvardığı mum feneriyle camiye gelişlerini hatırladı, sonra kıvrık burunlu, geniş karınlı, iki çifte kürekli kayıkların bağlandığı kıyılarda annesiyle yaptıkları uzun yürüyüşler geldi aklına..Bütün bunlar bir rüya olmalıydı. Boğazın tepeleri arasında bir vapur düdüğü yankılanırken hoca tabutun başında yerini aldı. Ali, büfeci ile hocanın bir an bakıştıklarını , aralarında çok kısa bir süre belli belirsiz bir ışığın aktığını farketti... Büfenin loşluğuna gizlenmiş ufak tefek bir bir garson, dikkatini hocanın hemen bitireceği duaya yöneltmiş, elinde musalla taşını gizleyeceği beyaz örtü ve içi kır çiçekleriyle dolu kocaman bir vazo ile tetikte beklemekteydi....

Nejat Güç


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
3 Kahveci oy vermiş.

 


 


M.Nihat Malkoç

 Kahveci : M.Nihat Malkoç


  2007 GÜNDOĞDU SANIMER ŞİİR ÖDÜLÜ

23 Haziran 2007 Cumartesi akşamı Hüseyin Kazaz Kültür Merkezi'nde Gündoğdu Sanımer'le ilgili ödül ve anma programı vardı. Trabzon'un yetiştirdiği değerlerden şair, ebru sanatçısı Gündoğdu Sanımer adına, edebiyatımızın değerlerine sahip çıkma anlayışı çerçevesinde bu yıl ilk kez Kıyı Kültür ve Sanat Dergisi tarafından bir şiir yarışması düzenlenmişti. 2007 Gündoğdu Sanımer Şiir Ödülü'nün seçici kurulu İbrahim Dizman, Raif Özben, Ahmet Özer, Günaç Sanımer (ailesi adına), Çiğdem Sezer'den oluşuyordu. Sanımer'in adını yaşatmak için konulan bu şiir ödülüne şairler 01 Ocak 2007-15 Mayıs 2007 tarihleri arasında yayımlanmış şiir kitaplarıyla veya kitap hacmindeki şiir dosyalarıyla katılabiliyordu. Süreç işledi ve ödül sahibini buldu. 2007 Gündoğdu Sanımer Şiir Ödülü'nü İzmir'den 1982 doğumlu genç bir şair Olcay Özmen kazandı. Özmen, plaketini şairin eşinin elinden aldı.

Sanımer'le ilgili program Zekeriya Saka'nın bu şair için yazdığı bir şiirin okunmasıyla başladı. Sunuculuğunu şair Çiğdem Sezer'in yaptığı anma programının başında Sanımer'in şiirleri canlı fon müziği eşliğinde seslendirildi. 2007 Gündoğdu Sanımer Şiir Ödülü'nün takdim töreninden sonra Trabzonlu şair Gündoğdu Sanımer'le ilgili bir de panel yapıldı. Şair Çiğdem Sezer'in yönettiği panelde Şair Gündoğdu Sanımer'in yakın dostları gazeteci-yazar, şair, Bilkent Üniversitesi Öğretim Görevlisi Ahmet Özer, şair Ali Mustafa, şair İbrahim Dizman söz aldılar. Bir anlamda geçmişte yaşanılanları masaya yatırdılar. Nostalji sağanak yağmurlar misali salona yağdı. Anılar film şeridi gibi göz önünden geçirildi. Fakat küçücük salondaki boş yerler dikkat çekti. Trabzonlu sanatseverler programa yeterli ilgi göstermedi. Panelistler Sanımer'le ilgili değişik görüşlere yer verdiler. Öncelikle Ahmet Özer'in Gündoğdu Sanımer'le ilgili düşüncelerini ve anılarını dikkatinize sunmak istiyorum:

"Trabzon'un kültür tarihinde canını dişine takarak çalışanlardan birisi de şair-doktor Gündoğdu Sanımer'dir. Aslında onun en son işiydi doktorluk… Sanatçı bir insandı. İki yaşında babasını kaybetmişti. Tek çocuktu, dertlerini paylaşacak bir kardeşi de yoktu. Hayatta hep bir kardeşi olmasını isterdi. Çok iyi taklit yapardı. Yedi bölgenin insanlarını da bütün ağız özellikleriyle taklit edebilirdi. Onun hayatında Trabzon Lisesi'nin apayrı bir yeri ve önemi vardı. Bilindiği gibi o zamanlar Trabzon Lisesi bölgenin tek lisesi konumundaydı.

Önceleri psikiyatrist olmayı düşünse de daha sonra bu arzusundan vazgeçmiştir. Delilerle uğraşmaktansa akıllılarla uğraşmayı tercih etmiştir. Onun Trabzon sevgisi çok büyüktü; bu sevgi hiçbir şeyle ölçülemezdi. Mesleğinin yanında sanata, şiire çok önem verirdi. Maraş Caddesi'nde muayenehanesi vardı. Oraya giderek şiirlerimizi birbirlerimize okurduk. Türkçeyi çok önemserdi. İstikrarlı bir yazı hayatı yoktu. Bunun asıl sebebi yazılarının gazetelerdeki görevliler tarafından yanlış dizilmesiydi. Bu durum onu fazlasıyla üzerdi. Nedense şiirlerinin kitaplaştırılması fikrine sıcak bakmıyordu. Bir gün şiirlerini değişik dergilerden toplayıp daktilo ile yazdım, dosyaladım. Trabzon Doğum Hastanesi'ndeki odasına gidip kendisine uzattım. Şaşırdı, çok mutlu oldu. Dosyayı alıp öptü. "Kitapsız olarak öleceğim diye korkuyordum" dedi. Meşhur eseri olan Trabzon Destanı'nı yazmak için her gün 2-3 saat Trabzon tarihi üzerine yazılan kitaplardan okuyor, öğrenciler gibi çalışıyordu.

Gündoğdu Bey aynı zamanda iyi bir ebruzendi. Çok güzel ebru yapardı. Enstrümanlardan ney ve keman çalmasını da biliyordu. Sulu boya, yağlı boya resimler de yapardı. Trabzon Lisesi'nde Kayahan Keskinok'tan resim zevkini almıştı. Yani komple bir sanatçıydı o… Daha sonraları annesi âlim sayılan Mustafa Sıtkı Cansızoğlu'yla evlendi. Yani Cansızoğlu onun üvey babasıydı. Üvey babasından dil bilinci kazandı. Doktor Celalettin Algan, Nabi Üçüncüoğlu, İsmet Zeki Eyüboğlu onun yakın dostlarından sadece birkaçıydı. Sanat ona göre boş vakitlerin uğraşı değildi. O, sanata yüreğini yatırmıştı. Onun şiirlerinde belirgin bir dize mükemmeliyeti vardır. Dize ve imgeye çok değer verirdi, eksikliği ve sıradanlığı kabul etmezdi. O modern şiirden ve geleneksel şiirden fazlasıyla yararlanmıştır."

Daha sonra panelin katılımcılarından Şair Ali Mustafa da Sanımer'le ilgili şu görüşlere yer verdi: "Muayenehanesine gittiğimizde Nedim'den başlar, Nazım Hikmet'le noktalardı. Masasının üzeri kitaplarla dolu olurdu. Bir öğretmen kadar üzerimizde emeği vardı. Şiirlerimizi dinler, gerektiğinde düzeltirdi. Kıyı okulunun başöğretmeniydi o…Divan şiirini sevmediğim halde ondan dinlediğim divan şiirlerini severdim. Onun şiirinde yerelliğin izlerine fazlaca rastlanmaz. Geçen zaman içerisinde her şairden bir şiir kalır geriye… Bence Gündoğdu Sanımer'den de geriye kalacak şiir Karayelin Sürüleri'dir."

Şair İbrahim Dizman da Sanımer'le ilişkili olarak şu görüşlere ve anılara değindi: "Sanımer'den ilk öğrendiğim şey, şiirin bangır bangır bağırılarak okunamayacağı gerçeğidir. O, Trabzon'la Ordu arasında da bir kültür-sanat köprüsü kurmuştu. Aslen Çanakkaleli olduğum için beni hemşehrim İlhan Demiraslan'la özdeşleştirirdi. Sanımer, İstanbul-Trabzon arasında gidip gelen bir insandı. Bu yüzden şiirlerinde yer yer İstanbul temasına da rastlanır. Son nefesini de İstanbul'da vermiş, orada gömülmüştür. Onun şiirlerinde doğaya ait imgeler vardır. Fakat şiirlerinde Karadeniz doğasına pek yer vermemiştir. Gündoğdu Sanımer'in şiiri imajlarla beslenmiş, kapalı bir şiirdir. Şiirlerini anlamak için çaba göstermek gerekir."

Sanata, edebiyata, şehir kültürüne katkıda bulunanları unutmak tek kelimeyle vefasızlıktır. Hangi görüşten olursa olsun sanatkârları değerlendirirken öncelikle sanat kabiliyetleri ve verdikleri eserler ölçü alınmalıdır. Tarihi süreç içerisinde fikir taassubu hiç kimseye bir şey kazandırmamış, aksine topluma ve fertlere çok şey kaybettirmiştir. Gündoğdu Sanımer'in de bu kapsamda değerlendirilmesi, eserlerinin ve isminin yaşatılması gerekir.

M.Nihat Malkoç
mnm61mnm@hotmail.com


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
2 Kahveci oy vermiş.

 


 


 Kahveci : Derya Koltuk


ZAMAN

Her anımız öyle büyük bir hazine ki! Yaşayabileceğimiz bize sunulan tek bir yaşantımız var.
Bize yarının ne getireceğini bilemezken, dakikaları geri getiremeyeceğimiz bir hayatın içinde istediklerimizi erteleyerek, acımasızca akıp giden zamanı ıskalıyoruz.
Gelecek için plan yaparken bugünü ve yarını unutuyoruz.
Düşüncelerimiz arasında haps olmayı, isteklerimize gem vurmayı seçiyoruz.
Yaşamın omuzlarımıza vurduğu yükün yarattığı yıkıntı içinde, yüreğimizi, geçtiğimiz acı deneyimlerden, kaçış ve gelgitler arasında yutkunamaz, nefes alamaz hale getirip, iğneler saplıyoruz.
Bazen göremediğimiz ya da görmek istemediğimiz bütün güzelliklere gözlerimizi kapatıp canımızı yakarak, yarının, geleceğin telaşıyla, dünün keşkeleriyle Kaf Dağı’nın arkasında arıyoruz mutluluğu. Oysaki Yaşama başka gözlerle bakabilmeyi öğrendiğimiz ve etrafımızdaki güzelliklerin farkında olduğumuz takdirde yüreğimizin kapılarını aydınlığa açmış olacakken, hayallerimiz altında ezilip kaybetmekten korkup son turunu koşan atlet gibi hep bir koşuşturmaca içinde kalıyoruz.
Hayatın inişli çıkışlı yollarında her şey de karanlık ve umutsuzluk aradığımız, yapabilecekken yapmadığımız, unutulmuş, umursanılmamış şeyler, düzeltilebilecekken düzeltilememiş, hatalar, ezik düştüğümüz anılarımız, eşit silahlarla çarpışmadığımız, birçok kere savunmasız halde yakalandığımız, hislerimize ad koyamadığımız, yaşadıklarımıza anlam veremediğimiz, kaybedene kadar neye sahip olduğumuzu bilemediğimiz, niçin ben dediğimiz, kendimizi tükenmiş bitmiş bulduğumuz anlarda gerçeklerin arkasına gizlenip hayatı gidişatına bırakmamalıyız.

Bize düşen akıp giden hayatın ardından bakmak olmamalı. Bilmeliyiz ki herkese sunulan yeni bir başlangıç var. Ve bazen sadece bir kez elimize geççek fırsatlar vardır. Onları görebilmeyi başarmalı, sahip olduğumuz şeyleri düşünüp, her hatanın kazanılan bir ders olduğunu, hayatın kapattığı kapıları görmekten vazgeçip, sizi dakikaların yenmesine seyirci kalmayıp, yaşamımızı çaresizliğin girdabına bırakmak yerine, meşakkatli bir yolculuk olan hayatta yanlışlar yapıp örtme eğiliminde olmayıp yaptığımız her yanlışın, deneyimin bize kazandırdıklarını görüp aldığımız her nefesin hakkını vererek yaşamalıyız. İçine daldığımız hayatın ne zaman ne getireceğini neyle karşılaşacağımızı, bilemediğimiz, yaşadıklarımızı anlamaya çalışırken öfkeler, kızgınlıklar etrafa saçıp hoyratça kullanmamalıyız zamanı.

Elinizden kayıp giden giderken de sormayan, tekrar yolun sonucunun nereye çıkacağını tam olarak kestiremediğimiz her anı dolu yaşayıp ve bu kısacık hayatta aldığınız her nefesin değerini bilip, dakikaların geri getiremeyeceğimiz bir zaman diliminde etrafınızdaki güzellikleri görüp ve sahip olduklarınızı düşünerek MUTLULUK VE HER ANI DOLU YAŞAMAK HEDEFİNİZ OLMALI !!!!!

Derya Koltuk


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
2 Kahveci oy vermiş.

 


 


 Dost Meclisi


YORUMLARINIZI GALERiMiZDEKi iLGiLi BÖLÜME BIRAKABiLiRSiNiZ.
Yorumlarınız için bekleriz.

Fotograf : Leyla Ayyıldız

Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 4.580 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.

Yukarı


 


 Tadımlık Şiirler


Ve sana nefretini bırakayım....

Hadi git...
Gözlerimi ellerimi bastırarak yumdum...
Karanlık dört bi yanım.
İki duvar arasına sıkıştırıp ezerek git...
Düşüncelerime silah sıkarak , zorbalıkla kabul ettirdiğin
Tüm duyguları
Bana bırakarak git...

Sandalına yüklediğim sevinçlerin küçük kalbini dağıtarak git...
Bırak kanım aksın
Bırak hırçınlaşayım...
Ve sana nefretini bırakayım....

Arzum GÜNAY

 


 Bulmaca - Sudoku




SUDOKU bir mantık bulmacası. "Suji wa dokushinsha ni kagiru" nın kısaltılmış hali, "Sadece tek sayıya izin var." diye tercüme edilebilir.

Kuralı çok basit. Her boş kareyi 1'den 9'a kadar bir rakamla doldurmak zorundasınız. Ama karelere yazılacak rakamları öyle ayarlayacaksınız ki, her satırda, her sütunda ve 3 x 3 kareden oluşan her blokta 1'den 9'a kadar bütün rakamları kullanacaksınız.
Gitmek için tıklayın.
Kolay gelsin.



 


 Biraz Gülümseyin




KMTV Sunar...

Yukarı


 


 Kıraathane Panosu




İstanbul için Son Hava Durumu
ISTANBUL ISTANBUL
Ankara için Son Hava Durumu
ANKARA ANKARA
İzmir için Son Hava Durumu
IZMIR IZMIR
Kaynak: http://www.meteor.gov.tr

Yukarı


 


Akın Ceylan

 İşe Yarar Kısayollar


  Şef Garson : Akın Ceylan

Malum tatil dönemine girdik. Tüm tatili tatil yörelerinde geçiremeyecek olan ve evde vakit geçirecek olanlar için bilgisayar en büyük kurtarıcı. Bilgisayarınıza malzeme alırken ya mağazaya gidersiniz ya da internetin nimetlerinden faydalanır ve yerinizden kalkmadan alışveriş yaparsınız. Size internetten alabileceğiniz özel bir ürün öneriyorum: http://www.hepsiburada.com//productdetails.aspx?categoryid=406&productid=bd61826 Düşük fiyata yüksek performans isteyenlere yönelik tasarlanmış bu özel ürünü tavsiye ederim.

Ipod kullanıcılarının en büyük sıkıntısı, istedikleri anda ve istedikleri herhangi bir bilgisayar yardımıyla ipod'larına mp3 yükleyememeleridir. Itunes denilen yazılımı her istediğinizde elinizin altında bulamayabilirsiniz. Ayrıca özel yöntemleriniz yoksa ipod üzerindeki yüklü parçaları bilgisayarınıza aktaramazsınız. http://www.yamipod.com web sayfasında yaklaşık 4 MB boyutlarında ve kullanımı basit bir program var. Denediğinizde siz de hak vereceksiniz.

Yaz tatilinde nereye gidelim? Tabiî ki bu soruyu kendim için sizlere sormuyorum. Kendi kendine bu soruyu sorup cevap bulamayanlar için http://www.yazturizmi.com/ web sayfasını tavsiye ediyorum. Tabiî ki internetteki tek yaz tatili konulu web sayfası bu değil ama belki de en kapsamlı olanlarından birisi. İnceleyenlerden teşekkür maillerini bekliyorum.

Sorusu olan var mı? http://www.sorucevap.com/ web sayfasında hemen hemen her konudaki sorulara cevap yetiştirme gayretinde bir yapı kurulmuş. Siz soruyorsunuz onlar cevap veriyor, ya da cevap veren uzmanlar grubuna dahil olup soru soranlara cevap yetiştiriyorsunuz.

Yukarı


 


 Damak tadınıza uygun kahveler






http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.

Yukarı


 


KAHVE MOLASI ABONELERi Google Grubuna üyesiniz. İlginize teşekkür ederiz.

ABONELiKTEN AYRILMAK İÇİN :
KM-abone-unsubscribe@googlegroups.com
(Gönderdiğiniz mesajın abone olduğunuz adresten gittiğine emin olunuz.)

ÜCRETSİZ ABONE OLMAK İÇİN :
Google Gruplar KAHVE MOLASI ABONELERi grubuna kayıt ol
E-posta:


Arkadaşlarınıza önermek ister misiniz?


Kahve Molası MS Internet Explorer 5.0+ ve 800x600 Res. için optimize edilmiştir.
Uygulama : Cem Özbatur - 2002-07©KAHVE MOLASI - Her hakkı saklıdır. Yayın İlkeleri

 






Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM




Gözlerim Bir Yerden Aşina Size
Özdemir Erdoğan









Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20070625.asp
ISSN: 1303-8923
25 Haziran 2007 - ©2002/07-kmarsiv.com