Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 6 Sayı: 1.324

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 28 Kasım 2007 - Fincanın İçindekiler



 



 Editör'den : Mağduriyetin romantik yazarı!..


Merhabalar,

"Türbanlı kız

Hollanda resminin büyük ustalarından Vermeher'in tablolarını andırıyor genç kız.
Başını üzüntüyle öne eğmiş.
Resim çekilirken, saçlarını örten beyaz başörtünün yanağına değen kısmının gölgesi yansımış yüzüne.
Henüz on altı, on yedi yaşında. Büyükçe bir salonun önündeki sahnede duruyor. Ve ağlıyor.

Öğretmenler Günü için yapılan kompozisyon yarışmasını kazandığı için davet etmişler onu oraya.
Ödülünü alması için sahneye çağırmışlar. Tam ödülünü alacağı sırada, aşağıda oturan kaymakamla binbaşı “İndirin onu oradan” demişler.
Herkesin önünde, “bu ödülü almaya layık birisi olmadığı” yüzüne vurularak aşağıya indirilmiş.
“Neden” diyebilmiş sadece genç kız, “Neden?”
Böylesine aşağılanmasının, herkesin önünde utandırılmasının nedenini öğrenmek istemiş. Bunun insanlığa, adalete, vicdana uyan bir cevabı yok elbette.
Kendini bir an o kızın yerine koyabilecek kadar duygu ve zeka sahibi biri, o kızın orada nasıl bir acı hissettiğini anlayabilir. Ve, aynen o kız gibi sormak ister: “Neden?”
“Neden bu kadar insafsız, bu kadar vahşi, bu kadar barbarsınız?”
“Neden çocuklarınızı böyle aldırmazca üzüyorsunuz?”
Bu kötü kalplilik mi bilmiyorum ama o çocuğa öyle davrananların da aynı muameleye uğramasını istiyorum. Vali, kaymakamı aynı tavırla herkesin önünde sahneden indirtsin, o binbaşıyı “İndirin onu oradan” diyerek komutanı utandırsın.

Ama tabi böyle şeyler olmayacak. “Devletimizin görevlilerinin” başına gelmez bunlar.

..."


Yukarıdaki satırlar kadının kitabını yazan Altan'ın yeni Taraf gazetesindeki yazısından. İnsanın gidip yanaklarını sıkası, sakalını çekiştiresi geliyor değil mi? Bir çocuğun sıkma başıyla okula gelişini, ödülünü almak için sahneye fırlayışını ne de güzel anlatmış. "Neden" diyebilmiş sadece kız, "Neden?" Bak bak bak. Ne kadar masum bir hareketten söz ediyor, ne alkışlanası bir hakkı savunuyor değil mi? Hadi ordan be. Etrafında olup bitene bu kadar yabancı, tüccar yazar, nabza şerbetçi, yalaka demokrat, altmışdokuzuncu cumhuriyetçi Bay Altan. Eğitimin içine sirayet etmiş ve etmeye hızla devam eden bu din bezirganlarını yok sayıp, etraftaki din, İslam adına meydana gelen taciz olaylarını görmeyip, beyni yıkanmış bir çocuğun aptalca cesaretini çıkıp bu sözlerle anlatmak ancak sana yakışır be adamım, helal olsun sana. O çocuğun günahı olmadığını ben de biliyorum. Ama okuduğu okulu kurtarılmış bölge haline getiren yöneticilerin, "Çık kızım birşey olmaz, arkanda biz varız." deyişlerini duyar gibiyim. Çok masumca bir kusur işlenmiş gibi bunu ballandıra ballandıra bizlere sunmak için ancak sen gibi bir adam olunmalı ki, sen de etmişsin edeceğini zaten. O bilinçsiz çocuğu doğru yola sevketmek, onu sahneye itenleri afişe etmek adına, "İndirin onu oradan" diyebilen kaymakamla binbaşıyı alınlarından öperim. Ortada bir suç varsa, o da 16 yaşındaki bir çocuğu üniforma giydirip sahneye itenlerindir. Bu olayı mağdur edebiyatıyla halka sunmaya çalışan yazarımız da açıkça suça yataklık etmektedir. Savcılara duyurulur. Esenkalın.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur








 


 Kahveci : Nejat Güç


BİR İŞ GÖRÜŞMESİ

Geçen hafta işten atıldım.Artık bunun kaçıncı olduğunu hatırlamıyordum .Karıma henüz söylememiştim. Bunu yapacak ne gücüm vardı ne de kendimi savunacak bir nedenim. Bir muhasebeciyim ama yüreğim çok yufkaydı.İş hayatının gerektirdiği gaddarlık, dahası çakallık yoktu bende...Çalıştığım şirketin alacağını istemeye gittiğimde, bakışlarıma o bir kaplan gözü gibi alev alev yanan, kararlı ifadeyi yerleştirmeyi veya büroya bir alacaklı geldiğinde en üzgün en çaresiz görünümüme bürünüp, içten samimi bir tavırla alacaklının gözlerinin içine bakarak " inan ki bugün siftahımız bile olmadı ağabey, yarın bir uğrasanız ayarlarız belki bir şeyler " demeyi bunca senedir bir türlü öğrenememiştim.Ticaretin gereği bana anlatılan yalanlara hemencecik inanır, hiç üstelemez ısrar etmez, alınacak bir paraysa ve çalıştığım işyerinin bu paraya ihtiyacı varsa hatta o parayla bizim haftalıklarımız bile ödenecek olsa yine beceremez, parayı alamadan gerisin geriye dönerdim. Benim gibi sessiz , ürkek hep kendi hayal dünyasında yaşayan elemanı patron ne yapsın, üç beş gün bakar sonra da kovardı doğallıkla, olan zavallı karımaydı. Kadıncağız boyuma posuma, diplomalarıma, her semt değiştirmede, oradan oraya , kocaman mukavva kutulara doldurup bir kedinin yavrusunu taşıdığı gibi götürdüğüm kitaplarıma bakıp beni bir adam sanmıştı, oysa onu ne bir arabanın ön koltuğunda yanıbaşıma oturtabilmiş, ne kenti kasıp kavuran sıcak günlerde bir kez olsun tatile, bir denizin kıyısına indirebilmiş, hep bu büyük şehrin, yazları tozdan, kışları çamurdan kurtulamayan henüz yeni yeni dolmaya başlamış dış mahallelerinin o çatısı olmayan, güneşin çoğunlukla girmediği loş ve nemli evlerinde yıllardır yaşamaya mahkum etmiştim. Bu yalnızca bir hayalden ibaret, belki hastalıklı bir ruhun beslediği coşku ve hezeyan dolu sözcüklerle, katı bir gerçeği ya da düşü, dahası hep aynı masalı anlatan, sadece gelecek zamanda varolan, çokçası suskunluk ve tedirginlik olan adamı hala seviyor muydu...Eğer sevgisi tükenmemişse bu hep kentin ötelerinde, çoğunlukla yerinaltında ve hep arka bahçelere, üst katlardan poşetlere doldurulmuş çöplerin atıldığı harap duvarlarla çevrili yüzsüz arsalara bakan, geceleri başyastıklarında hamam böceklerinin gezindiği evlerin havasız, loş odalarında yaşamayı daha nereye kadar sürdürücekti... İşte bütün bu anlattığım ya da anlatmaya çalıştığım sebeblerden dolayı durumumu, yani artık bir işimin olmadığını karım bilmiyordu...Sabah evden, kasım ayının bu kör karanlığında işe diyerek, her zaman ki saatimde çıkmıştım. Beni bekleyen bir iş veya yeni bir işe dair umudum yoktu.O vapurdan bu otobüse, sonra bir tramvaya derken kendimi Topkapı'da buldum....Hep böyle yapardım ben.Ne zaman kovulsam, ne zaman kıçıma tekmeyi yiyip kendimi bir kez daha sokaklarda bulsam, bazen kendi kendime konuşarak, bazen kaderime, pısırıklığıma, acizliğime veryansın ederek gücüm tükenene kadar amaçsızca yürürdüm.

Yürüdüğüm geniş caddenin bir tarafında Bizans dönemine ait surlar, karşı tarafta ise ta Abdi İpekçi Spor Salonuna dek uzanan uçsuz bucaksız bir eski zaman mezarlığı vardı.Surlara yapışık sarmaşık dalları, bu kış vakti, yapraklarını dökünce çirkin, cılız birer yılana benzemişlerdi.Pusa gömülü yıkık kulelerde bir insan mı, bir köpek mi yoksa bir hayalet mi olduğu belirsiz gölgeler geziniyordu. Kimi evsizlerin ısınmak için kovuklarında yaktıkları ateşler bana sanki ortaçağda yaşıyormuşum hissi veriyordu.

Ansızın yaşlı, kısa boylu, ince bıyıklı bir salepçi belirdi karşımda.Surdaki kapıların birinden çıkmış olmalıydı..Boynuna sıkı sıkıya, kırmızı bir atkı dolamıştı .Adeta altında ezildiği, sarı renkli pırıl pırıl parlayan kocaman güğümünün kapağından incecik bir duman sızmaktaydı.Kasvetli, gri bir kasım sabahı geniş, ıssız bir caddede yalnızca ikimizdik.

." Salep doldurayım mı ağabey " dedi beni görünce.

Hayallerimden bir an sıyrılıp adımlarımı yavaşlatarak ." Yok ,istemem " diye cevap verdim.

." Hava çok soğuk ama ağabey " dedi içtenlikle gülümseyerek." İçsene hadi, içini ısıtır."

Sessiz kaldığımı, omuzlarımın çöküklüğünü, ayaklarımı sürüye sürüye yürüyüşümü görünce parasız olduğumu düşünmüştü ki " benden ağabey, bu ayazda iyi gider salep " diye konuşmasını sürdürmüş adeta bana zorla bir fincan ikram edivermişti

Yaşlı satıcı, o üstüne sinmiş, bana çocukluğumun mutlu günlerini anımsatan tarçın kokusuyla ve insanları her şeye rağmen sevmeme dair olan duygularımın henüz yokolmadığını gösteren kanıtıyla, yanımdan uzaklaşırken ." ağabey " kelimesini düşünüyordum. Yaşlı Salepçi neredeyse çocuğu yaşındaki bana ." ağabey " derken nasıl bir rahatsızlık, dahası nasıl bir acı hissetmezdi yüreğinde...

İş hayatım boyunca kim olursa olsun, kendimden yaşça küçük birine, kaypak kırılgan, yumuşacık bir sesle ." ağabey " demeyi bir türlü başaramamıştım.Oysa ticarette ya da arada bir çıkarın, bir talebin olduğu, her düzeyde yaşanan sosyal bir ilişkide karşınızdaki kişiye, ağabey demekle ona bir tür ince mesaj, sadece bizim ülkemize mahsus bir işaret yollardınız.Bu mesaj karşınızdaki kişi tarafından hemen algılanır ve oyun kendi kuralına göre oynanıp usulüne göre davranılırdı. Ağabey sözcüğünün ardında yatan asıl anlam teslimiyet, bir başeğişti, o an için üstünlüğü, gücü karşısındakine vermek, biat etmekti.Sirkeci'deki ,şakakları kırlaşmış,kelli felli torun torba sahibi bir mağaza sahibi , Cihangir'deki bir reklam ajansı patronu,Kadıköy'deki çok katlı bir kitapevinin müdürü, işyerine bir senedi tahsil etmeye gelen daha bıyıkları bile terlememiş, dünkü çocuğa

." Aman ağabeycim bana üç gün müsaade.Bu aralar sıkışığım " diyebilir ve bundan herhangi ruhsal bir sıkıntı duymazdı.Ağabey sözcüğü gündelik yaşamımızda her yerde ve zamanda kullanılan sanki bütün kapıları açan sihirli bir sözcük, gizli bir unvan, anlık bir kariyer biçimi gibiydi ama ne yapayım...Kullanamıyordum işte. Birisi bana başka birinden ağabeyim diyerek söz ederken ve ben de onları tanıdığımda, aralarındaki gerçek akrabalık bağının olmadığını ve yaş farklarını bildiğimde o ağabey denen kişinin aslında bir hami, bir koruyucu, bir besleyen, bir doyuran olduğunu anlıyordum.Kısaca ,nuh diyor, peygamber demiyor,bir türlü toplumun her kesimince kullanılan bu sözcüğe dilim dönmüyordu.Karşımdaki kişiye bey der demez, adıyla hitap eder etmez o yılışıklığın, o kandırmacaların, oyunların , bir tiyatro sahnesinin ortasında kendimi bir anda yapayalnız buluyor, konuştuğum insana, ." Bu da kim böyle, nereden çıktı, bizim dünyamızdan biri değil., Bununla hiç bir iş olmaz " izlenimini veriyordum.Bütün bu düşüncelerim az önce de yukarda anlattığım gibi belki de hastalıklı bir ruhun beyne üşüşen imgeleriydi. Doğru,tutarlı,sağlıklı olan onlardı, koca bir toplumdu, yani ayni anne babadan dünyaya gelmediğini bildiği halde , üstelik kendinden yaşça çok küçük olduğunu gördüğü insanlara içtenlikle, düşünmeden ve sorgulamadan ağabey diyebilmekti gerçek,...

Kar başlamıştı.Silivrikapı'ya gelmiştim Asırlık bir çınar ağacının altında, tam karşısına selvilerle dolu uçsuz bucaksız, Kozlu mezarlığının büyüleyici manzarasını almış, emeklilerinin kanon yapar gibi birbiri ardına ya da birlikte köhür köhür öksürdükleri tek katlı ahşap bir kahveye giriverdim.Oturduğum masadaki gazetelerden birine bakarken bir iş ilanı dikkatimi çekmişti.Henüz yeni kovulsam da bir işsizdim ve bilirsiniz işte, bu tür ilanlar bir piyango gibidir.Ne çıkacağı hiç belli olmaz..Bazen erken giden, ilk başvuran kazanır , hele böyle soğuk, karlı bir kasım havasında..İlanda personel kontrol saatleri ithal eden bir şirketin yabancı dil bilen, üniversite mezunu bir eleman aradığını yazıyordu.Şansımı denemeye karar verdim ve çayımı içip, yola çıktım.

Lapa lapa yağan kar, evlerin çatılarını, sokakları, karşıdaki mezarlığın selvilerini hızla örtüyor ve kenti bir sihirbaz gibi güzelleştiriyordu. Az ötedeki dört minareli bir selatin camiinin kocaman kütlesi karın altında yavaş yavaş yokoluyor, siliniyor gibiydi.

Şirket bir apartman dairesindeydi.Salonda bir sürü, içine kart sokulan cinsten işyeri saati duruyordu.Mekanik olanlar, dev bir canavarın avını çiğneyişi gibi takur tukur sesler çıkararak çalışıyordu.Dijital olanlar ise küçük, sessiz ve haindiler.Kaypak bir görünümleri vardı.İnsan hiç güvenemezdi onlara.İşe geç kalan birini asla affetmeyecekleri, saat ücretlerini keseceği belliydi.

Sekreter kız, telefonun çalmadığı zamanlar masasında asık bir yüzle, adeta bir sfenks katılığında bütün mutsuzluğu ile oturuyor ancak bir telefon sesi ile ruha bürünüyor, hayata geri dönüyordu. Aloları, kim arıyorları, bir notunuz var mıları, şimdi bağlıyorum efendimleri o duygusuz ve yorgun çehresinin aksine öylesine cıvıl cıvıl bir neşeyle söylüyordu ki, bu ikili yaşama ruhunun nasıl dayanabildiğine şaştım.O mutsuz, asık yüzlü kızdan o kıpır kıpır, neredeyse insanın içine yağmurlu bir mayıs sabahının toprak kokusu gibi yayılıveren kelimeler nasıl çıkıyordu ki..Cümleleri sanki lezzetli bir dondurma yercesine ağzında, damağında, yanaklarının içinde gezdiriyor müşteriye söylediği her sözcüğün, adeta her harfin tadına varıyordu. Ancak telefonun susmasıyla birlikte sekreter kızda, kurması bitmiş bir taş bebek gibi oracıkta bir başka telefon gelene kadar donup kalıyordu..Benimle yağmurlu mayıs sabahlarına denk düşen kelimelerle değil de tam bu kasvetli ve puslu kasım öğlesine uygun, tadsız, tuzsuz sözcüklerle konuştu...Dün de gelen olmadığını, bugün tek uğrayanın ben olduğumu, iç karartıcı ve soğuk havayı, işlerinin yoğunluğunu, dışarı, bankalara , müşterilere gidip gelecek bir elemana ihtiyaçları olduğunu anlattı, en nihayetinde beni patronun odasına götürdü.

Hasan Bey ellibeş, altmış yaşlarındaydı.Dağınık beyaz saçları, gümüş rengindeki ince çerceveli gözlükleri ile bir işadamına değil de bir profesöre benziyordu.Bana koltuğa oturmamı işaret ederken telefonu çaldı.Koltuğa oturdum ve çevremi inceleyerek telefon konuşmasının bitmesini beklemeye başladım.... Patronun odası zevkle döşenmişti.Nereden yayıldığı belirsiz, gizli bir ışıkla aydınlanıyordu.Üzeri tahta bir kepenkle örtülebilen ahşap yazı masası, bir puro kalınlığında o sırtı çizgili eski pelikan marka dolmakalemlerden vardı, yere serili küçük bir yörük kilimi,kitaplığına gelişi güzel dizilmiş bir sürü roman hemen dikkatimi çekivermişti...Eğer olur da burada işe alınırsam mutlu olabileceğimi düşünmüş,İçimi bir sevinç kaplamıştı.Birlikte edebiyattan, dolmakalemlerden ve yörük kilimlerindeki imlerin anlamından sözedebileceğim bir insan, bir patron...Hayallerimin bile ötesindeydi bu. Ancak Hasan bey'in yaltaklanma, yakınma her türlü af ve aman dileme sözcüklerini duymaya başladığımda, ve o kelimelerin yüzüne vermesi gereken acı, utanç ifadesi yerine patronun çehresinde bir zafer, bir coşku anlamı gördüğümde bu hayallerim çabucacık sönüvermişti bile.

." Çok kötü durumdayım ağabey .Bittim ben " derken bana keyifli keyifli gülümsüyor göz kırpıyordu..Sonunda gösterisini bitirip telefonu kapatırken,

." Hoşgeldin oğlum " dedi kendinden gurur duyduğu anlaşılan bir sesle.." Bak...Gördün mü..Para böyle kazanılıyor işte...Aynı benim gibi ağlayacak,ağabeycim çekecek, sıkıştığında hep gözyaşı dökecek gerektiğinde el öpeceksin. ha ha ha....Ticaret, para bu. Ticaret ,dünya varolalı beri yalnızca yalan, kandırmaca ve oyun üzerine kurulmuştur.Birine bel büküp ağabey diyebilirken, hemen ardından öbürüne aslanlar gibi kükreyip alacağını koparabilmelisin.Nasıl yapabilir misin bunu "

Hasan Beyin, düşlerimi bir kasırga gibi altüst eden konuşması sırasında hep beni işte sanan,ve yine işten çıkarıldığımı söyleyecek, söyleyebilecek gücümün artık olmadığı karımı, ona istediğim eğitimi veremediğim ve geleceği daha şimdiden belirlenmiş çocuğumu, uzak, çok uzak, kentin çok çok uzaklarındaki evimin ödenecek , ödenmesi gereken kirasını düşündüm....Eğer şimdi yalnız olsaydım, hayata sorumluluklarla böylesine bağlanmasam kapıyı vurup çekip gitmez miydim,paran da senin olsun ona buna ağlaman kükremen de senin olsun diye odayı terketmez miydim...Her ne kadar kaybedenler klübünün kıdemli, eski bir üyesi olsam da, benden akşama ekmek bekleyen ve onlara yeraltında, o yüzsüz, çöplük arsaların manzarasında, geceleri başyastıklarında korkusuzca gezinen hamamböceklerinin kabusunda bir kader biçtiğim küçük ailem vardı...

." Tamam efendim." dedim kısık, saygılı bir ses tonuyla ." Söylediklerinizi yapmaya gayret ederim.Merak etmeyin siz.Gerektiğinde ağlar, gerektiğinde kükrerim ben.Buna hiç şüpheniz olmasın."

." Aferim oğlum " dedi Hasan bey.Sapı süslemeli, pirinç bir kağıt açacağı ile oynarken.. ." Akıllı, efendi bir çocuğa benziyorsun.Yarın sabah 9 da burada ol "

Odadan çıktım. Sekreter kız, bir oyuncak bebek gibi başka bir zamanda donup kalmıştı.Sokaklar bembeyazdı...Beni o çok uzaklara, bir yerin altındaki evime götürecek Çobançeşme'deki otobüs duraklarına doğru yürümeye başladım.Dünya üzerime yıkılıyor, kar içime yağıyordu.

Nejat Güç
Nejat59@hotmail.com


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
5 Kahveci oy vermiş.

 


Yazdırmak için tıklayınız.

 


 Kahveci : Nurcan Candan


ANADOLU'NUN SESSİZ EZGİSİ: FRİGYA

Frigya VadisiBu Anadolu var ya bu Anadolu
Bu misli menendi görülmemiş cömert ana
Bu her yanı meme, bu her yanı dudak, bu her yanı gül
Bu zırnık almadan veren, habire veren yediveren gül
Bu Anadolu var ya bu Anadolu
Bu üç yosma denizde üç defa ıslanan
Gürbüz ırmaklar ortasında susuzluktan çatlayan..."


Anadolu cömerttir, ozan Bedri Rahmi'nin dediği gibi...Sadece yediveren güllerin, dolgun, sarı başakların değil, kültürlerin de harman olduğu topraklardır. Dünyanın en eski, en bereketli yerleşim alanlarından biridir. Anadolu, çoğu Batılının böbürlenerek sahip çıkmaya çalıştığı bilgilerin, kültürlerin, öykülerin, türkülerin kaynağıdır. Avrupalıların Yunan mitologyası veya Batı mitologyası olarak adlandırdığı öykülerin hemen hemen tümü Anadolu kaynaklıdır. Aynı biçimde İlk Çağ bilginlerinin, felsefecilerinin de büyük bir çoğunluğu bu topraklarda doğmuş bu topraklarda yetişmiştir.

Anadolu'nun önemli yüzlerinden biri de Kral Midas'tır. Hemşerimiz Midas, bu topraklarda doğmuş, büyümüş, ölmüş ve sayısız efsaneye konu olmuştur. Midas, Eskişehir, Afyon, Kütahya üçgenine yerleşmiş, buralarda sayısız eser bırakmış olan Friglerin efsanevi kralıdır. Midas'ın her tuttuğu altın olur, Midas eşek kulaklıdır. Bugün bile kullanılan birçok müzik aleti, giysi biçimleri, süslemeler, kilim dokuma teknikleri, ahşap işleme teknikleri, günümüzün hamam taslarının ataları, Midas'ın Frigyasında şekil bulmuştur.

Nurcan Candan
arzum@kahveciyiz.com


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
1 Kahveci oy vermiş.

 


Yazdırmak için tıklayınız.

 


 Kahveci : Doğukan Güney


BÖCEKLERİN TANRISI -I-

Şişman adam, oturduğu yerden zoraki kalkarak, kendisini rahatsız eden sineği vurmak istedi; eline bir sineklik aldı ve camda duran daha hayatın tadına varamamış, küçük ve neşeli görünen sineğin üzerine tüm gücüyle vurunca, öldürmenin verdiği zevki cahilce duydu. Tekrar yerine oturdu ve eski, basit ve sıkıcı hayatına geri döndü, üstelik bu küçük olaydan sonra hayatında en ufak bir değişiklik olmamıştı.

Şişman adamın aksine, birsinin hayatında büyük bir değişiklik olmuştu. Bu önemsiz gibi görünen olay, bir başkasının hayatını yeniden düzenlemesine, yeniden doğmasına, yeniden yaşamasına sebep olacaktı.

Küçük sinek, gözlerindeki ağırlığa karşı mücadele vererek biraz da olsa aralamayı başardı. Her yer az önceki gibi simsiyahtı. Tek hatırladığı şey, şişman adam ve elindeki öldürücü sinekliğin hızıyla gelen rüzgarın tüm vücudunu sarması, bacaklarındaki kısa tüylerin ani hareketi, bir saniye bile sürmeyen mavi renkteki sinekliğin sert maddesinin vücuduna yapan çarpma etkisiydi.

Kendine gelmeye başlamasıyla, kulağına kalabalığın anlamsız uğultusu geldi. Heyecan ve korku, vücudunun yorgunluğuna baskın geldi, ayağa kalkma çabası en başta boşa çıktı, daha sonra toprak zemin olarak tahmin ettiği yerden kendini zorlayarak kalktı. Etrafını saran, anlamsız ve belli olmayan bulanık görüntü, yavaşça netleşmeye başladıkça, şaşkınlık ve korku, küçük sineğin tüm benliğini sardı. Artık ne olduğunu merak etmiyordu, sanki içinden birisi tüm kuşkusunu alıp çıkarmıştı. Ruhunun, tıpkı gözü önündeki anlamsız görüntüler gibi boş olduğunu hissetti.

Bu koşuşturmanın ve kalabalığın ne olduğunu merak etmemesini, üzerindeki tembel havaya bağladı. Tembel olduğu vakitler sırf kendini düşünür, dışarıdaki olan olayları görmezlikten gelirdi.

Böyle ayakta dikilip durmaktan bıktığı için, etrafını kolaçan etti. Vücudunun yorgunluğu kendini hissettirmeye başlamış, altı bacağının da titrediğini ve tutmadığını fark etmiş, antenlerinin eğildiğini anlamış, yedi odacıklı gözünün puslandığını görmüştü.

Etraf zifiri karanlıktı, ama öbek öbek sanki yukarıdan birileri fener tutuyormuş gibi ışıklar, onların altında da sürekli konuşan, çaresizlik hareketleri gösteren, acı duydukları uzaktan anlaşılan, grup grup canlılar vardı. Her ışık huzmesi, kendi altını aydınlatıyordu. Ama bu aydınlık çok küçük bir alana dağılıyor, yalnızca kendi hacmi kadar yere yayılıyordu. Bu öbek öbek kalabalıklardan, anlamsız gürültüler yükseliyor, hepsi bir ağızdan konuşuyor, başlarına gelen bir felaketten yakınıyorlarmış gibi bağırıyorlardı.

Şu ana kadar kimse küçük sineğin farkına varmamıştı, zaten kimse kimseyle ilgilenmiyor, herkes kendinle uğraşıyordu.

Küçük sinek, bu kalabalıkların derdinin ne olduğunu merak etmedi, içinden öğrenme isteği gelmiyordu, sanki sırf kendi durumunu düşünmek, kendiyle ilgilenmek istiyordu.

Kendini kaybetmiş halde yürürken, birden kalabalığın birine yaklaştığını ve söylenenlere kulak kabarttığını fark etti. Bu haline şaşırdı.

Çok çirkin bir kalabalık vardı. Bunların hepsi, sürüngen böceklerden oluşuyordu. Ağızlarından çıkan kötü nefes, kaba saba konuşmalar, hepsinin kimseyi dinlemeksizin konuşması, bakla şeklinde bölmelere ayrılmış karınları, iğrenç görünen antenleri, yere silme şekilde yapışan vücutları, kapkara gözleri ve çok pis görünen kabukları, küçük sineğe tiksindirici gelmişti.

Küçük sinek, nerede olduğunu, bu böceklerin neden burada toplandıklarını, neden herkesin bir grubu olduğunu merak etmiyordu. Hiçbir soru sorma gereği duymadı, sanki bu iğrenç yaratıklarla konuşmaktan tiksiniyordu.

Kendi içindeki duygulara şaşırıyor, yaptığı hareketlerin kendi hareketleri olmadığı düşünüyor, kendini diğer canlılardan üstün görüyor, üstelik bu kendini beğenmişlik ona iğrenç değil, aksine haz verici geliyordu. Kendini, kozasını sonunda yırtmış ve içindeki enerjiyi dışarı çıkarmış hissediyordu. Hiçbir şey düşünmüyor, yalnızca hareket ediyordu. Bu durumdan oldukça hoşnuttu, sanki yenilenmiş, üzerindeki çekingenlik ve eziklik toprağını atmıştı.

Önünde duran kalabalıktan, şişman bir böceği gözüne kestirdi. İnce ve yağlı eleriyle böceğe, midesi kalkarak dokundu, bunu yaparken, "hiç ihtiyacım yok, laf olsun diye seninle konuşuyorum," havasındaydı.

Şişman böcek, koca gövdesini döndürürken çektiği zahmet, küçük sineğe çok zevk verici göründü. Şişman böcek döndüğünde, kafasını zorla yerden kaldırarak, küçük sineğe baktı. Böceğin, kocaman iki tana fil dişine benzer dişi vardı, zifiri karanlık gözlerinden eziklik ve acınası bir hal okunuyordu.

Küçük sinek, ona acımak yerine tiksinti duydu, bu kendini küçük gösterme çabalarından iğrendi ve onunla konuşmaya kendini mecbur hissettiği için sinirlendi, neredeyse böceği ezecekti.

Böcek ona şaşkınlıkla bakıyor, ağzından bir şey çıkacakmış gibi davranıyor, ama bir türlü cesaretini toplayamıyordu.
Böcek birden:

- Ama…ama… sen bir sineksin! dedi kendinden beklenmeyecek bir hareketle bağırarak.

Küçük sinek, bu harekete içerlemiş gibi böceğin üzerine çıktı, yukarı doğru bakmaya başladı. Işığa doğru bakıyor, bunun kaynağının nereden geldiğini bulmaya çalışıyordu. Etrafındaki gürültünün kesildiğini, tüm iğrenç siyah gözlerin kendi üzerinde olduğunu hissetti. Eskinden olsa bu bakışlardan rahatsızlık duyardı, ama şimdi bundan zevk alıyor, o gereksiz böceklerin ondan başka bir yere bakmalarını istemiyordu. Eğer ağzında gülme fonksiyonu olsa, kahkahalarla gülebilirdi. Başını aşağı, böceklerin üzerine kibirle ve yavaşça doğrulttu. Bakışlarından rahatsız olmalarını, ondan korkmalarını istiyordu.

Kendinde muhteşem bir güç hissetti ve:

- Böcekler! Burada ne arıyorsunuz. Şüphesiz ki siz benden daha alçak yaratıklarsınız, ama benimle aynı havayı soluma şansına sahipsiniz, çok şanslısınız. Kendimi sizden daha üstün görmemin sebebi, sizden farklı olarak yaratılmış olmam ya da uçabilmem değil, içimde hissettiğim liderlik isteği ve hiç tükenmeyecek olan güçtür. Şimdi sizlerden iyi konuşan biri çıksın ve burada ne aradığınız söylesin.

Böceklerin hepsi de farklı şekillere bürünmüştü. Kimisi kızgınlık, kimisi şaşkınlık, kimisi korku, kimisi de sevinç emareleri gösteriyordu. Küçük sinek, bu bakışlardan zevk alıyor, bu anın hiç bitmemesini istiyordu.

Sonra, kalabalık yüzünden ışığın altına girememiş, karanlıkta kalmış böceklerden biri kalabalığa sokularak konuşmaya başladı. Bu böcek, önceki böcekten daha şişmandı, vücudu yere sürtünerek ilerliyordu, dişlerinin üzerindeki kısa beyaz sakallar yaşını belirtiyordu. Hırıltılı sesiyle:

- Hepimiz öldük. Hepimizin hatırladığı tek şey, ölüm şeklimiz. Bunca zaman Tanrı'ya inandık. Ama görüyoruz ki, meğer bir yalanmış. Öldük ve buraya geldik. Burası çok çirkin bir yer. Biliyoruz, biz de pek güzel hayvanlar değiliz, her şeye layık olamayabiliriz, ama Tanrı bizi neden böyle ortada bıraktı, anlayamadık. Her zaman öteki dünyayı düşledik, Tanrı'ya dua ettik, hayatımız boyunca eğilip kalktık, ahlaksızlıktan kaçındık, iyi olmaya çabaladık, hayatın zevklerinden her zaman mahrum kaldık, çünkü hep öteki dünyayı düşündük. Şimdi ise burada ne yiyecek var, ne yatacak yer var, ne de içecek var. Tek sahip olduğumuz bu kaynağı belli olmayan ışık. Hepimiz onun etrafında toplanıp, ne yapacağımızı bilemeden sadece bekliyoruz.

İhtiyar böcek konuşmasını bitirince, kalabalıktan onu onaylayan homurtular yükseldi. Küçük sinek, hiçbir şey anlamamış gibi böceklerin yüzüne bakıyordu. Bir an gerçekleri hatırladı. Ne yapacağını bilemedi. Sonra, sanki cevapların olduğu yer orasıymış gibi tekrar ışığa doğru baktı. Tek görünen şey, bir ışık huzmesiydi ve başka hiçbir şey yoktu. Küçük sineğin aklına gelen fikirle yüzü parladı ve:

-Siz merak etmeyin! Benim uçma yeteneğim, bu kaynağı bulacak ve gerçeği size anlatmama yardımcı olacaktır. Yalnız bir şartım var. Ben oraya gideceğim ve size gördüğüm şeyleri bir bir anlatacağım. Daha sonra, siz de buna karşılık beni Tanrı'nız kabul edeceksiniz.

Sözleri bittiğinde kalabalıktan yükselen uğultu tüm havayla birlikte, küçük sineğinde içini kapladı. Kalabalığın iradesi altında olmadan, kendiliğinden kabul edilen yasalar gibi, şişman böcek de oradaki böcek kitlesinin sözcüsü olmuştu. Kendini kalabalık için konuşmak sorumluluğu altında hissettiği için:
- Ne yani, sana neden tapacağız ki? Sen de bizim gibi bir varlıksın. Ne olağanüstü güçlerin var, ne de bizlerini yaratan sensin. Yıllardır inandığımız Tanrı'mızdan vazgeçip, sırf sen şu ışığın nereden geldiğini bulacaksın diye, sana mı inanmamızı istiyorsun?

Kalabalık, yine aynı şekilde şişman sözcüyü onayladı. Sinek, kendini çok güçlü hissediyordu. Zaten beklediği itiraz, önceden yeri açılmış bir çukura gereken malzemenin koyulması gibi gediğine oturtulmuştu. Söze başlarken kendini yenilmez, heyecanlı ve iradeli hissediyordu, bu duygusundan dolayı da nefesi kesilmeden ve etkileyici şekilde konuşabiliyordu:

- Hala gerçeği görmüyor musunuz? Tanrı'nın hiçbir zaman var olmadığını, onun sizin kafanızda yaşadığını ne zaman anlayacaksınız? İşte öldünüz, Tanrı'nız nerede? Üstelik o çok sevdiğiniz ve inandığınız Tanrı'nın gerçek yüzünü göremiyorsunuz. O Tanrı, size, önünde sabah akşam eğilmeniz gerektiğini, kendinden başka kimsenin güçlü olmadığını, sizin hiçbir kıymetiniz olmadığı için tek yapabileceğiniz şeyin ondan korkmanız gerektiğini, iyilik yaparak, ahlaklı olarak, erdemli olarak kendinizi kısıtlamanızı, eğer bu kurallara uymasanız da sizi cehennemde yakacağını söyleyip, sizi kendine inandırmaya mecbur etmedi mi? Sizi sırf kendi zevki için yarattığını, başınıza felaketler getirerek sizinle eğlendiğini, üstelik de tüm bunların siz de daha doğmadan yazıldığını söylemedi mi? O halde, neden hala bu kötü Tanrı'ya inanıyorsunuz? Siz, ondan daha kudretlisiniz, çünkü siz, onun gibi başkalarının kendinize tapmasını istemiyorsunuz.

Sözlerini bitirdiğinde, tüm böceklerin kafalarıyla birlikte sanki tüm havayı dondurmuştu. Bu sineğin söyledikleri hiç de mantıksız gelmiyordu. Ona karşı bir sempati ve saygı uyanmıştı, içlerinde. Yine de yıllarca inanılan ve ona göre yaşanılan şeyleri bir çırpıda atmak çok zordu, zira bu zamana kadar yaşadıkları hayatın, boşu boşuna gittiği düşüncesi, kabul edilemez bir şeydi. Öte yandan, bundan sonra rahatça ve umursamazca yaşayabilirlerdi. Üzerlerinden sorumluluk kalkmış, kendilerini daha özgür hissetmişler ve bu da tarifsiz bir mutluluk aşılamıştı, çirkin ama düşünceli böceklerin üzerine.

Yine kitlenin ağırlığını üzerinde hisseden şişman böcek, kendini bir şeyler söylemek zorunda hissettiğinden:

- Peki sinek, söylediklerin hiç de mantıksız değil. Bir Tanrı'nın olmadığına daha ne zaman inanacağız, bu durumda bile inanmıyorsak, bu budalalık olur. Ama seni neden kendimize Tanrı seçelim ki? Biz artık kendi kendimizi yönetebilir, kendi kendimize yaşayabiliriz. Üstelik bundan sonra, şu ışığın kaynağını merak etmiyoruz.

Bu son söz üzerine, kalabalıktan huzursuz bir uğultu yükseldi. Belli ki onlar şişman böcek gibi düşünmüyorlardı. Şişman böcek de buna alınmış, kendini sözcülükten azat etmeye karar vermiş, fakat sonra bunun saçma olduğunu düşünerek vazgeçmişti. Sinek gururla:

- Galiba halk senin gibi düşünmüyor. Merak etmeyin, bu ışığın nereden geldiğini öğreneceğim ve size anlatacağım. Beni neden Tanrı olarak seçmeniz sorusuna gelince, bu sorunun cevabını şimdi değil, geri geldiğimde açıklayacağım. Bu uçsuz ışığa doğru gitmek hiç de akıl karı değil, çünkü bir kaynağı olduğu bile şüpheli. Bu yolculuk ne kadar sürer bilmiyorum, ama ben döndüğümde sorunuzun cevabını zaten kendi kendinize vermiş olacaksınız.

Sözcü böcek:

- Nasıl olacak o iş. Üstelik bu söylediğin sözlerden hiçbir şey anlamadık. Az önce kendin bir Tanrı'nın olmadığını, Tanrı'nın bizi kısıtladığını söyledin, neden şimdi yeniden bizim başımıza bir Tanrı getirmeye uğraşıyorsun?

Halk bu sefer sözcünün konuşmasını beğenmiş, ona yakın olanlar sırtını sıvazlamıştı. Sinek, bu sorulara nasıl cevap verdiğinin farkında değildi. Her şeyi akışına bırakmanın zevkini ve rahatlığını yaşıyordu. Sözcükler ve etkileyici fikirler, ağzından kendiliğinden çıkmak için uğraşıyor, onu bu sözleri söylemeye mecbur kılıyordu. İçindeki duyguları tahlil etmekten bıkmış, kendini hayata koy vermişti. Cevap verdi:

- Hayır! Ben, sizden yalnızca beni Tanrı'nız olarak kabul etmenizi istiyorum. Bununla birlikte, bana ibadet etmemeniz gerektiğini, benden korkmanızın yersiz olduğunu, benimle sizin aranızda yalnızca akıl farkı olduğunu kabul etmenizi istiyorum. Beni bir Tanrı olarak görmeniz, size korkutucu gelebilir, ama inanın ki bir Tanrı'nın olmadığı düşüncesi de en az onun kadar korkutucu. Ben size yardım etmek için bunu istiyorum. Yıllarca inandığınız Tanrı gibi kendimi değil, yalnızca sizleri düşündüğüm için bunu söylüyorum.

Tüm ortamı karanlık bir sessizlik doldurdu. Böceklerin içlerindeki sıkıntı biraz olsun kaybolmuş, kendilerini başkasının sorumluluğuna ve yönetimine bırakmanın, farkında olmadan mutluluğunu yaşıyorlardı.

Sinek kendine olan inanılmaz güveniyle:

- Siz bunu düşünün halkım. Kendinize durmadan sorular sorun ki, doğruyu benim aracılığımla değil, kendi iradenizle bulasınız, çünkü ancak o zaman kuşkusuz şekilde inanırsınız. Ben yukarı doğru, bilinmez karanlığın içine doğru, süresi muamma bir yolculuğu çıkıyorum. Emin olun ki, hep sizi düşüneceğim. Haydi hoşça kalın!

Bu son sözleri oldu ve başını ilahi bir güçle yukarı doğru kaldırarak, içindeki şüpheden ve korkudan kurtulmaya çalışanların, korkularıyla yüzleşmesi gerektiğini düşündükleri gibi bir kararlılıkla, sanki yıllar sonra ilk defa kullandığı kanatlarını açarak, soğuk havayı duyarlı vücudunda hissetti ve hayran bakışlar içinde yukarı doğru yavaşça süzüldü.

Devamı yarın

Doğukan Güney


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
1 Kahveci oy vermiş.

 


Yazdırmak için tıklayınız.

 


 Kahveci : Mete Çağdaş


TEHDİT!..

( Cumhuriyet rejiminin bedeli ve karanlıkta ıslık çalanlar!...)

Vakit'li bir tehdit mail'i aldım...
Ö.Ç isimli bir şahıs " VAKİT ŞİMDİ DAYAK VAKTİDİR!.." başlıklı yorumuma çok içerlemiş
ve bana mail atarak " sen kimsin? vakit'in arkasında milyonlarca insan var" demiş

Şimdi o mail'i aynen noktasına virgülüne dokunmadan size aktarayım.
" Sen benim anamın bacımın dinine,kitabına karışacaksın
ondan sonra da karşı görüşte biri olunca linc edeceksin.
Sizin gibi pabuçumun milliyetçileri hiçbirşey yapamaz.
O vakitin arkasında milyonlarca insan var.
Sen kendini ne zannediyorsun?
Daha 2 gün önce komutanın biri başörtülü diye bir kızcağızı kürsüden indirtti.
Bumudur insanlık?Niye şehit cenazelerinde başörtülü kadınları kovamıyorsunuz?
yemiyor değil mi?nedense hep başörtülü kadınların evladları şehit oluyor
ve o komutanlar onların yanında duruyor.devletin memurları
başbakanı cumhurbaşkanı nı tanımazsa,
bu devletin boyundurluğunda yaşayan insanlar ne komutan takar ne asker.
benim seçtiğim başbakanı cumhurbaşkanını tanımayanı
ben hiç tanımam başbakanı cumhurbaşkanını ben seçtim
ama devletin memurları komutanları ben seçmedim.
Unutmayın siz sesinizi avazınız çıktığı kadar bağırarak çıkarırsınız
biz sesiz kalırız biz bağırdığımız zaman
ama sizde ne ses kalır nede kulak ne kuru bi don...bilmem anlatabildimmi "
Evet bana mail yoluyla gönderilen üstü kapalı tehdit aynen bu.
Varın yorumunu siz yapın...

Mete Çağdaş
mettecagdas@hotmail.com


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


8,208,208,208,208,208,208,208,20
5 Kahveci oy vermiş.

 


Yazdırmak için tıklayınız.

 


 Dost Meclisi


YORUMLARINIZI GALERiMiZDEKi iLGiLi BÖLÜME BIRAKABiLiRSiNiZ.
Yorumlarınız için bekleriz.

Fotograf : Mete Çağdaş

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 4.800 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.


 


 Tadımlık Şiirler


BİTECEK

Bitecek bu dünyada her şey bir gün,
Gülmeler bitecek, susmalar da bitecek,
İçimde sakladığım sırlar da,
Bedenimle gömülecek.
Umutlarım da, sonsuz hayallerim de tükenecek.
Ve bir gün, sabaha uyanmak için,
Uykuya daldığım bir akşam,
Ömrüm bitecek...

Neslihan Güzel

Yazdırmak için tıklayınız.

 


 Bulmaca - Sudoku






SUDOKU bir mantık bulmacası. "Suji wa dokushinsha ni kagiru" nın kısaltılmış hali, "Sadece tek sayıya izin var." diye tercüme edilebilir.

Kuralı çok basit. Her boş kareyi 1'den 9'a kadar bir rakamla doldurmak zorundasınız. Ama karelere yazılacak rakamları öyle ayarlayacaksınız ki, her satırda, her sütunda ve 3 x 3 kareden oluşan her blokta 1'den 9'a kadar bütün rakamları kullanacaksınız.
Gitmek için tıklayın.
Kolay gelsin.



Yazdırmak için tıklayınız.

 


 Biraz Gülümseyin






KMTV Sunar...

 


 Kıraathane Panosu




ben.sen.o@kahveciyiz.com

Böyle bir adresiniz olsun ve Google rahatlığıyla kullanayım diyorsanız, adınızı soyadınızı ve kullanmak istediğiniz kullanıcı adını editor@kmarsiv.com adresine yollayın. Hemen alıp 2GB kapasite ile kullanmaya başlayın. Neye benzediğini gmail.com adresi kullanan arkadaşlarınıza danışabilirsiniz.

Tamamen ücretsiz, sadece siz kahvecilere özel.






Merih Günay'ın "Martıların Düğünü" adlı ikinci öykü kitabı yayınlandı. h@vuz yayınları arasından çıkan kitap, Ankara: Dipnot, Arkadaş, Turhan, Bilimsanat, İmge ve Dost Kitabevleri yanısıra Net Kitabevleri'nden ve www.kitapyurdu.com sitesinden de temin edilebilir.






İstanbul için Son Hava Durumu
ISTANBUL ISTANBUL
Ankara için Son Hava Durumu
ANKARA ANKARA
İzmir için Son Hava Durumu
IZMIR IZMIR
Kaynak: http://www.meteor.gov.tr


 


Akın Ceylan

 İşe Yarar Kısayollar


  Şef Garson : Akın Ceylan

Bilgisayarınızda mutlaka bulunması gereken bazı yardımcı yazılımlar vardır. Bunları her ihtiyacınız olduğunda çabucak bulmak ve kullanamak istersiniz. http://www.100-downloads.com/ web sayfasında 15 farklı kategoride sınıflandırılmış tamamı free yazılımlar bulacaksınız. Konu başlıklarına bakarak gruplandırmaya göre size uygun olanları seçip bilgisayarınıza indirip kullanmaya başlayabilirsiniz. Bedava hayat oh ne rahat.

En kral oyunların bulunduğu :) web sayfası http://www.kraloyun.com/ Şaka bir yana oğlumun en sevdiği flash animasyonlu oyunların bulunduğu, web sayfası olarak tavsiye edebileceğim ve ara sıra vakit geçirmek için kullandığım güzel bir ortam.

Haberleri internet ortamında takip etmenin bir kolay yolu daha http://www.haberweb.com Tüm haberlere ulaşabileceğiniz, hoş bir web sayfası. Ayrıca ilginç haberler, şakalar, ilginç video ve resimler de mevcut olan bir web sayfası.

http://www.cekulvakfi.org.tr ÇEKÜL gönüllüsü olmak... Onun penceresinden bakabilmek farklı geliyor bana. Ben İç Anadolu'da mitolojik adı Halys olan Kızılırmak'ın yay çizdiği, Ana Tanrıça Kibele'nin yarısı yıkılmış devasa heykelinin bulunduğu, birçok coğrafyaya kısmet olmayan 260 adet höyük ve tümülüsüyle, Selçuklu'nun kurduğu gök bilimleri medresesinin gölgesinin düştüğü tarihi ve doğasıyla bir bütün şehirde yaşıyorum...

 


 Damak tadınıza uygun kahveler






http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.

Gom Player Version 2.1.8.3683 / Windows / 4.48 MB http://www.gomplayer.com/down/GOMPLAYERENBETASETUP.EXE
Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.

 


KAHVE MOLASI ABONELERi Google Grubuna üyesiniz. İlginize teşekkür ederiz.

ABONELiKTEN AYRILMAK İÇİN :
KM-abone-unsubscribe@googlegroups.com
(Gönderdiğiniz mesajın abone olduğunuz adresten gittiğine emin olunuz.)

ÜCRETSİZ ABONE OLMAK İÇİN :
Google Gruplar KAHVE MOLASI ABONELERi grubuna kayıt ol
E-posta:


Arkadaşlarınıza önermek ister misiniz?


Kahve Molası MS Internet Explorer 5.0+ ve 800x600 Res. için optimize edilmiştir.
Uygulama : Cem Özbatur - 2002-07©KAHVE MOLASI - Her hakkı saklıdır. Yayın İlkeleri

 






Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM




Imagine - John Lennon









Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20071128.asp
ISSN: 1303-8923
28 Kasım 2007 - ©2002/07-kmarsiv.com