Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 6 Sayı: 1.333

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 11 Aralık 2007 - Fincanın İçindekiler



 



 Editör'den : Dön baba dönelim!..


Merhabalar,

Gene uyutuluyormuşuz gibi bir hisse kapıldım. Şu "Eve dönüş yasası" yaygarası sanki yeni bir buluşmuş gibi gündeme sokulmaya çalışılmıyor mu, benim de gülesim geliyor. Böyle bir yasadan ne umulur ne bulunur tecrübelerle sabittir. Böyle bir yasadan fayda ummanın iki değişik açıklaması olabilir. Ya karşındakileri tanımıyorsun da acaba diyorsun ya da kendi vatandaşını oyalıyorsun. Teröristin karda kışta üşüyüp askere teslim olmasını beklemekle onları salak yerine koymak birdir bana kalırsa. Bir kere her ne kadar "Af" sözcüğünden bilinçli olarak kaçılıyorsa da, buna adıyla sanıyla af denir. Dalga dümen yapmanın alemi yok. Peki bu af Türkiye'de nasıl yankı bulur? İşte orası muamma. Bana kalırsa büyük infial uyandırır. İlk emareleri de görünmeye başladı bile. Bir süre sonra geri dönülmez bir noktaya da gelinebilir. Zira "af" bir kere çıktı mı ağızdan geri dönüşü zordur. Bu halkın bir affa daha tahammülü var mıdır, işte orası tartışılır. Hadi diyelim bu yasa pek rağbet gördü ve dağdakiler sürüler halinde teslim olmaya başladılar, peki sonra? Sonra ne olacak? Bunun altını dolduracak ne gibi bir projen var? Kışı geçirsinler diye sıcak yuva sağlamaktan öte gidebilir misin? Peki bahar geldiğinde yaylaya çıkacak dönüşçüye dur diyebilecek misin? Aş ve iş vermeyeceksen o adamı burada nasıl tutacaksın? Teslim olacak birkaç yüz kişi ile bu işin bittiğini söylemiyeceksin herhalde? Zira bu öyle bir döngü ki, giden kadar gelen de olacak, devran durmaksızın dönecektir. Adına bölücü deyip, bilahare pişman olup eve dönmelerini istediğin ademlerin bölmekten vazgeçtiğinden emin olabilir misin? Bu sorulara benim cevabım hep olumsuz. Öyleyse bu yasanın yararlı olacağını bana birileri anlatsın da ikna olayım.

...

YÖK'e yeni başkan atandı. İlk haberde türbana sıcak bakan biri olarak tanıtılan Prof. Dr. Yusuf Ziya Özcan sanırım herkes için bir emniyet sibobu olacak özellikte biri. Öğrencilerinin kendisinden sitayişle bahsetmesi adam gibi adam olduğunun kanıtı. Türban konusuna gelince, o konuda zaten YÖK'ün bir dahli yok. Fikrini ise özgürce söyleme hakkı var. Değerli bir adamı türbana dolayıp tukaka ilan etmenin de anlamı yok. Bu YÖK'ten hepten kurtulmak imkansız olduğuna göre bir atanmışın iktidarla fazla güreşme eğiliminde olacağını söylemek te anlamsız oluyor. Bekleyelim görelim bakalım. Esenkalın.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur








 


 Kahveci : Kübra Albayrak


BEN AĞLAYINCA SEN…

Gidersin diye korkmuştum geldiğinde. Geldin diye gitmezsin sanmıştım. Meğer bir çok gidiş ve gelmeler yani hepsi aynıymış işte. Gelenler ve gidenlerden ibaretmiş hayat. Oysa ben hayatı; boğaza nazır, aileyle kahkahalı bir kahvaltı sanıyordum. Giden gelen pek olmadı hayatıma o baharlarda.

Daha küçüktüm geldiğinde,geldiğini bile fark etmemiştim. Kaldırımda ki en iyi oyun arkadaşımdın. Futbol maçlarında hep aynı takımdan olurduk. Bazen almazlardı beni oyuna kızım diye. sen kızardın kızınca da kızarırdın, kızarınca utandığını sanırdım. Oysa sen benim yüzümden sadece kızıyordun. Benden bir yaş büyüktün ve abim gibi bir şey oldun çoğu zaman, merhametliydin. Ben ağlayınca -ağladığımı bir sen görürdün- sessizce yanıma gelir akan yaşlara kan damlasıymış gibi bakardın ve hiç dokunmazdın. Oysa ben beklerdim gözlerimi silmeni, teselli içerikli cümlelerini, beni güldürmek için tebessüm eden ela gözlerini.

Sen geldiğinde daha küçüktüm ben iklim kuşaklarını öğreniyordum okulda, sınıfın erkekleriyle bilek güreşi yapıyor ve sayende hep yeniyordum. Okula gidiyor,eve geliyor, mahalleyi birlikte alt üst edip manav Hilmi amcadan elma çalıyordum. Sen geldiğinde ben daha küçüktüm ve sesim çok kötü diye bağıra bağıra şarkı söylüyor, annemden terlikler yiyordum. Mahallenin çocuklarıyla bilye oynuyor, onların uçurdukları uçurtmalara bakıyordum. Sonra bir gün sen bana yemyeşil, yeşilin en güzel tonundan bir uçurtma getirdin. Kapalı alanlardaki göz rengine benziyordu. Gözlerin güneşte ela karanlıkta yeşil oluyordu… Ben en çok elasını severdim gözlerinin. Sen yeşil uçurtmayı uçururdun ben senin ela gözlerine bakardım ve hiç yakalanmazdım sana. Çocukluğumuzu inkar ettiğimiz ama en çok çocuk olduğumuz vakitlerdeydik.

Rüzgar yavaşladı sonra uçurtma uçmaz oldu. Mahalle maçlarından tahliye edildi tüm oyuncular kız erkek bakılmaksızın. Kaldırımlar genişletilip boyandı. Sen kızınca kızarmayı, ben senin yanında bile ağlamayı bıraktım. Hilmi amca kör bir maganda kurşununa kurban gitti. Ve biz büyüdük. Yani büyüdüğümüz söylendi, belki uçurtmamız olsa gene uçururduk ve ben sileceğini bilsem şimdi bile ağlarım…

İlk okulun 3. sınıfında taşındınız mahalleden ayrılığımız dün gibi. Ağlamıştım silmek için elini uzattın ilk kez ama dokunmadın. Hoş bir hoşçakala ve göz yaşlarıma sırtını dönüp gittin. İçimi acıttın gideceğini düşünmemiştim. GİTMESEYDİN…

Lise birde karşılaştık seninle evet aynı okuldaydık. Beş yıl aradan sonra sen gene yanımdaydın işte nasılda değişmiştin; saçların, küçük burnun, beyaz tenin her şeyin değişmiş gözlerin dışında. Onlar hala ela… Çocukluğumuzu, çocukça sevdamızı gençliğimize mâl edip lise sıralarında yaşamaya başlamıştık. Zaman, yaşadıklarımız, görünüşümüz değişse de, bak değişmemişti bakışlarımızdaki çocukluğumuz. Hala biraz ağabeyim, biraz sevdiğim biraz hasretimdin. Sonra gençliğin toz pembe hayallerinden sıyrılıp en koyu siyah gecelere girme vaktimiz geldiğinde sen bırakmak istemedin beni, benimden sen ayrılmaya hiç niyetim yoktu hani.

Geceler gündüzler karardı bir an pembeyi bırakalı çok olmuştu zaten. Gündüzlerimi kaybettim, gecelerin soğuk köprü altlarında kalakaldım sensiz. Ağladım hıçkıra hıçkıra dokunmasan da gelirsin diye ağladım. Ama sen gelmedin. Ölüm bu kadar acıtmamıştı canımı Hilmi amca da. Ama senin ki; sanki ben intihar acısı çekiyordum hayatın kollarında. Oysa sen geldiğinde daha küçüktüm ben ve gittiğinde büyümemiştim henüz…

(ilklere ve teklere)

Kübra Albayrak


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


9,609,609,609,609,609,609,609,609,609,60
5 Kahveci oy vermiş.

 


Yazdırmak için tıklayınız.

 


 Kahveci : Doğan Ormankıran


Hiç Konuşmayacak mısınız?

"Büyük yazarlar, ülkelerinde ikinci hükümet gibidirler. Bu nedenle, hangi rejim olursa olsun önemsiz yazarları sever, asla büyük yazarları değil" demiş Aleksandr PUŞKİN yayınlanan bir röportajında.

Yazar muhaliftir. Yazar aykırıdır, yazıları kadar yazgıları da aykırı olmalıdır. Yıkık kentler gibi ne tarafından baksanız hayatın izlerini taşır.

"Muhalefet" işte bu yüzden gerekli. Muhalefet, 'yapısal bütünlüğü' kırar, toplumdaki 'değişmezliği' sarsar. Muhalefet sayesinde, yapısal bütünlükte açılan çatlaklarla toplumlar değişir.

Kentler ne kadar aykırı fikri barındırır bir arada, anılarımızın izini süpüren, yeryüzüne kazınmış insan tırnaklarını yok eden soyut, modern kentlerin yazgısıdır. İnsanoğlunun da yazgısı…

Yeryüzünün ve kentlerin anılara ihtiyacı vardır. Bir arada yaşamanın, birbirine tutunmanın yolu geçmişini gören, bilen gözlerden geçer. Kolektif geçmişin izlerini koklayarak, kokusunu duyarak birikir yeni görüntüler… Ebedi kozmosta var etmeyi, anılarla düş kurmayı, belleğin bilgisiyle yeryüzünü şekillendirmeyi beceren insanlar, kentler verir dünyaya rengini, renklerin en ahenklisini. Oysa görülmeyen bütün düşler, unutulan tüm görüntüler karanlığın ta kendisi değil midir?

Şimdi ne yazılabilir bütün bu olan bitenlerle ilgili. Söze nereden başlanır? Sözün kıymeti harbiyesi hala var mı? Seni kim takar, sen kimsin? Sesini nereye ulaştırabilirsin? Ulaştırsan bile kim dinler seni? Sonra sen kimsin?

En iyisi hiç düşünmemek. Varsın bir tek konuda bile olsa senin fikrin olmasın. Zaten düşünmek dediğimiz eylem çok yorucu bir eylemdir. Baş ağrıtır, uykusuz bıraktırır, aç bırakır, hapis yatırır, yalnızlaştırır. Durup dururken düşünmenin anlamı var mı Allah aşkına? Düşünüp de ne yapacaksın?

Küresel dünya, savaş ekonomisi, serbest pazar ekonomisi, işsizlik, eğitim sağlık, modern kentler, sosyal yaşam alanları, ülkenin geleceği iç ve dış politikalar bir su gibi akıp geçerken müdahale edemediğimiz yaşam alanları…

11 Eylül saldırısı bir psikoza dönüştü ve birilerinin acı ve gözyaşı üzerinden politikalar üretmesine neden oldu. Böyle olunca da herkesin üzerinde ehemmiyetle düşünmesi gereken bir konu oldu.

Bir yerde bombalar atılıyor. İnsanlar yoktan sebeplerle ölüyor ve biz buna dur diyemiyoruz. Yüzyılın savunulan değeri, yönetim şekli demokrasi bu günlerde güçlünün kapitalin yanında yer alıyor. Bunun yanı sıra dış işleri bakanımız bütün bu kargaşaya, ölüme neden olan "Büyük Ortadoğu Projesi'nin" sıkı destekçisiyiz demekten çekinmiyor bile. Muhafazakar, demokrat, İslamcı, gelenekçi bir partinin yöneticisi olduğunu hiçe sayarak ve hem de vicdanının sesini yok sayarak bu projeye destek verdiğini söylüyor.

Bütün bu curcuna içinde gözümüzün önünde canlanan net bir görüntü var. Bütün bu coğrafya birilerinin oyun alanı olmuş ve biz buna seyirci kalıyoruz. Bütün bu hengame sırada hangi ülke, hangi şehir var oyununa dönüştü. "Ateş düştüğü yeri yakar" diye bir söz var. Umarım bu ateş bir gün bizi de yakmaz.

Bir fikrin kumandasında düşen bombalar Irak'ın bütün siluetini değiştirdi. "Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak derken." Artık kent bundan sonra, düşen bu bombaların eseri olarak yıllarca ölen çocukların, gözyaşı döken anaların çığlıklarını taşıyacak sokaklarında.

Kaç aşığa, kaç medeniyete beşiklik eden bu topraklar, belki de tarihinde hiç bu kadar mesnetsiz, uydurma bir sebeple, alçakça bir işgale uğramamıştı. Hem de halkın kendini yönetim biçimi olarak adlandırılan bu adaletsiz demokrasi nedeniyle…

Ne Mars'ın kılıcı, ne Cengiz Han'ın topuzu, ne Fatih'in güllesi ne de tabancalar. Artık yüzyılın en acımasız silahı "Demokrasi" hem de kimi ne zaman, nasıl vuracağı belli değil.

Ya geride kalanlar? Kurbanların havada asılı kalan aşk sözcüklerinin telafisi imkansız acısı, bu acıyı kim öder? Hiroşima gibi, tıpkı Bağdat gibi, tıpkı Kosova'da ya da Bosna'da ve Türkiye'de yaşanan gibi bir acı… Ama bu acı yalnızca "uygar" dünyanın ruhunu ürpertti, şimdi gazap zamanı. Yoksul barbarlar, uygar dünyanın hediyesi yeni bombalar geliyor başımıza…

Dünyayı acılar gezegenine çeviren devletler! Savaş çığlıkları atanlar, bundan nemalar umanlar. Bu topraklarda her türlü insanlık dışı eylemler içinde olanlar, beri tarafta insan hakları raporu yayınlayarak dünyaya insanlık dersi vermektedirler. Ebu gureyb'te yaşananlar, Guantalamo üssünde yaşananlar... Demokrasi uygulayıcılarının Irak'a ne kadar demokrasi getireceğini gösterir niteliktedir. Güç istencinin abartılı körlüğünü de gördük, ruhsal körlüğün kendi gerçeğinden başka gerçek tanımayanların zavallılığını da...

Nereden bakılırsa bu savaş bir kepazeliktir.

Bugünkü Batılı politikacılarla, yarattıkları politikalar ne Batı'daki hümanizm birikimini, ne uygarlığı temsil ediyor. Parayı-spekülasyon aracı olarak ve onun korunma aracı savaş sanayini ve bizzat savaşı temsil ediyorlar.

Albright'a sormuşlardı: "Yarım milyon ıraklı çocuk öldü, bu savaşa değer miydi?" Kadının cevabı şu olmuştu: "Zor bir seçim bu, ama evet, zahmete değerdi." Burada insani değerler ve uygarlık aramayınız.

Felaket seyircisinin bir gün gelip felaket mağduru olmasının dramını da gördük. Kimi insanların sıcak yuvalarında, sofralarına zengin mönüler düşerken ve büyük bir keyifle yudumlarken içkilerini, Irak'taki kardeşlerimiz günlerini sofralarına bir bomba düşme ihtimaliyle geçiriyorlar. Sevdiklerimizle her an vedalaşmaya hazır olmalı… Sonsuz bir gece başlayabilir her an bize…

Birikmiş öfkenin, bastırılmış kinin, aşağılanmış gururun silahları, teknik değil, yalnızca insandır, adanmış insan. Bedeniyle ve zihniyle tekniği kıran, o tekniği de silaha dönüştürendir insan. Savaşma emri veren, Silahı tutan, tetiği çeken ve namlunun çevrildiği hedefte yer alan da insandır. Hepsinin ortak noktasında insan var, ama dünyaya, insana ve insanlığa bakışı farklı.

21. yy. insanın yüceliş yılı olacak mı?

Her şeyi naylondandırılmış meğer bu uygarlığın, insan insan kaldıkça korkulacak yanı yokmuş. Biliyoruz ve beliyoruz. Amerikan uygarlığı savaşla, kanla gösteri yapacaklar, güç gösterisinin histeriye dönüşmüş biçimlerini medyalarıyla gözümüze batıra batıra sahneye koyacaklar.

Para baronları, Amerikan yaşam biçimini dünyanın tek yaşam biçimi yapmaya çalışarak, öteki dünya efendilerine satacaklar. Peki bu düzen böyle sürdükçe terör duracak mı? Gururu incinmiş, yıkılan dünyalar bunca kayıp susacak mı? Terör, devam edecektir, Şiddet, şiddete ebelik edecektir, her katil, öbür katilin sebebi.

Terör denen şey içerisinde yaşadığımız çarpık dengelerin bir yan ürünü ve zamanla kendi kendini yiyip bitirecek bir olgu. Asıl savaş şimdi başlıyor ve bu savaş kıtalar arasında değil kafalar, gönüller arasında gerçekleşecek.

"Eden bulur" diyor, yeryüzünde protestoya çıkan milyonlarca ses… Ve bu sesi vicdan söyletiyor onlara. Bizim hükümetimizde bulamadığımız bu vicdani ses.

İmparatorlukların sembolleri gibi duran bunca yapılar yıkıldılar, yeniden yapıldılar ve yeniden yıkıldılar. Kentler yaşayan insanların ve geçmişin izlerini taşır.

Peki böyle bir ortamda bizler, yani Türkiye'nin insanları için gelecek ne olabilir?

Türkiye'nin derdi şu: Kolektif aklı, kendi aklını dışlayıp, "ecnebi akıllara" biat etmek. Birde bunca derdin arasında ABD ile bir türlü anlayamadığımız müttefik olmanın faturasının ağırlığı. Ve buna destek olan egemen medyaya karşı geliştiremediğimiz yurttaş gazeteciliği.

Türkiye'nin, uluslar arası ilişkilerini, bölgesel dengelerini yeniden gözden geçirmesine yol açacak. Bu sürece göre stratejisini önceden belirlemesi gereken Türkiye'nin ulusal bir politika geliştirdiği kuşkulu.

Para, güç ve iktidar, dünyayı nasıl ki bir ilişki biçimiyle kendine bağımlı kılıyorsa, buna isyan edenlerin de paranın, gücün, iktidarın karşısına dikebileceği farklı bir ilişkiler toplamı olmak zorunda.

Öldürmeyen yara güçlendirir. Ve bizde bu toplumun bir ferdi olarak bu yaralardan çok var… Yeter ki yaranıza bakmaktan utanmayın, bırakın kanasınlar...

Eğer, hiçbir şey gelmiyorsa elinizden, bari vicdanınızın sesini dinlemeyi unutmayın...

Doğan Ormankıran


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
5 Kahveci oy vermiş.

 


Yazdırmak için tıklayınız.

 


Gamze Aytekin

 Kahveci : Gamze Aytekin


  İzmir'e Mektup

21 temmuz cumartesi'yi 22 temmuz pazar gününe bağlayan gece. Saat sabaha karşı 04:30. Sessiz, kalabalık ve karanlıklar içinde İzmir den İstanbul'a yolculuk. Otobüsün 9 numaralı koltuğunda oturan ve elindeki kitabı okuyup, bitirebilmek için hırs yapan ben. Feribot'a binmek için uzun kuyruklar oluşturan arabalar, otobüsler… Yine sessiz, kalabalık ve karanlık gece… Dışarıdan gelen küçük bir çocuk kahkahası. Sessizliği yarıp geçen, karanlığı aydınlatan… Kalabalığın değil sadece benim dikkatimi çeken sarışın bir oğlan. Eli babasının elinde, ikisi de şişmanca ve sonsuz sevimli. Yürüyorlar… Adım adım uzaklaşıyorlar benden. Hiç gözlerimi ayırmadan izliyorum, kontörüm olsa seni arayacağım; ''sevgilim diyeceğim, karşımda oğlumuzla beraber yürüyorsun, sizi çok seviyorum diyeceğim'', belki o minik oğlancığın yanına gidip sesini sana dinleteceğim. Ama yapamıyorum, zihnimde bunları düşünürken, görüş alanımdan baba-oğul ayrılırken, ben de kitap okumaya devam ediyorum, otobüsün sırasının gelip feribot'a doğru gitmesini bekliyorum. Aradan geçen 5 dakikanın ardından yine bir şen kahkaha duyuyorum. Karanlığın içinde mutlulukla çınlayan ve benim tüm dikkatimi dağıtan kahkahanın sahibinin kim olduğundan emin olarak çeviriyorum başımı. Bakıyorum pencereden minicik ellerine, annesinin başına koymaya çalıştığı gri şapkasına, gülen gözlerine… Ailecek bir üçgen oluşturuyorlar, babası elindeki pet şişeyi elinde döndürüp anneye atıyor, annesi havada yakalayıp babaya gerisin geri yolluyor. Oğulları ellerini çırpıyor, gülüyor, zıplıyor. Oğulları kahkaha attıkça, anne ve baba oyunu sürdürüyor. Minicik elleri olan oğlancık güldükçe, anne ve babası gülüyor. Etraf şen kahkahalarla doluyor, otobüste herkes uyuduğundan sadece ben fark ediyorum bu mutlu tabloyu. Onlar ailecek mutlu, ben onların mutluluğuyla mutluyum, yüreğimde senin gülen yüzün… Huzura erilmiş bir gece… Böyle huzurların sık yaşanması için ettiğim dualar… Ve feribot'a doğru ilerleyen otobüsün tekerlekleri…

On dakika sonra feribotun üst katındayım. Tam ortada duruyorum. Ön tarafa mı yoksa arka tarafa mı gideyim diye düşündüğüm iki saniyelik zaman diliminde, ayaklarımı yüreğimin tam ortasına koyuyorum. Rüzgar hoyratça yüzüme çarpıyor, bedenim üşüyor, gözlerimi karşı kıyıya dikiyorum ve bakıyorum ki yüreğimin üzerinden kaldırdığım ayaklarım yürümüşler ve beni feribotun en önüne getirip bırakmışlar. Sarı günlüğüm aklıma geliyor, HOŞGELDİN GELECEK! yazısı. Senin bu yazıya uyarak yazabileceğini söylediğin roman… Zihnimin gizli köşelerinden çıkarak film şeridi misali geçiyor hatıralar gözlerimin önünden. Feribotun arka kısmına gitmek için zorluyorum kendimi, yapamıyorum, içim almıyor. Hayalin sarılıyor bana, rüzgar artık etki edemiyor, bedeninle ısınıyor bedenim, gözlerimi ufuktaki ışıklı kıyılara dikiyorum. Anlıyorum ki büyümüşüm, anlıyorum ki senden etkilenmişim, anlıyorum ki değişmeye başlamışım… Ve farkına varıyorum bütün çocukluk anılarımı seninle yeniden yaşamak istediğimin. Feribot'a seninle binmek istiyorum, arabayla uzak şehirlere seninle gitmek istiyorum, seninle dondurma yemek isteyip seninle duvarları boyamak istiyorum… Aklımda kalan bütün güzel anılarımı ve SADECE BENİM OLAN anılarımı yaşamak istiyorum seninle. Biliyor musun çocukluğuma seni dahil etmeyi istemek çok yüce bir durum aslında bakarsan. Çünkü bu zamana kadar içimdeki küçük kıza kimseyi dokundurmadım, yanına kimsenin gelmesine izin vermedim. İlk kez birinin (benim dışımda birinin) ona yakınlaşmasına imkan tanıyorum. Bence çok şanslısın…

Mektubun ilişiğinde bir fotoğraf göreceksin ve tahmin ettiğin üzere o şirin bebek benim : Büyüdüm büyüdüm en sonunda şimdiki halime geldim. Annem bütün fotoğrafların arkasına tarih atma geleneğinden hiç vazgeçmediği için bu minik bebeğin 10 ay 3 günlük olduğunu anlıyoruz arkasındaki tarihe bakarak. Fotoğraf albümünde en sevdiğim resimlerden biridir bu. Sanki o turuncu hırkası olan ağzını neye büzüştürdüğünü bilmediğim küçük bebek ben değilim de benim minik kızım gibi. Her baktığımda neden gözlerimin dolduğuna hala anlam veremiyorum, tek bildiğim benim bu fotoğraftaki kızı çok sevdiğim. Kendi kızım gibi sevdiğim, yüreğimin bir parçası gibi sevdiğim, seni nasıl seviyorsam nasıl zarar gelsin istemiyor nasıl kol kanat germek istiyorsam sana, işte aynı duygularla seviyorum bu minik bebeği de. Unutuyorum onun aslında büyüyüp kocaman bir kız olduğunu aynı senin kocaman bir adam olduğunu bazen unuttuğum gibi… Sanırım benim içimde benim de tam olarak bilmediğim anaç bir insan var. En çok seni ve minik bebeklerimi korumak istiyor. Hadi bebekleri anlıyorum ama seni neden korumak istediğimi bilemiyorum. Kocaman adamsın, güçlüsün, cesursun, aklın ve fikrin benden daha çok çalışıyor ama nedense senin beni koruman gerekirken ben seni koruyup kollamak istiyorum. Ve bu konuda oluşabilecek herhangi bir eleştiriye ya da herhangi bir itiraza kapalıyım. Bu paragrafı sonlandırırken; kızımın bir parçasını sana emanet ediyor ve bu mektupla sana ulaşmasını sağlıyorum. Dediğim gibi ilk kez birinin çocukluğuma ve çocuğuma dokunmasına izin vereceğim. Turuncu hırkalı kızıma iyi bak, üzülmesin…

Gamze Aytekin


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


8,508,508,508,508,508,508,508,50
6 Kahveci oy vermiş.

 


Yazdırmak için tıklayınız.

 


 Dost Meclisi


YORUMLARINIZI GALERiMiZDEKi iLGiLi BÖLÜME BIRAKABiLiRSiNiZ.
Yorumlarınız için bekleriz.

Fotograf : Malik Gödeliner

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 4.800 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.


 


 Tadımlık Şiirler


SEÇENEK

Uzakları yakın kılan özlemler,
Artık devreye giremez oldu.
Özlediğim yerde uzaksın,
Duygularım kalbimle temasta,
Girdiği her oturumda evrime uğradı.
Dudaklarıma aldığın aklıma,
Sana doğru açılan
Kalp kapısına,
Ya kapanış emrini ver,
Mührü vur!
Ya da elleri iki yanında,
Açıkta kalan canıma,
Kavuşma mazbatasını tutuştur.

Ayfer Tahancı

Yazdırmak için tıklayınız.

 


 Bulmaca - Sudoku






SUDOKU bir mantık bulmacası. "Suji wa dokushinsha ni kagiru" nın kısaltılmış hali, "Sadece tek sayıya izin var." diye tercüme edilebilir.

Kuralı çok basit. Her boş kareyi 1'den 9'a kadar bir rakamla doldurmak zorundasınız. Ama karelere yazılacak rakamları öyle ayarlayacaksınız ki, her satırda, her sütunda ve 3 x 3 kareden oluşan her blokta 1'den 9'a kadar bütün rakamları kullanacaksınız.
Gitmek için tıklayın.
Kolay gelsin.



Yazdırmak için tıklayınız.

 


 Biraz Gülümseyin






KMTV Sunar...

 


 Kıraathane Panosu


ben.sen.o@kahveciyiz.com

Böyle bir adresiniz olsun ve Google rahatlığıyla kullanayım diyorsanız, adınızı soyadınızı ve kullanmak istediğiniz kullanıcı adını editor@kmarsiv.com adresine yollayın. Hemen alıp 5 GB kapasite ile kullanmaya başlayın. Neye benzediğini gmail.com adresi kullanan arkadaşlarınıza danışabilirsiniz.

Tamamen ücretsiz, sadece siz kahvecilere özel.






Merih Günay'ın "Martıların Düğünü" adlı ikinci öykü kitabı yayınlandı. h@vuz yayınları arasından çıkan kitap, Ankara: Dipnot, Arkadaş, Turhan, Bilimsanat, İmge ve Dost Kitabevleri yanısıra Net Kitabevleri'nden ve www.kitapyurdu.com sitesinden de temin edilebilir.






İstanbul için Son Hava Durumu
ISTANBUL ISTANBUL
Ankara için Son Hava Durumu
ANKARA ANKARA
İzmir için Son Hava Durumu
IZMIR IZMIR
Kaynak: http://www.meteor.gov.tr


 


Akın Ceylan

 İşe Yarar Kısayollar


  Şef Garson : Akın Ceylan

Yediklerimize dikkat ederiz, ediyoruz veya etmeye niyetliyizdir. Peki ne yediğimizin farkındamıyız http://w10.gazetevatan.com/fotogaleri/album.asp?kat=1662 Örneğin: Küf tutmuş veya bayatlamış peynirlerin eritilerek eritme peynir olarak piyasaya sürüldüğünü biliyormusunuz. Kaliteye önem veren sorumlu üreticileri tenzi ediyorum ama pazarlarda ve bazı marketlerde böyle üretilmiş ürünler mevcut. Daha dikkatli olmak için gıda üretim hilelerini bilmek gerekli. Tamamen paranoyak bir tavır içine girmeye gerek yok ama, yine de ne yediğimizi bilelim.

Teknolojik ürünlerin güncel fiyatlarını hemen bulmak istiyorsanız http://www.teknofiyat.com/ İster cep telefonu, ister ütü siz sadece markasını, modelini veya ürün hakkında kısa bir ipucu yazıyorsunuz. İpucu derken abartmayın, ürünü anlatan bir kelime olması tercih nedeni olacaktır tabiki. Ürün ara butonuna basın yeter. O sizin için anında uygun web sayfa adreslerini ve fiyatlarını bulur ve listeler.

Ney için ideal bir kamış temin edildikten sonra kurumaya bırakılır. Bu arada kamış kabuklarından itina ile temizlenir. Kamışın kendiliğinden kuruması gerekir. Kamış kurutulurken asılmak suretiyle düzgün bir şekilde kurutma sağlanmalıdır. Bu kuruma süresi minimum 6 ay olmalıdır. Kamış kurutulduktan sonra birer karış alttan ve üstten pay bırakılarak kesilir... http://www.neysite.com ...Sümerce' den Farsça' ya geçen " nâ " veya " nay ", kamış, kargı anlamlarına da gelen bu çalgının en eski adıdır. Arap toplumunda üflemeli çalgıların hemen tümü için kullanılan " mizmâr " sözcüğü, (nefes borusu, ses organı anlamında) ney için de kullanılmıştır. Türkçe' de ise hemen her zaman " ney " olarak anılmıştır.

Viyana Teknik Üniversitesi'nin bahçesinde sergilenen çıplak başörtülü Türk Kadını heykelini yapan Olaf Metzel... http://www.gazeteport.com.tr/DUNYA/NEWS1/GP_120792 ...Benim çocukluğum Türk kadınlarının Kreuzberg'de yavaş yavaş görünür olmaya başlandığı bir dönemde geçti. Çocukluğumda Türk kadınlarını ilgiyle izlerdim. Türk kültürü ile yakından alakalı oldum hep sonradan da. Christoph Daum'la İstanbul'a geldim.

 


 Damak tadınıza uygun kahveler






http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.

Gom Player Version 2.1.8.3683 / Windows / 4.48 MB http://www.gomplayer.com/down/GOMPLAYERENBETASETUP.EXE
Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.

 


KAHVE MOLASI ABONELERi Google Grubuna üyesiniz. İlginize teşekkür ederiz.

ABONELiKTEN AYRILMAK İÇİN :
KM-abone-unsubscribe@googlegroups.com
(Gönderdiğiniz mesajın abone olduğunuz adresten gittiğine emin olunuz.)

ÜCRETSİZ ABONE OLMAK İÇİN :
Google Gruplar KAHVE MOLASI ABONELERi grubuna kayıt ol
E-posta:


Arkadaşlarınıza önermek ister misiniz?


Kahve Molası MS Internet Explorer 5.0+ ve 800x600 Res. için optimize edilmiştir.
Uygulama : Cem Özbatur - 2002-07©KAHVE MOLASI - Her hakkı saklıdır. Yayın İlkeleri

 






Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM




Woman in love
Barbara Streisand









Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20071211.asp
ISSN: 1303-8923
11 Aralık 2007 - ©2002/07-kmarsiv.com